Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Birinci Dünya Savaşı

  • Okunma : 1743

Birinci Dünya Savaşı, 1914-1918 arasında aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nun da yer aldığı İttifak Devletleri ile İtilâf Devletleri'ni karşı karşıya getiren savaş. Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan ile Sırbistan, Fransa, Rusya, Belçika, İngiltere, Japonya, İtalya, Romanya, Portekiz, ABD, Yunanistan, Çin ve birçok Güney Amerika devletinin karşı karşıya geldikleri Avusturya veliahtı Franz Ferdinand'ın 1914'te Saraybosna'da öldürülmesiyle patlak veren Birinci Dünya Savaşı'nda 8 milyonu aşkın asker ölmüştür. Nedenleri arasında ulusçu düşüncelerin gün geçtikçe gelişmesi (büyük Avrupa devletlerinde ırkçılık, çokuluslu Avrupa imparatorluklarına bağımlı halklar arasında da bağımsızlık istekleri biçiminde), büyük devletler arasında sömürgelerdeki ve ekonomideki rekabetin şiddetlenmesi, birbirine karşıt ittifak sistemlerinin kurulması, silahlanma yarışı sayılabilir. Bu nedenlerin tümü, savaş öncesi yıllarda uluslararası gerginliğin gün geçtikçe artmasına yol açmış, Franz Ferdinand'ın öldürülmesi, savaşın patlak vermesine yol açan bahane olmuştur.

1.DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE AVRUPA

İttifaklardaki gelişmeler: 1870-71 Fransız-Prusya savaşı sonucunda Almanya kıta Avrupası'nın en güçlü ticaret ve sanayi ülkesi haline gelmişti. Ama Fransa, Alsace-Lorraine'in bir bölümünü Almanya'ya bırakmak ve büyük bir savaş tazminatı ödemek zorunda kalmış olmasına karşın, kısa sürede yeniden güçlendi ve 1910 yıllarının başında, kıta Avrupası'nda Almanya'dan sonra ikinci büyük devlet olmayı başardı.

Çökmekte olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda XlX.yy'in sonlarında ve XX. yy'ın başlarında,imparatorluğa bağlı çok sayıda halk arasında iç huzursuzluklar gelişmişti. İmparatorluğun güney bölgelerindeki İslavların çoğunun komşu Sırbistan'la birleşmek istemeleri, imparatorluktaki Alman, Macar ve İslav kökenli halklar arasındaki sürtüşmeleri artırmıştı. Bununla birlikte Avusturya-Macaristan, Balkan Savaşları'nda iyice yıpranmış olan Osmanlı İmparatorluğu'ndan toprak alarak, Balkanlar'daki gücünü ve topraklarını artırmayı tasarlamaktaydı. Ne var ki, bu tasarısı Osmanlı topraklarının büyük bölümüne el koymayı amaç alan Rusya'nın emelleriyle çelişmekteydi.

Rusya, Avrupa'nın toprak bakımından en büyük devleti olmakla birlikte, bazı bakımlardan Avusturya-Macaristan'dan zayıftı. 1904-05 Rus-Japon savaşında yenilmiş olmasının yanı sıra, sanayisi geriydi ve devrimci karışıklıklarla sarsılmaktaydı.

Avrupa'nın batı ve doğu kesimlerinde ulusal çıkarlar arasındaki bu çatışmalar, birbirine rakip iki ittifak sisteminin kurulmasına yol açtı. Almanya başbakanı Otto von Bismarck, 1879'da Avusturya-Macaristan'la Rusya'ya karşı bir savunma anlaşması yaptı. Üç yıl sonra, Fransa'nın Akdeniz'de rakibi olan İtalya'nın da Almanya ve Avusturya-Macaristan'a katılmasıyla Üçlü İttifak oluşturuldu: Almanya ile Avusturya-Macaristan, bir Fransız saldırısı karşısında İtalya'yı desteklemeyi, İtalya da Avusturya-Macaristan ile Rusya arasında bir savaş olması durumunda tarafsız kalmayı kabul ediyordu.

Fransa ile Rusya'nın Almanya'ya karşı bir ittifak kurmaları olasılığından çekinen Bismarck, 1887'de Rusya'yla bir karşılıklı güvenlik antlaşması imzalayarak bunu önlemeye çalıştı. Ayrıca, Büyük Britanya'yla dostluk ilişkilerini sürdürmeye uğraştı. Ama 1890'da genç imparator Wilhelm II, Bismarck'ı başbakanlıktan aldı ve sona eren karşılıklı güvenlik antlaşmasını uzatmadı (1894'te Fransız-Rus ittifakının kurulmasıyla Bismarck'ın korktuğu şey gerçekleşti). Wilhelm II, bununla da kalmayarak, uyguladığı emperyalist siyasetlerle ve Alman filosunu büyütme çabalarını artırmasıyla (böylece İngiltere'nin Avrupa'nın en büyük deniz gücü olma durumunu tehdit etmeye başlamıştı) kısa sürede Büyük Britanya'da ciddi kuşkular uyandırdı. Bu durum 1904'te İngiliz-Fransız antlaşmasının imzalanmasına yol açtı. Wilhelm ll'nin ayrıca, Avusturya-Macaristan'ın Balkanlar'daki emellerini desteklemesi, Rusya'yı daha da huzursuz ederek, 1907'de Büyük Britanya'yla bir antlaşma imzalamasına yol açtı. Böylece, daha önce sömürgelerin bölüşülmesi konusunda birbirlerine rakip olan Büyük Britanya, Fransa ve Rusya, Üçlü İtilâfta bir araya geldiler.

Çok sayıda daha küçük ülkenin de bu ittifaklara dolaylı bir biçimde katılmasıyla Avrupa ikiye bölündü. Avusturya-Macaristan'ın Balkanlar'da yayılmasını önlemek amacıyla ve "küçük İslav kardeşi" olarak gördüğü Sırbistan'la yakın ilişkilerinden ötürü Rusya, Avusturya-Macaristan'la savaşa girmesi durumunda Sırbistan'a yardım etme konusunda güvence verdi. 1839'da yansızlığı Büyük Britanya, Fransa, Rusya, Prusya (Almanya) ve Avusturya tarafından güvence altına alınmış olan Belçika dışında, bütün Avrupa devletleri, rakip bloklarda toplanmışlardı.

Not: Alman imparatoru Wilhelm II, büyükannesi Kraliçe Victoria aracılığıyla Avrupa'daki aşağı yukarı bütün hükümdarlarla akrabaydı. Ama yayılmacı emelleriyle Birinci Dünya Savaşı'nın patlamasına yol açan uluslararası bunalımların çıkmasında başlıca rollerden birini oynadı.

Silahlı kuvvetler: Büyük Britanya dışında, bütün büyük Avrupa devletlerinin zorunlu askerlik hizmetine dayanan düzenli orduları vardı. Bunlar arasında Alman ordusu, büyük farkla en iyi hazırlanmış ve en iyi donatılmış orduydu; genelkurmay heyeti de son derece güçlüydü. Fransa-Prusya savaşından sonra öbür Avrupa devletleri de genelkurmaylarını geliştirmişler ve rakip devletlerin herhangi bir saldırı olasılığına karşı savaş ve seferberlik planları hazırlamışlardı. Ama genel güçlülük bakımından Alman ordusundan sonra hemen ikinci gelen Fransız ordusu genelkurmayının önemli bir eksiği vardı: Bütün savaş planları saldırıya göre hazırlanmış, savunma taktikleri ihmal edilmişti. Avusturya ordusu Alman ordusunun, Rus ordusu da Fransız ordusunun daha güçsüz birer kopyası gibiydiler. Büyük Britanya'nın gönüllülerden oluşan küçük kara ordusu da iyi eğitim görmüştü; ama Britanya stratejisinin temeli, dünyanın en büyük deniz gücü olan donanmaya dayanıyordu.

Alman deniz kuvvetlerinin de büyümesi, İngilizlerde kaygı uyandırdı. Güçlü bir düşman donanmasının İngiliz şileplerinin erzak taşımalarını engellemesi, ülkeyi açlığa mahkûm edebilirdi. Bu nedenle, Alman donanması büyüdükçe, Büyük Britanya filosu da büyütüldü. 1904'ten 1910'a kadar Denizcilik bakanlığı yapan Sir John Fisher, 10 büyük'top taşıyan drednot(dreadnought)tipi savaş gemilerini 1905'te filoya katıp, sekiz büyük topun gücü ile kruvazörün hızının bir araya getirildiği savaş kruvazörünü de geliştirtti. Dünyadaki öbür donanmalarda da ağırlık büyük toplarla donatılmış-büyük gemilere verilmişti. Ama önderlik Büyük Britanya donanmasındaydı.

Büyük Britanya donanması çoğunlukla Britanya adalarının çevresindeki sularda toplanmış, amiral Sir John Jellicoe'nun komutasındaki iki filoya (Büyük Filo, Küçük Filo) ayrılmıştı. En üst karar mekanizması sivil bir Denizcilik bakanının başkanlık ettiği Amirallik Kurulu'ydu. 1914'te Denizcilik bakanlığına Winston Churchill getirildi.

Almanya'da imparator aynı zamanda da silahlı kuvvetlerin başkomutanıydı. Donanma işlerine bakmakla görevlendirdiği amiral Alfred von Tirpitz, Alman donanmasının büyütülüp modernleştirilmesini yönetmekteydi. Alman donanmasındaki gemilerin çoğu açık deniz filosunda örgütlenmiş, bu filonun komutanlığına amiral Friedrich von İngenohl getirilmişti. Açık deniz filosunun ana üsleri Kuzey denizindeki Wilhelmshaven ile Baltık denizindeki Kiel'di. Wilhelmshaven ve Kuzey denizindeki öbür Alman limanları, iyice tahkim edilmiş bir ada olan Helgoland ve deniz mayınları tarafından korunuyordu. Ayrıca, Alman gemileri daha güvenlikli bir yere gitmek istediklerinde, Kiel kanalından Baltık denizine geçebilirlerdi.

Alman donanması sayısal bakımdan Büyük Britanya donanmasına erişememekle birlikte, gemileri daha modern, bazı açılardan da daha sağlam, daha güçlüydü ve manevra yetenekleri daha güçlüydü. Ama Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Britanya donanmasının dretnot ve savaş kruvazörü sayısı 28, Almanya'nınkiyse 18'di.

Ayrıca, 1914'te Almanya'nın Büyük Britanya'dan daha az denizaltısı vardı ve bunların en iyi nasıl kullanılacağı konusunda da açık bir görüş yoktu. Buna karşılık Almanya'nın bir dizi hava gemisi (ya da zeplin) adı verilen güdümlü balonu vardı. Adları, bulucuları Zeppelin kontu Ferdinand'dan kaynaklanan bu dev boyutlu, dayanıklı, havadan hafif gazlarla doldurulmuş balonlar, açıkdenizlerde devriye gezmek ve keşif amacıyla yapılmışlardı: Kuzey denizi üstünde, dönemin uçaklarının ya da uçaksavar toplarının erişemeyeceği yüksekliklere kadar çıkabildiklerinden, Alman donanmasına önemli bir üstünlük sağladıkları düşünülüyordu.

