Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...
Aba altından değnek (sopa) göstermek: Bir kimseyi üstü kapalı biçimde korkutmak.
Abayı sermek: İstenmemesine karşın bir kimse yüzsüzlük ederek bir yere yerleşmek
Abayı yakmak: Bir kimseye gönlünü kaptırmak, aşık olmak
Abayı yaktı Fatmacığın bezine: Birinin giyim ve kuşamına
Abdala malum olur: Bir olayı ya da durumu
Abes kaçmak: Uygun düşmemek, yersiz düşmek
Ablukaya almak
Ablukayı kaldırmak
Ablukayı yarmak: Kuşatmayı bozarak ablukadan kurtulmak
Abonoz kesilmek
Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, anlamsız boş sözlerle konuşmak
Abur cubur: Vücuda yararlı olup olmadığı düşünülmeden yenilen
Acayibine gitmek: Yadırgamak, tuhafına gitmek
Acayip kaçmak: Söylenilen bir söz ya da hareket
Acayip olmak: Yadırganacak bir duruma girmek.
Aceleye gelmek: Bir iş, zaman darlığından gerektiği
Aceleye getirmek: 1. Bir işi özenmeden rastgele yapmak.
Acemi çaylak: Bir işte tecrübe kazanmamış
Acemilik çekmek: Alışamadığı, yeterince bilgi ve beceri kazanamadığı
Acemilik etmek
Acı çekmek
Acı gelmek: Bir kimsece kırıcı, incitici
Acından ölmek: 1. Yiyecek bir şey bulamamak yüzünden ölmek.
Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek): Aşırı derecede üzülmek; bir olay ya da durumun yarattığı üzüntü
Acısına dayanamamak: Sevilen birinin ölümünden ötürü dayanılmaz
Acısını bağrına basmak: Yakınmadan üzüntüye katlanmak
Acısını çekmek: Yapılan yanlış bir işin kötü sonucu içinde bulunmak
Acısını çıkarmak: 1. Gördüğü bir zararı giderecek bir iş yapmak. "Sıkıntılı kış günlerinin acısını çıkarmak
Acısını görmek
Acı söylemek
Acı vermek
Aç açık kalmak
Aç açına
Aç bırakmak
Aç doyurmak
Açığa almak: Bir memur ya da görevliyi geçici
Açığa çıkarılmak: İşine ya da görevine son verilmek
Açığa vurmak: Gizli tuttuğu bir konuyu, bir düşünceyi herkese
Açığı çıkmak: Kendisine teslim edilen para ya da eşyanın
Açığını bulmak
Açığını kapatmak: Eksiklerini giderip tamamlamak.
Açığını yakalamak: Bir kimsenin zayıf bir yanını
Açık ağızlı: Salak, sersem
Açık alınla: Eksikli bir yanı olmayarak
Açık kapı bırakmak: Üzerinde görüşülen bir konu ya da sorunu
Açık kart: Birine belli bir konuda tam yetki vermek.
Açık konuşmak: Hiçbir şey gizlemeden, olduğu gibi
Açıklık getirmek: Bir konuyu ek bilgilerle aydınlatmak
Açık olmak: İçinden geldiği gibi
Açık oturum: Herhangi bir konunun, herkesçe izlenebilecek biçimde birkaç kişi arasında
Açık saçık: Herkesin ayıp bulduğu, kaba, açık olan
Açık seçik
Açık vermek: Hesapta gelir gider dengesini tutturamamak
Açık yürekle: Hiçbir şey gizlemeden
Açıkta kalmak: 1. Bir işte görev dışı kalmak, kadro dışı bırakılmak.
Açıktan açığa: Gizlemeden, açıkça
Açıktan kazanmak: Bir işe ne para ne de emek koymadan
Açıktan vermek: Bir kimseye mal ya da emek karşılığında
Açıl susam açıl: Binbir Gece Masallarfnda Kırk Haramiler'in altınları
Açılıp saçılmak: Daha öncesine göre açık
Aç karnına
Aç kurt gibi
Açlık çekmek: Yokluk ve yoksulluk içinde
Açlıktan gözü kararmak: Aşırı ölçüde acıkmak.
Açlıktan imanı gevremek: Uzun süre bir şey yemediği
Açlıktan nefesi kokmak: Sefalet içinde olduğu, uzun zamandan beri yiyecek
Açlıktan ölmek
Açmaza düşmek
Açımıza getirmek: Bir kimseyi kolayca çözemeyeceği
Aç susuz kalmak: Çok sıkıntılı bir duruma düşmek
Açtı ağzını, yumdu gözünü
Adam almamak
Adama dönmek: Kötü iken iyi, beğenilir duruma gelmek
Adamdan saymak: Bir kimseye değersiz olduğu halde değer vermek
Adam etmek: Bir kimseyi yetiştirip topluma yararlı olacak
Adam evladı: İyi yetişmiş, ağırbaşlı, saygı uyandıran kimse.
Adam gibi
Adamına çatmak: Huysuz, işten iyi anlamayan
Adamına düşmek: Yürütülecek ya da yapılacak bir işte
Adamını bulmak: İşten iyi anlayan
Adam içine çıkmak: İnsanlardan kaçmamak, önemli kişilerin bulunduğu
Adam kıtlığında: Aranan nitelikte
Adam olmak: Yetişmek, toplum içinde
Adam olmaz: Bir şey, bir iş ya da kimsenin
Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek ister: Birinden söz ederken "onun yetişip topluma yararlı bir duruma
Adam sarrafı: Kimin iyi, kimin kötü olduğunu anlayıp ayırabilen
Adam sen de
Adam sırasına girmek: Önceden toplum İçinde bir değeri yokken sonradan değer kazanmak
A'dan Z'ye kadar: Başından sonuna değin, tümüyle
Aday olmak: Herhangi bir görev için adaylığını koymak
Adet yerini bulsun diye: Zorunlu ya da gerekli olduğundan değil
Adı bile okunmamak: Bir kimseye önem vermemek, adı bile
Adı çıkmak: 1. Kötü tanınmak. "Adı kötü çıkmış bir kez, ne yapsa boş."
Adı çıkmış dokuza, inmez sekize: Bir kimse iyi ya da kötü olarak önlenmişse
Adı dillere destan olmak: Ünü çok yayılmak, adı herkesçe
Adı duyulmak: Yeni yeni ünlenmeye başlamak
Adı geçmek
Adı kaale alınmamak
Adı kalmak: Yaptığı işlerden ya da iyi niteliklerinden ötürü öldükten
Adı karışmak: Kötü, hoş olmayan bir olayla
Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim
Adım atmak: 1. Bir işe başlamak, girişmek.
Adım atmamak: Gitmemek, kesinlikle uğramamak, aramamak.
Adım başına: Sık sık, birbirine çok yakın yerlerde.
Adımını attırmamak: Birinin bir yere gelmesini ya da gitmesini
Adımını denk atmak: Bir işte ya da konuda gerekli bütün
Adımlarını sıklaştırmak: Daha çabuk, daha hızlı yürümek.
Adım uydurmak: Başkalarına ulaşmak, onların yaptığını
Adına gölge düşürmek: Bir davranışıyla adını
Adını ağzına almamak: Kırıldığı, gücendiği bir kimseden
Adını defterden silmek: Bir kimseyle ilgi ve ilişkisine son verip
Adını koymak: Bir şeyin fiyatını saptamak, yapılacak
Adını vermek: Biri tarafından gönderildiğini, başvurduğu
Adı sanı belirsiz: Nerede olduğunu, ne olduğunu bilen yok
Adı üstünde
Adıyla sanıyla: Bir kimseyi tanıtmaya yarayan en belirleyici
Adlı adıyla: Açık açık, üstü kapalı olmadan.
Ad takmak: Bir kimseye, özel adının dışında, dikkati çeken bir
Ad yapmak: Bir konuda ünlenmek, başarı
Af dilemek: Karşısındakini inciten bir sözünün, bir davranışının
Affa uğramak: Bağışlanmak, çıkan aftan
Afişte kalmak: Bir oyun birçok kez sahnelenerek
Afiyet olsun: Bir şey yiyip içenlere "yarasın" anlamında
Aforoz etmek: Bir kimseye darılıp onunla bütün
Ağaca çıksa pabucu yerde kalmamak: Hiçbir engeli, hiçbir takıntısı olmamak
Ağaç olmak: Bir yerde uzunca bir süre ayakta dikilerek
Ağalık etmek: Birine karşı cömertlik göstermek.
Ağına düşürmek: Bir kimseyi kurduğu tuzağa
Ağır aksak: Düzgün olmayarak
Ağır basmak: Başkalarından daha üstün bir güce başvurarak
Ağırbaşlı: Hafifliklerden kaçınan, işlerini düşüne taşına yapan.
Ağır canlı: Çevik olmayan, ağır biçimde iş
Ağırdan almak: Bir işi yapmak için ona gerekli önemi vermemek
Ağır gitmek: Bir iş normal akışının altında yürümek
Ağırlığını koymak: Bir konunun istediği doğrultuda sonuçlanması
Ağırlık basmak : Üstüne bir gevşeklik gelmek
Ağır işitmek: Kulakları iyi duymamak.
Ağır kaçmak: Bir söz ya da hareket incitici olmak.
Ağırlığınca altın etmek: Çok değerli olmak
Ağırlık olmak: Birine yük olmak, kendi masraflarını
Ağır oturmak
Ağır top: Bir toplulukta öne çıkan, sözü geçerli kimseler.
Ağız açmamak: Susup kalmak, hiçbir şey söylememek
Ağız açtırmamak: Sürekli kendi konuşarak başkalarının
Ağız ağza: İçinde boş yer kalmayacak
Ağız ağza vermek: İki kişi birbirine çok yakın biçimde
Ağız alışkanlığı: Bir sözü isteyerek değil, alışkanlıkla
Ağız aramak: Birinin ne düşündüğünü anlayacak
Ağız birliği etmek: Bir konuda aynı şeyi söylemeyi, aynı şekilde davranmayı
Ağız dalaşı: Bağırma ve suçlama sınırları içinde
Ağızdan ağza: Birisi ötekine, o da başkasına söyleyerek
Ağızdan kapmak: Okuyarak değil de, bir kişinin konuşmasını dinleyerek
Ağızdan laf çekmek: Bir kişinin bildiklerini, ona sezdirmeden ustalıklı konuşmalar
Ağız değiştirmek: Önceden söylediklerinin tersini
Ağız dil vermemek: Hasta konuşamaz, bir şey söyleyemez duruma
Ağız dolusu: Art arda sıralanan bol ve ağır küfür
Ağız eğmek: Birinden bir şeyi yalvarırcasına istemek
Ağız kalabalığına getirmek: Karşısındakini konu dışı gereksiz sözlerle şaşırtarak
Ağız kokusu: Bir kimsenin katlanılmaz sözleri ve davranışları.
Ağız satmak: Yüksekten atarak yapamayacağı bir işi yapacakmış gibi
Ağız sulandırmak: İmrenmesine yol açmak
Ağız tadı: Bir toplulukta dirlik düzenlik durumu.
Ağız tamburası çalmak: 1. Soğuk yüzünden çenesi titreyerek dişleri
Ağız yapmak: Üstesinden gelemeyeceği bir işi yapabilir görünerek
Ağlama duvarına dönmek: Herkesin derdini dinlemekten baş
Ağlamaklı olmak: Ağlayacak gibi olmak.
Ağrısı tutmak: Gebe kadının doğum sancıları
Ağustosta boku donmak: Sıcak havalarda da üşümek
Ağza alınmayacak: Kaba, incitici, söylenmesi
Ağza almamak: Sözünü etmemek, adını anmamak.
Ağza kilit vurmak: Hiçbir şey konuşmamak, ya da
Ağzı açık ayran delisi: Gördüğü her şeye hayranlık duyan ya da
Ağzı bir karış açık kalmak: Şaşakalmak.
Ağzı bozuk: Sövmeye, küfretmeye
Ağzı burnu çarşamba pazarına dönmek
Ağzı burnu yerinde: Oldukça güzel
Ağzı dili bağlanmak: Kimi etkilerle konuşamaz duruma düşmek.
Ağzı dili kurumak: Aşırı ölçüde çok konuşma ya da heyecan
Ağzı dili yok: Hakkını aramayı bilmez, sessiz
Ağzı gevşek: Sır saklamayan, sır tutmasını bilmeyen.
Ağzı ile kuş tutsa: "Hiç olmayacak ya da düşünülemeyecek şeyleri
Ağzı kara: Söz taşıyan, fitne.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek.
Ağzı laf yapmak: Güzel söz söylemeyi becerir olmak
Ağzının içine baktırmak: Güzel ve çarpıcı konuşmasıyla dinleyenleri etkilemek
Önüne bir kemik atmak: Kötü yaradılışlı birine, küçük bir çıkar sağlayarak
Ağzına bir parmak bal çalmak: Birine tatlı sözler söyleyerek, vaatlerde
Ağzına burnuna yüzüne bulaştırmak: Bir işi becerip üstesinden gelememek
Ağzına geldiği gibi: Bir tartımdan geçirmeden, söylediklerinin iyi mi
Ağzına geleni söylemek: İncitici ve kaba sözler söylemek
Ağzına (diline) kira istemek: Doğal olarak söylemesi beklenen
Ağzına sağlık: Bir sözü tam yerinde söyleyenlere teşekkür
Ağzına sürmemek: Yememe, hiç dokunmama
Ağzında bakla ıslanmamak: Hiç sır saklayamamak.
Ağzında büyümek: İştahsızlıktan ya da sevmemekten ötürü
Ağzında gevelemek: Bir şeyi açıkça söylemekten kaçınmak
Ağzından baklayı çıkarmak: 1. Sonunda söyleyeceğini söylemek. "Evirdi, çevirdi
Ağzından bal akmak: Çok güzel, çekici bir biçimde konuşmak.
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Çok öfkelenip, kötü, kırıcı, kaba
Ağzından düşürmemek: Bir şeyin, sürekli olarak sözünü etmek.
Ağzından girip burnundan çıkmak: Ne yapıp edip bir kimseyi bir şeye razı etmek.
Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyleyivermek.
Ağzından laf almak: Bir kimseyi gizli tuttuğu bir şey üzerine
Ağzından lokmasını almak: Bir kimsenin hakkı olan, onun malı
Ağzından yel alsın: Söylendiğinde kötülük getirileceği
Ağzında yaş kalmamak: Bir düşünceyi, bir tasarıyı bir kimseye
Ağzını açıp gözünü yummak: Öfke ve kızgınlıkla ağzına gelen
Ağzını bıçak açmamak: Acı ve üzüntüsünden konuşacak
Ağzını bozmak: Sövgü niteliğinde kaba sözler
Ağzını burnunu dağıtmak: Bir kimseyi ağır biçimde dövüp
Ağzını havaya açmak: Sahip olduğu, eline geçen fırsatı kaçırdıktan
Ağzını kapamak: Susmak, konuşmamayı
Ağzını kiraya vermek: Bir şey söylemek, konuşmak
Ağzının içine bakmak: Bir kimsenin söylediklerini beğenerek
Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin insana sıkıntı veren
Ağzının payını vermek: Bir kimseyi kötü bir sözünden ötürü paylamak
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip imrenmek, krş
Ağzının tadı kaçmak: Rahatı kalmamak, dirlik ve
Ağzını toplamak: Küfürlü, kötü sözlerle konuşmayı
Çenesini tutmak: 1. Gerekli gereksiz konuşmamak, gevezelikten
Ağzı varmamak: Bir şeyi söylemeye, açıklayıp
Ağzı pek
Ağzı pis: Sövmeyi huy edinmiş
Ağzı sulanmak: İmrenmek, krş. Ağzının
Ağzı süt kokmak: Çok genç olmak, bir konuda
Ağzı var dili yok: "Kendi halinde, sessiz, çok az konuşur
Ağzı yanmak: Zarar etmek, bir işte büyük bir
Ağzıyla kuş tutsa: En başarılmaz, en güç işleri
Ah almak: Haksızlık ve eziyet ettiği kişinin
Ah çekmek: Acısını, üzüntüsünü ya da özlemini
Ah etmek: 1. Acıyla içini çekmek, yakındığını belli etmek
Ahım şahım: Beğenilecek, değer verilecek
Ahım almak: Bir kimseye kötülük yaparak onun
Ahı tutmak: Yaptığı beddua yerini
Ahi yerde kalmamak: Haksızlığa uğrayan, eziyet gören bir
Ahmak ıslatan: Hafif, çisinti halindeki yağmur.
Ahretini kazanmak: Dinin buyruklarını yerine getirerek cennete
Ahret suali: İçinden çıkılması güç, usandırıcı soru
Ahrette on parmağı yakasında olmak: Birinden, öteki dünyada davacı
Akan sular durmak: Bir konuda tersi kanıtlanamayacak, söylenemeyecek
Akarı kokarı olmamak: Elle tutulan, gözle görülen bir
Ak dediğine kara demek: Bir kimse ne söylüyorsa karşıtını
Akı kara, karayı ak göstermek: Olayları olduğu gibi değil, ters
Akıl almak: Birine bir konuda sormak, danışmak
Akıl almamak: Böyle bir şeyin olabileceğine herkesin inanmayacağını
Akıl almaz: İnanılır gibi değil
Akıl bu ya: "Yanlış da olsa aklım böyle yapmamı
Akılda kalmak: Unutulmamak, her zaman
Akıldan çıkmak: Bir şey i
Akılda tutmak: Unutmamak
Akıl etmek: Bir işi zamanında düşünüp gerekli önlemleri
Akıl hocası: Birine yol gösteren, akıl
Akıllara durgunluk vermek: Etkileyip sarsmak, düşünemeyecek
Akıllı bıdık: Çok küçük, buna karşın
Akıllı davranma: Bir işi önlem alarak
Akıl öğretmek: Bir kimseye kendi eğilimi ya da çıkarı
Akıl satmak: Karşısındakine yol göstermek, kendi düşüncesini
Akıl sır ermemek: Bir işin içyüzünü, gizli yönlerini ve niteliklerini
Akıl yürütmek: Bir sorunun çözümünde ya da bir konuda
Akım derken bokum demek: Söylemek istediği
Akıntıya kapılmak: Başkalarının etkisinde kalarak bir topluluğun
Akıntıya kürek çekmek: Bir işin ya da bir durumun doğal gidişini
Akla gelmedik: Düşünülemeyen, olmadık
Akla karayı seçmek: Bir işi başarabilmek için çok yorulmak
Aklı başından gitmek: 1. Aşırı derecede sevinç ya da korkudan ne yapacağını
Aklı başında olmamak: 1. Bayılmak, bilincini yitirmiş durumda olmak
Aklı bokuna karışmak: Bir şeyden aşırı ölçüde korkmak
Aklı çıkmak: Bir iş kötü sonuçlanacak diye çok korkmak
Aklı durmak: Düşünemez duruma düşmek
Aklı ermek: Ne olduğunu, neler olup bittiğini nedenleriyle
Aklı fikri bir şeyde olmak: Tümüyle o şeyi düşünmek
Aklı kalmak: Bir şeyi aşırı ölçüde beğenerek
Aklı karışmak: Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilememek
Aklı kesmek: Bir işin gerçekleştirebileceğine, olabileceğine inanmak
Aklına esmek: Önceden düşünmemiş
Aklı almamak: 1. Bir şeyi kavrayamamak, istemesine karşın anlayıp
Aklı başına gelmek: 1. Baygınlıktan ayılmak, kendine
Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu bir durum ya da olayla
Aklına geleni yapmak: Ayrıntılı bir biçimde düşünmeden
1. Anımsamak. "Biraz düşününce o çocuğun adı
Aklına koymak: 1. Bir kimse, bir konuda bir şey yapmaya kesin karar
Aklına şaşayım: Yerinde yapılmayan bir davranış
Aklına turp sıkayım: Bir kimsenin aklının yetersizliğini belirtmek
Aklına uymak: Başka birinin öğüdüne uyup, bir işte olumlu
Aklında kalmak: Unutmamak. "Deneyerek öğrendiklerim
Aklından bile geçmemek: Hiç düşünmemek. "Böyle
Bir konuda bazı şeyler düşünmek, tasarlamak
Aklından zoru olmak: Çılgınca davranışlarda bulunmak
Aklında olsun: Unutma, anımsa. "Bize de böyle
Aklını başına almak: Önceki yaptığı yanlışlıkları, delice çılgınca düşünce ve davranışları
Aklını başından almak: Birini, ne yaptığını, ne söylediğini bilmez
Aklını bozmak: Üzerinde çalıştığı konunun dışında başka bir şey
Aklını çelmek: Düşüncesini etkileyerek onu istediği
Aklını kaçırmak: 1. Delirmek. "Zavallı anne, o olaydan
Aklını oynatmak (Aklı zıvanadan çıkmak): Delirmek, çıldırmak
Aklını peynir ekmekle yemek: Çılgınca işler yapmak, yaptıkları anlamsız
Aklı sıra: Kendi düşünüşüne göre, sözde, aklınca.
