Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI

  • Okunma : 226
BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI Resim

Babil ve Asur, bugün Irak sınırları içinde bulunan Mezopotamya’nın (bak. M e z o p o ta m y a ) en büyük kentlerinden ikisiydi. Bu kentler Babil ve Asur imparatorluklarının merkezlerini oluşturuyordu. Bu iki imparatorluk, Dicle ve Fırat ırmakları arasındaki bereketli topraklara art arda egemen olduğu için, tarihleri birbiriyle yakından ilişkilidir. Bu uygarlıklar, Yunan, Roma ve Filistin toplumlarmı da etkiledi; bu nedenle de Batı uygarlığının bütünü üzerinde kalıcı bir etki yarattı.

İlk Yerleşmeler

Babil kenti kurulmadan çok önce, Babil olarak adlandırılan bölgede çeşitli insan toplulukları vardı. Onları bu yöreye çeken, ılıman iklim koşulları ve bereketli topraklardı. Bölgenin kuzeyinde ve doğusunda yer alan Anadolu’ya ve İran’a gidildikçe iklim koşulları sertleşiyordu. Üstelik Anadolu ve İran’daki dağlara doğru gidildikçe, topraklar da çoraklaşıyor, işlenmesi zorlaşıyordu. Bölgenin güneyinde Basra Körfezi, batı ve güneybatısında da Suriye ve Arabistan’ın çölleri bulunuyordu.

    İnsanlar Babil bölgesinin kuzey kesimlerine günümüzden en az 6.000 yıl önce gelmeye başladılar. Arkeolojik kazılar sonucunda bu insanların küçük köylerde yaşadıkları, çiftçilik, çobanlık, avcılık ve balıkçılık yaptıkları saptanmıştır. Bu insanlar, kilden yapılmış kaba kap-kacaklar, taş ve kemikten yapılmış araç-gereçler kullanıyor ve belli ölçüde ticaret yapıyorlardı. Kuzeyde ilk yerleşim bölgeleri kurulurken, Babil bölgesinin güneyinin büyük bir bölümü, Basra Körfezi’nin suları altındaydı. Körfez, bugünkü konumundan 240 km daha içeriye uzanıyordu. Ama, Dicle ve Fırat ırmakları, sürükledikleri toprakları denize döküldükleri yerlerde yığıp duruyorlardı. Böylece, kumlar yavaş yavaş körfezi doldurup bataklık bir alan oluşturdu. Bu topraklar çok bereketli olduğu için hemen yeni yerleşim yerleri kuruldu. Babil’in kuzey kesiminden ve İran yaylalarından gelenlerin yanı sıra, Sami kabileler de batıdaki çöllerden kopup bu bölgeye geldiler.

Uygarlığın Yükselişi

Mezopotamya’da Sümerler ileri bir uygarlık kurdular. İÖ 3000’de Babil’in güneyi Sümerler’in egemenliği altındaydı. En ünlü Sümer kentleri Ur, Uruk, Lagaş ve Eridu’ydu. Sümerler, sözcükleri işaretlerle gösteren bir yazı sistemi de geliştirdiler (bak. SÜMERLER).

    İÖ 2300 yıllarında, Akadlar Sümer topraklarını ele geçirerek Akdeniz’e kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Sonraları İran’dan gelen Persler Akadlar’ı yenilgiye uğratarak, pek çok Babil kentini talan ettiler. Zamanla Persler de bu yörelerden geri çekilmek zorunda kaldılar ve Sümer kenti Ur, Babil bölgesine egemen oldu. Bu egemenliği Dicle Irmağı’ nın ötesinden gelen Elam orduları sona erdirdi. Bunun sonucunda, Mezopotamya’da üç kent devleti (bir kentin, çevresindeki topraklarla birlikte oluşturduğu bağımsız devlet) ortaya çıktı. İlk önce İsin ve Larsa, sonra da Babil kent devletleri kuruldu.

Hammurabi Dönemi

Yüzyıllarca süren savaşlardan sonra, Mezopotamya’nın en akıllı ve güçlü kralı Hammurabi tahta çıktı ve Elamlılar’ın egemenliğine son vererek Babil İmparatorluğu’nun ilk görkemli dönemini başlattı. İÖ 1770 yıllarında Anadolu ve İran topraklarını da egemenliği altına aldı. Güçlü bir merkezi hükümet kurarak, ülkenin birliğini sağlamaya çalıştı. Hammurabi Yasaları adıyla bilinen bir dizi yasa çıkarttı. Üzerine bu yasanın kazılı olduğu kara sütun Paris’teki Louvre Müzesi’ndedir. Hammurabi Yasaları’nın öngördüğü cezaların, kimi kez boğma ve göz çıkarma gibi aşırı da olsa, genellikle adaletli olduğu söylenebilir. Bu yasayla kadınlara yasal haklar ve ayrıcalıklar tanınmıştır. Köleler, bu yasayla korunur ve özgürlükleri geri verilebilirdi (bak. HAMMURABİ).