Fas ve Balkan bunalımları: 1904'te İngiliz-Fransız antlaşmasının imzalanması, Almanya'yı telaşlandırdı ve 1905'te Fas'ın bağımsızlığını destekleyerek, Fransa'yı diplomatik bakımdan yalnız bırakma girişiminde bulunmasına yol açtı. Ama, Almanların beklediklerinin tersine, Büyük Britanya Fransa'yı destekledi ve 1906'daki Algeciras (el-Cezire) Konferansı'nda Fransa'nın Fas'ın korumasına alma tasarısı onaylandı. Fas konusunda ikinci bir bunalım 1911'de, Panther adlı Alman gambotunun, Algeciras’anlaşmasına uyulmadığı gerekçesiyle Fas'ın Agadir limanına girmesiyle patlak verdi. Bu eyleme özellikle İngilizler, ciddi bir uyarıyla yanıt verdilerse de, Fransızlar ile Almanlar anlaşmazlığı görüşmeler yoluyla çözdüler (Almanya'ya küçük ödünler verilmiştir). Böylece her iki Fas bunalımı da, soruna yol açmadan çözümlenmişti; ama bu bunalımlar, Avrupa sorunlarında gerginliğin artmasının belirtileriydi ve kendileri de bu gerginliğin artmasına katkıda bulundular.

Avrupa'daki bir başka gerginlik noktası Balkanlar'dı. 1900 yıllarının başında Sırbistan'ın Avusturya-Macaristan'a ekonomik bağımlılığı azaltılmaya ve iki ülke arasındaki ilişkiler bozulmaya başlamıştı. Avusturya-Macaristan'ın Bosna-Hersek'i 1908'de ilhak etmesi, Bosna-Hersek'i Balkanlarda kurulacak birleşik İslav devletinin temel öğelerinden sayan Sırbistan ve Karadağ'ın tepkisine yol açtı. Rusya Sırbistan'ı desteklerken, Almanya da Avusturya-Macaristan'ı desteklediğini açıkladı; ama silahlı çatışma olmadı. Bununla birlikte, olay, Sırbistan ile Avusturya-Macaristan arasındaki tatsızlığın artmasına yol açtı.

1912'de Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ, eskiden bağlı oldukları Osmanlı İmparatorluğu'na karşı korunmak bahanesiyle bir birlik oluşturdular; ardından patlak veren .Birinci Balkan Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu, 30 Mayıs 1913 'te imzalanan Londra Konferansı sonunda Balkanlar'da büyük toprak kayıplarına uğradı. Bir ay sonra, Bulgaristan'ın bir anlaşma imzalayan Sırbistan ve Yunanistan'a savaş açması ve Osmanlı devleti ile Romanya'nın da Sırbistan ve Yunanistan'ın yanında yer almalarıyla başlayan İkinci Balkan Savaşı'nda Bulgaristan kısa sürede yenildi ve dört komşusu tarafından istila edildi. 10 Ağustos 1913'te imzalanan Bükreş Antlaşması'yla Sırbistan ve Yunanistan Makedonya üstünde hak iddia ettikleri kesimleri elde ettiler. Romanya da Bulgaristan'dan toprak aldı, 29 Eylül 1913'te imzalanan İstanbul Antlaşması'yla da Türkiye Edirne ve Kırkkilise'yi Bulgaristan'dan geri aldı.

1.DÜNYA SAVAŞININ PATLAMASI

Saraybosna suikastı: 28 Haziran 1914'te Avusturya-Macaristan veliahtı arşidük Franz Ferdinand ve eşinin, Bosna'nın Saraybosna kentinde, bir Sırp tedhişçisi tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan kıvılcım oldu. Balkanlar'a yayılmak isteyen ve Almanya'nın desteğine güvenen Avusturya-Macaristan, Sırp hükümetini bu suikastı düzenlemekle suçlayıp, 23 Temmuz 1914'te bir ültimatom vererek, Sırbistan üstünde fiili bir koruma rejimi kurmak istedi. Sırbistan isteklerin aşağı yukarı tümünü kabul ettiyse de, verdiği yanıt Avusturya-Macaristan'ı tatmin etmedi. Üstünde anlaşılmayan koşulların uluslararası hakemliğe götürülmesi önerisini de reddeden Avusturya-Macaristan, 28 Temmuz 1914'te Sırbistan'a savaş açtı ve ertesi gün Avusturya topları, Sırbistan'ın başkenti Belgrad'ı dövmeye başladı.

Rusya'nın hemen Avusturya'ya karşı seferberlik ilan etmesi üstüne, 1 Ağustos'ta da Almanya Rusya'ya savaş açtı. Rusya'nın müttefiği Fransa, Almanya'nın Fransa'ya savaş ilan edeceğini (3 Ağustos) duyduğunu belirterek, seferberlik başlattı. Üçlü İtilâf, Büyük Britanya'yı savaşa girmeye zorlamıyordu (İtilâf Devletleri, savaşın patlamasına kadar askerî ittifaklar kurmamışlardı); ama Almanların Belçika üstünden Fransa'ya yürümeye başlamaları üstüne, Britanya hükümeti, Belçika'nın yansızlığını koruma konusunda verdiği sözü tutmak zorunda olduğuna karar vererek, 4 Ağustos'ta Almanya'ya savaş açtı. İki gün sonra da Avusturya-Macaristan Rusya'ya savaş ilan etti. İtalya, savaşı Avusturya başlattığı için Üçlü İttifak yükümlülüklerinin bağlayıcı olmadığını öne sürerek, bir süre yansız kaldı.

Tarafların stratejileri: Almanların savaş planı 1891-1905 arasında Genelkurmay başkanlığı yapan mareşal Alfred von Schlieffen tarafından hazırlanmıştı. Fransa ve Rusya'ya karşı iki cephede savaş tasarlayan Schlieffen, daha yavaş seferber olan Rusları küçük bir kuvvetle denetim altında tutarken, Alman kuvvetlerinin büyük bölümüyle daha tehlikeli bir düşman olan Fransa'ya saldırıp, altetmeyi planlamıştı.

Fransa'nın Alsace-Lorraine'i yeniden ele geçirmek isteyeceğini öngören Schlieffen, ana saldırıya Alsace-Lorraine'den girişiyormuş gibi yaparak Fransızları aldatıp, gerçekte Alman ordusunun % 90'ını Belçika ve Hollanda üstünden Fransa'ya sokmayı, Fransız kuvvetlerini kuşatarak arkadan, zayıf olan sol kanatlarının gerisinden saldırmayı, daha sonra da İsviçre'ye ya da Alsace-Lorraine'deki tahkim edilmiş Alman mevzilerine doğru sürmeyi tasarlamıştı. Bundan sonra da Alman ordularının büyük bölümü demiryoluyla Doğu cephesine taşınarak, Ruslar da yenilgiye uğratılacaktı.

Bu tasarı, tasarlandığı gibi uygulansa savaş birkaç hafta içinde bitebilirdi. Ama Schlieffen'in yerine geçen general Helmuth von Moltke, 1914'te farklı koşullarla karşı karşıya kaldı ve Hollanda'nın yansızlığını çiğnemek istemeyerek, en kuzeydeki Alman birliklerini Belçika'dan geçirmeye karar verdi; ayrıca Alsace-Lorraine ile Almanya'nın doğu sınırını savunan kuvvetleri artırdı ve Fransa'yı "arkadan vurmaya", Schlieffen'in tasarladığı gibi Alman hareketli kuvvetlerinin % 90'ını değil, yalnızca % 60'ını gönderdi.

Fransızların XVII numaralı tasarısındaysa, Schlieffen'in öngörmüş olduğu gibi, hemen Alsace-Lorraine'e saldırılması tasarlanmıştı. Fransızların başkomutanı general Joseph J. C. Joffre, ordusunun sol kanadının güçlendirilmesi için İngiliz desteğine güveniyordu. Ayrıca,

Rus ordusunun Doğu cephesinde Almanya ve Avusturya'ya karşı başarılı saldırılar yürütebileceğini ¡düşünüyordu: Rusya'da seferberliğin tamamlanmasının Baydan önce sona eremeyeceği gerçeğini, gözden kaçırmaktaydı.

Avusturya'nın başlangıçtaki savaş planlarında, Avusturya ordularının, Sırbistan'da ve Rus İmparatorluğumun zayıf durumdaki batı ucunu oluşturan Rus Polonyası'nda hızla ilerlemeleri öngörülmüştü.

1914'TEKİ HAREKÂT

Batı cephesi: 4 Ağustos'ta yaklaşık 30 000 kişiden oluşan özel eğitilmiş bir Alman kuvveti, Belçika sınırını geçerek Avrupa'nın en sağlam kalelerinden biri olan Liège'e saldırdı. Tuğgeneral Erich Ludendorff'un yönettiği bir gece baskınında, kalenin bazı bölümleri hemen ele geçirildi. Geri kalan kesimiyse dev havan topları tarafından yoğun ateşe tutuldu ve 16 Ağustos'ta teslim olmak zorunda kaldı. General Alexander von Kluck'un komutasındaki Alman 1. ordusu ile general Kari von Bü-low'un komutasındaki Alman 2. ordusu, Liège koridorundan ve Meuse ırmağını aşarak hızla ilerlediler. Tam savaş durumuna geçememiş olan Belçika birlikleri kısa sürede geri itildi ve 20 Ağustos'ta Brüksel işgal edildi. Kral Albert l'in komuta ettiği Belçika ordusunun geri kalan kesimi, Anvers'e çekildi.

Daha doğuda, Alman orduları ile Ingiliz ve Fransız orduları birbirinden ayrı dört yerde eşzamanlı olarak çarpıştılar (bu çarpışmalara "Sınır Muharebeleri" adı verilir). 8 Ağustos'ta, general Paul Pau'nun komutasındaki Fransız birlikleri, sınırı geçerek Alsace'taki Mulhouse'a ilerlediler. Altı gün sonra, bütün cepheyi kapsayan ve Lorraine Muharebesi diye adlandırılan Fransız taarruzu, Metz'in güneydoğusundan başladı. Önceden planlanmış bir biçimde geri çekilen Almanlar, daha sonra karşısaldırıya geçerek, Fransızları Nancy yüksekliklerindeki mevzilere kadar geri püskürttüler; Fransızlar Almanların ilerleyişini ancak bu hatlarda durdurabildiler. Daha batıdaysa, ilerleyen Fransız birlikleri 20 Ağustos'ta Ardennes muharebesinde kendilerinden sayıca üstün bir Alman gücüyle çarpıştılar. 4 gün süren çetin çarpışmalardan sonra bozguna uğrayıp, yeniden toparlanmak için Meuse'ün batısına çekildiler.

Alman ordularının Belçika'dan geçerek batı ve güneybatı yönünde Fransa'ya doğru ilerlemesi karşısında Joffre, general Charles Lanrezac'ın komutasındaki birliklere Sambre ile Meuse'ün kesiştiği yeri tutma buyruğunu verdi. 22-23 Ağustos'taki Sambre muharebesinde iki Alman ordusu Lanrezac'ın birliklerine Namur'ün güneybatısında, Sambre ırmağı kıyısında saldırarak, geri çekilmek zorunda bıraktılar. Namur'ü savunan Belçikalılarsa, kısa bir kuşatmadan sonra Bülow'ün birliklerine 23 Ağustos'ta teslim oldular.