Aklı yatmak: Bir işin olabileceğine, gerçekleşebileceğine
Akmasa da damlamak: Bir iş, bir kimseye çok olmasa bile yarar
Ak sakaldan yok sakala gelmek: Yaşlanmak, gücünü kuvvetini
Aksiliği üstünde: Başkalarına karşı huysuzca ve ters
Aksi şeytan (ya da hay aksi şeytan): İşler yolunda gitmediğinde
Akşam ahıra, sabah çayıra: Yaşamda, yeme, içme, gezip
Akşama sabaha: Çok yakında, kısa bir süre
Akşamdan kalma: Geceki sarhoşluğundan tümüyle sıyrılamamış
Alabora olmak: Ters çevrilmek. "Açıklarda
Alacağı olsun: Bir kimseye "günü gelince öcümü senden
Alacağına şahin, vereceğine karga: Alacağını hemen, zorla da olsa alan, vereceğini
Alan talan etmek: Darmadağın etmek, ortalığı birbirine
Alarma geçmek
Al aşağı etmek: Bulunduğu yüksek bir görevden birini ayırmak
Alavere dalavere yapmak: Dürüstçe davranmamak, yalanla
Alaya almak: Bir kimseyi gerçek olmayan şeylere
Alay etmek: Bir kimsenin, bir şeyin eksik yanlarını gülünç
Alayında olmak: Bir işi önemsememek, ciddiye
Al benden de o kadar: "Ben de aynını düşünüyorum
Al birini vur ötekine: İkisinin de birbirinden farkı yok
Aldığı aptest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Sağladığı iyilik, yaptığı zararı
Aldırış etmemek: İlgilenmesi gerekirken ilgisiz kalmak, ilgilenmesi gerektiği
Aldı yürüdü: Kısa sürede oldukça ilerledi, ün ya da çok
Alıcı gözüyle bakmak: Alacakmış gibi iyice, titizce gözden
Alın derisi değil, davul derisi: Utanma duygusunu yitirmiş kişilerin
Alın teri dökmek: Bir işe çok emek vermek, çok
Alikıran baş kesen: Kendi gücünü kullanarak başkalarının
Allah'a bir can borcu olmak: Borcu olmamak, hiçbir kimseden
Allah adamı: Kötülük yapmayan, kendini Tanrı
Allah allah: Bir şeye şaşma, hayret bildirir. "Allah allah
Allah bağışlasın: Genellikle çocuklar için, birileri
Allah beterinden esirgesin (saklasın, korusun): "Tanrı bundan daha
Allah düşmanıma vermesin: Yaşanılan ya da başa gelen
Allah'ın günü: Her gün. "Allah'ın günü
Allah için: Doğrusunu belirtmek, söylemek
Allah vere de: İnşallah, dileriz ki... "Allah vere de bu
Allah yarattı dememek: Çok hırpalamak, korkunç biçimde
Allak bullak olmak: Karmakarışık olmak, altı üstüne
Allayıp pullamak: Kötü görünüşünü gizleyecek şeylerle
Allem etmek, kallem etmek: Amacına ulaşmak için her türlü
Allame kesilmek: Bilmediği halde her şeyi bilir
Alnı açık, yüzü ak (olmak): Utanılacak, gizli bir yanı olmamak;
Alnına yazılmış olmak: Yazgısı böyle olmak; bu olayın başına
Alnını karışlamak: Birini küçümseyerek ona meydan
Alnının akıyla: Kötü bir duruma düşmeden, bir işte onurlu biçimde
Alnının damarı çatlamak: Bir işte başarı sağlamak için çok
Alnının teriyle kazanmak: Çalışarak, hak ederek, emek
Alt etmek: Üstün gelmek, yenmek
Altı alay, üstü kalay: Dışı güzel ve gösterişli olmasına karşın, içi pis ve kirli
Altın adını bakır etmek: Pis işler yaparak saygınlığını yitirmek
Altına yapışsa toprak olmak: Yapmak istediği işlerin tümünde başarısızlığa uğramak
Altın babası: Çok zengin, parası pulu çok olan
Altın bilezik: Geçerliği olan, para getiren
Altında kalmamak: Gördüğü iyiliğin ya da kötülüğün
Altından çapanoğlu çıkmak: Umulmayan, beklenmedik bir durumla
Altından girip üstünden çıkmak: Parayı pulu, malı varlığı gereksiz yere, düşüncesizce
Altından kalkmak: Güç bir işi başarıyla sona erdirmek
Altını çizmek: Bir söz ya da yargıya dikkati
Altını üstüne getirmek: 1. Sözleri ya da yaptıklarıyla çevreyi birbirine
Altın leğene kan kusmak: Varlık içinde acılar, dertler, hastalıklarla
Altı okka etmek: Birkaç kişi, birini kollarından, bacaklarından
Altı yaş olmak: Bir işin içine birtakım kötülükler karışmış olmak
Alttan almak: İncitici ve suçlayıcı bir tonla konuşana karşı
Alt tarafı: Değeri ne ki, sözü edilmeye
Amana gelmek: Önce direnirken zoru görünce direnmeyi bırakıp
Aman aman bir şey değil: "Öyle çok fazla beğenilecek, övgüye
Amanı kesilmek: Gücü kuvveti tümüyle tükenmek
Aman vermemek: Süreklice ve yardım almaya fırsat bırakmayacak
Aması maması yok: "Hiçbir söz, hiçbir özür
Ana avrat dümdüz gitmek: Bir kimsenin yakınlarına ağır
Ana baba eline bakmak: Kendisinin kazancı olmadığı için ana ve babanın
Ana baba günü: İnsanların yığıştığı, kimsenin kimseyi tanımayacağı
Anadan doğmuşa dönmek: Tüm, ağrı ve sızılardan, dertlerden, sıkıntılardan kurtulmak
Ana kucağı: İnsanın ancak annesinin hazırlayacağı sevgi
Ana kuzusu: Sıkıntıya, güç işlere alışmamış hayatın
Ananın ak sütü gibi helal olsun: Birine bir şeyi hiçbir karşılık beklemeden
Anan yahşi, baban yahşi: Bir işi yapması için birini pohpohlamak
Anası ağlamak: Çok sıkıntı ve güçlük çekmek
Anası danası: Bir kimsenin soyu sopu, ailesindekilerin
Anasından doğduğuna pişman etmek: Eziyet ederek, acı çektirerek bir kimseyi canından
Anasından emdiği süt burnundan gelmek: Bir işte çalışırken, bir işi yaparken çok sıkıntı
Anasını ağlatmak: Bir kimseye çok zahmet verip sıkıntı
Anasının gözü: Kurnaz, işini, çıkarını
Anasının ipliğini pazarda satmış: Aşağılık, kötü huylu kimselerin bu yönünü
Anası onu kadir gecesi doğurmuş: İşleri iyi giden bir kimsenin talihli
Ana yüreği: Anne sevecenliği, annelik duygusu. "Ana yüreği
Anca beraber, kanca beraber: "İş, ister iyi olsun, ister kötü olsun, birlikte
Anlamamazlıktan gelmek: Bir söz ya da davranışı anladığı halde
Anlata anlata bitirememek: Bir şeyi öve öve, sık sık anlatmak
Anlayış göstermek: Hoşgörüyle karşılamak, güçlük
Ant içmek: Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya ant
Apar topar: Telaş ve ivedilikle, hiçbir hazırlık
Apışıp kalmak: Şaşırmak, ne yapacağını
Arabanın tekerine taş koymak: Bir işin yapılmasını engellemeye çalışmak
Arabasını düze çıkarmak: Zorlukları yenip işini kolayca yürüyen
Aralarını bozmak: İki kişiyi birbirine düşürmek, aralarındaki
Aralarını bulmak: Bozuşmuş, birbiriyle anlaşamayan iki
Aracı koymak: Bir sorun ya da işin çözümünde bir kimseyi
Arada bir: Seyrek olarak, zaman zaman
Arada dağlar kadar fark olmak: İki şey arasında her yönden
Arada kalmak: Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiyi anlaştırmak için çalışmak
Arada kan bağı olmak: Aralarında bir hısımlık bulunmak
Aradan çekilmek: İlgisini kesmek, bir daha gözükmemek
Araları açık olmak: İlişkileri ve dostlukları yıkılmak, birbirine
Aralarına almak: Bir çevreye, bir ortama kabul
Aralarından kara kedi girmek: Birbirini seven iki kişi arasına soğukluk girmek
Aralarından su sızmamak: Birbiriyle çok içli dışlı, çok yakın olmak
Arapsaçı gibi: İçinden çıkılması güç, karmakarışık
Arapsaçına dönmek: İşler karmakarışık olup çözüm yolu bulunamaz
Arası geçmeden: Sıcağı sıcağına, hemen
Arası soğumak: Bir işin üzerinden süre geçince önemi
Arası şeker renk olmak: Aralarındaki dostluk ve arkadaşlık
Araya girmek: 1. İki kişinin arasında olan, onları ilgilendiren bir işe karışmak
Araya gitmek: İşe yaramaz duruma düşmek, boşuna
Araya adam koymak: Bir iş için sözü geçen birinin aracılığına
Araya soğukluk girmek: Dostlukları sarsılmak, krş. Aralarından kara
Arayıp da bulamamak: Beklemediği bir anda güzel bir olanağa
Arayıp sormamak: Bir kimse ya da bir şeyle ilgiyi kesmek
Arayı soğutmak: Eski ilişkiyi zayıflatmak, dostluk ve yakınlık
Ar damarı çatlamak: Utanç verici işleri hiç utanmadan yapar olmak
Ardı arası kesilmemek: Sürekli olarak, art arda gelmek
Ardından atlı kovalamak: Bir işi aşırıya varan bir hız ve telaşla
Arı kovanı gibi işlemek: Bir yere gidip gelen, giren çıkan çok olmak
Arının yuvasına çomak sokmak: Kötülük yapabilecek birini kışkırtarak onun kendisine
Arka arkaya: Birbirini izleyerek, birbiri ardından
Arka arkaya vermek: Birbirine yardımcı ve destek olmak
Arka bulmak: Kendisini kayıracak, koruyacak birini
Sırt çevirmek: Eski ilgiyi, eski yakınlığı göstermez olmak
Arka çıkmak: Birini başkalarının saldırısına karşı korumak
Arkadan arkaya: Belli etmeden, gizlice, sinsi sinsi
Arkadan söylemek: Bir kimsenin bulunmadığı yerde onu çekiştirmek
Arkadan vurmak: Kendisinden bir kötülük gelmeyeceğine inanılan ve güvenilen
Arka kapıdan çıkmak: Okuldan ya da işyerinden bir şey öğrenmeden
Arkası kesilmek: Sürüp gelmekte olan bir şey tükenmek
Arkasında yumurta küfesi yok ya: Sık düşünce ve tutum değiştiren, verdiği
Arkasından teneke çalmak: Bir kimseyi aşağılayıcı biçimde
Arkasını getirmemek: Başladığı bir işi becerip
Arkası olmamak: Birinin kayıracak, koruyacak kimsesi
Sırtı yere gelmemek: Yenilgiye uğramamak, sarsılmamak
Arka vermek: Bir kimseyi destekleyerek yüreklendirmek
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek
Arpa boyu kadar gitmek: Çok az ilerlemek
Arpacı kumrusu gibi düşünmek: Ne yapacağını bilmeden, umutsuzca ve derinden
Arpa ektim darı çıktı: "Çalışmalarım, istediğimin
Arpalık yapmak: Bir kurum ya da işyerinden çalışmadan
Art arda: Birbirinin arkasından, arka
Askıda bırakmak: Bir işin sonuca ulaşmasını engelleyip
Askıda kalmak: Bir engel yüzünden bitirilemeyip olduğu gibi kalmak
Aslan gibi: Boylu poslu, yakışıklı erkekler
Aslanın ağzında olmak: Elde edilmesi, kavuşulması
Aslan kesilmek: Aslan gibi güçlü kuvvetli bir
Aslan payı: Bir paylaşmada ortaklardan en güçlüsünün
Aslı astarı olmamak: Yalan, gerçek değil
Aslı çıkmak: Gerçek olduğu anlaşılmak
Aslı faslı yok: Gerçek dışı, yalan, uydurma
Aslına bakmak: Kökünü, kökenini araştırmak
Astarı yüzünden pahalı: Bir işin ayrıntı sayılabilecek yönlerine harcanan para
Astığı astık, kestiği kestik: Çok sert, acımasız, davranışlarından kimseye hesap
Aşağı görmek: Beğenmemek, hor görmek. "Hiçbir
Aşağı kalmamak: Bir nitelik ya da değer yönünden benzerinden
Aşağı kurtarmamak: 1. Bundan daha ucuza satınca zarar etmek. "Kilosu 10 liradan
Aşığı cuk oturmak: Yapmaya çalıştığı her iş istediği gibi
Aşık atmak: Bir kimse kendisinden üstün olduğu bilinen ya da sanılan
Aşın koyusunda, işin kıyısında: Bir işte çıkarını gözeten ama o işin yapımına
Aşırı gitmek: Alışılmış ölçülerin dışına çıkmak, sınırı
Aşırılığa kaçmak: Bir işte ya da girişimde gereken ölçüyle yetinmeyip
Aş pişti, bayram geçti: "Şenlik, tören bitti, herkes işine dönebilir
Aş pişti, kaşık üstüne dikildi: Bir işi yapmak için her şeyin
Ata et, ite ot vermek: Bir şeyi gereksinimi olana, bir işi yapabilecek
Ateş açmak: Birden karşılarındakine silahlarla mermi atmak
Ateş almaya mı geldin: Uğradığı bir yerden hemen kalkmaya davranan
Ateş bacayı sarmak (Alev saçağı sarmak): Tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir iş önlenemeyecek
Ateş basmak: Kötü bir durum ya da işten duyulan sıkıntı nedeniyle yüzünde
Ateş düşmek: Çok şiddetli bir acı duymak. "Kötü haberi
Ateş düştüğü yeri yakar: "Bir acıdan ya da yıkımdan asıl etkilenenler ona
Ateşe atmak: Bile bile bir kimseyi çok tehlikeli bir işe sokmak
Ateşi düşmek: Hastanın yükselmiş vücut ısısı azalmış
Ateşle oynamak: Pek tehlikeli bir işin üstüne gitmek, böyle
Ateş pahasına: Çok pahalı. "Her şey ateş pahası, paramızı
Ateş püskürmek: Çok öfkelenip ağır ve kırıcı sözler söylemek
Ateşten gömlek: Acı veren durum ve dayanılmayacak kadar
Atı alan Üsküdar'ı geçti: "Bir işte fırsat kaçırıldı, geç kalındı
Atını sağlam kazığa bağlamak: İşini güven altına almak. "Atını sağlam
Atıp tutmak: Abartmalı konuşarak, büyük işler yapacağını
At izi it izine karışmak (İt izi at izine karışmak): Değerlerin altüst olduğu, değerli
Atlama tahtası: Bir çırpıda erişilmeyecek bir yere kolayca varmayı sağlayan
Atma Recep din kardeşiyiz: "Söylediklerin tümüyle yalan, palavra
At oynatmak: Üstün olduğunu beceri ve ustalığıyla göstermek
Atsan atılmaz, satsan satılmaz: Bir yana bırakılacak denli değersiz olmayan
Attan inip eşeğe binmek: Üstün bir mevki ya da makamdan daha aşağı
Avcunun içine almak: Bir kimseyi etki ve baskısı altına almak, ona dilediğini
Avcunu yalamak: Umduğunu ele geçirememek. "Sürekli çalışmasan
Avuç açmak: Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma
Avurdu avurduna geçmek: Çok zayıfladığı yüzünden anlaşılmak
Ayağa düşmek: Bir iş ya da konu yetkisiz, yeteneksiz kişilerin eline
Ayağa kaldırmak: Bir topluluğu heyecanlandırıp telaşa vermek
Ayağı alışmak: Bir yere gidip gelmeyi alışkanlık haline getirmek
Bir yerden ayrılıp başka bir yere gitmesine ya da yaptığı işi bırakmasına
Ayağına çabuk: Ayak işlerini çabuk yapan, bir yere alışılandan
Ayağına dolanmak: 1. Birinin başkasına yaptığı kötülük, kendi başına gelmek
Ayağına gitmek: Alçakgönüllülük ya da saygı gösterip birinin yanına gitmek
Ayağına ip takmak: Bir kimseyi çekiştirerek dedikodusunu yapmak
Ayağına kapanmak: Kendini alçaltırcasına bir kimseye yalvarmak
Ayağına sıcak su mu dökelim, soğuk su mu: Bir yere çok seyrek gelene, "Nicedir gelmiyordun
Ayağını çekmek: Daha önce sık sık, sürekli olarak gittiği bir yere artık
Ayağını denk almak: Başkalarının kendisine yapacağı ya da yapabileceği kötülüklere
Ayağını kaydırmak: Bir yolunu bulup birini işinden uzaklaştırmak. "Yerini alacağımdan
Ayağını kesmek: 1. Daha önceleri gittiği bir yere gitmez olmak. "Önce o işsiz güçsüz
Ayağının altına almak: 1. Birini çiğnercesine fena halde dövmek. "Babanın hatırı olmasa
Ayağının bastığı yerde ot bitmemek: Uğradığı yere uğursuzluk getirmek
Ayağının tozuyla: Soluklanmadan, hemen, yoldan gelir gelmez
Ayağını yorganına göre uzatmak: Giderlerini gelirine göre dengelemek
Ayağı suya ermek: Gerçeklerin istediği, düşündüğü gibi olmadığını anlayarak
Ayağı yere değmemek: Aşırı derecede sevinmek, sevinçten hoplayıp
Ayak altında kalmak: 1. Herkesin gelip geçtiği bir yerde bulunmak
Ayak atmamak: Hiç gitmemek, uğramamak. "Üç yıl var ki oraya
Ayak bağı: Birinin bir yerden ayrılmasına ya da yaptığı bir işi bırakmasına
Ayak basmak: Bir yere varmak, gitmek. "Sen burada kaldığın
Ayakbastı parası: Bir yere başka bir yerden gelen insan ve eşyadan
Ayak diremek: Bir kimseye karşı kendi tutumundan şaşmamak
Ayakları geri geri gitmek: Bir yere gönülsüzce, istemeye istemeye
Ayaklarına kara su inmek: Uzun süre ayakta durmaktan pek çok yorulmak
Ayaklı kütüphane: Birçok şey okumuş, pek çok şey öğrenmiş olan
Ayak takımı: Eğitimsizlikleri, görgüsüzlükleri ve yararlı işlerde
Ayakta tutmak: Bir şeyin yıkılmaması, özelliğini yitirmeyerek
Ayak uydurmak: Bir duruma uymak, kendi tutum ve davranışını
Ayak üstü: Oturmayıp, ayakta durarak
Ayaza çekmek: Kışın, kar yağışından sonra şiddetli ve acı soğuk
Ayda yılda bir: Çok seyrek olarak, sık sık değil
Ayılıp bayılmak: 1. Aşırı derecede üzüntü ve sinir bunalımlarıyla kendinden
Aynı ağzı kullanmak: Aynı düşünceyi ileri sürmek
Aynı kapıya çıkmak: Sonuç değişmemek. "Öyle
Aynı yolun yolcusu: Kötü yolda olan bir kimsenin gidişini, tutumunu
Ayran ağızlı: Aptal, budala, sersem
Ayranı kabarmak: Kızmak, öfkelenmek
Ayrı baş çekmek: Topluluğun dışına çıkıp, kendi başına iş yapmak
Az buçuk: Şöyle böyle, biraz. "Senin bu konud
Az buz değil: Bir şey çok olmak, azımsanmayacak ölçüde bulunmak. "Az buz değil
Azınlıkta kalmak: Bir sorun üzerine oy verenler, sayıca, karşı düşünceye oy verenlere
Azraille burun buruna gelmek: Ölümle karşı karşıya gelmek
Babadan kalma: Babanın ölümünden sonra çocuğa
Babalık etmek: Birine karşı babanın yapacağı görevleri
Babana rahmet: Bir sözü ya da davranışı olumlu karşılanan
Baba ocağı: Baştan beri ailesinin malı olan, içinde yaşanılan
Babasının hayrına mı: Bir çıkar bekleyerek, bir şeyler umarak
Babasının oğlu: Tıpatıp babasına benzeyen, her yönüyle
Bacak kadar: Boyu küçük anlamında kullanılır
Bacakları kopmak: Bacakları aşırı ölçüde yorulmak
Bacası tütmez olmak: Ailesinden kimse kalmamak ya da büyük
Badi badi yürümek: Her iki yana ördekler gibi vücudunu yayarak
Bağlandığı yerde otlamak: Çok önceki durumu korumak, hiçbir ilerleme, gelişme
Bağrına basmak: Sevgi ile kucaklamak, göğsüne yaslanmak
Bağrına taş basmak: Derdini, sıkıntısını kimseye açmadan, sesini çıkarıp
Bağrını delmek: Çok acı vermek, dertlenmesine yol açmak
Bağrışa çağrışa: Gürültü yaparak. "Sokaktan
Bağrı yanık: Çok acı ve sıkıntı çekmiş olan. "Köy halkı
Baharı başına vurmak: Gençliğin etkisiyle çılgınca
Bahse girmek: Hangi taraf yanılır, görüşü yanlış çıkarsa karşı tarafa