Asur İmparatorluğu'nun Yükselişi

Hammurabi’nin ölümünden sonra merkezi hükümet dağıldı ve istilacıların dalga dalga akınlan bölgeye büyük bir kargaşa getirdi. Hititler, Kassitler ve Hurriler Mezopotamya’ yı değişik dönemlerde egemenlikleri altına aldılar. Ama, Sami halklardan olan Asurlular, Mezopotamya’nın kuzeyinde önemli bir güç odağıydı. İÖ 2000’den önceleri, başkent Asur genellikle Babil krallarının denetlediği güçsüz krallarca yönetildi. Ama İÖ 2000’den sonraki yüzyıllarda Asur kralları güçlü bir ordu kurarak Babil bölgesinin bazı bölümlerini ele geçirdiler.

    Birçok Asur kralının adı ve yaptıkları işler, arkeolojik kazılar ve Kutsal Kitap (Tevrat-İncil) gibi yazılı belgeler aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. Yaşamı üstüne en fazla bilgi edinilen ilk kral, İÖ 1280 yıllarında egemen olan I. Şalmanezer’dir. O zamandan günümüze kalan bulgulardan Asur İmparatorluğu’ nun büyüklüğü anlaşılmaktadır. Bu tarihten iki yüzyıl sonra, I. Tiglat-pileser, Asur İmparatorluğu’nun gücüne güç katmıştır. Eldeki belgelerden öğrenildiğine göre, bu kral 42 devleti egemenliği altına alıp imparatorluğun sınırlarını Babil’den Akdeniz’e kadar genişletmiş, büyük tapmaklar ve saraylardan başka geniş bahçeler ve parklar da yaptırmıştır. Onun ölümünden sonra Asur İmparatorluğu iyice güçsüzleşmiş ve Suriye’nin kuzeyinden gelen Aramiler bölgenin ticaret yollarım denetlemeye başlamışlardır

    II. Asurnasirpal’in İÖ 883-859 yıllan arasında süren yönetiminde, Asurlular yitirdikleri toprakları geri aldılar. Bu kralın fetihlerini anlatan belgeler acımasızlığını dile getiren öykülerle doludur. Asurlular, Babilliler’e birçok yönden benzerlerse de, onlardan daha acımasız ve katı yürekliydiler. İmparatorluklan savaşçı temeller üzerine kurulmuştu. Tutsak aldıkları düşmanlarına acımasızca işkence yaparlardı.

    Bir çöküş döneminden sonra Asurlular eski güçlerine ve imparatorluklarına, olağanüstü yetenekli birkaç yönetici ile yeniden kavuştular. Bunlann en büyüğü III. Tiglatpileser (yönetim dönemi İÖ 745-727) Suriye’ deki Şam kentini aldı. Asur ordusunda bir general olan II Sargon (Şarrukin), İÖ 722 yılında zorla tahta çıkarak İsrail’i işgal etti ve 30 bin İsrailli’yi sürgüne gönderdi. Sargon’un oğlu Sinahheriba (yönetim dönemi İÖ 704- 681), Yahuda Krallığı’m yenerek Kudüs’ü talan etti, Babil kentini de, Asur yönetimine karşı geldiği için baştan başa yıktırdı.

    Asurahiddina’nın (Asarhaddon) krallık döneminde (İÖ 680-669) Mısır zapt edildi ve Asur İmparatorluğu en geniş sınırlanna ulaştı. Son önemli kral Asurbanipal, İÖ 668 yılında iktidara geldi. Düzenlediği çok sayıda sefere karşın, imparatorluğun birliğini koruyamadı. Mısır özgürlüğüne kavuşurken, Babil ile doğudaki dağlık bölgede bulunan Medler’ in ülkesi Medya’da başkaldırılar görüldü. Asurbanipal’in ölümünden 17 yıl sonra, İÖ. 614’te Medler Asur İmparatorluğu’nu ele geçirdiler. Sonra, Babil’e yerleşmiş Kaidelilerle bir ittifak kurarak, İÖ 725’ten beri Asurlular’ın başkenti olan Ninova’yı yakıp yıktılar. Bu yıkım öyle acımasızca yapıldı ki, 2.000 yıldan bu yana kentin izlerine rastlanamadı. Yalnızca efsaneler ve Kutsal Kitap’taki (Tevrat-İncil) değinmeler bu kentin varlığını kanıtlamaktadır. Asur İmparatorluğu da, egemenliği altındaki devletlerin başkaldırması sonucu, Ninova ile birlikte tarihin derinliklerine gömüldü.