Yeni karaya çıkmış olan feldmareşal Sir John French'in komutasındaki İngiliz birlikleri, Lanrezac'ın ilerlemesini desteklemek amacıyla 21 Ağustos'ta Belçika'ya gönderildiler. 23 Ağustos'ta Mons yakınında Kluck'un komuta ettiği Alman birinci ordusu İngilizlere bütün gücüyle saldırdı. Namur'ün düştüğünü öğrenen Lanrezac'ın genel geri çekilme buyruğu vererek, sayıca yetersiz İngilizleri sol kanatta korunmasız bırakması üstüne, onlar da aynı gece geri çekilmek zorunda kaldılarç

Fransız taarruzu tam anlamıyla başarısızlığa uğramış tı. Ama, ordularıyla haberleşmesi zayıf olan Moltke, Almanların kazandığı bu ilk zaferleri gözünde fazla büyüttü. Fransız ordularının çökmenin eşiğinde olduğunu sanarak, Kluck'un ordusundan iki kolorduyu Rusların Doğu Prusya'yı tehdit etmekte olduğu Doğu cephesine gönderdi. Böylece, Alman ordularından hem Belçika ordusunu Anvers'te tutmaları, hem Maubeuge'deki Fransız kalesini kuşatmaları istenirken, sağ kanatta Alman ordularının gücü 16 kolordudan 11 kolorduya indiriliyordu. Yani, sağ kanadın asıl darbeyi indirmesine göre hazırlanmış, daha savaşın başında gerektiği gibi uygulanmamış olan Schlieffen planı daha da zayıflatılıyordu.

Bu arada, komutanlarıyla sıkı bağlantıları olan Joffre, Almanların savaş planını anlayıp, bir karşı saldırı planladı. 1. ve 2. ordularına her ne pahasına olursa olsun Vefdun ve Nancy hatlarını tutma buyruğu verip, general Michel J. Maunoury'nin komutasında 6. orduyu oluşturdu. Önce Amiens çevresinde, daha sonra da Paris'in çevresinde toplanan bu ordu doğuya saldırmaya hazırlandı.

27 Ağustos'ta, Fransa'daki İngiliz kuvvetleri, Le Kluck'un ordusunun iki kanattan şiddetli saldırısına uğradı ve sağ kalabilenler, havanın kararmasından yararlanarak kurtuldular. İngilizlerin üstündeki baskıyı kaldırmak amacıyla Joffre, Alman 2. ordusu tarafından sıkıştırılmış olan Fransız 5. ordusuna, 90 derece batıya dönerek Guise'de Alman 1. ordusunun sol kanadına saldırma buyruğu verdi. 29 Ağustos'ta yapılan ilk saldırı bir sonuç getirmedivse de, Lanrezac'ın 1. kolordusuna komuta eden general Louis Franchet d'Esperey, Almanların ilerlemesini durdurmayı başardı. Böylece Fransızlar 26 Ağustos'ta Almanlar kuzeyden, doğudan ve batıdan karşısaldırıya geçtiler. 29 Ağustos'taki gece saldırısıyla general von François, I. kolordusunu Rus hattının arkasına geçirmeyi başardı ve çember Kapandı: Samsonov 29 Ağustos gecesi kayboldu (intihar ettiği sanılmaktadır).] Alman çemberinden Rus 2.ordusunun yalnızca üçte bir kurtulabildi. 125 000 Rus öldürüldü, yaralandı ya da tutsak alındı. Almanların kayıplarıysa 10-14 000 kişi arasındaydı.

Kuzeydoğuya dönen Alman 8. ordusu hiç beklenmedik bir biçimde Rus 1. ordusuna yönelerek Birinci Mazurya gölleri muharebesinde (9-14 Eylül) yeni bir başarı kazandı. Doğu cephesindeki kolordu, Rusları aşağı yukarı bütünüyle çembere aldı. Rennenkampf iki tümenle giriştiği güçlü bir karşı saldırı sayesinde kendini kurtarabildi.

Almanların bu ikili zaferi, stratejik öneminin ötesinde, önemli bir psikolojik darbeydi. Rus birlikleri Doğu Prusya'dan çıkarılmış, Rus ordusu önemli bir yara almış ve İtilâf Devletleri'nin Rusya'ya güveni sarsılmıştı. Buna karşılık von (Françoise tarafındaki) ilk çetin çarpışmalar, Almanya'nın Batı devletleri üstündeki baskısının azalmasına yol açtı; üstelik Tannenberg ve Mazurya gölleri çarpışmalarından coşkuya kapılan Almanlar, 10 Eylül'de sona eren Marne muharebesinin gerçek anlamını gözden kaçırdılar.

Avusturya'nın Sırbistan'ı işgal etmesi: 12 Ağustos'ta, general Oskar Potiorek'in komutasında 200 000 kişilik bir Avusturya kuvveti Sava ve Drina nehirlerini aşarak Sırbistan'a girdi. Ama 16 Ağustos'ta, yetenekli mareşal Radomir Putnik'in komuta ettiği, sayıca daha kalabalık, donatım bakımından yetersiz, buna karşılık Balkan savaşlarında savaş deneyimi kazanmış Sırp ordusu tarafından geri püskürtüldü. 15-20 Ağustos'ta Cer dağındaki, 21-24 Ağustos'ta da Şabac'taki çarpışmaları kazanan Putnik, 8 Eylül'deki Drina muharebesinde Avusturya'nın köprübaşlarına saldırdı. 10 gün süren, kazananın belirsiz olduğu çetin çarpışmalardan sonra, cephane yetersizliğinden ötürü Belgrad'ın güneybatısındaki daha iyi savunulabilir mevzilere çekilmek zorunda kaldı.

AvusturyalIların üçüncü taarruzu 5 Kasım'da başladı. Destek kuvvetler alan Avusturya ordusu, 2 Aralık'ta Belgrad'ı almayı başardı; ama cephane açığını Fransa'dan kapatan Putnik'in birlikleri, ertesi gün karşısaldırıya geçerek, AvusturyalIları Sırbistan topraklarından çıkardılar ve 15 Aralık'ta Belgrad'ı geri aldılar. Bu son derece kanlı çarpışmalarda Avusturya savaşa giren 450 000 askerinin yaklaşık 227 000'ini, Sırplar da 400 000 askerlerinin 170 000'ini yitirdiler.

Polonya'daki harekât: Doğu Prusya'daki yenilginin ezikliğini duyan Rus ordusu, güneyde daha başarılı oldu. 23 Ağustos-11 Eylül arasındaki Galiçya muharebelerinde, general Nikolay İvanov'un komutasındaki Rus kuvvetleri Avusturya saldırısını geri püskürttüler; kilit önemde bir kale olan Przemysl dışında, Galiçya'nın Avusturya'ya bağlı kesimini bütünüyle ele geçirdiler.

Bunun üstüne Hindenburg, Galiçya'da yenilen. AvusturyalIlara yardım etmek ve Rusların Silezya'yı işgal etmelerini önlemek için harekete geçti. 8. orduya bağlı dört Alman kolordusu olağanüstü bir hızla demiryolu ve karayoluyla Krakow yakınına aktarılarak, 9. orduyu oluşturdular (bu ordu doğrudan Hindenburg'un komutasındaydı). 28lEylül'de AvusturyalIların ve Almanların genel ilerlemesi başladı.

Bu arada, Almanların bekledikleri gibi, Rusların başkomutanı grandük Nikolay, Polonya'da Almanya'nın yeraltı gelir kaynaklarının merkezi olan Silezya'ya genel bir taarruza hazırlanıyordu. Ama Ruslar daha harekete geçmeden, Alman 9. ordusu 30 Eylül'de sol kanatlarına saldırdı. Ekimde Almanlar, Varşova'nın güneyinde Vistül ırmağına ulaştılar; ama sayıları Rusların üçte birinden az olduğundan, taaruzlarını 12 Ekim günü durdurdular.

Hindenburg bundan beş gün sonra, büyük bir beceriyle, arkasında yakılıp yıkılmış topraklar bırakarak geri çekildi. Ekim ayının sonunda, Avusturya ve Alman orduları başlangıçtaki çizgilerine geri dönmüşler, ama Rusların saldırısını ciddi biçimde geciktirmişlerdi.

1 Kasım'da Hindenburg doğudaki Avusturya-Alman cephesinin başkomutanlığına atanmış (Ludenforff da genelkurmay başkanlığına getirilmişti)|ve Ruslar yeniden ilerlemeye başlarlarsa yardım beklememesi gerektiği konusunda uyarılmıştı. Artık general August von Mackensen'in komutasına girmiş olan Alman 9. ordusu da hafifçe kuzeybatıya, Poznan-Thorn bölgesine kaydırılmış, böylece Varşova'nın güneybatısında toplanmış Rus kuvvetlerinin karşısında gene, yakılıp yıkılmış topraklardan oluşan geniş bir açıklık bırakılmıştı.

Alman 9. ordusu, grandükün planladığı taarruzun kuzey kanadını koruyacak olan 1. ve 2. Rus ordularının arasına saldırarak Lodz muharebesini (11-25 Kasım) başlattı. Hâlâ Rennenkampf'ın yönetiminde olan Rus 1. ordusu bozguna uğratıldı ve yeni oluşturulan 2. ordu Lodz yakınında Almanlar tarafından kıskaca alındı. Almanların saldırısının kilit öğesi, Reinhard von Scheffer-Boyadel'in komuta ettiği XXV. yedek kolorduydu. Bu kolordu Rus ordularının arasındaki açıktan girerek güneye yöneldi. Bunun üstüne Rus 5. ordusu güneyden, kendiliğinden oluşan bir grup da kuzeyden, Scheffer'in ilerlemesini durduruncaya kadar batıya kıvrıldı. Ne var ki, çevresi bütünüyle kuşatılan Scheffer şaşırtıcı bir komutanlık örneği vererek, yalnızca çemberi yarmakla kalmayıp, 16 000 tutsak, 65 el konmuş top ve kendi yaralılarını da getirdi.

Lodz muharebesinde taktik bakımdan zaferi Rusların kazandığı söylenebilirdi; çünkü Almanların ilerlemesini durdurmuşlardı. Buna karşılık bu muharebe, stratejik açıdan Almanlar için bir başarıydı; çünkü Lodz boşaltılmış ve taarruzları boşa çıkan Ruslar geri çekilmeye başlayarak, Almanlar için bir tehlike olmaktan çıkmışlardı. Almanların kayıpları 35 000 ölü ve yaralı kadardı. Rusların kayıpları hâlâ bilinmemekte, 90 000 kişi kadar olduğu sanılmaktadır. Özet olark 1914 yılı, Doğu cephesinde de kimin ağır bastığı belli olmayan bir durumda sona ermişti.

Osmanlı imparatorluğu'nun savaşa girmesi: Balkan Savaşı yenilgisinden sonra yıpranmış kara ve deniz kuvvetlerini yenileme çabalarına girişen Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa ve Rusya'yla giriştiği birçok alandaki anlaşma çabalarını bir sonuca bağlayamamış ve Almanya'yla 2 Ağustos 1914'te gizli bir ittifak anlaşması imzalamıştı. Bununla birlikte, Avrupa'da sayaş patlak verince doğrudan savaşa girmeyip, yansızlığını korumak için genel seferberlik ilan ettiğini açıkladı.

Ama savaşa Almanya safında hemen katılmak isteyen Talat ve Enver paşalar bu doğrultudaki çalışmalarını sürdürürlerken, iki Alman savaş gemisinin (Goeben ve Breslau) İngiliz donanmasından kaçarak Osmanlı sularına girmesi üstüne, Osmanlı devleti bu gemileri satın aldığını ilan ederek Yavuz ve Midilli adlarını verdi. Alman subaylar komutasındaki bu denizaltıların Karadeniz'e çıkarak Odesa'yı topa tutmaları ve bazı Rus gemilerini batırmaları üstüne, 2 Kasım 1914'te Rusya, 5 Kasım'da da İtilaf Devletleri topluca, Osmanlı devletine savaş açtılar. Büyük Britanya, 5 Kasım'da, yönetimine bırakılmış olan Kıbrıs'ı ilhak ettiğini, 17 Aralık'ta da, kâğıt üstünde Osmanlı İmparatorluğu'nun olan Mısır'ı korumasına aldığını açıkladı.