Bahtı açık: İyi talihli, işleri yolunda giden. "Bahtı açık
Bahtı kara: İşleri yolunda gitmeyen, kötü talihli kimse için
Bahtına küsmek: Karamsarlığa kapılmak, umutsuzluk içinde olmak
Bakkal defteri değil: Bir defter ya da kâğıdın özenli bir biçimde kullanılması
Baklayı ağzından çıkarmak: Gizlediği bir şeyi sabrı tükenerek söylemek
Baktıkça bakacağı gelmek: Güzel bir şeye bakmaktan kendini alamamak
Bal alacak çiçeği bilmek: Kimden çıkar sağlanabileceğini anlayıp sezmek
Baldırı çıplak: Ayak takımından, serseri
Baldırının etini yiyip kasaba minnet etmemek: Gereksinim duyduğu şeyleri güç de olsa kendi olanaklarıyla karşılamaya çalışıp başkalarından bir şey istememek
Bal dök yala: Yerler tertemiz, en küçük bir pislik yok
Balgam atmak: Sürdürülen iş üzerine kuşku uyandırıp zihinleri
Balık istifi: Sıkış sıkış bir yere dolmuş (insanlar)
Balık kavağa çıkınca: Olmayacak, gerçekleşmeyecek
Balıklama dalmak: Bir işe ya da yere, çıkar elde etme amacıyla
Ballı börekli olmak: İki kişi birbiriyle çok iyi anlaşmak
Balon uçurmak: Bir konu ya da işte ilgilileri şaşırtmak, ya da onların tutumunun
Balta değmemiş: Hiçbir ağacı kesilmemiş orman
Balta olmak: Zamanlı zamansız tedirgin etmek, üstüne
Baltayı taşa vurmak: Ayrımına varmadan karşısındakine dokunacak onu kırıp
Bam teline basmak: Duyarlıklı olduğu konuda bir kimseyi çok kızdıracak bir şey söylemek
Bana mısın dememek: Aldırış etmemek, dayanmak; bir kişi ya da nesneyle
Barajı aşmak: Gerekli notu alarak bir sınavı başarmak
Bardağı taşıran son damla: İnsanın sabrını tüketen, onu çileden
Barış görüş olmak: Aralarındaki dargınlığa son vererek barışmak
Barut kesilmek: Çok öfkelenmek, sinirlenmek
Basamak yapmak: Biri, bir durumu daha yüksek iş ve makamlara
Bas bas bağırmak: Çok yüksek sesle
Basireti bağlanmak: İyi ve doğru yolu görememek; bir konuda gerekli
Baskın çıkmak: Üstünlüğünü kanıtlayıp göstermek
Baskın yapmak: 1. Bir kimseyi suçüstünde yakalamak için ansızın bulunduğu
Bastığı yerde ot bitmemek: Geçtiği yerleri yakıp yıkan, acımasız, zalim
Bastığı yeri bilmemek: Aşırı derecede sevinçli olmak
Baston yutmuş gibi: Dimdik duran; yürüyüşü, duruşu dimdik
Başa baş gelmek: Birbirine denk gelmek, yenişememek
Başa çıkarmak: Bir işin üstesinden gelmek, başarıyla sona erdirmek
Başa çıkmak: Karşısındakine gücü yetmek, gücünün ondan
Başa geçmek: Bir kişi, en üstün yeri almak, yönetimi eline
Başa gelmek: Kötü bir durumun içine düşmek, böyle bir duruma
Başa güreşmek: Bir işte ya da yarışta birinci olmak
Baş ağrıtmak: Gereğinden çok konuşarak birini tedirgin etmek
Başa kakmak: Birine yaptığı bir iyiliği yüzüne karşı söyleyerek
Baş alamamak: Kendini çok uğraştıran bir şey yüzünden
Baş aşağı gitmek: Bir işte sürekli biçimde zarar etmek, durmadan
Baş başa kalmak: Bir konuyu konuşup görüşmek için yalnız
Baş başa vermek: Birbirlerinin düşüncesinden yararlanmak amacıyla birkaç
Baş beyin kalmamak: Gürültüden kafası çok yorulup rahatsız olmak
Baş çekmek: Bir konuda öne düşmek, önayak olmak
Baş edememek: Bir kimseyi doğru düzgün davranmaya ya da bir işi başarı
Baş eğmek: Direnmeyi bırakmak, güçlünün buyruğuna
Baş göstermek: Ortaya çıkmak, belirmek, ilk işaretleri görülmek
Başgöz etmek: Evlendirmek. "Bir de küçük oğlunu başgöz
Başı ağrımak: Bir işi yapmaktan ya da yapmamaktan
Başı altından çıkmak: Kötü bir şey, bir kimsenin içten içe tasarlamasıyla
Başıboş bırakmak: Denetim altında tutulması gerekli birini hiç denetlemeyip
Başı dara düşmek: Çare bulunması güç, oldukça sıkıntılı bir durumda
Başı derde girmek: Önceden güçlüğünü bilmediği ya da istemeyerek sıkıcı
Başı dertte olmak: Bir derdi, çözemeyeceği bir sorunu olmak
Başı dumanlı: 1. İçkili sarhoş. "O gün biraz dumanlıydı başı, ne yaptığının
Başı göğe ermek: Bir kimse çok uğraşarak hak etmediği
Başı kalabalık olmak: Yanında iş için, konuşmak için çok sayıda
Başı kazan gibi olmak: Gürültü ve patırtıdan başı şişmek, uğuldamak
Başına belayı satın almak: Bir kimse, sıkıntı ve üzüntü verici olduğunu sonradan
Başına bir hal gelmek: Kötü bir duruma düşmek, uğramak
Başına bitmek: Bir kimsenin yanına istenmediği halde gelip ayrılma
Başına buyruk: Kimseden izin almaksızın istediği gibi davranan
Başına çalmak: Bir şeyi birine öfkeyle, nefretle
Başına çorap örmek: Birini kötü durumlara düşürmek, yıkımlara uğratmak
Başına çökmek: 1. Birini altına alıp, iyice dövmek. "Adamın başına çökmüş
Başına dert açmak: Olumlu bir sonuç alacağını düşünerek, sonradan
Başına devlet kuşu konmak: Ummadığı, beklemediği büyük bir nimete kavuşmak
Başına dolamak: Bir kimseye sürekli uğraşıp duracağı bir iş yıkmak
Başına ekşimek: Bir kimsenin istemediği biri ya da bir şey
Başına geçmek: Bir işi yapmak üzere hazırlanmak ya da yönetimini
Başına gelmek: Biri bir işin yapımında en büyük güçlük ve sıkıntılarla karşılaşmak
Başına iş açmak: Kendisini üzüntü ve sıkıntıya sokan bir işe girişmek
Başına kalmak: Bir işi bir başkası yapmadığından kendi yapmak
Başına karalar bağlamak: Acılı ve üzücü bir olayın yasını tutmak
Başına toplamak: Bir şey yapmak, bir şey konuşmak ya da bir şey
Başına vurmak: Hastalanmak, ya da ne yapıp ettiğini bilmez
Başında beklemek: Korunması gerekli bir şeyin ya da hastanın
Başında durmak: Bir işin iyi yapılmasını sağlamak amacıyla
Başında kavak yelleri esmek: Zevk ve eğlence peşinde koşup her türlü
Başından savmak: 1. Kendisinden bir istekte bulunan bir kimseyi bir bahane
Başından büyük işlere girişmek: Gücünün çok üstünde, aklının eremeyeceği
Başından geçmek: Bir olayı ya da durumu daha önce aynen
Başından kaynar sular dökülmek: Çok utandırıcı, üzüntülü ya da sıkıntı verici
Başından korkmak: Girişeceği bir işten ötürü canından ya da büyük
Başını ağrıtmak: Bir kimseyi gereksiz yere sözü uzatarak
Başını alıp gitmek: İzin almadan, kimseye danışmadan ve nereye
Başını belaya sokmak: 1. Bir kimseyi hiçbir neden yokken kötü sonuçlar
Başını dinlemek: Kalabalıktan ve işten uzaklaşıp sessizlik içinde
Başını ezmek: Birini canlanamaz ve bir daha kötülük yapamaz
Başını gözünü yarmak: Bir işi eksik, şöyle böyle yapmak
Başını kaşımaya vakti olmamak: Yapmakta olduğu işleri bile zamanında yetiştiremeyecek
Başını kurtarmak: Bir karışıklık durumunda kendini
Başının altından çıkmak: Biri için gizlice ve kurnazca kötü bir işi hazırlamış
Başının çaresine bakmak: Hiç kimseden yardım görmeyeceğini anlayınca
Başının derdine düşmek: Çok büyük bir sıkıntı ya da ölüm tehlikesiyle karşılaştığından
Başının etini yemek: Bir kimseyi rahatsız edercesıine, sürekli olarak ondan
Başını sokmak: Yeterince rahat ve güzel olmasa da barınabilecek
Başını taştan taşa vurmak: Fırsat ve olanakları bir daha ele geçiremeyeceği
Başını vermek: Ülküsünü gerçekleştirme yolunda
Başını yemek: (Birinin) Ölümüne ya da büyük zarar görmesine
Başı sıkıya gelmek: Güçlüklerle yüz yüze gelmek, güçlükler
Başı tutmak: Gürültü ve patırtıdan ya da çok konuşma dinlemekten
Başı yerine gelmek: Kafaca dinlenmiş, zihinsel yorgunluğundan
Başkaldırmak: Yönetime ve buyruklara karşı gelmek, ayaklanmak
Başkaldırmamak: Aralıksız, durup dinlenmeden çalışmak
Başkasının sırtından geçinmek: Geçimini başka birinin kesesinden çıkarmak
Baş kıç belli değil: Bir toplulukta yönetenlerle, yönetilenlerin birbirinden
Baş koymak: Bir işi başarmak, bir amaca ulaşmak
Baş tacı etmek: Birine, olağanüstü değer verip içten
Baştan aşağı: Bütünüyle, tümü, baştan sona kadar
Baştan aşmak: (İş, dert) Bunaltacak, üstesinden gelinemeyecek
Boynu bükük: Kimsesi olmayan, acınacak durumda olan
Boynum kıldan ince: "Haksızlığım belirlenince verilecek her türlü cezaya
Boynunu vurmak: Başını keserek öldürmek, cezalandırmak
Baştan çıkarmak: Birini, doğru yoldan saptırmak, etkileyerek
Baştan çıkmak: Kötü yola düşmek; doğru, güzel
Baştan kara gitmek: Nasıl bir sonuç alacağını düşünmeyerek tehlikeye
Baştan savma: Özensizce, üstünkörü yapılan, titizlik gösterilmeyen
Başvurmak: 1. Bir kuruluş ya da kimseden bir işin yapılmasını sözle
Bata çıka: Kimi zaman umutlu, kimi zaman umutsuz
Batağa saplanmak: Çözülmesi güç bir sorun içinde bulunmak
Battı balık yan gider: Durumun düzelemeyecek kadar kötü olduğunu
Bayıla bayıla: Seve seve, büyük bir istekle, severek
Bayrakları açmak: Bağırıp çağırarak edepsizlik, hırçınlık
Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü
Bayram etmek: Pek çok sevinmek. "İlk yazısı dergide
Bayramlık ağzını açmak
Belasını aramak: Birisiyle kavga edip ya da başka davranışlarıyla
Belasını bulmak: Hak ettiği cezayı görmek, kendisinin
Belaya çatmak: Üzücü ve sıkıntılı bir durumla karşılaşmak
Bel bağlamak: Bir kimsenin kendisine yardım edeceğine
Beli bükülmek: Yaşlılık dolayısıyla beli öne doğru eğilmek
Belini bükmek: Büyük bir üzüntü ve çaresizlik içine itmek
Belini doğrultmak: (Kendisinin, başkasının) Yeniden durumu düzelmek
Belini kırmak: 1. Birini bir şey yapamaz duruma sokup, iyice hırpalamak
Belli etmek: Göstermek, açıklamak, ortaya koymak
Ben bu işte yokum: "Bu işe karışmak istemiyorum"
Benden günah gitti: "Ben söyleyeyim de siz bildiğinizi yine yapın
Benden söylemesi
Benim diyen: Kendi gücüne, yeteneğine inanan
Benliğini yitirmek: Kişiliksiz duruma düşmek, yozlaşmak
Benzetmek gibi olmasın: Benzetme amacı dışında bir konu
Benzi atmak: Aşırı korku ve heyecandan birinin ansızın
Berabere kalmak: Oyuncular ve yarışmacılar, birbirlerine denk gelmek
Besiye çekmek: Hayvanı semirtmek için çalıştırmadan gerekli
Beş kardeş: Tokat, şamar. "Hele gitme
Beşlik simit gibi kurulmak: Kendine değerli kişi süsü vererek bir yere
Beş para etmez: "Hiç değeri yok, değersiz" anlamında kullanılır
Beş paralık: Değersiz, hiçbir değeri olmayan, aşağılık
Beş paralık etmek: Bir kimsenin eksiklerini herkesin
Beterin beteri: Kötünün kötüsü, sanılandan da kötü
Beyaz kitap: Barışçıl bir sorunu, iyi niyetle aydınlatmak amacıyla
Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde, hiçbir sıkıntı çekmeden
Beyin jimnastiği
Beyin yıkamak: Bir kimseyi kendi görüş ve düşüncelerinden arındırıp
Beyin yormak: Bir sorun ya da konu üzerinde çok
Beylik söz: Orta malı, herkesin söylediği, etkisi kalmamış söz
Beyni karıncalanmak: Aşırı zihin yorgunluğundan
Beyninden vurulmuşa dönmek: Beklenmedik bir durum ya da çok üzücü bir haber
Beynine girmek: 1. Belletilen bir şeyi iyi öğrenmek, bellemek
Beyni sulanmak: Bunamak, düşünceler arasında bağ
Bıçak kemiğe dayanmak: Çekilen zahmet ve katlanılan acılar artık
Bırak ki: Bunları saymasak, göz önünde bulundurmasak
Bıraktığı çayırda otlamak: Bir kimse bir konuda hiçbir gelişme ve ilerleme
Bıyığı terlemek: Bıyığı yeni çıkmaya başlamak
Bıyık altından gülmek: Bir kimsenin durumuna belli etmeden gülümsemek
Biber gibi yanmak: Deride ya da gözde çok acı duymak
Biçilmiş kaftan: (Ona) Çok uygun (bir iş). "Çocukları çok severdi
Biçimine getirmek: Fırsatını kollayıp en uygun durumu
Bildiğinden şaşmamak: Bir kimse, zorlama ya da baskıya aldırış etmeden
Bildiğini okumak: Başkalarının söylediğine kulak asmadan
Bildik çıkmak: Kendisini ya da ailesini tanıyan biriyle
Bile bile lades: Bilerek aldanmış görünme, kötü bir durumu
Bileğinde altın bilezik olmak: Geçimini sağlayacak bir sanat sahibi olmak
Bilgiçlik taslamak: Kendini bilgiliymiş gibi göstermek
Bilincine varmak: Bilinçli olarak kavramak
Bilmezlikten gelmek: Bildiği halde bilmiyormuş gibi
Bin dereden su getirmek: Birini kandırmak için çok dolambaçlı
Bindiği dalı kesmek: Kendisi için gerekli ve yararlı olan şeyi
Bin kalıba girmek: Birbirine hiç benzemeyen birçok işe girip çıkmak
Bin pişman olmak: Çok pişmanlık duymak
Bin tarakta bezi olmak: Birçok işle uğraşmak
Bir ağızdan: Hep birden, hepsi seslerini ve sözlerini birleştirerek
Bir araya gelmek: Bir yere toplanmak
Bir ayağı çukurda olmak: Çok yaşlanmış, yaşayacak çok az zamanı
Tek ayak üstünde bin yalan söylemek: Çok kısa bir konuşma süresi içinde
Bir bakıma: Başka yönden bakılırsa, başka bir görüşle
Bir baltaya sap olmak: Belirli bir iş sahibi olmak
Bir bardak suda fırtına koparmak: Önemsiz bir sorunu abartarak
Bir başına: Başka birinin yardımı olmaksızın, yanında kimse
Birbirine düşmek: Aralarında uyuşmazlık çıkıp birbiriyle
Birbirine girmek: Kavga yapmak, birbirlerine şiddetle saldırmak
Bir bu eksikti: "Yaşanan ya da karşılaşılan güçlükler
Bir çıktı pir çıktı: "Benzersiz biri yetişti" anlamında söylenir
Bir çırpıda: Bir işi eline alır almaz, bir davranışta
Bir çuval inciri berbat etmek: İyi giden bir işi yanlış bir davranışla
Bir dalda dokuz ceviz görmeyince taş atmamak: Az kazançlı işlere
Bir dalda durmamak: Sık sık iş ve durum değiştiren bir huyda
Bir dediği iki olmamak: Her istediği hemen, o anda
Bir deri bir kemik kalmak: Çok zayıflamış (olmak).
Bir dikili ağacı olmamak: Toprak üstünde evi ya da malı
Bir dilim ekmekle aç, bir dilim ekmekle tok olmak
Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Çok büyük, çok geniş bir iş yaparak
Bir düşüncedir aldı: Uzun uzun düşünmeye, bir çözüm
Bire bin katmak: Olan şeyi abartarak anlatmak, başkasının
Birebir gelmek: Etkisini hemen ve kesin olarak göstermek
Bir eli kan bir eli katran: Her türlü kötülüğü yapabilecek
Bir elini bırakıp ötekini öpmek
Bir eli yağda bir eli balda: Bolluk içinde, sıkıntısız bir yaşam
Bir elle verdiğini öbür elle almak: Bir kimseye sağladığı yararı, başka bir davranışıyla
Bir gömlek aşağı: Bir derece daha düşük. "Benim aldığım kumaş
Bir hal olmak: Birisinde eskiden kendisinde bulunmayan birtakım
Bir içim su: Çok güzel olan kadın ya da kız için
Bir kalemde: Bir işlemde ve toptan
Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak. "O parayı
Bir kaşık suda boğmak: Biri, bir başkasını öldürecek kadar çok kin
Bir kazanda kaynamamak: Birbiriyle anlaşamaz, uyuşamaz, uzlaşamaz
Bir kıyamettir kopmak: Çok fazla gürültü, patırtı yapmak
Bir köroğlu bir ayvaz: Çoluk çocuk olmadığını, bir karı, bir koca olarak
Bir kulağından girip bir kulağından çıkmak: Söylenen söze önem vermediği için
Bir olmak: Söyleye söyleye bitkin duruma düşmek
Bir pire için yorgan yakmak: Değersiz bir istek için ya da küçük bir zarardan
Bir sıkımlık canı olmak: Çok zayıf ve güçsüz olmak. "Bir sıkımlık
Bir solukta: Hemencecik, çarçabuk
Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istediğini ikinci bir kez
Bir şeye benzememek: İşe yarar bir yanı olmamak, düşük
Bir tahtası eksik: Dengesiz, budala, aptal (olmak).
Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranış ve eylemle, işe yarar
Bir yastığa baş koymak: Karı koca, acı ve tatlı günler geçirmiş
Bir yastıkta kocamak: Karı koca, birlikte uzun ömür sürmek
Bir yaşına daha girmek: Şaşılacak yeni bir durumla karşılaşmış olmak
Bir yeyip bin şükretmek: Durumu daha kötü olanlara bakarak kendi
Biti kanlanmak: Yoksul durumda, kötü koşullarda bulunan
Bitmez tükenmez: Sonu, ardı arası kesilmeyen, ucu bucağı
Bit yeniği: Bir işin, sağlam gibi görülmesine karşın güven vermeyen
Biz bizeyiz: İçimizde yabancı biri yok. "Biz bizeyiz
Blöf yapmak: Karşısındaki birini herhangi bir konuda yanıltma
Boğaz boğaza gelmek: Birbirini boğarcasına çok zorlu
Boğazına düşkün: Yemeyi içmeyi çok seven, yiyeceklerin güzelini seçen
Boğazına sarılmak: Boğmak istercesine tutup üstüne
Boğazından geçmemek: Bir kimse, yediği bir yemeği iştahsızlığı nedeniyle
Boğazından kesmek: Para biriktirme amacıyla yiyip içmede
Boğaz tokluğuna çalışmak: Yaptığı bir iş için para almadan, karnını doyurma
Boğuntuya getirmek: Karşısındakinin bir şey söylemesine fırsat vermeyecek
Bohçasını koltuğuna vermek: İşinden uzaklaştırmak, işine
Bol keseden: Ölçüsüz olarak, çok çok, bol bol
Bomba gibi: Sapasağlam, sağlıklı görünüşü olan
Borç bilmek: Bir şey yapmayı kendisi için zorunlu
Borç gırtlağına çıkmak: Çok borçlu olmak, borç altında nefes
Borusu ötmek: Sözü etkili olmak, sözü geçer ve dinlenir olmak
Bostan korkuluğu: Kendisinden beklenilen görevleri yerine
Boşa çıkmak: Beklenen, umulan, düşünülen şey elde edilememek
Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan, bir verim elde
Boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz
Boşan da semerini ye: Oburlar, çok iştahlılar
Boş atıp dolu tutmak: Doğruluğuna inanmadığı, gerçekleşeceğini
Boş bulunmak: 1. Karşısındakine bir sakıncası yüzünden
Boş düşmek: Eskiden dinsel nikâha göre, kocanın söylediği
Boş gezenin boş kalfası: İşi gücü olmayan, sağda
Boşta gezmek: İşsiz kalmak, istediği halde
Boşu boşuna: Gereksizce, hepten boşuna. "Bunca
Boş vermek: Önemsememek, aldırmamak
Boş yere: Boşuna, gereksiz ve yararsız yere. "Boş yere
Boya çekmek: Şişmanlamadan boylanmak, boyu
Boy atmak: Boyu uzamak, krş. Boya çekmek
Boy boy: Değişik boylarda, boyutları farklı farklı
Boydan boya: Bir uçtan öbür uca değin, bir baştan
Boy göstermek: Salt gösteriş amacıyla bir işte bulunarak
Boylu boyunca: Boyu uzanabildiğince, bütün boyuyla
Boynu armut sapına dönmek
Boynuz kulağı geçmek: Bir konuda yetişmekte olanların
Boy ölçüşmek: Kendisinin de durumu iyi olan birisinden daha
Boyun borcu: Yapılması, yerine getirilmesi gereken ödev
Boyunduruk altına girmek: Özgürlüğünü yitirerek başkasının
Boyunun ölçüsünü almak: Herhangi bir iş ya da yarışta iddialı bir kişi
Boy vermek: (Suyun) İnsan boyunu aşacak kadar derin olmamak
Bozuk çalmak: Bir işten ötürü canı sıkılmış, yüzü asılmış
Bozuk düzen: Toplum yaşamında ve yönetiminde düzensizlik
Bozuk para gibi harcamak: Birinin değerini düşürecek biçimde
Bozum olmak: Söylediği bir söz ya da yaptığı bir hareket yüzünden
Bozuntuya vermemek: Yapılan bir yanlışın ya da hoşa gitmeyen
Bölük pörçük: "Tam değil, parça parça" anlamında kullanılır
Börtü böcek: Böcek türünden türlü türlü yaratıklar. "Bahar
Böyle gelmiş, böyle gider: Kötü bir durumun değişemeyeceğini
Bucak bucak kaçmak: Bir kimseyle yüz yüze gelmemek ya da bir şeyle
Budalalık etmek: Düşünmeden, akılsızca davranmak
Bugüne bugün: "Unutma ki, içinde bulunduğumuz güne
Bulanık suda balık avlamak: Bir kimse, bir durumun karışıklığından
Buldukça bunamak: içinde bulunduğu koşullar iyileştikçe
Bulunmaz Hint kumaşı mı: Bir şeyin ya da kimsenin çok değerli
Bulup buluşturmak: Bin bir güçlükle, şuradan buradan sağlamak
Buluttan nem kapmak: Pek önemsiz, en küçük şeylerden
Bundan iyisi can sağlığı: "Çok iyi, bundan iyisi olmaz
Burnu bile kanamamak: Büyük ve önemli bir kazadan
Burnu büyümek: Kendisini büyük görmek, kibirlenmek
Burnu havada olmak: Kibirlenmek, herkese yukardan
Burnu Kafdağı'nda: Çok kibirli, herkese yüksekten bakan
Burnundan fitil fitil gelmek: Kazanılan ya da elde edilen güzel bir şeyin
Burnundan kıl aldırmamak: Kendine karşı en küçük bir eleştiri
Burnundan solumak: Bir kimse bir şeye aşırı derecede
Burnunda tütmek: (Birini, bir şeyi) Çok özlemek, aşırı
Burnunu kırmak: Kendini başkalarından üstün görüp büyüklenen
Burnunun dibinde: Gözünün önünde, çok yakınında
Burnunun dikine gitmek: Kendi bildiğinden şaşmamak
Burnunun direği sızlamak: Bir yakınının durumunu düşünerek
Burnunun ucunu görmemek: 1. Sarhoşluk, dikkatsizlik, dalgınlık gibi nedenlerle
Burnunun yeli harman savuruyor: Çok büyüklenen, herkese
Burnunu sokmak: Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmak
Burun buruna gelmek: Ayrı ayrı yönlerden gelirken birbirlerine
Burun kıvırmak: Bir şeyi, bir durumu beğenmeyip küçümsemek
Buz gibi: Soğuk, sevimsiz, cana yakın olmayan kimseler
Buz üstüne yazı yazmak: 1. Etkisi çok kısa süren bir iş yapmak
Bülbül kesilmek: Baskıyla ya da herhangi bir etkiyle çokça
Büyük söz söylemek: Kötü bir duruma düşmeyeceğini ya da böyle
Cadı kazanı gibi kaynamak: Aşırı derecede karışıklık içinde olmak
Caka satmak: Çevresine gösteriş yapmak. "Müdür olunca
Cami yıkılmış ama mihrabı yerinde: Yaşlanmışlığına karşın
Cana can katmak: İnsanın sağlığını, neşesini ve dinçliğini artırmak
Can acısı: Vücudun bir kesiminde aşırı ölçüde duyulan
Can alacak yer: Bir konu ya da şeyin en önemli yeri
Can alıp can vermek: Büyük bir sıkıntı ve bunalım
Can atmak: Bir şeyi elde etmeye karşı aşırı
Cana yakın: "İnsana sokulganlık gösteren, sevimli" anlamında
Can ciğer kuzu sarması: Birbirini çok seven, birbirine
Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak, ölüyor olmak
Can damarı: Bir şeyin varlığı ve yaşamını sürdürmesi
Can damarına basmak: 1. Bir şeyin en önemli noktası
Can dayanmamak: Bir şeyin verdiği acıyı, sıkıntıyı
Can derdine düşmek: Ölmemek için büyük çaba göstermek
Can düşmanı: Birisini öldürmeyi bile düşünecek kadar aşırı
Can evinden vurmak: Bir konuda insanın en çok duyarlık
Canı ağzına gelmek: Tehlikeli bir durum ya da olay karşısında
Canı burnuna gelmek: Aşırı derecede bunalmak, çektiği
Canı cehenneme: "İstemiyorum, nereye giderse gitsin
Canı çekilmek: Canlılığını azar azar yitirmek
Canı çekmek (Gönlü çekmek): Bir şeye karşı istek
Canı çıkmak: Yaptığı zor işten ötürü aşırı derecede
Canına değmek: Kendisi için yarar sağlayacak bir işten
Canına kâr etmek: Bir şeyden derinlemesine etkilenmek
Canına kıymak: Acımadan bir canlıyı (kimseyi) öldürmek
Canına minnet: "Beklediği, arayıp da bulamadığı bir şeydir
Canına okumak: 1. Bir kimseye, herhangi bir durum ya da tutumundan
Canına susamak: Ölümünü, belasını aramak
Canına tak etmek : (Canına yetmek) Bir acı ya da sıkıntıya artık
Canından bezmek: İçinde bulunduğu sıkıntılı ve kötü koşulların
Canını almak: Öldürmek. "Artık bu acılara dayanamıyorum
Canını bağışlamak: Bir kimseyi öldürebilecekken öldürmekten
Canını çıkarmak: Bir şeyi ya da bir kimseyi çok yormak
Canını dar atmak: Bir sıkıntı, güçlük ya da tehlikeden
Canını dişine takmak: Bir işe son gücünü harcayarak
Canını sıkmak: Neşesinin kaçmasına, keyfinin bozulmasına
Canını sokakta bulmamak: Sağlığının değerini bilip, onu korumaya
Canını vermek: Sevdiği, değer verdiği bir varlık uğruna en değerli
Canını yakmak: Bir kimsenin bir yerini acıtmak
Canı sıkılmak: Yapacağı, üzerinde çalışacağı bir iş olmadığından
Canı tatlı: Güçlüklere, zorluklara katlanamayan, acıya
Canı tez: Herhangi bir işin çabucak yapılmasını isteyen
Canı yanmak: 1. Bedeninin bir yeri acımak. "Dişini uyuşturmadan
Canı yerine gelmek: Yorucu bir işten sonra üzerine çöken yorgunluğu
Canıyla oynamak: Tehlikeli işlere girişmek. "Bırak
Can kalmamak: Bitkin bir duruma düşmek, tüm
Can kaygısına düşmek: Malı mülkü, parayı pulu bir yana atıp
Can korkusu: Ölme kaygısı içinde bulunma, ölme
Can kulağıyla dinlemek: Anlatılanları iyice kavramaya çalışarak
Can kurban: Güzel, istenilir durumlar, davranışlar ya da istenen
Canla başla: Seve seve, her türlü fedakârlığı göze alarak
Canlı cenaze: Oldukça zayıf, güçsüz kimse
Can pahasına: Bir iş için ölüm göze alınarak
Can pazarı: Herkesin canını kurtarmaya çalıştığı
Can vermek: 1. Ölmek. "Hastanın can verdiğini ilk bakışta anlamıştı
Can yakmak: Bir kimseye eziyet etmek, ona acı çektirmek
Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak, bir başına kalmamak
Cart curt etmek: "Şöyle yaparım, böyle yaparım" diye
Cascavlak kalmak
Cebi delik: Eline geçen parayı hemen harcayan, cebinde
Cebinden çıkarmak: Ondan her yönüyle ve çok üstün olmak
Cebini doldurmak: Durumları ve fırsatlarr değerlendirip bol para
Cebi para görmek: Önceleri para kazanamazken artık para
Ce demeye mi geldin: Bir yere çok kısa süreliğine gelip
Cehenneme kadar yolu var: "Defolsun, istediği yere gitsin"
Cehennemin dibi: Gidilmesi kolay olmayan, uzak bir
Cehennem olmak: Defolup gitmek: "Artık ona dayanamıyorum
Cendereye sokmak: Bir kimseyi çok sıkıştırmak
Cennetin kapısını açmak: Birine çok büyük bir iyilik yaparak
Cennet öküzü
Cep harçlığı: Gündelik ihtiyaçların ufak tefek olanlarını
Cephe almak: Bir kimseye ya da düşünceye karşı
Cepheden cepheye koşmak: Sürekli savaşmak, yılmamak
Ceza çekmek: İşlenen bir suçtan ötürü hapis yatmak
Cezaya çarptırılmak
Ciğer acısı: Evladını yitiren ana-babanın duyduğu derin
Ciğeri beş para etmemek: Aşağılık, işe yaramaz bir kişi
Ciğerini sökmek: Bir kimsenin malına mülküne büyük
Ciğeri yanmak: Uğradığı ya da çektiği acıdan içi yanmak
Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak
Cin fikirli: Çok kurnaz, çok zeki ve akıllı kimse için söylenir
Cin ifrit kesilmek: Aşırı derecede öfkelenip kızmak
Cinler cirit oynamak: İnsanı ürkütecek kadar ıssız olmak
Cirit atmak: Ortalığı boş bulup istediği gibi davranmak
Curcunaya çevirmek: Konuşulanlar anlaşılmayacak kadar
Çaba göstermek: Bir işi yapmak için uğraşmak. "Doğrusu
Çağ açmak: Yeni, yeni olduğu kadar da evrensel değer taşıyan
Çakı gibi
Çakır keyif olmak
Çalı çırpı: Ateş yakmaya yarayan ince, kuru dal
Çalı dibi taşlamak: Bir söz ya da girişimin altında gizli bir
Çalımına getirmek: Düşündüğü, tasarladığı iş için
Çalımından geçilmemek: Büyüklenip böbürlenmesinden yanına varılmamak
Çalım satmak: Kendini üstün görüp büyüklük taslamak
Çalıp çırpmak: Az ya da çok olduğuna bakmadan eline
Çalıyı tepesinden sürümek: Kendini zora koşup güçlük çıkarmak
Çal kapı gelmek: Bir yere çağrılmadan, habersizce gitmek
Çalmadan oynamak: Bir duruma, bir işe oldukça sevinmek
Çalmadık kapı bırakmamak: Bir konuda ya da sorunla ilgili olarak
Çam devirmek: Bilmeyerek karşısındakini incitip gücendirecek
Çamura taş atmak: Kötü huylu, saldırgan birine bu yönünü
Çamur atmak: Bir kimseyi karalamak, ona leke sürmeye
Çamura yatmak: Kimi sözde nedenlerle yapmak zorunda
Çam yarması gibi: İri gövdeli kimseler için kullanılır
Çanak tutmak: Söylediği kötü bir söz ya da yaptığı kötü bir
Çanak yalayıcı
Çan çalmak: Herkese duyurmak. "Sen geldin
Çan çan etmek: Yüksek sesle durmadan konuşmak
Çanına ot tıkamak: Bir kimseyi sesini çıkartamayacak, kötülüklerini
Çantada keklik: Elde edilmesine kesin gözüyle bakılan
Çapanoğlunun aptes suyu gibi: Tatsız, çok sulu çay
Çaptan düşmek: Gücü kuvveti azalmak, çalışamayacak
Çarçur etmek: Bir şeyi boş yere, hiç gereği yokken harcayıp
Çaresine bakmak: Bir şeyin olması, gerçekleşmesi için
Çaresiz kalmak
Çark etmek: Sözünden, düşüncesinden caymak
Çarkına okumak: Bir kimsenin düzgün işleyen iş düzenini
Çarşaf gibi: Dalgasız, dümdüz su, göl ve deniz
Çatlak ses: 1. Uyumsuz, pürüzlü. 2. Yaygın ve herkesçe
Çatlasa da patlasa da: Ne denli zorlanırsa zorlansın, ne denli
Çat pat: 1. Tam değil, şöyle böyle, yarım yamalak. "İngilizceyi çat pat
Çaydan geçip derede boğulmak: Büyük güçlükleri yenmişken, küçük
Çayı görmeden paçaları sıvamak: Zamanı geldiğinde yapılması gereken bir işe
Çay kenarında kuyu kazmak: Ereğe ulaşacak bol araç varken
Çekeceği olmak: Bir şeyden çok sıkıntı çekeceği
Çeki düzen vermek: Toplamak, düzenlemek, dağınıklıktan
Çekilmez olmak: Bir şey hiç dayanılmayacak durumda olmak
Çekip çevirmek: Savurganlık, başıboşluk içinde bulunan bir kişiyi
Çekip gitmek: Bir yerden kimseye haber vermeden
Çekirdekten yetişme: Herhangi bir işe ya da mesleğe küçük yaştan
Çekirge sürüsü gibi
Çeki taşı gibi: Ağır, hareketsiz kimseler için kullanılır
Çene çalmak: Dereden tepeden, şundan bundan konuşup
Çenesi açılmak
Çenesi düşük: Geveze, susmak nedir bilmeyen, sürekli konuşan
Çenesini tutmak: Söylemesinin zamanı ve yeri geldiğini bile
Çene yarıştırmak: Karşılıklı oturup şuradan buradan
Çene yormak: Bir kimseye bir iş konusunda boşuna
Çengel atmak: Herhangi bir konuda yandaş
Çetin ceviz: 1. Düşüncesinde direnen kimse. "Ne çetin cevizdir o
Çıban başı: Her zaman için bir tedirginlik doğurmaya, bir rahatsızlık
Çığ gibi büyümek: (Bir olay) Sınırlarını genişleterek yayılmak
Çığır açmak: Kendisinden sonra başkalarının da izleyebileceği
Çığlık atmak: Acı acı bağırmak
Çığrından çıkmak: (Bir iş) Ereğinden ve yolundan sapıp
Çıkar yol: Herhangi bir konu ya da sorunu çözebilecek
Çıkmaza girmek: Karmakarışık olup içinden çıkılamayacak
Çıngar çıkarmak: Sözde, gerçek dışı bir neden bulup kavga
Çıt çıkarmamak: En küçük bir ses bile çıkarmaktan kaçınmak
Çiçeği burnunda: Yeni, taptaze. "O zamanlar
Çiçek gibi
Çift çubuk: Tarım yapmak için gerekli olan toprak
Çiğ çiğ yemek: Bir kimseye karşı onu parça parça
Çiğlik etmek: Herhangi bir işte kendisinden iyi ve güzel bir
Çiğneyip geçmek: 1. Bir yerden gelirken ya da bir yere giderken yolunun
Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: "Suçum yok ki ürküp
Çile çekmek: Çok sıkıntı çekmek, sürekli üzüntü
Çileden çıkmak: Sabrı tükenerek olup bitenlere
Çile doldurmak: Sürüp gitmekte olan sıkıntılı ve güç bir durumun
Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu haldeyken her biri
Çimdik atmak: Çimdiklemek. "Arkadaşına
Çingene çalar, kürt oynar: Bir yerin düzensizliğini, gürültülü patırtılı
Çingene düğünü: Gürültülü patırtılı, her yönüyle düzensiz
Çingenelik etmek
Çingene maşası
Çirkefe taş atmak: Kötülüğünden kaçınılması, uzak durulması
Çirkin kaçmak: Bir söz ya da davranış yersiz ve yakışıksız
Çivi kesmek: Aşırı derece, donacak kadar üşümek
Çizmeden yukarı çıkmak: Yetkili olmadığı, bilmediği bir konuda
Çocukluk etmek: Düşünmeden, akılsızca bir iş yapmak ya da böyle
Çoğu gitti azı kaldı: Yapılmakta olan bir iş için "büyük
Çok olmak: Bir kimsenin davranışları dayanılmaz
Çoluk çocuğa karışmak: Çocukları dünyaya gelmek
Çoluk çocuk elinde kalmak: Deneyimi bulunmayan, çok genç
Çorap söküğü gibi gitmek: Bir işe başladıktan sonra ona bağlı olarak
Çorbada tuzu bulunmak: Bir işin yapılmasında az ya da çok
Çöle dönmek: Eski yeşilliğini, bakımlılığını yitirerek
Çöpe dönmek: Çok zayıflamak. "Veremden çöpe
Çöp gibi: Çok zayıf. "Çocuk çok zayıfladı
Çöpsüz üzüm: 1. Güç yanları olmayan kazançlı iş
Çöpten çelebi: İnce, zayıf kimseler için söylenir
Çözüm yolu: Bir güçlüğü ortadan kaldıracak, bir sorunu
Çürüğe çıkmak: Muayene sonunda sağlığı elverişli olmadığı
Çürük çarık: 1. Sağlam bir yanı olmayan, kırık dökük
Çürük tahtaya basmak: Yapılacak bir işte karşılaşabilecek güçlükleri bütün
Dağa çıkmak: Hükümete karşı gelip ayaklanarak dağlara
Dağa kaldırmak: Bir kimseyi zorla dağa ya da ıssız
Dağdan gelip bağdakini kovmak: Bir yere ya da bir işe sonradan gelen
Dağdan inme: Çok kaba saba, görgü
Dağ doğura doğura bir fare doğurdu: Büyük yankılar uyandıran
Dağlara düşmek: Büyük bir acı ve üzüntünün etkisiyle insanlardan
Dağlara taşlara: Kötü bir durum söz konusu olduğunda
Dağları devirmek: İnsanın üstesinden gelemeyeceği, güç yetmez
Dağlar kadar: Çok fazla, çok büyük
Daha neler: "Hiç öyle olur mu" anlamında söylenir
Dahası var: "Söylenenin, bilinenin dışında bilinmesi gerekli
Dalavere çevirmek: Doğru olmayan, yasadışı yollarla
Dal budak salmak: Büyümek, gelişip serpilmek
Daldan dala konmak: Sık sık iş, konu, düşünce, tutum
Dalgacı Mahmut: işine gereken önemi vermeyen
Dalga geçmek: 1. Elindeki işle uğraşma yerine başka şeyler düşünmek
Dalgaya düşmek: Dalgınlık nedeniyle bir işin yapılacağını
Dal gibi: Çok zayıf, çok ince bir kimsenin bu yönünü
Dalına binmek: Bir kimseye bir şey yaptırmak için
Dallanıp budaklanmak: (Bir iş) Genişleyip büyüyerek karmaşık
Dalyan gibi: Boylu boslu. "Dalyan
Damarına basmak: Birinin hoşlanmadığı şeyler yaparak
Damarı tutmak: Huysuzluğu üstüne gelmek, aksileşmek
Damarlarına işlemek: Bir şey birinde yerleşmiş, kemikleşmiş
Dama taşı gibi oynatmak: Görevlilerin, sık sık görev yerlerini
Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak, sıra saygı
Damgasını vurmak: Bir işe ya da konuya kendi özelliğini
Damga yemek: Olumsuz bir özellik yüklenmek
Dananın kuyruğu kopmak: İçten içe sürüp giden anlaşmazlığı dışa
Danışıklı dövüş: Kendi aralarında önceden anlaşmış oldukları halde
Dara dar: Ancak, ucu ucuna, zar zor
Dara düşmek: Parası kalmamak, para sıkıntısı çekmek
Darbe yapmak
Darboğaz: Sıkıntılar, güçlükler içinde geçirilen ve ileride
Darda kalmak: 1. Para bakımından sıkıntı içinde olmak
Dar gelirli: "Geliri sınırlı ve az olan, tüketimi belli bir düzeyi
Darısı başına: Güzel ve iyi bir olayın başkaları için de gerçekleşmesini
Dar kaçmak: Bunalıp sıkıldığı bir ortamdan hızla ayrılıp
Dar kafalı: Düşünce ve kavrayış yönünden sınırlı olan, ileriliği
Darlığa düşmek
Davul çalmak
Davulun tokmağı elinde olmak: Bir işin yönetimini elinde
Dayak arsızı: Çok ve sıkça dövüldüğünden
Dayak atmak: Sopayla dövmek (dövülmek).