Yeni Babil İmparatorluğu

Asur İmparatorluğu’nun yok oluşundan sonra, gene güçlenen Babil kentinde egemen sınıfı Kaideliler oluşturuyordu. Bu topluluk Mezopotamya’ya çok eskiden gelip Ur kenti çevresine yerleşmişti. II. Nabukadnezar da Kaldeli’ydi (yönetim dönemi İÖ 605-562) Yeni Babil ya da Kaide İmparatorluğu Nabukadnezar’ın yönetimi altında iyice gelişti. Babil’in, görkemli tapınakları, surları ve kapıları ile Eskidünya’nın en ünlü kentlerinden biri olmasını bu kral sağladı (bak. Babil). İÖ 586’da Kudüs’ü ve Yahuda Krallığı’nı yerle bir edip, tutsak alman Yahudiler’i Babil’e götüren de odur (bak. NABUKADNEZAR).

    Kaide İmparatorluğu Fırat Irmağı’ndan Mısır’a, Ermenistan’dan Arabistan’a kadar yayıldı. Bulunan binlerce çivi yazılı tabletten Babil İmparatorluğu’nun yükselme dönemi üzerine çok ayrıntılı bilgiler edinilmiştir. Bu dönemde, sanatların yanı sıra, ticaret ve sanayi de gelişti. Ama bu gelişme çok uzun sürmedi. Nabukadnezar ölünce imparatorluk yeniden çökmeye başladı.

Çöküş ve Yıkılış

Büyük Kiros (Kuruş) Pers İmparatorluğu’nu İÖ 559-530 yıllan arasında kurdu. 539’da, Babil ülkesini ele geçirip imparatorluğunun bir eyaleti yaptı. Buna karşın, Babil gene de uzun bir süre kültürel kimliğini ve yaşama biçimini korudu. Büyük İskender Pers İmparatorluğu’nu ele geçirdiğinde (İÖ 334-330) Babil kenti imparatorluğun zengin ve önemli bir parçası olma niteliğini sürdürüyordu.

    İskender’den sonra, Selevkos hanedanı döneminde Babil ülkesi geleneklerinin bir bölümünü korumayı başardı. Ama Selevkoslar İÖ 311’de Babil kentinin kuzeyinde Seleukeia adında bir başkent kurup Babil’de oturanları buraya yerleştirdiler. Böylece, Babil ülkesinin yüzyıllarca süren tarihi sona erdi.

    Gene de Babil uygarlığının izleri yitip gitmedi. Örneğin, çiviyazısı Hıristiyanlık’ın başlangıcına kadar kullanıldı. Ama, o zamana gelindiğinde Mezopotamya’nın pek çök kenti çoktan ören yerine dönmüştü.

Sanat ve Mimarlık

Babilliler’le Asurlular, Sümerler’in sanatsal ve düşünsel başarılarından büyük ölçüde etkilenmişlerdi. Sümerler gibi onlar da tapınaklarını ve saraylarını güneşte ya da fırında pişirdikleri çamurdan tuğlalarla yaptılar. Her kentin ortasında yerel bir tanrının adına kurulmuş tapınma merkezi vardı. Kent büyüyüp önem kazandıkça bu kutsal yer de geliştirilip görkemli bir tapmağa dönüşüyordu. Tapmak olarak kullanılan yapı, merdivenler ya da eğimli yollarla çıkılan geniş bir düzleme oturtulup yüksek bir kuleyle taçlandırılırdı. Babilliler, bu tapmaklardan başka, büyük merdivenlerle döne döne tepelerine ulaşılan yedi katlı kuleler yaptılar. Ziggurat adı verilen bu kulelerin tepesinde, genellikle mavi sırlı çinilerle kaplanmış küçük bir tapmak bulunurdu. Kutsal Kitap’ta (Tevrat-İncil) sözü edilen Babil Kulesi’nin de bir ziggurat olduğu sanılmaktadır (bak. Ba bİL Kulesi).

    II. Sargon’un Ninova yakınlarında yaptırdığı görkemli sarayının bine yakın odası vardı. Sarayın hemen yanı başında dev bir ziggurat yükseliyordu. Sinahheriba, Ninova’da üç büyük saray yaptırmıştı.