Deniz savaşları: Almanlar, mayınlardan ve denizaltı saldırılarından oluşan bir tür deniz gerillası savaşı yürüterek İngiliz filosunun sayıca üstünlüğünü dengelemeyi ve denizlerin denetimi için yapılan savaşta eşitlik sağlamayı denediler.

Savaşın başında, Scapa Flow ve Rosyth'deki üslerde toplanmış olan Britanya'nın Büyük filosu, Kuzey denizindeki iyice tahkim edilmiş Helgoland-Jade kıyı çizgisinin gerisindeki Alman açık deniz filosunu denetim altında tuttu. Yansız Danimarka, Skagerrak boğazını mayınlayarak, Baltık'ın girişini her iki tarafa da kapattı. 28 Ağustos'ta İngilizlerin Helgoland koyuna yaptıkları bir saldırı, savaşın ilk deniz çarpışmasına yol açtı ve bu çarpışmada dört Alman gemisi batırıldı. Ağustos ayının sonunda kaptan Karl von Müller'in komutasındaki Alman hafif kruvazörü Emden, Çin denizinden Hint okyanusuna geçip, toplam değerleri 10 milyon doları aşan çok sayıda İngiliz şilebi ve yükünü batırdı; 22 Eylül de Hindistan'daki Madras kentini topa tuttu. Bu başarılı sefer, 9 Kasım'da Emden’in Avustralya kruvazörü Sydney'le Cocos adaları açığında giriştiği çatışmada batırılmasıyla sona erdi.

Denizaltı savaşları 22 Eylül'de, Alman denizaltısı U-9'un Hollanda kıyılarının açığında üç İngiliz kruvazörünü birbiri ardına batırmasıyla başladı. 18 Ekim'de Scapa Flow üssüne yapılan bir Alman denizaltı saldınsı başarıya ulaşamamakla birlikte, İngiliz Büyük donanmasının geçici olarak İskoçya kıyılarındaki Rosyth'e taşınmasına yol açtı; bu arada Scapa üssüne de denizaltılara karşı ağlar yerleştirildi. 15 Ekim'de Hawk kruvazörü bir Alman denizaltısı tarafında torpillenerek batırıldı. Audacious adlı savaş gemisi de, bir denizaltının İrlanda kıyıları açıklarına bırakmış olduğu bir Alman mayınına çarparak 27 Ekim'de battı. 25 Aralık'ta, Jean Bart adlı Fransız savaş gemisi, Otranto boğazında bir Avusturya denizaltısı tarafından torpillendi.

Bununla birlikte, İngiliz tümamirali Sir Christopher Cradock, iki eski ağır kruvazör, bir hafif kruvazör ve şileplikten dönüştürülmüş bir yardımcı kruvazörle amiral Graf von Spee'nin iki ağır ve üç hafif kruvazörden oluşan Çin denizi filosunu, Şili kıyılarına kadar izledi. İki filo 1 Kasım'da, Coronel deniz savaşında karşı karşıya geldi.

Kâğıt üstünde iki filonun ateş etme gücü aşağı yukarı aynıydı ama Cradock'un büyük kalibreli topları, Almanlarınkine oranla daha az sayıdaydı. Spee, şaşırtıcı bir manevrayla iki İngiliz ağır kruvazörünü batırdı, kendisiyse hiç kayıp vermedi. Coronel'deki bozgundan şoka uğrayan İngiliz amiralliği, Spee'yi jaramaları 'için tümamiral Sir Frederick Sturdee'nin komutasındaki İnvincible ve inflexible adlı savaş kruvazörlerini gönderdi; bu arada Spee, filosunu Atlas okyanusunun güneyindeki Horn burnu yakınına çekmişti. Spee, Falkland adalarındaki İngiliz telsiz ve yakıt alma istasyonu Port Stanley'e saldırmayı planlamıştı ama, Port Stanley'de, Falkland adaları yakınında, yakıt almakta olan Sturdee'nin filosunu buldu. Neye uğradıklarını şaşıran Alman gemileri kaçtılarsa da, İngilizler tarafından izlenerek batırıldılar (batan gemilerle birlikte, aralarında Spee'nin de bulunduğu 1 800 kadar Alman denizcisi öldü). Çatışmadan kurtulmayı başaran Dresden adlı Alman hafif kruvazörü de, 14 Mart 1915'te Juan Fernandes adalarının açığında batırıldı.

1914    sonunda, Jade'deki açık deniz filosunun ve Kiel'deki Baltık üssünün dışında, denizlerde Alman savaş gemisi kalmamıştı. İtilâf Devletleri'nin deniz ulaşımı kesintisiz biçiminde sürmekteydi. Bir deniz ablukası tehlikesini sezen Almanlar, ağırlığı açık denizde ellerinde kalan tek önemli silah olan denizaltıları çoğaltmaya yöneldiler.

Öbür harekâtlar: Dördü İngiltere'den, ikisi de Avustralya ve Yeni Zelanda'dan gelen altı İngiliz denizaşırı birliği, ağustos ayında Alman sömürgelerine doğru harekete geçti. Togoland, Güneybatı Afrika, Samoa adaları ve Büyük Okyanus'taki bazı Alman adaları,1914'ün sonu ile 1915'in başında alındılar. Kamerun da 1916'da düştü.

İtilâf Devletleri'nin safında savaşa katılan Japonya, Çin kıyılarındaki tek Alman üssü Tsingato'yu 23 Ağustos'ta kuşattı ve 7 Kasım'da aldı. Japonya ayrıca, Almanların egemenliğindeki Marshall adaları, Mariana adaları, Palau ve Caroline adalarını da işgal etti.

1915'TE Kİ HAREKÂT

Genel strateji:Türkiye'nin İttifak Devletleri'nin yanında yer alması Çanakkale boğazını İtilâf Devletleri'ne kapamış, böylece özellikle Rusya ile Büyük Britanya ve Fransa arasındaki deniz ilişkisi kopmuştu. 1914'te yediği darbelerie sarsılmış olan Rusya'nın, Fransızlarla ve İngilizlerle bağlantısının aşağı yukarı bütünüyle kesilmesi anlamına gelen bu durum, kendisi için yaşamsal önem taşıyan bu ülkelerden gelecek savaş yardımlarını alamaması demekti. Fransa ve İngiltere'yse Ukrayna'daki tahıl alanlarıyla bağlantılarını yitirmişlerdi. Bu durum İngiltere'de stratejik bir tartışmaya yol açtı; Denizcilik bakam Winston Churchill, Rusya'ya ikmal yapma açısından yaşamsal önem taşıyan Akdeniz-Karadeniz yolunun yeniden açılması için Çanakkale boğazına hemen saldırılmasını istiyordu. İngiliz Savunma bakanı Herbert Horatio Lord Kitchener'se, önce tıkanmış olan Batı cephesinde bir sonuç alınmasında diretiyor, Fransız yönetiminin de desteğiyle, Doğu'da yeni bir harekât başlatılması için Batı'daki kuvvetlerin, azaltılmasına karşı çıkıyordu. Bununla birlikte, ocak ayı başında Britanya Savaş Konseyi, Çanakkale'ye sefer düzenlemesini onayladı.

İttifak Devletleri tarafında da strateji konusunda görüş ayrılıkları vardı. Hindenburg-Ludendorff İkilisi, Ruslara karşı bütün gücün kullanılmasını istiyordu. Savaşın ancak Batı'da kazanılabileceğine inanan Falkenhayn'sa, bir yıpratma savaşından yanaydı. Topraklarının uçsuz bucaksızlığı ve insan kaynaklarının büyüklüğü nedeniyle Doğu'da taktik zaferler kazanmanın anlamsız olduğunu savunuyordu. Ama Galiçya'da Avusturya-Macaristan kuvvetlerinin uğradıkları başarısızlıklar, imparatoru ve Falkenhayn'ı da, AvusturyalIlara yardım için Alman birlikleri yollamaya ikna etti. Dolayısıyla Almanlar Batı'da savunma konumuna geçip, Rusya'da bir sonuç almaya çalıştılar.

Batı cephesi: Yılın başında İtilâf Devletleri kuvvetleri, Artois ve Champagne'da, sonuçsuz taarruzlarını sürdürdüler. İngilizler, anlamlı sayılabilecek bir ilerlemeden sonra 10 Mart'ta Neuve Chapelle'de yenildiler. Bu dönemde Fransızların kayıpları 400 000'e yaklaşmıştı. İngilizler ve Almanlar da ağır kayıplar vermişlerdi.

19-20 Ocak gecesi Alman deniz kuvvetlerinin koruduğu güdümlü balonlarla Britanya'ya yapılan bombardımanlar, düşünüldüğünden az kayba yol açtı; panikten çok öfke uyandırdı. O yıl içinde bu tür toplam 18 saldırı daha yapıldı. Bu saldırıların 13 Ekim'deki en büyüğünde, Londra'da 59 kişi öldü.

İtilâf Devletleri'nin İeper'e yeni bir eşgüdümlü saldırı hazırlıklarını, 22 Nisan'da beklenmedik bir Alman saldırısı bozdu. Almanlar bu saldırıdan önce 5 000 fıçı kadar klor gazı atıp, ortalığı göz gözü görmez duruma getirdiler. Böylece Batı cephesinde ilk kez zehirli gaz kullanılmış oldu. İki Alman kolordusu, şaşkına düşen iki Fransız tümeninin içinden geçerek, İngiliz hattının içlerine kadar girdiler ve geniş bir gedik açtılar, Ama birliklerinin çoğunu Doğu cephesine yollamış olan Almanların yedek güçleri bulunmadığından, çetin çarpışmalardan sonra İngiliz 2. ordusu, yerel karşısaldırılarla Almanların ilerlemesini durdurdu.

Mayıs ve haziranda İtilâf Devletleri birlikleri kuzeyde saldırıya geçtilerse de, İkinci Artois muharebesinde geri püskürtüldüler. Yılın ilk yarısındaki pahalıya mal olan ve başarısız saldırılardan bitkin düştüklerinden, yazın geri kalan bölümünü dinlenerek, yeniden örgütlenerek ve güçlerini artırarak geçirdiler, Almanlar da onları örnek aldılar. Her iki tarafta cephane rezervlerinin sonuna yaklaşmıştı ve artık, tüketimlerini karşılamak için cephane üretilerek cepheye gönderilmeyi beklemek zorundaydılar.

Eylül ve Ekim de İtilâf Devletleri, gene başarısız saldırı girişimlerinde (İkinci Champagne ve Üçüncü Artois muharebeleri) bulundular. Elde edilen küçük kazanımların, uğranılan kayıpların yanında hiçbir önemi yoktu: Fransızlar 200 000, İngilizler 100 000'e yakın, Almanlar da 140 000 kayıp daha verdiler. Üçüncü Artois muharebesinde, Loos'da yenildiği için eleştirilen French'in yerine, İngiliz birliklerinin komutanlığına Sir Douglas Haig getirildi.

Bu arada öldürücü ateş gücünün artması, makineli tüfek ve sahra topu, savaş taktiklerinde bir devrim yaptı. Artık avantaj savunmadaydı. Batı cephesindeki kalıcı çarpışma hattı da, klasik taarruz manevralarını yapılmasını engelliyordu. Bu değişikliğin farkına İtilâf Devletleri'nden çok önce varan Almanlar, esnek bir savunma oluşturdular. Bu savunma sistemi siperlerden ve dikenli tellerden oluşturulmuş, ağır makinelilerle donatılmış ve topçu tarafından desteklenen birbirinden bağımsız iki ya da daha çok hattan oluşuyordu. İlk hattı geçen saldırı kuvvetleri, daha sonraki hatlardan açılan makineli tüfek ateşiyle ve kendi toplarının menzilinin dışında kalan topların ateşiyle aşağı yukarı bütünüyle yok ediliyordu.