Dayayıp döşemek: Evi, odayı, mobilya ve benzeri şeylerle
Dediği çıkmak: Söylediğinin gerçek olduğu anlaşılmak
Dediğine gelmek: Bir kimsenin, ilk baştan benimsemediği düşüncesini
Defterden silmek: Aralarındaki yakınlığa son vermek
Defteri dürülmek: Ölmek, öldürülmek
Defteri kapamak: Herhangi bir konuda yürütülen çalışmayı
Defter tutmak: Alacak verecek gibi hesapları deftere yazmak
Değer biçmek: Bir şeyin değerini para ya da başka
Değer vermek: Bir kimseye önem verip saygı göstermek
Değirmenin suyu nereden geliyor: Bir işin yapılması için gerekli olan paranın
Deli dana gibi dönenmek: Ne yapacağını bilmeden, rastgele
Deli divane olmak: Birini, bir şeyi aşırı derecede sevmek
Delidolu: Ölçüsüzce davranışlarda bulunan, ilerisini gerisini
Deli etmek: Aşırı derecede kızdırmak
Delifişek: Şımarık, ölçüsüz, atak; delice işler yapan
Deliğe tıkmak: Bir kişiyi bir suçtan ötürü tutuklamak
Delik deşik: Bir şeyin her yanı delik delik olmak
Deli kızın çeyizi gibi: Birbiriyle bağdaşıp uyuşmayan giyim
Deliksiz uyku: Kesintisiz olan, arada hiç uyanılmayan
Deliliğe vurmak: Deli olmadığı halde söz ve davranışlarıyla
Delinin eline değnek vermek: Zararlı birine daha da zararlı olacak
Deli olmak işten değil: Uygun olmayan bir davranış karşısında
Deli saçması: Anlamsız, tutarsız, mantıksızca söylenmiş
Demediğini bırakmamak: Birine çok kırıcı sözler söylemek
Deme gitsin: Her şeyin çok güzel olduğunu ve bunun
Demem o değil
Demir almak: Yola çıkacak gemi, denizden çapasını çekmek
Demir atmak: 1. Gemi bir yerde kalmak amacıyla denize çapasını salmak
Demir gibi: Çok sağlam, kuvvetli. "Demir gibi
Demokles'in kılıcı: Bir kimseyi her an ve her durumda baskı
Dem vurmak: Gerçekleştiremeyeceği ya da gücünü aşan
Denizden çıkmış balığa dönmek: Kendi çevresinden ayrılmış kişi, yeni girdiği
Denizden geçip çayda boğulmak: Daha büyük güçlükleri yenmişken
Denize girse kurutur: "Ortam ne denli uygun olursa olsun
Deniz tutmak: Deniz yolculuğunda, geminin sallaması yüzünden
Der demez: Hemen anında, üzerinden zaman
Derdine düşmek: Bir şeyi, yapılması zorunlu olan bir işi gerçekleştirme
Derdini dökmek: Derdini, sıkıntılarını anlatmak, üzüntüsünü
Derdini Marko Paşa'ya anlat
Dereden tepeden konuşmak: Belli bir konu izlemeden, şundan bundan
Derinlere dalmak: Bir konuyu ayrıntılarıyla düşünmek
Derli toplu: Dağınık olmayan, düzenli
Derme çatma: Doğru dürüst gereç kullanılmadan özensizce
Dert ortağı: Bir kimsenin derdini döktüğü, derdini paylaştığı yakın
Dertsiz başını derde sokmak: Hiçbir derdi, sıkıntısı yokken üzüntülü
Dert yanmak: Acılarını ve sıkıntılarını yakınarak şuna buna anlatmak
Devede kulak: Bütüne oranla küçük parça, önemsiz
Deve kuşu gibi başını kuma sokmak: 1. Gerçekleri görmekten kaçınmak
Deveye "boynun eğri" demişler, "nerem doğru ki" demiş
Deveye hendek atlatmak: Bir kimseye, yapamayacağı önceden bilinen
Deveyi havuduyla yutmak: Yasadışı yollarla büyük çıkar
Devlet düşkünü: Zenginken, bolluk içinde yaşarken, sonradan yoksul düşmüş
Devlet kuşu: Beklenmedik, umulmadık bir talih
Dışa açılmak: Başka ülkelerle değişik ilişkilere
Dışı eli yakar içi beni: "Görünüşüne bakmayın
Dış kapının mandalı
Dızdığının dızdığı: Birisiyle uzaktan yakınlığı bulunan
Dibine darı ekmek: Bitirip tüketmek, krş. Kökünü kurutmak
Dik başlı: Kurumlu, kendi havasına giden, boyun eğmez
Diken üstünde olmak: Her an gitme durumunda olduğunu
Dikiş tutturamamak: Bir işte ya da bir yerde herhangi bir nedenle
Dik kafalı: İnatçı, büyük sözü dinlemeyen. "Dik kafalının
Dil ağız vermemek: Hasta, kendi içine gömülmüş olmak
Dilden dile dolaşmak: Herkesçe ve her yerde üzerinde konuşulmak
Dil dökmek: Karşısındakini kandırmak, inandırmak için onun
Dile düşmek: Yersiz bir davranışı yüzünden dedikodu
Dile getirmek: Bir olay ya da durumun anlamını sözle
Dile kolay: Anlatılan bir olay ve durumun, anlatılması kolay
Dilenci çanağı gibi: İçinde her şeyden bir parça bulunan
Dilenci değneğine dönmek: Aşırı derecede zayıflamak
Dili açılmak: Herhangi bir nedenle susan biri, konuşmaya
Dili ağırlaşmak: Hastalığı yüzünden güçlükle konuşur duruma
Dili bir karış dışarı çıkmak: Sıcakta yürümekten ya da koşmaktan
Dili çalmak: Bir kimsenin konuşması, başka bir dilin
Dili damağı kurumak: Susuzluktan ya da çok konuşmaktan
Dili dolaşmak: Korkudan, utangaçlıktan, sarhoşluktan, ya da hastalıktan
Dili döndüğü kadar: Konuşma ve anlatma gücünün yettiği ölçüde
Dili dönmemek: Söylerken yanlış yapmak, bir sözü doğru
Dilinden anlamak: Bir nesne, araç ya da gerecin özelliğini
Dilinden düşürmemek: Aynı şeyi sık sık yinelemek
Dilinden kurtulamamak: Sürekli olarak o kişinin sataşmalarına, eleştirilerine
Dilinde tüy bitmek: Bir şeyi sık sık söylemekten bıkıp usanmak
Diline dolamak: Bir kimseyi her yerde sözle kötüleyip aşağılamak
Dilini eşek arısı soksun: Bir sözcüğü yanlış söyleyenler
Dilini kesmek: Susmak. "Yeter artık dilini kes
Dilinin altında bir şey olmak: Açıkça söylemediği, duraksadığı bir şeyin
Dilinin altındaki baklayı çıkarmak: Gizli tutulan bir şeyi sonunda
Dilinin ucuna gelmek: Söyleyecek gibi olmuşken, uygun
Dilini tutmak: Gelişigüzel söz söylemekten kaçınmak
Dilini yutmak: Korku, sevinç gibi durumlarda konuşamayacak
Dili pabuç kadar: Saygısızca ve gönül kırıcı karşılık
Dili olsa da söylese: Anlatılan bir şey ya da olayın nasıl geçtiğine cansız
Dili tutulmak: Aşırı heyecan, korku gibi nedenler yüzünden
Diliyle tutulmak: Söylediği bir sözle suçunun bulunduğunu
Dillere destan olmak: (Bir olay, bir nitelik) Her yerde anlatılır olmak
Dilli düdük: Geveze, aşırı derecede konuşan
Dil uzatmak: Durumuna göre yapılmaması gerekirken, o kimse için aşağılayıcı
Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak
Dinden imandan çıkmak: Çok öfkelenip dince yasaklanmış
Dini bütün: Dinsel buyrukları eksiksizce yerine getiren
Dirlik düzenlik: Birlikte yaşayanlar arasında sevgi ve saygıya
Dirlik yüzü görmemek: Sürekli sıkıntı, tedirginlik
Dirsek çevirmek: Daha önce işbirliği yapıp birlikte çalıştığı kişiyi
Dirsek çürütmek: Okuma ve öğrenme yolunda çok uzun yıllar
Diş bilemek: Öç almak, kötülük yapmak için fırsat
Dişe dokunur: Anılmaya, belirtilmeye değer; önemli
Diş geçirememek: Bir kimseye söz geçirememek, onu buyruğu
Diş gıcırdatmak: Öç alma durumu içinde olduğunu, kötülük yapmayı
Dişinden tırnağından artırmak: Gereksinimlerinin bir bölümünü keserek
Dişine göre: Tam onun yapabileceği, üstesinden gelebileceği
Dişinin kovuğuna yetmemek: Doyurmak açısından çok
Dişini sıkmak: Güçlüklere, sıkıntılara dayanma çabası
Dişten artırmak
Diyalog kurmak: Bir kimseyle anlaşma sağlayacak biçimde
Diz çökmek: 1. Dizlerini yere koyarak oturmak
Diz dize: Dizleri birbirine değercesine yan yana oturmak
Dize gelmek: Güçlünün karşısında direnmeyi bırakıp
Dizginleri ele almak: Bir işin yönetimini kendisi yüklenmek
Dizginleri salıvermek: Önceden uygulamakta olduğu sıkı
Dizini dövmek: Yapılan bir işten ötürü çok pişman olmak
Dizinin bağı çözülmek: Korku ve üzüntü gibi nedenlerle ayakta
Dizinin dibinden ayrılmamak: Birinin yanından hiç ayrılmamak
Dizleri kesilmek: Dizlerinde güç kalmamak, bu yüzden yürürken
Dizlerine kapanmak: Birinden bir şey dilemek için
Dobra dobra söylemek: Açık açık, gizlemeden her şeyi
Doğmamış oğlana don biçmek: Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli
Doğru dürüst: Eksiksizce, istenilen biçimde. "Verilen
Dokuz doğurmak: Korkulan bir durum ya da bir iş ha şimdi olacak
Dokuz körün bir değneği: Birçok yakınına yardım eden
Dolap çevirmek: Doğru olmayan yöntemlerle, hile ile iş
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı
Domuzdan kıl koparmak: Sevilmeyen, cimri birinden değeri
Domuz gibi: 1. Kötü huylu, başkalarına kötülük düşünen
Dona çekmek: Hava soğumasının, don yapacak, suları
Don çözülmek: Buzlar erimeye başlamak
Don gömlek: Üzerinde don ve gömlekten başka bir şey
Dosta düşmana karşı: Dostları üzmemek, düşmanları
Dozu kaçmak
Dökülüp saçılmak: Bir konuda, bir şey için epeyce
Dönüm noktası: Bir olayın gelişiminde yeni bir aşama
Dört ayak üstüne düşmek: Hiçbir zarar görmeden tehlikeli bir durumdan
Dört dönmek: Bir iş yapmak ya da bir çare bulmak için oraya
Dört dörtlük: Her yönüyle eksiksiz, kusursuz olan
Dört elle sarılmak: Bir işe tam bir istekle, eksiksiz yapma
Dört gözle beklemek: Büyük bir istekle, özlem ve sabırsızlıkla
Dört köşe olmak: Çok neşelenip sevinmek
Duba gibi
Dudağını ısırmak: Biçimsiz ya da tehlikeli bir duruma
Dudak bükmek: Umursamamak, beğenmemek
Duman attırmak: Sağladığı üstünlükle başkalarını
Dumanı üstünde: Çok taze, çok yeni. "Dumanı üstünde
Durmuş oturmuş: "Olgunlaşıp uslanmış" anlamında
Durup dinlenmeden: Arası kesilmeksizin, sürekli olarak
Durup dururken: Hiçbir neden yokken, gereği yokken. "Durup dururken
Dut gibi olmak: Çok sarhoş olmak. "Üçü de dut
Dut yemiş bülbüle dönmek: Önceleri çok konuşurken
Düğüm noktası: Bir işin aydınlatılması, çözümlenmesi için açıklanması
Düğüm üstüne düğüm vurmak: Parasını harcamaktan kaçınıp
Düğün bayram etmek: Aşırı derecede sevinmek
Düğüne gider zurna beğenmez, hamama gider kurna beğenmez
Dümen çevirmek: Bir iş ya da konuda hileye, düzene başvurmak
Dümen kırmak: Yön değiştirmek. "Dereye gelince
Dümen suyundan gitmek: Bir kimsenin izlediği yolu
Dün bir, bugün iki: "Daha birkaç gün oldu olmadı"
Dünya başına dar gelmek: Çaresizlik içinde kalmak
Dünya başına yıkılmak: Çok üzülüp umutlarını yitirmek
Dünya bir araya gelse: Bütün insanlar bir araya gelip engel
Dünyadan geçmek: Kimseyle görüşmez; hiçbir şeyle, toplumla
Dünyadan haberi olmamak: Etrafında neler olup bitiyor
Dünya durdukça durmak: Sonsuza değin yaşamak
Dünya evine girmek
Dünya gözüyle: Ölüp gitmeden önce. "Dünya
Dünya zindan olmak: Dünya kadar: Pek çok, oldukça
Dünyalar onun olmak: Pek çok sevinmek
Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Dünyanın nelerle, ne gibi güçlüklerle dolu olduğunu
Dünyanın öbür ucu: Çok uzak bir yer. "Neresi yakın
Dünyasından geçmek: Çevresiyle olan ilgisini, ilişkisini kesmek
Dünyaya gelmek: Doğmak. "Soğuk bir kış gününde
Dünyaya getirmek
Dünyaya gözlerini kapamak
Dünyayı zindan etmek: Bir kimseye acılar, sıkıntılar
Düşe kalka: Bir işi kimileyin iyi, kimileyin kötü koşullar
Düşman başına: Bir durum ya da şeyin kötülüğünü
Düşman çatlatmak: İyiliğini, başarısını çekemeyenleri, iyi durum
Düşte görse hayra yormamak: Ummadığı, beklemediği
Düşünceye dalmak: Dalgın dalgın, hiçbir şeyle ilgilenmeyerek
Düşünüp taşınmak: Bir konuyu bütün yönleriyle, enikonu
Düşüp kalkmak: Biriyle yakın arkadaşlık kurmak
Eceli gelmek: Ölüm ya da yok oluş zamanı gelmek
Eceline susamak: Ölmeyi, ya da öldürülmeyi istercesine
Ecel teri dökmek: Tehlike içinde bulunmaktan ötürü bunalıma
Edebiyat yapmak: Bir sorunla ilgili olarak içtenlikten yoksun
Efendi efendi
Efendim nerede, ben nerede: Söylediğimizin karşımızdakince
Efkar dağıtmak: Üzüntü ve kederden sıyrılmak, neşelenmek
Eğilip bükülmek: Utanma, sıkılma durumunda olduğunu
Eğri bakmak: Bir şeye kötü düşüncelerle bakmak
Eğrisiyle doğrusuyla: Bir konuda bilinenleri doğru
Ekin iti gibi: Herkese tepeden bakan kimseler
Ekmediğin yerde biter: İstemediğimiz ve beklemediğimiz yerde
Ekmeğinden etmek: Bir kimsenin işinden atılmasına
Ekmeğine kuru, ayranına duru mu dedik
Ekmeğine yağ sürmek: Düşünmediği, istemediği, amacı
Ekmeğini kazanmak: Geçimini sağlayacak ölçüde para
Ekmeğini taştan çıkarmak: Güçlüklere, sıkıntılara katlanarak
Ekmeğiyle oynamak: Bir kimseyi, çalışarak geçimini sağladığı
Ekmek aslanın ağzında: "İş bulma, geçinmek için para
Ekmek elden su gölden: Çalışmadan, emek harcamadan
Ekmek kapısı: İnsanın geçimini sağladığı işyeri, iş. "Bu
Ekmek parası: Kazanç, geçim için gerekli para. "Ekmek parasını
Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar
Eksik olmasın: Birinden söz ederken, ondan duyulan
Eksik olsun: "Gereği yok, istemem" anlamında kulanılır
El ağzıyla çorba içmek: Kendi ağzıyla değil, başkasının ağzını
El altında: İstenildiğinde kullanılmak için hazır
El altından: Hiç kimseye haber vermeden, herkesin
El altında tutmak
El atmak: Bir işe karışmak, birine yardımcı olmak
El ayak çekilmek: Geceleyin ortalıkta kimseler kalmamak
El bağlamak: Saygı gösterme amacıyla ellerini göbeğinin
El basmak: Kur'an gibi kutsal bir şey üzerine elini koyup
El bebek gül bebek: Çok nazlı, el üstünde tutulan
El çekmek: Önceleri yapmakta olduğu bir işi bırakmak
El çektirmek
El çırpmak: Alkışlamak, iki elin yüzünü birkaç kez
Elde avuçta bir şey kalmamak: Malını, parasını harcayıp bitirmek
Elde bulunan: Hazırda bulunan, var olan
Elde etmek: 1. İstenilen bir şeye herhangi bir yolla sahip olmak
El değiştirmek: (Bir şey) Bir kimseden başka bir kimseye
El değmemiş: Kullanılmamış, hiç dokunulmamış
Elden ayaktan düşmek: Hastalık, yaşlılık gibi nedenlerle
Elden çıkarmak
Elden düşme: Daha önce kullanılmış, eski ve ucuz
Elden ele dolaşmak: (Bir şey) Herkesin ilgisini çekmesinden
Elden geçirmek: Sayıca çok olan şeyleri tek tek gözden
Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak
Elden ne gelir
Ele almak: Bir konu üzerinde çalışmaya, uğraşmaya
Ele avuca sığmamak: Kural, ölçü tanımamak, taşkınca, şımarıkça
Ele geçirmek: 1. Kaçak ya da kaçmakta olan birini tutmak, yakalamak
Ele geçmek: Yakalanmak, elde edilmek
Ele gelmek: Bebekler için kucağa gelecek durumda
Elekten geçirmek: Özenli ve sıkı bir incelemeyle iyiyi kötüyü
El elde baş başta: Bir işin gerektirdiği bütün harcamalar
El ele vermek: Güçlerini birleştirmek, işbirliği yapmak
El eliyle yılan tutmak: Tehlikeli işleri yapmaya kendisi girişmeyip
El emeği: Elle yapılan çalışma ve bu çalışmanın
El etek çekmek (bir şeyden): Yaptığı bir işle artık uğraşmaz olmak
El etek öpmek: Bir işi yaptırmak için yetkili bir kimseye
El etmek: Birine eliyle "gel" işareti yapmak. "Sana
Ele vermek: Suç işlemiş olan birini ilgililere haber
Eli açık: Çok para harcayan, savurgan, cömert
Eli ağır: Çabuk iş yapmayan, yapamayan
Eli ayağı buz kesilmek: Birdenbire aldığı kötü bir haber yüzünden
Eli ayağı dolaşmak: Heyecan ve telaştan ne yapacağını
Eli ayağı tutmak: Daha iyice yaşlanmamış olmak, iş yapacak
Eli ayağı tutmamak: Beden gücü tükenmiş olmak
Eli bayraklı: Huysuz, kavgacı, şirret bir kimse için söylenir
Eli boş olmak: O sırada yapacağı bir işi bulunmamak
Eli boş dönmek: Düşünüp umduğunu elde edemeden geri gelmek
Eli böğründe kalmak: Bir işte başarısızlığa uğrayıp hiçbir şey yapamaz
Eli cebine varmamak: Para harcayamamak. "Öyle cimri ki eli
Eli dar: Para sıkıntısı çeken kimse için kullanılır. "Şu sıralar
Eli değmemek: Bir şeyi yapmaya vakit bulamamak. "Elim
Eli ekmek tutmak: Yaşamını kendi çabası, kendi emeğiyle kazanmak
Eli ermez, gücü yetmez: Çaresiz, zavallı. "Ne yapabilirim
Elifi elifine: Tam, eksiksiz. "Elifi elifine
Elifi görse mertek sanır: Okuması yazması olmayan kimselerin
Eli genişlemek: Para sıkıntısından kurtulmak, bolca
Eli hafif: İğne yapma, diş çekme gibi işleri acıtmadan yapan
Eli işte gözü oynaşta: "İş yapar gibi gözüküyor ama başka şeyler
Eli kalem tutmak: Tasarladıklarını, düşündüklerini güzel
Eli kolu bağlı olmak: Türlü engeller yüzünden yapması gereken
Eli koynunda kalmak: Çaresiz kalmak, hiçbir şey yapacak
Eli kulağında: Pek yakında gerçekleşmesi, olması beklenen
Eli maşalı: Kavgacı, saldırgan, huysuz
Elinde avcunda nesi varsa
Elinde büyümek: Bir kimsenin yanında yetişmiş olmak
Elinde kalmak: Satmak amacıyla aldığı bir şeyi satamamak
Elinden bir kaza çıkmak: İstemediği halde bir kimsenin yaralanmasına
Elinden geleni ardına koma: Bir kimseden çekinilmediğini, elinden gelebilecek
Elinden gelmek: Bir şeyi yapma gücüne sahip olmak
Elinden hiçbir şey kurtulmamak: Her alanda becerikli olmak
Elinden tutmak: Bir kimsenin ilerlemesine, bir alanda
Eline ayağına düşmek: Birinin ayaklarına kapanıp ondan bir dilekte
Eline bakmak: Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda
Eline çabuk: Çok çabuk iş gören, hızlı çalışan
Eline düşmek: 1. Kendisine hıncı olan bir kişiye işi düşmek
Eline kalmak: O kişiden başka kendisine yardım edecek
Eline sağlık: Bir kimseye, yaptığı işten ötürü "teşekkür etme"
Eline su dökemez: Aynı iş ya da alanda çalışan iki kişi karşılaştırılırken
Elini ayağını çekmek: (Bir kimse) Bir yere artık gitmemek
Elini ayağını öpeyim: Birine çok yalvarıldığını
Elini cebine atmak: Cebinden ya da cüzdanından para çıkarmaya
Elini çabuk tutmak: Bir işi çabucak yapmaya, bitirmeye
Elini kana bulamak: Herhangi bir nedenle birini yaralamak
Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: (Bir kişi) Gizlenmesi gerekirken korkusuzca
Elinin hamuruyla erkek işine kalkışmak: Üstesinden gelemeyeceği, anlamadığı
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürmemek
Elini veren kolunu alamaz: "Ona verilen bir şey bir daha geri alınmaz
Eli olmak: Kötü bir işte etkisi bulunmak, gizli bir ilgisi olmak
Eli sıkı: Cömert olmayan, kolay kolay para harcamayan kimse
Eli sopalı: Sert, dayak atmaktan kaçınmayan kimse
Eli uzun: Hırsız, fırsat buldukça öteberi aşıran kimse için
Eli varmamak: Bir şeyi yapmaya içten razı olmamak, ona
Eli yatmak: Bir işi yapacak ölçüde el becerisi kazanmak
Eliyle koymuş gibi bulmak: Bir şeyi fazla aramadan kendisine söylenilen
Eli yüzü düzgün: Güzelce, çirkin sayılmaz
El kadar: Çok küçük, küçücük. "El kadar çocuğa
El kaldırmak: Kendisinden büyüğe eliyle vurmaya davranmak
El koymak: 1. Bir kuruluş ya da bir mal hükümetçe buyruk altına alınmak
Ellerim yanıma gelecek: Gerçeği söylemeliyim, öleceğim, öteki dünyada
Elleri nasır bağlamak: Güç ve ağır işlerde uzun süre ellerini
Elle tutulur, gözle görülür biçimde: Açıkça, belirgin olarak
Elmanın yarısı o, yarısı bu: Birbirine çok benzeyen iki kişinin
El pençe divan durmak: Bir kimseye saygı göstermek için ellerini
El sıkmak: Selamlaşma amacıyla birinin elini tutmak
El sürmemek: Bir şeye dokunmamak, bir şeyi yapmaya
El uzatmak: 1. Yüksekteki bir şeyi almaya kalkışmak
El üstünde tutulmak : Bir kimseye aşırı derecede sevgi ve saygı
El yordamıyla: Elle yoklayarak; bulunduğu yeri bakmadan kestirerek