    Asurlular ve Babilliler kamu yapılarını farklı biçimlerde beziyorlardı. Babilliler duvarları renk renk sırlı tuğlalarla kaplarken, Asurlular savaş, avcılık, din ya da saray yaşamı konulu sahneler oyulmuş kalın ve yassı kireçtaşı ya da kaymaktaşı (albatr) dilimlerinden oluşan duvarları yeğlerlerdi. Bu kabartma resimlerin çoğunda kral, sakalı ve kıvırcık saçıyla belirginleşirken, çevresindeki bütün öbür insanlar birbirine benzeyen önemsiz figürlerdir. Av sahneleri ise çok canlıdır.

    Asur tapınaklarının ve saraylarının kapılarında insan başlı aslan ya da boğa heykelleri vardı. Kentler, geniş caddeler öngören iyi düzenlenmiş planlara göre kurulup geliştirilirdi. Su gereksinimini karşılamak için büyük su kanalları yapılmıştı.

Din

Babilliler, eski halkların çoğu gibi birden fazla tanrıya taparlar, tanrıları üzerine kuşaklar boyu anlatılan düşsel öykülere inanırlardı. Bunların çoğunluğu Sümer kaynaklıydı. Evrenin ve insanların yaratılışını konu alan Sümer efsaneleri arasında Adem ile Havva öyküsüne benzer bir öykü de vardır. En uzun ve en tanınmış Sümer destanının kahramanı Gılgamış, ölümsüzlük otunu bulmak için yola çıkar ve bu arayış sırasında bin bir güçlükle karşılaşır. Serüven dolu yolculuğunun sonunda bulduğu otu, suların dibinden sinsice gelen bir yılan kayığından çalar. Bu öyküdeki ilginç yanlardan biri de Nuh Tufam’m anımsatan bir sel felaketinden söz etmesidir.

    Sümer tanrılarının en büyüğü, Uruk kentinin tanrısı Anu, Babilliler’in en büyük tanrısı ise Babil kentinin tanrısı Marduk idi. Babil efsanelerinde Marduk ejderha Tiamat ile dövüşüp onu yener. Yeri, göğü ve insanoğlunu yarattığına inanılan Marduk’un yeryüzündeki temsilcisi kraldı. Marduk dışında toprak, su, gökyüzü, Güneş ve Ay tanrıları gibi tanrılara da tapılırdı. Asurlular da büyük ölçüde Sümerler’in ve Babilliler’in dinleriyle tanrılarını paylaşıyorlardı. Ama, en büyük tanrıları, adını imparatorluğun başkentine verdikleri Asur’du. Hem Babilliler hem de Asurlular’ın baş tanrıçası ise Eski Yunanlılar’ın aşk tanrıçası Afrodit’e çok benzeyen İştar’dı.

Yazı ve Bilim

Sümer yazısı en eski yazıdır. Kil tabletleri, üstüne yazı yazdıktan sonra pişirirlerdi. Arkeolojik kazılar sırasında, bazıları 5.000 yıllık olan binlerce tablet bulunmuştur. İlk yazının işaretlerini resimler oluşturuyordu. Bu resimler yavaş yavaş, Babilliler’in ve Asurlular’ın kullandıkları çiviyazışma dönüştü. Bu yazı biçiminde, kavramları belirtmek için köşeli simgeler kullanılırdı. Bulunan tabletlerin üzerindeki yazılar din, matematik, yasalar, bilim ve başka konulara ilişkindir. Asurlular’ın, tarihlerindeki büyük olayları kayda geçiren ilk halk olduğunu söyleyebiliriz. Şiirler ve dini şarkılar da yazan Asurlular, yazdıkları tabletleri büyük kitaplıklarda sakladılar. Asurbanipal’in Ninova’da bulunan “tablet evi”nde, değişik konuları içeren 25 binden fazla çiviyazısı tableti vardı.

    Kaideliler, yıldızların ve gezegenlerin deviniminden geleceğin bilinebileceğine inanıyorlardı. Bu amaçla gökyüzünü incelerken astronominin temellerini attılar. Kaideli sözcüğü sonraları büyücü ve ermiş anlamlarında kullanıldı. Ekvatoru 360 dereceye bölmeyi ve yıldızların haritasını çıkarmayı da ilk kez Kaideliler başardı. Geliştirdikleri ağırlık ve ölçü sistemini daha sonra Yunanlılar ve Romalılar da kullandı (bak. AĞIRLIKLAR VE ÖLÇÜLER).

 

BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI Resimleri