1915 yılı Batı cephesinde, Kuzey denizinden İsviçre Alpleri'ne kadar uzanan çarpışma çizgisinde önemli bir değişiklik olmadan sona erdi. Ama bu arada, Almanlar 612 000, Fransızlar 1 292 000, İngilizler 279 000 kayıp verdi.

İtalya cephesi: İtilâf Devletleri'nin geniş toprak kazanımları vaad eden diplomasisine dayanamayan İtalya,
23 Mayıs'ta Avusturya-Macaristan'a savaş açtı. General Luigi Cadorna komutasındaki İtalyan ordusu 875 000 kişiden oluşuyordu; buna karşılık topçu, ulaşım ve cephane rezervleri bakımından güçlüydü. İtalyanların tasarısı, Avusturya topraklarına uzanan İsonzo çıkıntısının doğusuna taarruz ederken, saldırgan bir savunma harekâtıyla Trentino çıkıntısını İtalya'ya katmaya dayanıyordu. Açıklanan ilk hedef Görice'ydi (Gorizia); ama İtalyan subaylarının gönlünde, Trieste üstünden Viyana'ya kadar ilerlemek yatıyordu.

Avusturya, İtalya'yla dağlık sınırını iyice tahkim etmişti. İtalyan cephesindeki kuvvetlerin başkomutanı, Avusturya arşidükü Eugene'di. Kritik İsonzo bölgesiniyse, yaklaşık 100 000 kişiyle general Svetozar Borojeviç von Bojna tutuyordu.

23 Haziran'da, her biri yaklaşık 100 000 kişiden oluşan iki İtalyan ordusu, Birinci İsonzo muharebesinde Görice'ye doğru saldırıya geçtiler; ama Avusturya savunmasını aşmayı başaramadılar. Cadorna, daha çok topu biraraya getirerek 18 Temmuz'da bir deneme daha yaptıysa da topçunun cephanesinin bitmesi üstüne, 3 Ağustos'ta geri çekildi.

Yeniden toparlanan, takviye alan ve 1 200 topla desteklenen İtalyanlar, 18 Ekim'de bir kez daha Görice'ye saldırıp, üçüncü İsonzo muharebesinde yeniden püskürtüldüler. 6 günlük bir aradan sonra, 10 Kasım'da bir girişimde daha bulunup, 2 Aralık'ta geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu saldırılarda İtalyanların hiçbir maddi kazancı olmamış, buna karşılık ağır kayıplar vermişlerdi. Fransa'da olduğu gibi, burada da, cepheden saldırıya karşı iyice örgütlenmiş mevzilerin önemi bir kez daha kanıtlanmıştı. Avusturya savunması etkili, İtalyanların taarruz taktikleriyse, çok fazla gürültü koparılmasına karşın, yetersizdi.

Not: 1915'in son 6 ayında 280 000 kişi yitirdikleri İsonzo cephesinde Avusturya mevzilerine saldıran İtalyan birlikleri. Başlangıçta Üçlü İttifak'a katılmış olan İtalya, savaşın başında yansızlığını ilan etmiş, daha sonra da çekici toprak vaadlerinin etkisiyle İtilâf Devletleri'ne katılmıştır.

Doğu cephesi: Doğudaki ordularını güçlendiren Almanlar, 31 Ocak'ta Bolimov muharebesiyle Hindenburg'un komutasında büyük bir taarruz başlattılar: Rusları oyalamak amacıyla Alman 9. ordusunun Varşova'ya yönelik bu sahte saldırısında, ilk kez zehirli gaz bombaları kullanıldı; ama dondurucu ısıda bu gazlar etkili olmadı ve Ruslar gaz saldırısının farkına varmadılar.

7 Şubat'ta daha kuzeyde, görüşü kapayan şiddetli kar yağışı altında, Alman 8. ordusu, Rusların 10. ordusunun sol kanadına saldırdı. Ertesi gün, kuzeydeki yeni Alman 10. ordusunun Rusların sağ kanadına saldırması üstüne, Ruslar hızla Augustov ormanına geri çekildiler; ama kuşatmadan tam olarak ancak ayın sonunda kurtuldular. İkinci Mazurya gölleri muharebesindeyse, 90 000 dolayında kişi tutsak düştü. Yeni oluşturulmuş Rus 12. ordusu 22 Şubat'ta Hindenburg'un sağ kanadına karşısaldırıya geçti ve 113 km ilerledikten sonra Alman saldırısını durdurdu.

Bu arada Galiçya'da başlangıçta AvusturyalIların başarılı olmalarına karşın, Ruslar bir karşısaldırıyla ilerlemeyi durdurdular ve 194 günlük bir kuşatmadan sonra Przemysl düştü (27 Mart): 110 000 kişi Ruslara teslim oldu.

Bunun üstüne, Rusya'yı kesin bir yenilgiye uğratmaya kararlı olan Alman imparatoru, Falkenhayn'a Doğu cephesine tam öncelik tanınması buyruğu verdi. Falkenhayn, destek birlikleri gönderdikten sonra, kendisi de komutayı doğrudan ele almak için Doğu cephesine gitti. Hindenburg'un ordular grubu Rusları Varşova'nın kuzeyinde meşgul ederken, general August von Mackensen'in komutasındaki, Avusturya birlikleri tarafından da desteklenen yeni Alman 11. ordusu, daha güneyde, Tarnov ile Gorlice arasında asıl harekâta hazırlanıyordu.

Asıl harekât için hazırlıklarını tamamlayan Avusturya ve Alman orduları, 2 Mayıs'ta 48 km'lik bir cephe üstünde, Rus 3. ordusuna saldırdılar. Rusların büyük Polonya-Galiçya çıkıntısının güney yanı çökmeye başladı. Przemysl, 3 Haziran'da Almanlar tarafından geri alındı; 22 Haziran'da Lemberg'i işgal eden Alman birlikleri, ertesi gün Dniestr ırmağını aştılar.

General Max von Gallwitz'in yeni Alman 12. ordusu, kuzey Polonya'ya saldırarak, Varşova'ya doğru ilerledi ve kent 5 Ağustos'ta düştü. Bütün Rus cephesi tam bir çöküş halindeydi.25 Ağustos'ta Brest-Litovsk, bir hafta sonra da Grodno'nun düşmesi ve Almanların 18 Eylül'de Vilna'yı işgal etmeleriyle, 480 km'lik ilerleme doruk noktasına ulaştı. Ama bu arada, büyükdük Nikolay büyük bir ustalıkla, ordularını pek zarar görmeden oldukça düzenli biçimde geri çekmeyi ve Almanların kuşatma girişimlerinden sıyrılmayı başarmıştı. Sonbahar yağmurları yolları geçilmez duruma getirince, Ruslar sonunda Almanların ilerlemesini durdurdular. Yıl sonunda Doğu cephesi, Baltık kıyısında Riga'nın kuzeyinden ve güneyinden Karpat dağlarının doğu ucuna kadar uzanan bir çizgi durumundaydı.

"Siperler Savaşı"nın yürürlükte olduğu Batı cephesinin tersine, Doğu cephesinde mesafelerin büyüklüğü ve kuvvetlerin nispeten küçüklüğü, büyük ölçüde hareketli bir savaş yapılmasına olanak sağlamış, ama arazi dağlık olduğundan ulaşım güçlükleri savaşın bütününü kösteklemiştir. Alman harekâtları hem düzenli, hem de başarılı, buna karşılık, Avusturya harekâtları inişli çıkışlı olmuştur. Rusların yenilgisinin sorumlusuysa,alt düzey subaylarının yetersizliği ile silahların ve cephanelerin sınırlılığıydı. Ruslar bu cephede 1915'te 2 milyondan çok kayıp verdiler (bu sayının aşağı yukarı yarısı tutsak düştü). Almanların ve AvusturyalIların ortak kayıplarıysa 1 milyonun üstündeydi.

Balkan cephesi: İttifak Devletleri'nin, Boğazlar'ı ellerinde tutmak ve Rusya'yı Batılı müttefiklerinden yalıtmak isteklerinin başarıya ulaşması için, Osmanlı İmparatorluğu ile müttefiklerinin arasında dolaysız temas olması zorunluydu; oysa Sırbistan'dan geçen demiryolu, savaşın başından beri kapalıydı. Bu yüzden Almanya'dan Türkiye'ye yollanan cephaneler, haziran ayına kadar yansız Romanya üstünden geldilerse de, o tarihte Romanya da bu yolu kapadı. Ama İkinci Balkan Savaşı'nın öcünü almak isteyen Bulgaristan, Sırbistan'a yardım etmeye hazırlanan Yunanistan'ı tehdit ederek bu durumdan yararlanmak istedi. Yunanistan da İtilâf Devletleri'nden yardım isteyince, 9 Ekim'de küçük bir Fransız-İngiliz kuvveti Selanik'e çıktı. Ne var ki, o gün Yunanistan'daki siyasal bir değişiklik durumu bütünüyle değiştirdi: Alman yanlısı kral Konstantin I, İtilâf Devletleri yanlısı başbakanı Eleuteros Venizelos'u görevden alarak, Yunanistan'ın yansız kalacağını açıkladı.

6 Ekim günü, biri Austuryalı, öbürü Alman iki ordu, Sırbistan'ın Drava-Tuna sınırını aştı. İki Bulgar ordusu da 11 Ekim'de batıya yöneldi ve biri Niş'e, öbürü Üsküp'e saldırdı. Selanik'ten ilerleyerek Sırbistan'a yardım etmeye aslında pek de istekli olmayan İtilâf Devletleri birlikleri, sayıca çok daha üstün olan Bulgarlar tarafından geri püskürtüldü. Avusturya birliklerinin kararlılığı karşısında, Sırp ordusundan geri kalanlar, peşlerine kaçan sivillerde takılmış olarak, karlarla kaplı dağları aşma yoluyla güç koşullar altında geri çekilerek, Kasım ayında Adriya denizi kıyısına vardılar.

Çanakkale savaşları: Ocak ayında İngilizler, Osmanlı İmparatorluğu'nu savaş dışı bırakmak, Büyük Britanya ve Fransa ile Rusya arasındaki bağlantıyı yeniden sağlamak amacıyla, büyük bir harekât planlamaya başladılar. Çanakkale boğazını zorlamayı ve İstanbul'a ulaşarak Osmanlı İmparatorluğu'nu barış istemek zorunda bırakmayı amaç alan, büyük bölümü İngilizlerden oluşan bir donanma oluşturuldu.

Harekât 19 Şubat'ta, İngiliz tümamirali Sackville Carden'in yönetimindeki bir Fransız-Büyük Britanya filosunun, toplarıyla boğazın iki yakasındaki tahkimatı dövmesiyle başladı. 25 Şubat'ta en dıştaki Türk tabyaları sustu ve İtilâf Devletleri gemileri boğaza girdi. 18 Martta, komutayı devralan tuğamiral John de Robeck'in komutasında iç tahkimata saldırıldı; ama başarıya ulaşıldığı sanılırken, üç Büyük Britanya savaş gemisi mayınlara çarparak battı. Bunun üstüne Robeck, geri çekilme buyruğu verdi.

Bu arada, Çanakkale boğazının batı yakasını oluşturan Gelibolu yarımadasını ele geçirmek amacıyla, aralarında bir Fransız tümeninin de bulunduğu, aceleyle toplanmış, 78 000 kişilik bir kuvvet İngiltere ve Mısır'dan yola çıkarıldı.