Emeği geçmek: Bir şeyin yapılıp gerçekleştirilmesinde kendisinin
Emekli olmak: Belli bir süre çalıştıktan sonra yasanın tanıdığı
Emek vermek: Bir şeyin gerçekleştirilmesinde özenle
Emir büyük yerden gelmek: Kendisine saygı ve bağlılık duyulan
Emir kulu: Kendisine buyrulan her işi yapmak zorunda olan kişi
Emret fındık kabuğuna gireyim: "Buyruğunuz ne denli güç olursa
Engel çıkarmak: Bir işin yapılmasını güçleştirmek
Eninde sonunda: Ne zaman olsa. "Eninde sonunda
Enine boyuna: 1. Eksiksiz olarak, tüm yönleriyle ele alınarak. "Birdenbire olmaz
Ensesi kalın: Paralı pullu, zengin, durumu iyi. "İstediğimiz
Ensesinde boza pişirmek: Bir kimseye bir işin yapılıp bitirilmesİ
Ensesine binmek: Baskıyla, yıldırarak birine bir iş yaptırmak
Ensesini kaşımak: Bir konuda ne yapacağını bilemeyip
Ense yapmak: Hiçbir iş yapmadan yiyip içerek şişmanlamak
Erkeklik sende kalsın: İki kişiden biri densizlik, dengesizlik yaptığında
Esasa bağlamak: Bir konuyu belirli kurallara yaslandırmak
Eser ama yağmaz: Bağırıp çağıran, ancak cezalandırmayan
Esip savurmak: Kötü ve kırıcı sözler söylemek, öfkeyle
Eski çamlar bardak oldu: Çok şeyler değişmiş olmak
Eski defterleri karıştırmak: Geçmiş, geride kalmış olay ve durumları
Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, her şey olduğu
Eski kafalı: Yeniliğe karşı olan, eski düşünceye, eski yaşayışa
Eski köye yeni adet: Yerleşik olanlara aykırı bir yenilik
Eski toprak: Yaşlılığına karşın dinçliğini, gücünü kuvvetini
Estek köstek etmek: Bir işten kaçınmak ya da onu yerine
Eşeğe binmeden ayaklarını sallamak: Bir iş daha tasarım durumundayken
Eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: Güçlü birine bir şey yapamayınca
Eşek kuyruğu gibi ne uzar ne kısalır: Gelişme olanağı olmayan
Eşeklik etmek: 1. Bir kimseye karşı oldukça kaba davranmak. 2. Sonradan
Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Uzunca bir süre, iyice dayak atmak
Eşek şakası: Kaba, incitici, güzel olmayan şaka
Eşiğine yüz sürmek: Bir sorunun çözümü, bir dileğin yerine
Eşiğini aşındırmak: Bir işini birine yaptırabilmek için onun
Et can tutmamak: Yiyip içmesine karşın hareketli olduğundan
Eteği ayağına dolaşmak: Heyecandan yürüyüşünü şaşırmak
Etek dolusu: Pek çok. "Bu büyük konağı yaptırmak
Etekleri tutuşmak: Büyük bir kaygıya kapılmak, çok telaşlanmak
Etekleri zil çalmak: Aşırı derecede sevinmek
Et kafalı: Kolay kavrayamayan, anlayışsız kimse için kullanılır
Etliye sütlüye karışmamak: Hiçbir şeyle ilgilenmemek, toplumdaki
Etrafında dört dönmek: Birini korumak ya da ondan çıkar sağlamak
Ettiği ile kalmak: Yapmak istediği kötülük amacına ulaşamamak
Ettiğini bulmak: Başkasına yaptığı kötülüğe benzer bir kötülüğe
Evdeki hesap çarşıya uymamak: İşler önceden tasarlandığı gibi değil de, başka
Evirip çevirmek: Bir şeyi iyice görmek için her yanına bakmak
Evlat acısı gibi içine çökmek: Yitirdiği bir şeye aşırı derecede
Ev yıkmak: Evli bir çifti birbirinden ayırmak. "Senin
Ezbere iş görmek: Gerekli bilgiyi edinmeden iş yapmak
Ezilip büzülmek: Davranışlarıyla utanıp sıkıldığını dışa vurmak
Faka basmak: Bir işte aldatılmak, tuzağa düşmek
Faraş gibi: Çok büyük ağızların bu yönü için kullanılır. "Faraş gibi
Fare deliği bin altın: Herkesin korkup saklanacak bir yer aradığı
Fare düşse başı yarılır: Bir yerde yiyecek içecek hiçbir şeyin
Fareler cirit oynamak
Fark edilmek: Sezilip anlaşılmak. "Giyiminizden
Farkına varmak: Sezmek, bir şeyin var olduğunu anlamak
Fasulye gibi kendini nimetten saymak: Kendi kendine aşırı değer vermek
Fazla kaçırmak: Gereğinden çok yemek, içmek
Fazla olmak: İnsanın sabrını tüketen şeyler yapmak
Felce uğramak: Yürüyemez, ilerlemez durumda olmak
Feleğin çemberinden geçmek: Başından çok şeyler geçmiş, deneyimli olmak
Feleğin sillesini yemek: Büyük bir acıya, büyük bir yıkıma uğramak
Felekten bir gün çalmak: Güzel, hoş bir gün geçirmek
Fellik fellik aramak: Heyecan içinde sağa sola koşarak aramak
Felsefe yapmak: Bir olayı neden ve sonuç yönünden kendince
Fena halde: Aşırı derecede, adamakıllı. "Beni dinlerken
Fena olmak: Çok üzülmek, çok sarsılmak, bozulmak
Fenasına gitmek: Bir şeye üzülüp sinirlenmek
Fenaya çekmek: Bir söze kötü ve ters anlam yüklemek
Feneri nerede söndürdün: Geceleyin gideceği bir
Ferman dinlememek: Hiçbir kural tanımamak, hiçbir buyruk
Fesat karıştırmak: İnsanları birbirine düşürecek kötü
Fırça çekmek: Kendinden alt mevkide bulunan birini
Fırıldak çevirmek: Dalavereli işler yapmak, hileli yola sapmak
Fırsat düşkünü: Eline fırsat geçince kötü işler yapan kimse
Fırsatı ganimet bilmek: Ortaya çıkan uygun bir durumdan
Fırsat kollamak: Yapmayı düşündüğü bir iş için uygun bir zaman
Fırsattan istifade etmek: Ele geçen bir olanağı en iyi biçimde
Fikir almak: Bir konuda yetkili bir kimseden aydınlanmak
Fikir vermek: Bir konuda bir kimseye yol gösterici bir düşünce
Fikir yürütmek: Bir konuda neler olabileceği ya da ne yapmak
Fikrini almak: Bir kimseden bir konu üzerinde ne düşündüğünü
Fildişi kuleye çekilmek: Yaşanan toplumsal gerçeklerden
Filinta gibi: ince, uzun boylu, yakışıklı erkeklerin
Fincancı katırlarını ürkütmek: Öfkelendirilmemesi gereken
Fink atmak: Sağda solda keyfince dolaşıp durmak
Fire vermek: Yaş olduğu için ağır çeken bir nesnenin kuruma
Fişek atmak: Ortalığı karıştıracak bir söz söylemek
Fitil almak: Birdenbire kızıp öfkelenmek
Fitne sokmak: Kişilerin arasını açarak geçimsizliğe yol
Fit olmak: Razı olup bir işi uygun bulmak. "Sonunda
Fit vermek: Bir kimseyi başka bir kimseye karşı kışkırtmak
Fiyat biçmek: Bir şeye değer koymak, değerini belirlemek
Fiyatı dondurmak: Fiyatın olduğu gibi kalmasını sağlamak
Fiyat vermek: Bir malı kaça alabileceğini söylemek
Fol yok yumurta yok: Ortada konuyla ilgili olarak herhangi bir belirti
Formül aramak: Çözüm yolu bulmaya çalışmak
Foyası meydana çıkmak: Birinin önce belli olmayan kötü bir niteliği
Gafil avlamak: Bir kimseyi ummadığı, habersiz ve hazırlıksız olduğu
Gaf yapmak: Bilmeden, istemeden karşısındakini
Gam çekmek: Bir konuda tasalanmak, kaygılanıp üzülmek
Gam yememek: Tasalanmamak, üzülüp kaygılanmamak
Gargaraya getirmek: Bir sözün ya da eylemin anlamını, gürültüye
Garibine gitmek: Bir şeyi yadırgamak. "Onların bu tür
Gâvur etmek: Bir şeyi boşu boşuna
Gavurluk etmek: 1. Acımasızca davranıp
Gayret dayıya düştü: Bir işi başarmak için başkalarından yardım
Gazel okumak: Bir kimseyi kandırmak, oyalamak amacıyla
Gebe kalmak: Bir kimseye borçlanmak, ona minnet
Gece gündüz: Sürekli biçimde, hiç ara vermeden
Gece kuşu: Geceleri çalışan, geceleri iş görmeyi seven
Geceyi gündüze katmak: Hiç ara vermeden, sürekli olarak, gece
Geçim yolu: Yaşamını sürdürebilmek için kazanç sağlama
Geçinip gitmek: İyi olmasa da, şöyle böyle yaşamını
Geçmişi olmak: 1.Bir kimseyle aralarında çok eskiye dayanan
Geçmiş olsun: Hastalık ya da kaza geçirenlere
Geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye: Kaçırılan bir fırsatın üzerinde
Gedik açmak: Bir şey üzerinde oldukça önemli, giderilmesi
Geleceği varsa göreceği de var: Bir kimseye kötülük edecek
Gelen ağam, giden paşam: "İş başına kim gelirse gelsin ben onlarla
Gel gelelim: Ama, ne çare ki, ancak, şu var ki
Gelip çatmak: (Belli bir zaman) Oldukça yaklaşmak
Gem almamak: Söz dinlememek, buyruk altına girmemek
Gemi aslanı: Gösterişli, ama hiçbir işe yaramayan biri
Gemi azıya almak: Söz dinlemez olmak, azgınlaşıp hiç
Gemisini yürütmek: İşlerini engelsizce yürütmek
Gem vurmak: Bir kimsenin taşkınca davranışlarını
Geniş bir nefes almak: Bunaltılı ve sıkıntılı bir durumdan
Geniş yürekli: Hemencecik telaşlanıp meraklanmayan
Geri durmamak: Elinden geldiğince yapmaya çalışmak
Geri kafalı: Yeniliklere karşı çıkan, tutucu
Gevşek ağızlı: Sır saklamasını bilmeyen kimse için kullanılır
Geyik muhabbeti: Saçma sapan, gevezelik düzeyinde
Gezip tozmak: Hiçbir şey yapmadan şurada burada
Gıcıklık etmek: Birini bir konuda sinirlendirecek, onun sinirine
Gırla gitmek: Pek bol biçimde harcanmak, ortaya
Gık dedirtmemek: Bir konuda ses çıkarmasına, karşı bir davranışta
Gık dememek: Bir durum karşısında itiraz edememek
Gırgır geçmek: Biriyle alay etmek. "Canları sıkılınca
Gırtlağına basmak: Bir kimseye bir şey yaptırmak
Gidip gidip gelmek: Ölüp ölüp dirilecek
Gidişini beğenmemek: Bir kimsenin davranışlarının iyi sonuçlar
Girecek delik aramak: Korkudan gizlenecek
Gitti de geldi: Ağır bir hastalık geçirenler için
Gizli kapaklı: Uygunsuzluğu nedeniyle başkalarından
Gizli tutmak: Bir olay ya da haberi kimseye duyurmamak
Göbeği çatlamak: Bir işi başarmak için birçok
Göbeği sokakta kesilmiş: Hep sokaklarda
Göbek adı: Yeni doğan çocuğa, göbeğini kesen
Göbek atmak: Sevincinden oynamak. "Beklediği
Göç etmek: Oturduğu yerden ayrılıp başka
Göğsü daralmak: İçine bir darlık, sıkıntı çökmek
Göğsü kabarmak: Birinin bir başarısından ötürü
Göğüs geçirmek: Üzüntü ile içini çekmek. "Önce
Göğüs germek: Bir güçlüğe karşı koyup dayanmak
Göklere çıkarmak: Bir kimseyi aşırı biçimde övüp
Gökte ararken yerde bulmak: Büyük bir güçlükle bulabileceğini sandığı
Gökten zembille inmek: Uğraşıp didinmeden kendiliğinden
Gölgede bırakmak: Kendisi daha üstün bir düzeye gelerek
Gölge düşürmek: Kişiliğini lekeleyecek davranışta
Gölge etmek: Bir kimsenin başarısını engellemek
Gölgesi altında: Bir kimsenin koruyuculuğunda, onun
Gölgesinden korkmak: Aşırı derecede kuruntulu, kuşkulu olmak
Gönlü bulanmak: Bir işte içine bir kuşku ya da bir
Gönlü kalmak: Bir şeyi isteyip de elde edememesine karşın
Gönlünden geçirmek: Bir şeyi yapmayı ya da o şeyin
Gönlünden kopmak: Bir kimseye, karşılık beklemeden
Gönlüne göre: Dilediğine uygun olarak, düşündüğü
Gönlünü hoş etmek: İstediğini yaparak bir kimseyi sevindirmek
Gönlünü yapmak: Bir kimseyi bir şeye razı etmek
Gönül almak: Güzel bir davranış ya da armağanla
Gönül borcu: Bir kimseye, yaptığı bir yardım ya da iyilikten
Gönülden çıkarmak: Sevgi ve bağlılığını sürdürmemek
Gönül eğlendirmek: Bir işe geçici bir ilgi göstererek
Gönül gezdirmek: Birçok şey arasında
Gönül kırmak: Tutum ve davranışlarıyla birini üzmek
Gönül koymak: Alınmak, gücenmek. "İstediğin
Gönüllü gönülsüz: Tam istekli olmayarak, yarı istekli
Gönül vermek: Bir şeye içten gelen bir sevgiyle
Gönül yapmak: Bir kimsenin kırgınlık ve gücenikliğini
Göreceği gelmek: Aşırı derecede özlemek, görmeyi
Göreyim seni: Bir kimseden başarılı bir sonuç beklediğini
Görmezlikten gelmek: Gördüğü halde görmemiş gibi davranmak
Görmüş geçirmiş: Eskiden, iyi ve güzel günler yaşamış
Görücü gitmek: Evlenecek erkek için kız görmeye
Görücüye çıkmak: Evlenmesi düşünülen kız, görücülerin
Görüleceği hesabı olmak: Biriyle aralarında çözümlenecek
Görüp göreceği rahmet bu: "Sana yapacağım iyiliklerin
Gösteriş yapmak: Karşısındakinin ilgisini çekmek, kıskandırmak
Götürü pazarlık: Bir şeyi oluşturan parçaları ayrı ayrı düşünmeyip
Gövde gösterisi: Belirli bir amaç doğrultusunda bir araya
Gövdeye atmak: İştahla, oburcasına yemek
Göz açamamak: İşlerin çokluğu ve sıklığı yüzünden
Göz açıp kapamadan: Pek kısa bir süre içinde
Göz açtırmamak: Bir işte çalışırken başka bir iş yapmasına
Göz alıcı: Alımlı, göze çarpan
Gözaltına almak: Bir kimseyi belli bir yerde tutmak
Göz aşinalığı: Bir kimseyi arasıra görmekten öteye geçmeyen
Göz atmak: Şöyle bir bakmak, üzerinde yeterince
gibi göstermek. "Böyle süslü cümlelerle kimin
Gözdağı vermek: Bir kimseye korkutucu sözler söyleyerek istenilen
Nazar değmek: Kötülük ya da uğursuzluk getirdiğine inanılan
Gözden çıkarmak: Bir şeyin elden gitmesine katlanmak
Gözden düşmek: Önceleri kendisine değer verenlerin tutumları
Gözden geçirmek: Denetlemek, yoklamak
Gözden kaçmak: Bakılmasına karşın, her nasılsa
Gözden sürmeyi çekmek: En güç şeyleri bile çalabilecek güçte
Göz dikmek: Bir şeyi ne pahasına olursa olsun
Göz doyurmak: Değeri, yararıyla değil, daha çok
Göze almak: Yapmayı üstlendiği ya da düşündüğü
Göze batmak: Bir durumu ya da görünüşü ile herkesi
Göze çarpmak: Üzerine dikkati çekecek bir görünüşü
Göze girmek: Yaptıklarıyla, davranışlarıyla karşısındakinin
Göze görünmemek: Yaptığı kötü bir davranış yüzünden gizlenmek
Göze göz, dişe diş: Bir kötülük nasıl yapıldıysa aynı biçimde
Göz etmek: Bir isteği göz işaretiyle dile getirmek
Göz gezdirmek: Derinlemesine değil, yüzeysel
Göz göre göre: Herkesin gözü önünde
Göz göze gelmek: Yüz yüze gelip bakışları karşılaşmak
Göz gözü görmemek: Toz, duman, sis gibi engellerden
Göz hapsine almak: Bakışlarını bir kimsenin üzerinden ayırmayarak
Göz kararıyla: Ölçülüp tartılmadan, gözde oranlanarak alınan
Göz kırpmamak: Uyuyamamak, hiç uyumamak
Göz koymak: Bir şeyi ele geçirme tutku ve isteği
Göz kulak olmak: İlgilenmek, korumak, bakmak, görüp
Gözlem altına alınmak: İşlediği bir suç sanısıyla güvenlik
Gözleri çakmak çakmak olmak: Öfkeden ya da ateşli
Gözleri çukura kaçmak: Aşırı biçimde zayıflamak
Gözleri dolmak: Bir olaya üzülme ya da ondan duygulanma
Gözleri fal taşı gibi açılmak: Şaşkınlıktan ya da hayretten gözleri
Gözleri kan çanağına dönmek: Kızma, ağlama, uykusuzluk gibi nedenlerden
Gözleri kararmak: Aşırı yorgunluk, baş dönmesi ya da açlık gibi
Gözlerinden okumak: Bir şeyi, birinin bakışlarından
Gözlerine inanmamak: Gördüğü şeylerin doğru olduğunu
Gözlerinin içi gülmek: Göz ve yüz anlatımından çok sevinçli
Gözlerinin içine kadar kızarmak: Utancından yüzü kıpkırmızı kesilmek
Gözleri parlamak: Bir kimsenin yüzünde sevinç ve umut
Gözleri yaşarmak: Bir olay ya da durumdan etkilenip duygulanarak
Gözleri yollarda kalmak: Bir haberi ya da bir kimseyi özlemle
Göz nuru dökmek: Değerli ve ince bir sonuç elde etmek için gözleri
Göz önünde tutmak: Bir şeyin ya da durumun nasıl bir sonuca
Göz önüne getirmek: Bir şeyin nasıl olacağını düşünüp tasarlamak
Göz ucuyla bakmak: Sezdirmeden, başını çevirmeden
Gözü aç: Doymak nedir bilmeyen, gereğinden çok mal
Gözü açık: İşini bilir, becerikli, açıkgöz. "İşçilerden gözü
Gözü açık gitmek: Çok istediği bir dileğini gerçekleştirmeden
Gözü açılmak: İyiyi kötüyü, işine gelenle gelmeyeni bilir
Gözü arkada kalmak: Ayrıldığı, bıraktığı bir işin ya da kişinin
Gözü dalmak: Gözü bir noktaya dikilmişçesine dalgın dalgın
Gözü doymak: İstediği şeyleri bolca elde ederek daha
Gözü dönmek: Aşırı bir öfke ya da istek yüzünden çevresindekilere
Gözü dünyayı görmemek
Gözü gibi sakınmak: Bir şeye bir zarar gelmesin diye
Gözü gönlü açılmak: İçine ferahlık dolmak, mutlanmak
Gözü hiçbir şey görmemek: 1. Kendini bütünüyle bir işe verip başka bir şeyle
Gözü ısırmak: (Bir kimseyi) Tanıyacak gibi olmak
Gözü kamaştırmak: Güzellik, üstün başarı gibi herhangi
Gözü kesmek: Bir işi yapabilme konusunda kendine güvenmek
Gözü kızmak: Öfke ve kızgınlığından gözüne hiçbir şey görünmeyecek
Gözü korkmak: Yaşadığı acı deneyler ve daha önce uğradığı
Gözünde büyümek: Önemsiz olan bir şey ya da bir kimse
Gözünden uyku akmak: Çok uykulu olmak, uykudan gözleri
Gözüne girmek: Çalışkanlık, beceriklilik ile büyüğünün
Gözüne uyku girmemek: Uyuyamamak. "Geceleri babasını
Gözünü açmak: Bir işte uyanık ve dikkatli olmak
Gözünü ayırmamak: Sürekli olarak bir şeye ya da kimseye
Gözünü daldan budaktan esirgememek: Her türlü tehlikeli işlere atılmaktan
Gözünü dört açmak: Bir işte ya da konuda aldanmamak
Gözünü hırs bürümek: 1. Aşırı tutkular, istekler içinde olmak
Gözünü kan bürümek: Kızgınlıktan ve öfkeden çılgınlaşıp
Gözünü kapamak: Ölmek. "Hastalığı çok sürmedi, yatağa
Gözünü kırpmadan: Düşünmeden, çekinmeden
Gözünü korkutmak: Yıldırmak, korkar duruma getirmek
Gözünün çapağını silmeden: Erken erken. "Gözünün çapağını
Gözünün içine bakmak: Bir kimsenin üzerine titremek; birinin buyruğuna
Gözünün önünden ayırmamak: Hep yanında bulundurmak
Gözünün üstünde kaşın var dememek: Bir kimsenin her davranışını
Gözünün yaşına bakmamak: Sızlanıp yakınmasına aldırmamak
Gözünü toprak doyursun: Elindekiler ne denli çok olursa olsun
Gözü olmak: Bir şeyi ele geçirme isteği duymak
Gözü sulu: Kolayca ağlayan, en önemsiz nedenlerden etkilenip
Gözü tutmamak: Güvenmemek, beğenmemek
Gözü yılmak: Daha önce deneyerek zararını gördüğü
Gözü yükseklerde olmak: İçinde bulunduğu durumdan daha üstün
Gözyaşı dökmek: Ağlamak. "Ölenin ardından gözyaşı dökmek
Göz yummak: Bir kimsenin kusurlarını hoşgörüyle karşılamak
Gücü gücüne: Zorlukla, güç bela, ancak. "Çok tutumlu
Gücü gücü yetene: Kuvvete dayanılarak, kuvvet zoruyla
Gücüne gitmek: Bir sözden, bir davranıştan ötürü gücenmek
Güçlük çekmek: Bir işi kolayca yapamamak, çok zorlukla
Güçlük çıkarmak: Ortaya birtakım zorluklar koymak
Gül gibi geçinmek: 1. Sınırlı bir gelirle sıkıntısız bir yaşam sürmek
Gülmekten kırılmak: Güle güle halsiz düşmek, çok gülmek
Gül üstüne gül koklamamak: Bir sevgilisi varken bir
Günaha sokmak: Bir kimseye, dince yasak ya da suç sayılan
Günahına girmek: Bir kimseye, söylemediği kötü bir sözü
Günahını çekmek: Bir başkasının yaptığı kötü eylemin cezasını
Günahını vermez: Aşırı ölçüde cimri
Gün almak: Bir yerden belli bir amaç için zaman
Güncelliğini yitirmek: Eskimek, günün konusu
Gündeme getirmek: Bir soruna ya da konuya güncellik
Gün doğmak: 1. Güneş ufkun ötesinden yükselip görünmek
Gündüz gözüyle: Her şeyin açık seçik görüldüğü saatlerde
Gündüz külahlı, gece silahlı: Kimseye sezdirmeden kötü işler yapan
Güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak: İyilik yapma olanakları bulunduğu
Gün görmemek: Ömrü sıkıntı içinde geçmek. "Ben gün görmedim
Günleri sayılı olmak: 1. Bir yerde kalmak için ancak birkaç
Gün ola, harman ola: "Beklediğin o işin de zamanı
Günü birliğine: Bir yere sabah gidip geceden önce dönmek
Günün adamı: 1. Yerine ve zamanına göre tutum değiştiren kimse
Gününü doldurmak: Bir işin sona ermesi ya da gerçekleşmesi
Gününü görmek: 1. Bir kimsenin emek vererek yetiştirdiği birinden
Gününü göstermek
Gününü gün etmek: Dertlerinden, tasalarından sıyrılıp zamanın
Gürültüye getirmek: Bir konuyu ele alma, onun üzerinde düşünme
Gürültüye pabuç bırakmamak: Karşısındakininin korkutmalarına
Güvendiği dağlara kar yağmak: Kendisine güvendiği, ondan bir yarar umduğu
Güven kazanmak: Sözleri, davranışlarıyla çevresindeki