25 Nisan'da, general İan Hamilton'un komutasındaki İtilâf Devletleri kuvvetleri, Gelibolu yarımadasının ucuna yakın yerlerde birçok çıkartma girişimi yaptılar; ama Türk askerlerinin kesin ve kararlı savunması nedeniyle her çıktıkları yerde durduruldular.

Yeni takviye kuvvetleri geldikten sonra, 6 Ağustos'ta İtilâf Devletleri birlikleri yeni çıkartma girişimlerinde bulundularsa da, Alman denizaltılarının korkusundan hiçbir savaş gemisi topçu desteği sağlayamadı. İkinci girişimden de sonuç alınamayınca, harekât kesin olarak başarısızlıkla sonuçlandı. 15 Ekim'de Hamilton görevden alındı ve yerine getirilen general Sir Charles Monro, 8-9 Ocak 1916'da geri çekilme buyruğunu verdi. Çanakkale harekâtında İtilaf Devletleri 252 000 kişi yitirdiler; Türkler de 200 000'e yakın şehit verdiler.

Kırım Savaşı bir yana bırakılırsa, Çanakkale savaşları Britanya askerî tarihinin en kötü örgütlenmiş ve en beceriksizce yönetilmiş harekâtı oldu. Uğradıkları başarısızlıkta en büyük etmenlerden biriyse, 19. Tümen'e komuta eden Mustafa Kemal komutasındaki Türk askerlerinin, olağanüstü direnme gücüydü.

Kafkas ve İran cepheleri:Rusya ile Türkiye arasında yer alan Kafkaslar'da savaş 1915'te Sarıkamış muharebesiyle başladı. Yaklaşık 100 000 kişiyle Kars-Sarıkamış yönünde saldırıya geçen Ruslar, Köprüköy yakınındaki savaşta durdurulup, (6-9 Kasım), sınır çizgisine doğru çekilmek zorunda kaldılar. Ama 22 Aralık'ta Türk kuvvetlerinin Enver Paşa'nın komutası altında Sarıkamışa karşı saldırısı, kesin bir başarısızlıkla sonuçlandı ve ağır kayıplar veren Türk birliklerinden arda kalanlar, geri çekilmek zorunda kaldılar. Çar tarafından Polonya'daki komutanlık görevinden sessizce alınan grandük Nikolay, 24 Eylül'de Kafkaslar'da komutayı ele aldı ve general Nikolay Yudeniç'le birlikte geniş çaplı bir taarruzun planlarını hazırlamaya girişti. '

İran'ın tarafsızlığını ilan etmesine, iki taraf da aldırış etmedi. Rusya İran'ın kuzey kesiminde geniş topraklar işgal etti. Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa girmesi üstüne, İngilizler petrol çıkarlarını korumak ve Yakındoğu'da bir harekât üssü oluşturmak için, Basra körfezinin kuzeybatı kesimindeki toprakları işgal ettiler. Türk birlikleri de, İran'ın kuzeybatı kesimine girerek, ilerlediler.

Suriye ve Irak cepheleri: Yılın başında Cemal Paşa'nın 22 000 kişilik bir kuvvetle Süveyş kanalını ele geçirme girişimi başarısızlıkla sonuçlandıysa da, Türklerin kanal için oluşturdukları tehdit, İngilizlerin Çanakkale'ye gerekli destek kuvvetlerini göndermelerini engelledi.

Irak topraklarında İngilizler, görünüşte Basra körfezindeki petrol yataklarını korumak amacıyla Basra'yı işgal ettikten sonra, ülkenin iç kesimlerine doğru ilerleyerek Kut ül-Amare'yi aldılar ve Bağdat yakınlarına ulaştılar. Ama Selmanpak'ta Türk kuvvetleri tarafından durdurulup, Kut ül-Amare'de üslenmiş general Towshend'le birlikte kuşatıldılar. Basra'dan yardıma gelen İngiliz birlikleri de 7-23 Aralık'taki çarpışmalardan sonra, Felahiye'de bozguna uğradılar.

Deniz savaşları: 23 Ocak'ta tümamiral Franz von Hipper'in komutasındaki Alman savaş kruvazörleri filosu, İngiltere kıyılarına saldırmak ve İngiliz balıkçı filosuna zarar vermek için denize açıldı. Radyo mesajlarını duyan Büyük filo da, beklenen saldırıya karşı koymak için harekete geçti. 24 Ocak'ta İngiliz amirali David Beatty'nin kruvazör filosu, Dogger kumluğunun açığında Hipper komutasındaki Alman filosuyla karşılaştı. Hipper kaçmaya çalıştıysa da, gemileri daha hızlı olan Beatty'nin yetişmesi sonucunda yapılan çarpışmada Almanlar bir kruvazör yitirdiler ve her iki sancak gemisi de yara aldı. Ne var ki, gemiler arası haberleşmedeki kopukluk ve yanlış anlamalar nedeniyle, İngilizler Almanları ciddi biçimde kovalayamadılar ve Hipper, geri kalan gemileriyle kaçmayı başardı.

Almanların 4 Şubat'ta Britanya adalarının çevresindeki sularda İtilâf Devletleri'nin ticaret gemilerine karşı harekât girişimleriyle, denizaltılar savaşı hızlandı. Bu arada yansız devletlerin gemilerine de saldırıldı: 19 Şubat'ta bir Norveç gemisi batırıldı ve ABD'nin Almanya'ya yaptığı uyarılara karşın, 1 Mayıs'ta Gulflight adlı ABD tankeri torpillendi.

7 Mayıs'ta lüks İngiliz yolcu gemisi Lusitiana hiçbir uyarı yapılmaksızın bir denizaltı tarafından İrlanda açıklarında batırıldı. Ölen 1 198 kişinin arasında 124 de ABD yurttaşının bulunması, büyük tepkilere yol açtı; oysa. Almanlar kendileri açısından haklıydılar: Gemide altın ve cephane de vardı ve durdurulmak istenirse durmaması buyruğu verilmişti; ayrıca, New York'tan hareketinden önce, Washington'daki Alman elçiliği, ABD yurttaşlarının gemiye binmemeleri uyarısında bulunmuştu.

19 Ağustos'ta İngiliz yolcu gemisi Arabic de batırıldı, 4 ABD yurttaşı daha öldü. Bunun üstüne ABD'deki tepkilerin doruğa ulaşması, 1 Eylül'de Almanya'yı sınırsız denizaltı savaşını durdurduğunu açıklamak zorunda bıraktı. Ama yılın sonuna gelindiğinde Alman denizaltıları yaklaşık 1 milyon tonluk İtilâf Devleti gemisini batırmışlardı.

1916'DAKİ HAREKÂT

Genel strateji: İtilâf Devletleri ve İttifak Devletleri yıla aşağı yukarı eşit güçlerle başladılar. Fransa'nın ciddi bir insan gücü kaybı olmuştu. Büyük Britanya, büyüyen ordularının gereksinmesini karşılayabilmek için zorunlu askerlik hizmeti koymanın sınırına gelmişti; üstelik İrlanda'daki huzursuzluklar, yaklaşan bir ayaklanmanın habercisiydi. Gereğinden çok insan gücü bulunan Rusya'nınsa, bu güçleri yeniden düzenlemek ve donatmak için zamana gereksinmesi vardı. Almanya, Batı cephesinde artık kesin sonuç almak istiyordu; çünkü Falkenhayn'ın imparatora söylediği gibi, bir Alman zaferini önlemeye uğraşırken Fransa'nın "dermanı kalmamıştı". Bu arada Aralık 1914'te Chantilly'de yapılan bir İtilâf Devletleri konferansında, Joffre, Rusya hazır olunca (haziran dolaylarında olacağı sanılıyordu) Ban; Doğu ve İtalya cephelerinde eşgüdümlü saldırılar başlatılması konusunda Büyük Britanya, Rusya, İtalya ve Romanya'nın onayını almıştı.

Batı cephesi: Joffre da, Falkenhayn da, batıdaki tıkanıklığı açacak büyük taarruzlar planlıyorlardı. Ama ilk saldıran Almanlar oldu. 21 Aralık 1915'teki büyük bir bombardımandan sonra, veliahtın komutasındaki Alman 5. ordusu, tahkim edilmiş, ama az sayıda askerin bulunduğu Verdun bölgesine (Alman bölgesinin içine uzamış bir çıkıntının ortasında yer alıyordu) saldırdı. Verdun'ün 13 km doğusunda kalan bir cepheye yapılan ilk saldırıyla Almanlar önemli miktarda toprak kazandılar ve kilit konumda olan Douaumont tabyasını ele geçirdiler; ama, Verdun'ü Fransızların kararlılığının bir simgesi ve kendi muharebe hatlarının bir çıkış noktası olarak elinde tutmak isteyen Joffre, geri çekilmeyi yasaklayarak, general Philippe Petain'i, yanında destek kuvvetlerle bölgeyi savunmaya yolladı.

6 Mart'ta çıkıntının batı yanına başlatılan yeni bir Alman saldırısı Fransız karşısaldırılarıyla kesildi. Ayın geri kalan kesimiyse, korkunç kayıplarla geçti. Verdun'ü savunanları "lls ne passeront pas!" (Geçemeyecekler!) sloganı bütün Fransa tarafından benimsendi. Çıkıntının iki yanına birden 9 Nisan'da düzenlenen üçüncü Alman saldırısı, 19 Mayıs'a doğru durduruldu. Çıkıntının batı tarafına haziran sonunda ve temmuz başında yinelenen Alman saldırıları, Fransız cephesini aşağı yukarı yardıysa da, Fransızların mevzilerini boşaltmamaları, Almanları duraklattı. Bundan sonra, Doğu cephesinden gelen acele destek gönderilmesi istekleri sonucunda, 15 Alman tümeni Verdun'den alınarak gönderildi. Falkenhayn, 19 Ağustos'ta görevinden alındı ve yerine atanan Hindenburg-Ludendorff ekibi, Batı cephesinde savunma taktikleri izlemeye karar verdi.

Ekim ve kasım aylarında, artık general Robert Nivelle'in komutasına girmiş olan Fransız kuvvetleri saldırıya geçerek, Douaumont ve Vaux tabyalarını geri aldılar. 18 Aralık'a doğru Fransız cephesi aşağı yukarı şubattaki durumuna dönmüş, böylece harekât sona ermişti. Çok çetin çarpışmaların olduğu bu muharebede, Fransızlar yaklaşık 542 000, Almanlar da yaklaşık 434 000 kişi yitirmişlerdi.

Verdun'deki bir yıla yakın süren bunalım Joffre'un uzun süredir planlamakta olduğu İtilâf Devletleri saldırısının ertelenmesine yol açtı. Bunun sonunda, 24 Haziran'da saldırı, bir hafta süren bir topçu ateşinden sonra başladı. En büyük çabayı Somme'un kuzeyinde İngiliz generali Henry S. Rawlinson'un 4. ordusu ve daha kuzeydeki general Edmund Allenby'nin 3. ordusu gösterdiler. Irmağın güneyindeki Fransız kuzey orduları grubuysa, bir geri alma saldırısı yapmak istedi.

1 Temmuz'da, topçunun baraj atışı altında ilerleyen İngiliz piyadeleri, Alman makineli tüfekleri tarafından kırıldı. Akşam olduğunda, İngiliz kayıpları 60 000 kişi dolayındaydı; bunun 19 000'i ölüydü (bu Büyük Britanya ordusunun tarihinde, bir günde verilen en büyük kayıptır). Fransızlarsa, hiç beklenmedik biçimde ilerlediler; bunun nedeni Almanların onların ilk saldırıya katılacaklarını beklememeleri, bu nedenle de Somme'un güneyinden gelen saldırı karşısında gafil avlanmalarıydı. İlk gün büyük kayıplar vermelerine karşın İngilizler, bir dizi küçük, sınırlı saldırıyla ilerlemeyi sürdürdüler. Tehlikeyi durdurmada kararlı olan Falkenhayn, Verdun cephesinden Somme'a kuvvet kaydırmaya başladı. Bu anlamda, İtilâf Devletleri saldırısı, amaçlarından birisine ulaşmıştı.

İkinci Alman hattı 13 Temmuz'da yarıldı; ama bu başarı, İtilâf Devletleri'ne pek yarar sağlamadı. İngiliz kuvvetlerinin komutanı Haig, 15 Eylül'de Bapaume'un güneybatısında yeni ve büyük bir saldırı başlattı. İngilizler, o tarihe kadar hiçbir savaşta kullanılmamış tankları gizlice cepheye getirdiler ve saldırı bunlarla başlatıldı. Tankların görüntüsü Almanları şaşırttıysa da, bu araçlar yeterince güçlü ve güvenilir değillerdi; çok yavaş ilerliyorlardı ve kesin bir zefer kazanacak sayıda değillerdi (savaşa getirilen 47 tanktan yalnızca 9'u görevlerini yerine getirebildiler). Verdun'de olduğu gibi, bu cephede de kayıplar korkunçtu: İngilizler 420 000, Fransızlar 195 000, Almanlar da yaklaşık 650 000 kişi yitirdiler.

İtalya cephesi: 11 Mart'ta İtalyanlar, beşinci İsonzo muharebesini başlattılar. Daha öncekiler gibi bu muharebede de, bir dizi kimin kazandığı belli olmayan çarpışma yapıldı. Avusturya 15 Mayıs'ta Trentino bölgesinde uzun süredir planlandığı bir saldırı başlatarak, İtalyanları gafil avladı. Ama arazi zorlukları ve İtalyanların destek almaları sonucunda, harekât 10 Haziran'da durduruldu. İtalyan karşı saldırısı ve Doğu cephesine birlik gönderme zorunluluğu, AvusturyalIları savunma konumlarına çekilmek zorunda bıraktı. İtalyanlar 147 000 kişiden çok kayıp verdiler; Avusturya'nın kayıpları da 81 000 kişiydi.

6 Ağustos'ta Cadorna, AvusturyalIların İsonzo cephesine bir kez daha saldırdı. Bu Altıncı İsonzo muharebesinde, İtalyanlar Görice'yi ele geçirdilerse de, düşman hatlarını yaramadılar. Gene de harekât, İtalyanların Trentino'da verilen ağır kayıplar yüzünden bozulmuş olan moralini yükseltti.

Doğu Cephesi: Fransızların çağrısına yanıt veren Ruslar, 18 Mart'ta, Almanların batıdaki Verdun saldırısını dengelemek için, Vilna-Naroch bölgesinde iki koldan harekete geçtiler. Ama kısa süre sonra Rus saldırısı, ilkbaharda havanın ısınmasının yol açtığı çamurlar içinde başarısızlığa uğradı. Rusların kayıpları 70 000-100 000 arasında ölü ve yaralı ile 10 000 tutsaktı; Almanlarsa 20 000'e yakın kişi yitirdiler.

Avusturya'nın İtalya'ya karşı ilkbahar saldırısını başlatması, Çar Nikolay'a ikinci bir çağrı yollanmasına yol açtı. Bunun üstüne, Rus güneybatı orduları grubunun komutanı general Aleksey A. Brusilov, 4 Haziran'da 480 km'lik bir cephe üstünde saldırıya geçti. Bu iyi planlanmış, prova edilmiş ve iyi uygulanmış saldırılar sonucunda, Avusturya-Alman cephesi iki yerinden yarıldı. Ama Brusilov, cephedeki öbür iki Rus ordular grubundan hemen hiçbir yardım görmedi ve 16 Haziran'daki bir Alman karşı saldırısıyla, kuzeyden girişmiş olduğu saldırı durduruldu. 28 Temmuz'da yeniden saldırıya geçen Brusilov, bir kez daha toprak kazandıysa da, cephane yetersizliği nedeniyle, yavaşlamak zorunda kaldı. Ama 7 Ağustos'ta başlattığı üçüncü saldırıyla, 20 Eylül'de Karpatlar'ın eteklerine ulaşmayı başardı. Saldırısı ancak Verdun'den aktarılan Alman destek kuvvetlerinin savaş dışı kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış Avusturya birliklerinin yardımına gelmeleriyle durdurulabildi.

Brusilov'ın saldırı harekâtı, Birinci Dünya Savaşı'ndaki en uzmanca Rus harekâtıdır. Bu saldırıyla İttifak Devletleri'nin İtalya ve Verdun'deki saldırıları zayıflatılmış, Falkenhayn'ın görevden alınmasına yardımcı olunmuştur. Ama Ruslar, 1 milyon ölü ve yaralı vermişlerdir. Dolayısıyla Brusilov'un taarruzu, bu nedenle 1917 Rus Devrimleri'ne yol açan duyguları da beslemiştir. Avusturya'nın kayıplarıysa, Habsburglar imparatorluğunun çözülmesinde rol oynayan en önemli öğe olmuştur.

İtilâf Devletleri'yle uzun süre zengin toprak vaadleri konusunda pazarlık eden Romanya, Brusilov saldırısında elde edilen çabuk başarıdan öylesine etkilendi ki sonunda 27 Ağustos'ta, Almanya ve Avusturya'ya savaş açtı. Romen orduları Transilvanya'ya ilerledilerse de, 9. ordunun komutanlığına getirilmiş olan Falkenhayn tarafından püskürtüldüler. Alman destekli Bulgar Tuna ordusunun komutanlığını yapan Mackensen, Dobruca'dan geçerek kuzeye ilerledi ve 23 Kasım'da Tuna'yı aştı. Sıkıştırılan Romen generali Alexandru Averescu, 1-4 Aralık arasındaki Arges ırmağı çarpışmasında korkunç bir yenilgiye uğradı. 6 Aralık'ta Bükreş düştü ve yılın sonunda Romen ordularından geri kalanlar kuzeye, Rusya'ya geçtiler; kendi ülkelerindeyse, geç kalmış Rus desteğiyle ancak küçük bir dayanak noktasını ellerinde tutabildiler. Romanya'nın geniş buğday tarlaları ve petrol yatakları Almanların eline geçti.

Balkan cephesi: İtilâf Devletleri kuvvetleri Selanik çevresinde güçlü biçimde mevzilendiler. Teknik olarak komuta Fransız generali Maurice P. E. Sarrail'daydı; ama İngilizler kendi hükümetlerinden buyruk alıyorlardı. Temmuz'da, yeniden oluşturulan 118 000 kişilik Sırp ordusunun da gemiyle gelmesiyle ve yeni destek kuvvetleri gönderilmesiyle, İtilâf Devletleri kuvvetleri 250 000 kişiyi aştı. Sarrail'ın Vardar vadisine doğru saldırısıyla, Florina muharebesi başladı. İtilâf Devletleri kuvvetleri, 27 Ağustos'ta Struma ırmağı hattına çekilmek zorunda kaldılar. Sarrail'ın 10 Eylül'de başlattığı saldırılar, maiyetindekilerle anlaşamaması sonucunda yarım kaldı.

Arnavutluk'ta temmuzda çarpışmalar başladı. Sonunda, bir İtalyan kolordusu, bir Avusturya kolordusunu kuzeye püskürterek, 10 Kasım'da Ohri gölünde Sarrail'in kuvvetleriyle bağlantı kurdu.

Türk cepheleri: Kafkaslar, Irak cephesi, Hicaz ve Yemen: Rus generali Yudeniç, 11 Ocak'ta Kars'tan Erzurum'a doğru ilerleyip, çarpışmalardan sonra, kenti ele geçirdi. Rusların güneyde de saldırıya geçmeleri sonucunda, 17 Şubat'ta Muş, 8 Mart'ta da Rize düştü. Harekâtını üç koldan sürdüren Rus ordusu, 15 Mart'ta Mamahatun'u, 20 Mart'ta Of'u, 18 Nisan'da Trabzon'u, 16 Temmuz'da Bayburt'u, 19 Temmuz'da Erzincan'ı aldı.

O sırada Çanakkale'den Doğu cephesine gönderilmiş olan Mustafa Kemal Paşa komutasındaki XVI.Kolordu'nun bir karşısaldırıvla Muş'u geri almasıyla (2 Ağustos), Rus orduları durduruldu. Çarpışmalarda Ruslar 30 000    kayıp verdiler; Türklerden de 20 000 kişi şehit düşmüştü.

Hicaz ve Asir'de, 1916 başında İngilizlerin kışkırtmaları sonucunda ayaklanmalar patlak verdi.Mekke emiri Şerif Hüseyin ve Asir'in güney kesiminde Seyit İdris, bağımsızlıklarını ilan ettiler.

Irak cephesinde, İngilizler Kut ül-Amare'deki kuşatılmış birliklerini kurtarmak için 21 Ocak'ta saldırıya geçtilerse de, ardarda saldırılarının sonuçsuz kalması üstüne, general Townshend sonunda, dört buçuk aylık kuşatmadan sonra, Kut ül-Amare'de teslim olmak zorunda kaldı.

Deniz savaşları: 
Jutland deniz savaşı: Almanya daha 1916'nın başında, denizaltılardan, hava gemilerinden ve mayınlardan yararlanarak, İngiliz filosuna ağır kayıplar verdirmeyi amaç aldı. Ama harekât çok yavaş ilerlediğinden, ilkbaharda Büyükfilonun bir bölümünün açık deniz çatışmasına çekilmesi ve İngiliz gemilerinin, destek gelmeden kuşatılıp yok edilmesi öngörüldü.Tümamiral Reinhard Scheer komutasındaki Alman açık deniz filosu 30 Mayıs'ta denize açıldı ve kuzeye yöneldi; ilk hatta, 5 savaş kruvazöründen oluşan çekirdeğin çevresinde toplanmış 40 kadar hızlı gemiden oluşan Hipper'in keşif filosu yer alıyor, onu 59 gemiden oluşan asıl filo izliyordu. Alman telsiz konuşmalarında bu çıkışı öğrenen amiral Sir John Jellicoe komutasındaki Büyük filo da Skagerrak'a yöneldi. Önde Beatty'nin komutasındaki 52 gemilik (aralarında 6 savaş kruvazöründen Ve amiral Sir Hugh Evan-Thomas'ın 4 yeni süperdretnotundan oluşan küçük filo da vardı) öncü kuvvet ilerliyor, onu Jellicoe'nun komutasındaki asıl filo (99 gemi) izliyordu. Toplam olarak İngilizlerin denizde 37 büyük gemisi (28 dretnot ve 9 savaş kruvazörü), Alınanlarınsa 27 büyük gemisi (16'sı dretnot, 6'sı eski savaş gemisi, 5'i savaş kruvazörü)vardı.