Ha babam de babam: Hiç ara vermeden
Habbeyi kubbe yapmak: Değeri ve önemi olmayan bir şeyi
Haber almak: Uzakta bulunan birinden kendisine haber
Haber atlamak: Bir haberi vaktinde elde edip bir başka
Haberi olmak: Bilmek, bilgisi içinde olmak
Haber sızdırmak: Gizli tutulmaya çalışılan bir olay ya da durumu
Haber vermek: Bir konuda birine haber ulaştırmak
Ha bire: Ara vermeden, durmadan, arka arkaya
Ha bugün ha yarın: Çok kısa bir süre içinde, pek yakında
Hacı ağalık etmek: Gösteriş olsun diye rasgele para harcamak
Haddi hesabı yok: Pek çok, ölçüsü, sınırı yok
Haddini bildirmek: Yetki sınırını aşıp küstahça işler yapan
Haddini bilmek: Kendi gücünü ve yeteneğini tanımak, neler yapabileceğini
Ha deyince: Hemencecik, istenilen anda
Hafif atlatmak: Bir kazadan ya da tehlikeli bir durumdan
Hafife almak: Önemsememek, değer vermemek
Hafif tertip: Birazcık, çok aşırı gitmeden
Hafta sekiz gün dokuz: Sık sık, usandırıcı bir biçimde. "Hafta sekiz gün dokuz
Hak getire: Bir şeyden söz ederken onun yokluğunu
Hak kazanmak: Emeğinin karşılığını alma durumuna gelmek
Hakkı geçmek: Alacağından bir bölümü karşısındakine
Hakkından gelmek: 1. Güç bir işi başarmak. "Sen bunun hakkından gelemezsin
Hakkını yemek: Birinin hakkı olan bir şeyi ona vermemek
Haklı çıkmak: Haklı olduğu anlaşılmak. "Her şey onun dediği
Haklı olmak: Düşüncesi, davranışı, istekleri yerinde
Haklı söze ne denir: Bir söz yerinde ve doğru söylenmişse
Halden anlamak: Birinin içinde bulunduğu güç durumu anlayıp
Hale yola koymak: Düzene sokmak, düzen vermek
Hali duman olmak: Çok kötü koşullar içinde bulunmak
Hali kalmamak: Çok yorulmak, gücü kalmamak
Haline bakmamak: Kendinin içinde bulunduğu kötü durumu düşünmeden
Hali vakti yerinde: Paraca durumu oldukça iyi, zengin
Halka dönük: Halkın yararına olan, halkın anlayabileceği
Halka verir talkını kendi yutar salkımı: Sözüyle özü
Hallaç pamuğu gibi atmak: Bir arada topluca bulunan kişileri
Hamallığını etmek: Bir işin, uzmanlık gerektirmeyen
Hangi dağda kurt öldü: Bir kimseden beklenilmeyecek bir davranış
Hangi rüzgar attı: Uzunca bir süre gitmediği yere hiç
Hapı yutmak: İşi berbat olmak, kötü bir duruma düşmek
Haraca bağlamak: Birine, belli süreler içinde kendisine belirli miktarda
Harekete geçmek: Bir işi yapmaya başlamak. "İşçiler güneşle
Hareket noktası: Üzerinde çalışılacak bir konunun, açıklanacak
Harfi harfine: Tastamam, eksiksizce, tıpatıp
Hariçten gazel okumak: Bir görüş ya da düşünceyi bütün yönleriyle
Haritadan silinmek: Deprem ya da savaş gibi bir olayın sonunda
Har vurup harman savurmak: Gereksiz yere, sonunu düşünmeden
Hasır altı etmek: Üzerinde bir işlem yapılması dileğiyle verilen
Hasret çekmek: Uzakta bulunulan bir kimseye
Hasret gidermek: Özlem duyduğu bir şeye ya da
Hasret gitmek: Görmek özlemi içinde bulunulan bir yer
Ha şunu bileydin: Genellikle konuşmalarda "çoktan anlaman
Hatır gönül bilmemek: 1. İnsanların duygularını hiçe sayıp kırıcı
Hatırı kalmak: Bir kimsenin davranışlarından ötürü ona
Hatırına bir şey gelmesin: "Sözlerim ya da davranışlarımın
Hatırına gelmek: Anımsamak, aklına gelmek
Hatırında kalmak: Unutmamak. "O gün bana
Hava almak: Umduğunu bulamamak, bir şey elde
Hava atmak: Gururlanmak, çalım satmak. "Sırtındaki
Havadan sudan konuşmak: Önem taşımayan bir konuda rastgele
Hava değiştirmek: Sağlık nedeniyle bulunduğu yerden ayrılıp
Havan batsın: Hava atan, çalımlı kişilere bu yönlerini
Havanda su dövmek: Aynı konuda, sonuç vermeyecek biçimde
Hava parası: Bir yeri kiralayabilmek için kira parasının dışında
Havası olmak: Birinde bir kimseyi anımsatan benzerlik
Havaya gitmek: Hiçbir işe yaramamak, boşa gitmek
Havaya savurmak: Bir şeyi gereksiz yere boşu boşuna düşünmeden
Havayı bozmak: Bir topluluğun keyfini kaçıracak, kişiler
Hayal meyal: Açık seçik değil, bulanık bir görüntü gibi
Hayata atılmak: Genç bir kimse, geçimini sağlamak
Hayat adamı: Güçlük karşısında pes etmeyen, onları yenen
Hayata geçirmek: Uygulamak, uygulamaya koymak
Hayatını kazanmak: Kendi geçimini kazancıyla sağlamak
Hayat pahalılığı: İnsanın geçimi için gerekli olan şeylerin
Haydi haydi: Kolay kolay, bol bol; olsa olsa
Hayır işlemek: Din ve insan ilişkileri yönünden övülecek
Hazıra konmak: Kendi emeği olmadan, başkasının emeğiyle
Hazırdan yemek: Yeniden kazanmaksızın eski kazandıklarını
Hazır yiyici: Hiçbir iş yapmadan önceden kazanılmışı
Helal süt emmiş: Doğruluktan ayrılmayan, çok doğru kimse
Hele hele: 1. Söylenenlerin gerisini de getirmesi için anlatan kişiye onu isteklendirme
Hem de nasıl: 1. Aşırı ölçüde, çok. "Onu özledim, hem de nasıl, anlatamam
Hem kel hem fodul: Eksikliği olduğu halde üstünlük taslayan
Hem nalına hem mıhına: Bir bu yanı, bir buna karşıt olan yanı
Hem suçlu hem güçlü: Suçlu olduğu halde suçsuz gibi davranan
Her biri başka bir hava çalmak: Değişik düşünceler öne sürmek
Her boyaya girip çıkmak: Değişik işlerde çalışmış olmak
Her gördüğü sakallıyı babası sanmak: Her gördüğü insana kanmak
Her işe burnunu sokmak: Kendisiyle ilişkisi olmayan
Her kafadan ses çıkmak: Bir konu üzerinde konuşulurken
Her telden çalmak: Elinden her iş gelmek, her işten anlamak
Hesaba almak: Türlü olasılıklar arasında o duruma da yer vermek
Hesabı kesmek: Aralarındaki ilgiyi ya da alışverişi kesmek
Hesabına gelmek: Çıkarına uygun düşmek, kendisi için
Hesabını görmek: 1. Bir kimsenin alacağını verip onunla
Hesap sormak: Uygun olmayan bir davranışından, yasadışı
Hesapta olmamak: Daha önce düşünülüp belirlenmiş olanın
Hevesi kursağında kalmak: İstediği, imrendiği bir şeyi elde edememek
Hevesini almak: İstediği, imrendiği şeyi elde edip ona
Heyheyleri tutmak: Aşırı derecede sinirlenerek, bağırıp
Hık demiş babasının burnundan düşmüş
Hık mık etmek: Bir işten kaçınmak için bahaneler
Hır gür çıkarmak: Kavga çıkarmak. "Geldiler
Hışmına uğramak: Bir kimsenin öfkesini üstüne çekmek
Hızır gibi yetişmek: Birinin çaresiz kaldığı, çok sıkışık
Hiçe saymak: Önem vermemek. "Arkasını döndü
Hiç yoktan: Nedensiz yere, nedeni
Hizaya gelmek: Kötü ve uygunsuz davranışlıyken düzelmek
Hodri meydan: "İşte meydan, kim kendine güveniyorsa
Hop oturup hop kalkmak: Öfkesinden yerinde duramaz
Hor görmek: Değer vermemek, aşağılayıcı bir tutum
Hor kullanmak: Özenlice değil, hırpalayarak kullanmak
Horoz akıllı: Aptal, akılsız. "Sen horoz aklınla böyle
Hoş görmek: Birinin kusurunu büyütüp sorun yapmamak
Hoşuna gitmek: Bir kimseden ya da bir şeyden hoşlanmak
Höt demek: Bir kimseyi korkutmak, ona gözdağı vermek
Hurdası çıkmak: İyice eskimek, işe yaramayacak duruma
Huyuna suyuna gitmek: Birini kızdırmayacak biçimde, onun
Hüküm giymek: Kendisine yasadışı bir davranışından ötürü
Hüner göstermek: Bir işteki ustalığını, becerisini ortaya
Icığını cıcığını çıkarmak: Bütün ayrıntılarıyla incelemek, içini dışını
Icığını cıcığını sormak: Bir kişinin soyunu sopunu, huyunu suyunu
Ikınıp sıkınmak: Bir işi güçlükle yapmak
Iklım tıklım: Aşırı ölçüde kalabalık, ağzına
Isıtıp ısıtıp önüne koymak: Eskiden yaşanmış, üzerinde durulup
Iska geçmek: Atlamak, önem vermemek, hedefe
Iskartaya çıkarmak: İşe yaramaz sayıp bir köşeye atmak
Islak göz: Kolayca ağlayan kimse. "O ıslak gözün
Istakoz gibi olmak: Güneşte kalıp iyice yanmak
Işık tutmak: 1. Geleceği ya da gideceği yeri aydınlatmak
Izbandut gibi: Oldukça iriyarı olan, görünüşüyle korku
İbreti alem için: Herkese ders olsun diye, herkesi korkutmak için
İcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. "Siz gidebilirsiniz
İcat etmek: Olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek
İç açmak: Gönüle ferahlık vermek, gönül açmak
İçerde olmak: Bir işte zararda olmak, borçlanmış duruma
İçeri düşmek: Hapse girmek, cezaevine konmak
İçeri girmek: Hapishaneye düşmek. "İçeri girmiş
İç etmek: Başkasının olan ve eline geçen bir şeyi kendine
İçi açılmak: Güzel bir şey karşısında sıkıntısı dağılmak
İçi almamak: Midesi kabul etmeyecek durumda olmak
İçi bayılmak: Açlıktan halsizlik duymak
İçi beni yakar, dışı eli: "Başkaları için çekici ve iyi görünen
İçi bulanmak: Kusacak gibi olmak. "Gözleri kararıyor
İçi burkulmak: Çok üzülmek, acı duymak
İçi çıfıt çarşısı: Başkaları için kötü şeyler düşünen
İçi çekmek: Bir şeye karşı istek duymak. "Söyle
İçi daralmak: Bunalmak, sıkılmak. "Kadın, başına
İçi dışı bir: Gizli bir düşüncesi olmayan, düşündüğünü açıkça
İçi erimek: Sürekli bir kaygı içinde olmak, sıkıntılı
İçi ezilmek: Çok acıkmadan ötürü midesi rahatsızlık
İçi geçmek: 1. Yaşlılıktan gücü azalmak. "Bu içi geçmiş
İçi geniş: Kaygısız, rahat kimse için kullanılır
İçi gitmek: Bir şeyi elde etmeyi çok istemek, can atmak
İçi götürmemek: 1. Acıklı bir durum karşısında dayanamamak
İçi içine sığmamak: Coşmak, çok heyecanlanıp sevinmek
İçi içini yemek: Bir işi yapamamaktan ötürü içten
İçi kan ağlamak: Dıştan, yüzünden belli etmeyerek
İçi kazınmak: Aşırı ölçüde acıkıldığında midede
İçi kararmak: Hiçbir şeyden hoşlanmaz, tat almaz durumda
İçinden çıkmak: Engelleri yenerek karışık, güç bir işi
İçinden gülmek: Biriyle gizlice alay etmek
İçinden okumak: Dudakları kıpırdatmadan, sessiz
İçinden pazarlıklı: Yapacağı kötü işleri kimseye sezdirmeyen
İçine atmak: Derdini, sıkıntı ve üzüntüsünü kimseye
İçine dert olmak: Bir şey isteyip de onu yapamamaktan
İçine doğmak: Ortada hiçbir ipucu yokken bir şeyin olacağını
İçine işlemek: Bir şeyden aşırıca etkilenmek, bir durumun
İçine kapanmak: Çevresindeki kişilerle ilişki kuramamak
İçine kurt düşmek: Bir şey ya da durumdan kuşkulanmak
İçine sinmemek: Yaptırdığı bir şey istediği gibi olmadığı
İçine sokacağı gelmek: Bir kimseyi aşırı ölçüde sevmek
İçini boşaltmak: Öfkelendiği birine istediği sözleri söyleyip
İçini çekmek: Derin bir soluk alışla üzüntüsünü dışa vurmak
İçini dökmek: Birine derdini anlatmak. "Neye
İçini kemirmek: Bir üzüntü ya da kaygıdan sürekli
İçinin yağı erimek: Üzüntülü bir durum doğacak diye
İçi parçalanmak: Birinin durumuna çok acıyıp
İçi rahat etmek: Kaygılardan, tasalardan kurtulup
İçi titremek: Bir şeye bir zarar gelecek korku
İçi yanmak: Çok üzülmek, büyük bir acı ve üzüntü
İçler acısı: Üzücü, acıklı. "Bu içler acısı görünüme
İçli dışlı olmak: Çok yakın, içtikleri su ayrı gitmeyecek
İçten içe: Gizli gizli. "Bana içten içe kırılmış
İçtikleri su ayrı gitmemek: Hep birlikte olmak, birbirlerinden
İdare etmek: 1. Yönetmek, işleri çekip çevirmek. "Evi gerçekte
İflahını kesmek: Bir kimseyi aşırı derecede yormak
İfade vermek: Sorguya çekilmek, bir olay hakkında
İflas bayrağını çekmek: Yaptığı işte batmak, neyi varsa
İflas etmek: Bir kişi, sav ya da düşünce doğruluğunu
İfrit olmak: Aşırı derecede kızmak, öfkelenmek
İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık. "Herkes meydana
İğneden ipliğe kadar: Eşyaların tümünü, en küçüğünü
İğne ile kuyu kazmak: Büyük bir işi, yetersiz araçlarla, sürekli
İki arada bir derede: Güç ve sıkışık durumda da bir fırsat
İki ateş arasında kalmak: İçinden kolayca çıkılmaz, karmaşık
İki ayağını bir pabuca sokmak: Birini dar bir zaman içinde bir işi yapma
İki büklüm olmak: Bir kimsenin önünde aşırı saygı göstererek
İki cami arasında kalmış beynamaza dönmek
İki dirhem bir çekirdek: Giyimi çok şık ve özenli
İki eli böğründe kalmak: Kötü bir durum karşısında çaresiz
İki eli kanda olmak: Çok önemli işlerle uğraşmak
İki elim yanıma gelecek: Bir gün nasıl olsa öleceğini düşünen kişi ceza
İki eli yakasında olmak: Kıyamet günü birinden davacı olmak
İki gözü iki çeşme: Durmadan ağlayarak, sürekli gözyaşı
İkili oynamak: Çıkarları birbirine karşıt olan iki yanı
İkindi güneşi gibi: Çok kısa süren zaman
İki paralık etmek: Bir kimsenin saygınlığını, değerini
İki rahmetten biri: Çok ağır bir hasta için ölsün ya da kurtulsun
İkisi bir kapıya çıkar: Bir konunun çözümünde önerilen
İki sözü bir araya getirememek: Anlatmak, söylemek istediğini dile getirme
İki ucunu bir araya getirememek: Geliriyle giderini denkleştirememek, işleri düzenli
İki yakası bir araya gelmemek: Borçtan ve geçim sıkıntısından kurtulamamak
İkiyüzlülük etmek: Sözleriyle davranışları birbirine uymamak
İktidarda olmak: Hükümet yönetimini elinde bulundurmak
İlaç için araşan yok: "Bulamazsın, hiç yok"
İlanı aşk etmek: Kadın ya da erkek birbirlerine sevdiklerini
İleri gelenler: Bir topluluğun sözü dinlenir, saygınlığı olan
İleri gelmek: O şeyin etkisiyle meydana gelmek
İleri geri konuşmak: İncitici, yersiz sözler söylemek
İleri gitmek: Davranış ve sözüyle ölçü sınırını aşmak
İlerisini gerisini düşünmemek: Söylediği sözün, yaptığı hareketin nereye
İleri sürmek: Tartışılmak, görüşülmek üzere bir düşünce
İler tutar yeri olmamak: Bir işe yarayacak durumda
İletişim kurmak: Karşılıklı olarak birbirlerinin duygularını
İliğine işlemek: 1. (Yağmur) Giysilerini ıslatıp bedenine geçmek
İlişkisi kesilmek: Aralarındaki dostluk, yakınlık sona
İlk ağızda: İlkin, en önce, ilk iş olarak. "İlk ağızda
İlk göz ağrısı: 1. İlk doğan çocuk. "O benim ilk göz
İmana gelmek: Bir kimsenin önce benimsemeyip reddettiği
İmanı bütün: İçten inanan. "O imanı
İmanı gevremek: Bir işi yaparken aşırı derecede
İmdat istemek: Güç durumda ya da tehlike içinde
İmi timi belirsiz olmak: Nereye gittiği, ne olduğu
İmza toplamak: Toplumda büyük çoğunluğu ilgilendiren
İnadı tutmak: Bir konu ya da durum için direnme
İnceden inceye: En küçük ayrıntılarına değin
İnce eleyip sık dokumak: Titiz ve özenli bir biçimde
İn cin top oynuyor: Hiçbir canlı varlık yok, ıssız, sessiz
İncir çekirdeğini doldurmaz: Önemsiz, çok küçük bir şey
İnme inmek: Vücudun bir yeri duygusuz ve hareketsiz
İnsafa gelmek: Acımasızlığı bırakıp adaletli davranmak
İnsan ayağı değmemiş: Hiç gidilmemiş, içine insan
İnsanlıktan çıkmak: Aşırı derecede zayıflamak
İpe çekmek: Asmak. " ‘Konuşmazsan seni ipe çekeriz
İpe sapa gelmemek: Birbirini tutmaz, saçma sapan
İpe un sermek: İstenileni yapmamak için akla uymayan
İpi koparmak: İlişkisi bulunduğu kurum ya da aralarında
İpin ucunu kaçırmak: Bir işte ölçüyü kaçırarak artık duruma
İpiyle kuyuya inilmez: "Ona güvenilmez" anlamında söylenir
İple çekmek: O zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek
İpleri birinin elinde olmak: Birisi tarafından gizlice yönetilmek
İpsiz sapsız: İşi gücü olmayan, boş gezen, baldırı çıplak
İpten kazıktan kurtulmuş: Kötülüğün her türlüsünü yapabilecek
İpucu vermek: Üzerinde düşündüğü şeyi bulmasını kolaylaştıracak
İsmi var, cismi yok: Adı olup kendisi olmayan
İstediği gibi at oynatmak: Dilediği gibi davranmak, kimseyi
İstemem yan cebime koy: Kendisine bir şey verilmek istendiğinde hem istemez
İster istemez: Çaresiz, istense de istenmese de, başka yolu
İstifini bozmamak: Aldırmamak; umursamamak. "Müdürün
İş ayağa düşmek: Bir konu ya da sorun, yetkisiz
İş başa düşmek: Kendi işini, başkalarının yardımı gelmeyince
İş bilmek: Becerikli, bilgili olmak. "İş bilen bir kişiydi
İş çatallanmak: Bir işin yapımında türlü seçeneklerle karşı karşıya
İş çıkarmak: Gerektiği kadar iş yapmak. "Kardeşini de yanına
İş çıkmaza girmek: Bir iş içinden çıkılması güç bir durum
İşe el koymak: İyi gitmeyen bir işi inceleme
İş etmek: Bir kimse birine hiç beklemediği bir durum
İş güç: Yapılacak belli bir iş, meslek ya da görev
İşi Allah'a kalmak: Güçlükler içinde olmak, yardımsız kalmak
İşi azıtmak: Yanlış yollara sapmak, aşırı davranışlara
İşi başından aşmak: Yoğun bir iş düzeni içinde olmak, pek çok
İşi bitmek: Gücü kuvveti kalmamak. "Sen
İşi bozulmak: Önceleri kazanç sağladığı bir işten artık
İşi duman olmak: İçinde bulunduğu koşullar ve durum
İşi düşmek: Bir işinin yapılması için birinin yardımı gerekmek
İşi iş olmak: Memnuniyet verici bir duruma erişmek
İş inada binmek: Bir işin üstesinden gelebileceğini göstermek
İşin alayında olmak: Bir işe gereken önemi vermeyerek, onu şaka
İşin başı: Bir konu ya da sorunun dayandığı temel öğe
İşinden kalmak: Bir engel yüzünden işini sürdürememek
İşinden olmak: Yaptığı, çalıştığı işi yitirmek, görevi
İşini bilmek: Nasıl ve nereden çıkar sağlayacağını bilmek
İşini bitirmek: 1. Kendisinin yapmak zorunda olduğu işi sona erdirmek
İşin içinde iş var: "İşin içyüzü başka, onda herkesin bilmediği
İşin içinden çıkmak: Karışık bir işten kendini sıyırmak, böyle bir işi
İşin içyüzü: Sorunun aslı, gerçek yanı. "İşin içyüzü
İşinin eri: İşini çok iyi bilen ve yapan, konusunun
İşini uydurmak: Kurnaz davranarak, konuyu çözmek
İşi oluruna bağlamak: İş nasıl gelişirse ona uymak, olayların
İşi pişirmek: 1. Bir kadınla bir erkek sevişmek üzere gizlice
İşi sağlama bağlamak: Bir işin sağlıklı biçimde aksamadan yürümesini
İşi savsaklamak: İşi önemsememek, ağırdan almak
İş işten geçmek: Bir iş zamanında ele alınmadığı için artık onu yapma
İşi tatlıya bağlamak: Güç yönleri olan bir soruna, herkesi memnun
İşi tıkırında olmak: İşi çok düzenli olmak, isteğine göre
İşi yokuşa sürmek: Bir işin yapılmasında, bir sorunun çözümünde
İşi yolunda olmak: İşinde herhangi bir aksama olmamak
İşi yüzüne gözüne bulaştırmak: Bir konu ya da soruna çözüm
İşkembeden atmak: İnandırıcı olmayan sözler söylemek
İşkembesini düşünmek: Yalnız karnını doyurmayı, yiyeceği
İşler açılmak: Durgunluk içinde bulunan alışveriş hayatında
İş olsun diye: Boşu boşuna, gereksiz yere yapılan bir eylemi
İş sarpa sapmak: İş, içinden çıkılması güç duruma gelmek
İştahı açılmak: Çok yemek yeme gereksinimi duymak
İşten atmak: Bir kimseyi işinden çıkarmak, görevine
İşten el çektirmek: Bir yolsuzluğu ya da yasadışı bir eylemi
İşten güçten kalmak: Belirli bir nedenle çalışmasını
İşporta malı: Değersiz, nitelikçe düşük mal, malzeme
İşportaya düşmek: Herkesin rahatça alacağı, kullanabileceği
İş tutmak: Bir iş edinmek, bir iş yapmak. "Yarın onlar da büyür
İş var (bir şeyde, bir kimsede): "Bir kimsenin iyi ve verimli
İt canlı: Sıkıntının en gücüne, açılısına
İt dirliği: Hiçbir uyum ve düzen bulunmayan, kavgalı
İte atsan yemez: Bir yiyeceğin çok kötü olduğunu belirtmek
İte kaka: İtiştirip zorlayarak. "Otomobili ite kaka buraya
İtibar kazanmak: Saygınlığını elde etmek. "Yeniden
İtidalini kaybetmek: Soğukkanlılığını yitirmek. "Genç adam
İtikadı sarsılmak: İnançları eskisi kadar güçlü olmamak
İtin ayağını taştan mı esirgiyorsun: "Böyle bir işe neden
İt sürüsü kadar: Gereksiz birçok kişi bir arada
İyiden iyiye: Gereği gibi, çok iyi olarak
İyi gelmek: Bir hastalığın iyileşmesinde etkili olmak
İyi gözle bakmamak: Hakkında iyi düşünmemek. "Sınıf arkadaşları
İyi gün dostu: Sevinçli ve mutlu günlerinde dostlarının yakınında bulunan
İyisi mi: En güzeli, en uygunu anlamında kullanılır
İyiliği dokunmak: Bir kimseye iyilik etmek, ona yararlı
İyiye iyi, kötüye kötü demek: Bir gerçeği dile getirirken dürüst olmak
İzinden yürümek: Birinin düşüncelerini benimseyip başladığı
İzine düşmek: Yürüyen canlıların izledikleri yolu sürdürerek
İzin koparmak: İzin almak. "Yalvarıp yakardı, sonunda
İzi silinmek: Geride kendisini ya da etkisini anımsatacak
İzi tozu kalmamak: Tümüyle yitip gitmek
İz sürmek: İnsan ya da hayvanların yolda bıraktıkları ayak izlerine
Jeton düşmek: Bir konu da bir şeyin ayırdına varmak
Jetonu geç düşmek: Bir konuyu, sorunu ya da düşünceyi
Kabahat bulmak: Bir şeyde suç ya da eksiklik aramak
Kabak başına patlamak: Birçok kimseyi ilgilendiren bir olayın
Kabak çıkmak: Kavun, karpuz için tatsız, ham çıkmak
Kabak çiçeği gibi açılmak: Utangaç ve sıkılgan biri, kısa bir süre
Kabak tadı vermek: (Bir konu) İkide bir yinelenmesi yüzünden
Kaba kuvvete başvurmak: Birine ya da bir topluluğa karşı güç kullanmak
Kaba saba: İncelikten yoksun, eğitilmemiş, görgüsüz
Kabasını almak: Ev ya da benzeri bir yerin görülen
Kabına sığmamak: Duygularını dizginleyemeyip taşkın davranışlarda
Kabuğuna çekilmek: Kimseyle görüşmemek, dışarıda olup bitenlerle
Kaçacak delik aramak: Korkudan gizlenecek yer aramak
Kaçak güreşmek: Doğrudan, açıkça karşısındakiyle kapışma yerine
Kaçın kurası: Açıkgöz, görmüş geçirmiş, tecrübeli kimse
Kaçmaktan kovalamaya vakti olmamak: Zamanını önemli
Kaç paralık: Bir şeyin ya da kimsenin değersizliğini belirtmek
Kaderine küsmek: İçine düştüğü kötü durumun nedeni olarak
Kadın kadına: Erkeklerden uzak, yalnızca kadınlar arasında
Kadınlar hamamına dönmek: Herkesin sırayla konuşmadığı, çok gürültülü
Kafadan atmak: Bir konuda hiçbir inceleme yapmadan
Kafadan sakat: Delice işler yapan, düşüncesi kıt
Kafa dengi: Görüşleri, düşünce ve tutumları birbirlerine
Kafa dinlemek: Kişinin zihnini yoran sorunlardan bir süre uzaklaşmak
Kafa patlatmak: Bir konuda fazla düşünmek, zihin yormak
Kafası almamak: Bir konuyu, zihin yorgunluğu yüzünden anlayamaz
Kafası durmak: Zihni aşırı derecede yorulduğundan ya da hayran
Kafası işlemek: Aklı yerinde olmak, bir konu üzerinde
Kafası kalın: Aptal, güç kavrayan kimse için kullanılır
Kafası kazan gibi olmak: Zihince yorulmak, gürültüden rahatsız
Kafası kızmak: Öfkelenmek. "Yaptıklarına kafam
Kafasına dank etmek: Anlamına varmadığı bir gerçeği, bir olay nedeniyle
Kafasına girmek: Birini bir şeyi yapmaya inandırmak, yönlendirmek
Kafasına koymak: Bir işi yapmaya karar vererek
Kafasına vura vura: Zorla, onun isteyip istemediğine bakma
Kafasını duvara vurmak: Yaptıklarından pişmanlık duymak
Kafasını ezmek: İleride zararlı olabilecek bir durumu
Kafası yerinde olmamak: Konunun gerektirdiği biçimde düşünebilecek
Kafası yerine gelmek: Kendini derleyip toparlamak
Kafa tutmak: Bir kimseye boyun eğmeyip karşı gelmek
Kafayı çekmek: İçki içmek. "O akşam üç arkadaş kafayı çekmiş
Kafayı tütsülemek: İçki içip sarhoşlamak. "Eline para geçmeye
Kafayı vurmak: Uyumak için yatmak. "İlk akşamdan
Kafa yormak: Bir konu üzerinde derin derin düşünmek. "Suyu bu tarlaya
Kafese almak: Doğru olmayan yollarla birini aldatıp
Kafese girmek: Kendisinden çıkar sağlayacak bir kimsenin
Kağıt üzerine dökmek: Bir tasarıyı ya da düşünceyi yazılı biçime
Kağıt üzerinde kalmak: Yapılması düşünülerek yazılmış olan şeyleri
Kahır çekmek: Sıkıntı ve üzüntüye katlanmak. "Çok kahır çekmiş
Kahrına uğramak: Birisinin öfkesine uğramak, ondan kötülük
Kahve dövücünün hınk deyicisi: Birinin yaptığı işleri ona yardakçılık
Kalayı basmak: Adamakıllı sövmek, küfretmek. "Bağırıyor
Kalbine göre: Başka kimselere karşı beslediği duygu ve düşüncelere
Kalbini açmak: Düşüncelerini, duygularını ona söylemek
Kalbini çalmak: Birinin sevgisini kendine yönlendirerek
Kalbini kırmak: Birini kendisine küstürecek ölçüde gücendirmek
Kalbura çevirmek: Delik deşik etmek. "Adamın gövdesini
Kalbura dönmek: Delik deşik olmak. "Atılan kurşunlarla
Kalburla su taşımak: Sonuç alınmayacak bir iş yapmak
Kaldırım çiğnemek: Kentte yaşayarak bilgi ve görgüsünü
Kaldırım mühendisi: Hiçbir iş yapmadan sokaklarda gezip dolaşan
Kaleme gelmemek: Yazılacak konulardan olmamak. "Bunun kaleme
Kaleminden kan damlamak: Güzel ve etkili yazı yazan bir kimse olmak
Kalemiyle geçinmek: Yaşamını yazarlıkla kazanmak. "Kalemiyle geçinmek
Kalem oynatmak: Yazılı bir belge üzerinde gizlice değişiklik yapmak
Kaleyi içinden fethetmek: Kazanılması ya da ele geçirilmesi birçok kimseyle görüşmeyi gerektiren bir şeyi
Kalıbı dinlendirmek: (Küçüksenen, değersiz kişiler için) Ölmek. "Böylece Gevenli Hacı
Kalıbını basmak: Bir şeyi güvenle, inançla destekleyip doğrulamak
Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünün düşündürdüğü gibi olmamak
Kalın kafalı: Bir şeyi güç öğrenen, güç anlayan, anlayışı kıt
Kalıp kıyafet yerinde: Görünüşçe gösterişli, giyimi kuşamı düzgün
Kalır yeri yok (birinden, bir şeyden): "Her yönüyle onunla aynı
Kambur kambur üstüne: Bir sıkıntılı durum bitmeden, bir başka sıkıntılı durumun doğması
Kanadı altına almak (Kanat germek): Birini korumak, koruyuculuğuna almak
Kanadı altına sığınmak: (Birinin) Koruyuculuğuna sığınmak, kendisinin koruyucusu
Kan ağlamak: Bir yıkımdan, bir zulümden büyük üzüntü duyarak
Kan alacak damarı bilmek: Kimden ya da nereden çıkar sağlanacağını bilmek
Kana susamak: Öldürme isteği ve hırsı içinde olmak. "Bu halin ne kana susamış
Kanat alıştırmak: Bir işte ustalık ve beceri kazanmaya çalışmak.
Kan beynine sıçramak: Çok sinirlenmek, öfkelenmek
Kancayı takmak: Birine bir davranışından ötürü musallat olmak
Kan çekmek: Daha önce görmediği bir yakınını görünce ona karşı
Kan dökmek: Yaralamak ya da öldürmek. "Gerekirse bu topraklar
Kan gövdeyi götürmek: Çok sayıda insan öldürülmek, çok kan dökülmek
Kan gütmek: Bir yakınını öldürenden, onun yakınlarından birini öldürme yoluyla öç almak ya da böyle
Kanı ağır: Konuşması, davranışları hoşa gitmeyen, insana sıkıntı veren kimse için
Kanı bozuk: Soysuz. Kötü işler yapan kimse. "Bak, o kanı bozuğun
Kanı kanla yıkamak: Öldüreni öldürme yoluyla öç almak. "Yapmayın, kanı kanla
Kanı kaynamak: (Birine) İçinden bir yakınlık, bir sevgi taşıp gelmek
Kanına dokunmak: Bir durum ya da olaydan ötürü öfkelenmek, sinirlenmek
Kanına ekmek doğramak: (Birinin) Bir yıkıma, bir sıkıntıya düşmesine yol açıp bu durumdan
Kanına girmek: 1. Bir kimseyi öldürmek ya da öldürtmek. "Kanına girdiği adamın kızı hiç ona
Kanını emmek: Acımasızca sömürmek. "Yıllarca halkın kanını
Kanını içine akıtmak: Duyduğu acıyı ve üzüntüyü kimselere söylememek
İliğini kurutmak: Bir kimseye oldukça çok eziyet etmek. "Zavallının
Kanı pahasına: Canını tehlikeye atarak. "Kanım pahasına da olsa oraya
Kanı sıcak: Kendini herkese sevdiren, cana yakın kimseler için
Kanıyla ödemek: Yaptığı işi canıyla karşılamak, bu iş hayatına mal olmak
Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek. "Kan kustuğu yoksulluk
Kan kusturmak: Çok sıkıntı ve eziyet çektirmek. "Yıllarca zavallıya kan
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek: Çok eziyet ve sıkıntı çektiği halde bunu gizleyip
Kanlı bıçaklı olmak (biriyle): Birbirlerinin kanını akıtacak, birbirlerini yaralayıp öldürecek
Kanlı canlı: Sapasağlam, yüzünden güç ve sağlık fışkıran kimse için
Kan oturmak: Dışarıdan bir zorlama ve sıkıştırmayla vücudun bir yerine
Kantarın topuzunu kaçırmak: Ölçüyü kaçırıp aşırılığa düşmek
Kan ter içinde kalmak (Kana, tere batmak): Terden sırılsıklam olmak, çok terlemek
Kan tutmak: Kan görmeye dayanamayıp bayılmak. "Onu kan tutar hastaneye
Kapağı atmak: İstediği yere, eski yerinden daha iyi bir yere kavuşmak
Kapalı geçmek: Bir konuşma ya da yazıda asıl açıklanması gerekli noktayı
Kapalı kutu: İçindekini belli etmeyen, içinde ne olduğu bilinmeyen şey ya da kimse
Kapana düşmek (tutulmak): Bir kimsenin kurnazlığı, düzenbazlığıyla içinden çıkamayacağı
Kapanın elinde kalmak: Çok çabuk davranarak bir şeyden yararlanmak
Kapan kapana: Bir şeyin çok ucuza satıldığını ya da yağmalandığını
Kapı açılmak: Yeni bir fırsat doğmak. "Bir kapı kapanırsa
Kapı açmak: 1. Bir şeyden söz etmek. "Köydeki günlerden kapı açıp
Kapıdan çevirmek: İçeri almamak, kabul etmemek
Kapı dışarı etmek: Birini kovmak, dışarı atmak. "Hiçbir suçları yokken çalıştıkları
Kapıdan kovsan bacadan düşer: Yüzsüz olduğu için kovulsa da gitmeyen kimselerin
Kapı kapamaca: Evdekilerin tümü, evde kimse kalmamak üzere
Kapı kapı dolaşmak: Bir işini yaptırabilmek için birçok resmi yere başvurmak
Kapı komşusu: Bitişikte oturan komşulardan her biri
Kapıp koyuvermek: Birdenbire bırakmak, salıvermek
Kapısı açık olmak: Konuksever olmak, evine herkes konuk gelir olmak
Kapısında büyümek: Başkasının evinde eğitim ve hizmet görerek yetişmek
Kapısını aşındırmak: (Birinin) Yanına, evine sık sık gidip gelmek. "Her gün git gel, kapısını aşındırdık
Kapı yapmak: Şu kadar eve uğramış olmak. "Sabahtan beri
Kapıyı açmak (bir şeyden): Üzerinde konuşulacak konuya girmeyi kolaylaştırıcı ya da hazırlayıcı
Kapıyı büyük açmak: Bir işe başlarken çok masraflı bir yol seçmek
Kap kacak: Tencere, tava ve benzeri mutfak eşyası. "Yanımıza kap kacak alır
Karaborsaya düşmek: Piyasada olmayan bir malın el altından pahalıca satılmak
Kara çalmak (sürmek): Bir kimseye iftira etmek, onun üzerine suç atmak
Karada ölüm yok: Bir kimseye "bundan böyle sana hiçbir yerde sıkıntı yok
Kara gün: Acılı, sıkıntılı ve yaslı gün. "Bu kara günümde yanmımda olduğun
Kara gün dostu: Acılı ve sıkıntılı günlerde de arkadaşlığını sürdüren kişi
Kara haber: Çok üzücü, acılı haber. "Kara haber çabuk yayılırmış
Karakolluk olmak: Karakola düşmek, karakola götürülmek
Kara kuru: Çok zayıf, esmer."Küçükken kara kuru bir oğlan çocuğuydun
Karalar bağlamak (giymek): Ölüm, yıkım gibi durumlar nedeniyle siyah
Kara liste: Düşünceleri ve eylemleri açısından zararlı sayılıp cezalandırılmaları
Karambola getirmek: Karışıklıktan yararlanıp birini aldatmak. "Karambola getirip
Karanlığa kurşun sıkmak: Bir konuda ne yapılması gerektiği üzerine kesin bilgi edinmeden
Karanlıkta göz kırpmak: Gizlice, özel bir işarete bağlayarak anlatmak istediği bir şey, anlamasını
Kara parayı aklamak: Yasal olmayan yollarla elde edilmiş paranın kaynağını
Karaya vurmak: Dalgaların sürüklemesiyle kıyıya düşmek
Karda gezip izini belli etmemek: Kimseye sezdirmeden iş çevirmek; uygunsuz işleri
Kardeş kavgası: Bir ülkede yurttaşların farklı düşünceler yüzünden birbirleriyle silahlı
Kardeş payı: Eşit olarak, yarı yarıya bölüşme. "Her şeyi
Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, birini kollarından, bacaklarından yakalayıp
Karınca duası gibi: Okunaksız, karışık, düzensiz (yazı). "Hiç okunmuyor
Karınca gibi kaynamak: Oldukça kalabalık ve hareketli olmak
Karınca kararınca: Az ve küçük de olsa gücünce. "Karınca kararınca
Karıncayı bile incitmemek (ezmemek): İncelikli, merhametli olmak
Karışanı görüşeni olmamak: İşine karışan kimse bulunmamak
Karı ağızlı: Davranışlarını karısının söylediklerine göre yönlendiren
Karman çorman: Düzensiz, karmakarışık. "Ortalık karman çorman
Karnı burnunda: Doğurması çok yakın olan (kadın). "Bu karnı burnunda kadın
Karnı geniş: Gamsız, tasasız, içi rahat kimseler için kullanılır
Karnı karnına geçmek: Zayıflığından ya da açlığından karnı içe çökmek
Karnım tok (bu sözlere): "Bu türden sözleri dinlemeye gerek duymam"
Karnı tok sırtı pek (olmak): Geçimi yerinde, hali vakti iyice
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak. "Sabahtan beri bir şey yememişti
Karşı durmak: Güçlülerin önünde boyun eğmemek, onlara direnmek
Karşı gelmek: Bir büyüğüne saygısızca davranıp ona cevap vermek
Karşı koymak: Bir şeye güç kullanarak engel olmak
Kasım kasım kasılmak: Çok böbürlenmek, büyüklenip kurumlanmak
Kasıp kavurmak: 1. Kuraklık ya da benzeri bir afet, ortalığı büyük zarara uğratmak. "Bir toz fırtınası kasıp
Kaskatı kesilmek: Duygusal etkilenmelerle hareket edemez bir duruma
Kaş göz etmek: Kaşlarını, gözlerini oynatarak birine işaret etmek
Kaşık atmak (çalmak): İstekle atıştırmak, yemek. "Çok acıkmışlardı
Kaşıkla yedirip sapıyla gözünü çıkarmak: Yaptığı iyilikten çok, zarar vermek
Kaşla göz arasında: Çok kısa bir zaman içinde, kimseye çıtlatmadan
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Küçük bir iyilik yapmak isterken iyilik yapmak
Katı yürekli (Yüreği katı) (Taş yürekli): Acımasız, acıklı şeylerden bile üzüntü
Kavuk sallamak: Bir kimsenin davranışlarını doğru bulduğunu göstererek ona yaranmaya
Kayıplara karışmak: Bir kimse uzunca bir süredir ortalıkta gözükmez olmak
Kaymak tabakası: Bir toplulukta toplumun bütün olanaklarından yararlanan kesim
Kazan kaldırmak: Yöneticilerin bir kararına, bir tutumuna karşı topluca baş kaldırıp
Kazdığı çukura düşmek: Başkası için yapacağı kötülükten kendisi zarar
Kaz gibi yolmak: Aptallığından yararlanıp varını yoğunu elinden almak
Kazık atmak: Bir malı değerinden çok pahalıya satmak
Kazık kadar: Kocaman adam, çocuk değil. "Kazık kadar olmuş
Kazık kakmak: Ölmeyecek gibi uzun yaşamak. "Günü gelince
Kazı koz anlamak: Söylenen bir şeyi yanlış ve ters anlamak
Kazın ayağı öyle değil: İş senin düşündüğün gibi değil, yanılıyorsun
Kaz kafalı: Anlayışsız, kavrayışsız. "O kaz kafalı adam
Keçeyi sudan çıkarmak: Kötü durumdan sıyrılıp işlerini düzeltmek, iyi bir sonuca kavuşturmak
Keçi inadı: Aşırı, kolay kolay yumuşamayan inat
Keçileri kaçırmak: Delirmek, düşünce dengesini bozmak
Kedi ciğere bakar gibi bakmak: Çok imrenerek, aşırı bir istekle bakmak
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En çetin ve bunalımlı durumlardan hiçbir zarar görmeden
Kedi olalı bir fare tuttu: Bütün yaşamında kendisinden beklenilen işlerden ancak birini
Kefenin cebi yok: "Biriktireceğin parayı öte dünyaya
Kefeni yırtmak: Ağır bir hastalıktan kurtulup ölüm tehlikesini atlatmak
Kel başa şimşir tarak: Parası pulu olmayan birinin çok pahalı şeyler alması
Kel kahya: Yetkisi, bilgisi ve becerisi olmadığı halde her işe karışan kimse
Kelle götürür gibi: Zafer haberi götürüyormuş gibi çok hızlı koşarak
Kelle kulak yerinde: Bedensel görünüşü iri ve gösterişli. "Adamda kelle kulak yerinde
Kellesini koltuğuna almak: Ölümü göze alarak en tehlikeli işlere girişmek
Kemerini sıkmak: Tutumlu davranarak giderleri kısmak. "Ülkece kemerleri
Kemikleri sızlamak: Amaçlarına ters düşen uygunsuz ve kötü bir eylem
Kem küm etmek : Bir soruya verilecek yanıt bulamayıp başı sonu belirsiz
Kenara çekilmek: Hiçbir şeye karışmamak. "O günden sonra kenara çekilmiş
Kendi ağzıyla yakalanmak (tutulmak): Suçluluğu kendi sözünden anlaşılmak
Kendi başına (kendi kendine): 1. Kimseye danışmadan. "Kendi başına karar verip yapmış
Kendi derdine düşmek: Kendi sıkıntısı, kendi derdiyle uğraşıp başka bir şey düşünmez
Kendi göbeğini kendi kesmek: Kendi sorunlarına yine kendisi çözüm bulmak
Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür: Kendindeki büyük kusurlara bakmayıp başkalarının
Kendi halinde: Sessiz, kimsenin işine gücüne karışmayan kimse için kullanılır
Kendi havasında olmak (Kendi havasına gitmek): Aklına gelen işi yapmak
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarına danışarak, onlarla birlikte kararlaştırıp yapması
Kendi kendini yemek (Kendini yemek) (İçi içini yemek): İşler istediği gibi olmuyor, neden olmuyor
Kendinden geçmek: Heyecan veren bir durumun etkisiyle aklı ve duyuları işlemez
Kendine gelmek: Aklı başına gelmek, ayılmak. "Kendine geldiği zaman
Kendine yedirememek: Kendisine yapılan bir iş ya da işlemi incitici, onur kırıcı sayarak
Kendine yontmak: Başkalarını düşünmeden hep kendi çıkarını göz önünde
Kendini alamamak : Onu yapmadan edememek, kendini engelleyememek
Kendini aldatmak: Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeye avuntu amacıyla inanmak
Kendini ateşe atmak: Tehlikeli olduğu açıkça belli olan bir işe girişmek
Kendini beğenmek: Başkalarından kendini üstün görmek. "İnsan kendini
Kendini bilmemek: Baygın olmak; bilinci yerinde olmamak
Kendini bırakmak: Önceden gösterirken, sonradan giyimine kuşamına özen göstermez
Kendini dar atmak: Ferahlık verecek bir yere ancak yetişmek
Kendini dev aynasında görmek: Kendinin çok büyük biri olduğunu sanmak
Kendini dinlemek: Kendi sağlığıyla ilgili kuruntuya kapılmak
Kendini dirhem dirhem satmak: Oldukça nazlı davranmak. "Öyledir o, kendini dirhem
Kendini ele vermek: Yaptığı kötü bir işi, işlediği bir suçu kendi sözü ya da eylemiyle
Kendini göstermek: Beğenilecek yanlarını ortaya koymak. "Büyük çocuk kendini
Kendini kaptırmak: Bir işin ya da bir şeyin etkisinden kurtulamamak
Kendini naza çekmek: Kendisinden istenilen bir işi arka arkaya rica edilmedikçe yapmamak
Kendini toplamak: 1. Bir konu üzerinde dikkatini derleyip toparlamak. "Önündeki arabaları
Kendini tutamamak: Bir durum karşısında tepki göstermek. "Bu sözleri
Kendini vermek (bir şeye): Tüm gücüyle bir şeyi gerçekleştirmeye bağlanmak
Kendi yağıyla kavrulmak: Elindekilerle, kendi olanaklarıyla geçinip kimseden
Kene gibi yapışmak: İstenmediği halde birinin yakasına yapışmak, ayrılmamak
Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamaya başlamak. "Oğul evlendirmek
Kesenin dibi görünmek: Parasını harcayıp bitirmek."Ay sonu gelmeden
Kesip atmak: Fazla konuşmadan kesin bir şey söylemek. " 'Hayır, sinemaya
Kesip attığı tırnak olamamak (birinin): Değer yönünden ondan çok aşağıda olmak
Kessen bir damla kanı akmamak: Derin bir üzüntü içinde olmak."Şuanda çok üzgün
Ket vurmak (bir işe): İşin gelişmesini ya da olmasını engellemek, önlemek
Keyfi kaçmak: Neşesi bozulmak, huzuru kalmamak. "Bu sözler üzerine