31 Mayıs günü saat 15.31 de Beatty'nin doğudaki gemileri Hipper'in kuvvetlerinin güneyden geldiğini gördüler. Hipper de Beatty'yi görmüştü ve Alman ana filosuna geri dönmek istiyordu. Hipper'in umduğu gibi, Beatty, Alman filosuna paralel bir rota tutturdu ve Evan-Thomas'ın dretnot filosuna da kendilerini izlemesi buyruğunu verdi (Hipper bu filoyu henüz görmemişti). Savaş kruvazörlerinden oluşan her iki filo, 15 000 m'lik bir uzaklıktan ateş açtılar. Almanların atışları daha isabetliydi ve Beatty'nin sancak gemisi Lion birçok yara aldı; ardından, ince zırhlı iki İngiliz savaş kruvazörü indefatigable ve Queen Mary batmalarına yol açan yaralar aldılar. Almanların 5 gemisine ancak 4 İngiliz gemisi karşı çıkabildi; atış mesafesi dışında kalmış olan Evan-Thomas kısaca "düşmana daha yakınlaşın" buyruğunu verdi.

Ne var ki, saat 16.42'de Beatty, Alman ana filosunun yaklaşmakta olduğunu görünce, rotasını değiştirerek kuzeye yöneldi ve Alman filosunu peşine takacağı umuduyla, Jellicoe'ya doğru ilerlemeye başladı. Hipper de rota değiştirip, Beatty'nin ve Scheer'in ana savaş hattına düşmüş olan Evan-Thomas'ın gemilerine yoğun bir ateş açtı. Bu kuzeye doğru kovalamaca bir saatten çok sürdü; iki taraf da ağır hasara uğradı. Saat 18.00'i biraz geçe Beatty, Jellicoe'nun gemilerinin, tuğamiral sir Horace Hood'un üç savaş kruvazöründen ve iki hafif kruvazörden oluşan filotillasının ardından, kuzeybatıdan paralel sıralar halinde gelmekte olduklarını gördü. Jellicoe ile Beatty, Scheer'in üssüyle bağlantısını koparmak amacıyla çevresinde dolanmaya başladılar.

18.30'a doğru Scheer'in, Hood'un filotillasını kendi sağ cephesinde gördüğü anda, İngiliz dretnotunun mermileri Alman savaş hattının çevresine düşmeye başladı. Birkaç dakika içinde her iki filonun da önde gelen gemileri atış menziline girdiler ve korkunç bir genel çarpışma başladı. Alman savaş kruvazörleri çok kötü duruma düştüler; Hipper'in sancak gemisi Lutzow saf dışı kaldı. Bu arada İngilizlerden de Hood'un sancak gemisi ve iki kruvazör battı.

Açık deniz filosu Büyük filonun etki alanına girmiş durumdaydı ve bunun cezasını ödüyordu. Saat 18.35'te Scheer, destroyer saldırıları altında, güç ama çok iyi uyguladığı 180°'lik bir dönüşle apansızın yön değiştirdi ve İngiliz kıskacının dışına çıkarak batıya yöneldi. Jellicoe'ysa onu izleyeceğine güneye doğru ilerlemeyi sürdürdü. Saat 18.55'te Scheer 180 °'lik bir dönüş daha yaparak İngilizlere yöneldi; böylece gemilerini Büyük filonun aşağı yukarı bütün gemilerinin etki alanına soktu. Sonra hemen, bir dönüş daha yaptı; geride kalan dört Alman savaş kruvazörü de, bu geri çekilişi korumak amacıyla İngiliz hatlarına yüklendiler. Son derece dikkatli olan ve torpillere karşı iyi korunan Jellicoe geri döndüyse de, savaş çizgisini oluşturuncaya kadar, Scheer 180 °'lik bir dönüş daha yaptı ve Alman açık deniz filosu batıya doğru giderek Karanlıkta gözden kayboldu: Bu cesur "intihar harekâtında, hiçbir Alman savaş kruvazörü batmamıştı.

Asıl çarpışmanın bitmiş olmasına karşın, İngiliz filosunun güneye doğru ilerlediğini gören Scheer, Ingilizleri tuzağa düşürebileceğini düşündü. Filosunun yeni bir genel çarpışmayı kazanamayacağını bildiğinden, hava karardıktan sonra güneydoğuya keskin bir dönüş yapıp, Jellicoe'nun güney filosunun ardını oluşturan hafif kruvazörlere saldırmak istedi. Ne var ki, bütün gece süren top atışlarından sonra, gün doğduğunda, Scheer, filosundan geri kalanları, demirledikleri Jade'ye götürmek için toparlamaya koyuldu. İngilizler de üslerine döndüler: Uç savaş kruvazörü, üç kruvazör ve sekiz destroyer yitirmiş, 6 784 ölü ve yaralı vermişlerdi. Almanlarsa bir savaş gemisi, bir savaş kruvazörü, dört hafif kruvazör ve beş destroyer yitirmişlerdi. Ölü ve yaralı sayıları 3 039'du.

Jutland deniz savaşı, deniz savaşlarında bir dönemin sonu olmuştur: Tarafların birbirlerine gözle görüş mesafesi kadar yakınlaşarak çarpıştıkları son büyük filo savaşıdır. Taktik olarak kimin kazandığı belli olmayan bu savaş, stratejik durumda da bir değişiklik yapmamış, yalnızca Almanlara Büyük filoyu yenemeyeceklerini göstermiştir. O tarihten sonra, Almanların denizdeki çabaları, genellikle denizaltı etkinlikleri biçiminde olmuş ve İtilâf Devletleri ticaret gemilerine korkunç zarar vermişlerdir: Aralık ayına gelindiğinde, her ay 300 000 tonluk gemi batırılmıştı.

1917'DEKİ HAREKÂT

Genel strateji: 1916'nın sonuna doğru Joffre'un çağrısıyla Chantilly'de toplanan yeni bir İtilâf Devletleri konferansında, Batı cephesinde geniş çaplı İngiliz-Fransız harekâtının sürdürülmesi, bu arada Rusların ve İtalyanların da saldırılarda bulunmaları konusunda genel bir anlaşmaya varıldı. Bu harekâtlar, öbür cephelerdekine oranla öncelik taşıyacaklardı; gene de, yeni İngiliz başbakanı David Lloyd George, Filistin'de de önemli bir harekâta girişme kararı aldı.

31 Aralık 1916'da Joffre görevini bıraktı ve yerini Nivelle aldı. Bu olay İtilâf Devletleri arasındaki eşgüdümü hemen karıştırdı. Büyük bir İngiliz-Fransız ortak saldırısı tasarlayan Nivelle, komuta ilişkileri konusunda Haig'le anlaşmazlığa düştü. Fransız hükümeti de Nivelle'i destekledi. İngiliz hükümetindeyse, bu konuda görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Haig'e güvenmeyen ve Nivelle'i çok beğenen Lloyd George, Avrupa kıtasındaki İngiliz birliklerini Nivelle'in komutasına verdi; bu duruma Haig ve yeni Genelkurmay başkanı Sir William Robertson şiddetle karşı çıktılar. Gerek anlaşmazlık, gerek Nivelle'in sorumsuzca açıklamaları, tasarının bütün gizliliğini ortadan kaldırdı.

İtilâf Devletleri'nin hazırlıklarını haber alan, Batı cephesindeki aşırı genişlemiş durumdaki Alman hatlarının zayıflığının da farkında olan Ludendorff, her iki önemli cephede de savunmada kalmayı yeğledi; bu arada, Avusturya'yı da Almanya'nın desteğiyle İtalya'ya karşı kesin sonuçlu eylemlere girişmeye zorladı; İtalya'nın 1917'de yenilgiye uğratabileceğine inanmaktaydı.

İmparator da bu stratejik görüşü onaylayıp, ayrıca ABD kamuoyunu göz önüne almaksızın, denizaltı savaşının bütün yoğunluğuyla sürdürülmesi görüşünü de benimsedi ve ordunun karar mekanizmalarına sınırsız yetkiler tanıdı.

ABD'nin savaşa girmesi: Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, ABD başkanı Woodrow Wilson, ABD'nin tam bir yansızlık siyaseti benimsediğini açıklamış, “bütün Amerikalıların gerek düşüncede, gerek eylemde yansız olmalarını" istemişti. Ama Fransa'nın işgali ve yansız Belçika'ya Almanların girmesi, ABD'de İtilâf Devletleri'nden yana bir kamuoyu oluşmasına yol açtı. Ayrıca, Wilson'un yakın çevresinde de, en yakın danışmanı albay Edward M. House gibi, İtilâf Devletleri'nden yana oldukları bilinen kişiler vardı.

İngiltere Almanya'yı denizden ablukaya almaya kalkışınca, Almanlar da buna yanıt olarak Britanya adalarının çevresinde bir savaş bölgesi oluşturmuşlar ve denizaltılarının bölgedeki bütün gemileri batıracağını ilan etmişlerdi. 1915'in ortalarında bir dizi nispeten küçük olayda, az sayıda ABD uyruğu ölmüştü.

Lusitania'nın batırılması, ilk şok dalgasına yol açtı. Wilson, gereksiz bir saldırı olarak gördüğü bu olayı şiddetle protesto etti. İngiliz yolcu gemisi Arabic1 in 19 Ağustos 1915'te batırılmasından sonra, ABD'nin savaşa İtilâf Devletleri yanında katılmasından korkan Alman hükümeti, tazminat ödemeyi kabul ederek denizaltıların uyarıda bulunmadan yolcu gemilerini batırmayacakları konusunda güvence verdi. Bu anlaşmaya karşın, bir başka yolcu gemisi (Sussex), 24 Mart 1916'da Alman denizaltıları tarafından torpillendi ve çok sayıda ABD uyruğu da öldü. Bundan hemen sonra, 10 Mayıs'ta Almanya, genişletilmiş denizaltı harekâtına son verildiğini ilan etti. O dönemde, ablukayı sürdürmek isteyen İngiltere, ABD'nin gemilerine sık el koyarak ABD'nin yansızlık haklarını çiğnedi; Wilson bunun üstüne, bütün ABD ticaret gemilerinin yanına askerî konvoylar vermek tehdidinde bulundu.

1916'daki başkanlık seçimi, ABD tarihinin en başabaş geçen seçimlerinden biri oldu. Cumhuriyetçiler, Theodore Roosevelt'in yerine Justice Charles Evans Hughes'u, Demokratlarsa, oybirliğiyle yeniden Wil-son'u aday gösterdiler. Demokratların "O bizi savaşın dışında tuttu" sloganı orta ve uzak-batıdaki kesimlerindeki seçmenlere yönelikti. Nitekim Wilson, bu kesimlerden sağladığı destekle, bir kez daha seçilmeyi başardı.

Bundan sonra Almanya, 180 derece tavır değiştirerek, 31 Ocak 1917'de sınırsız denizaltı savaşı siyasetini yeniden yürürlüğe koyduğunu açıkladı. Wilson da 3 Şubat'ta, Almanya'yla diplomatik ilişkileri kesti. Bir ay sonra, Almanya Dışişleri bakanı Zimmermann'ın Meksika'daki Alman elçisine gönderdiği Zimmermann notası, İngiliz istihbaratı tarafından ele geçirilip, şifresi çözülerek, bir kopyası ABD yönetimine verileli: Notada, Almanya ile ABD arasında savaş başlarsa, Almanya'nın Meksika'yla ittifak yapmak istediği ve kuzeydeki komşusuna karşı göstereceği çabalar karşılığında, Meksika'ya Texas, New Mexico ve Arizona'nın verileceği belirtiliyordu. Gerek bu olay, gerek Alman denizatlarının gün geçtikçe daha çok ABD ticaret gemisini batırdığı haberleri, ABD halkında, zaten savaşa girilmiş duygusu uyandırdı. 6 Nisan 1917'de ABD Kongresi Almanya'ya savaş açma kararı aldı. 8 ay sonra, 7 Aralık'ta da Avusturya-Macaristan'a savaş ilan edildi.

ABD savaşa iyi hazırlanmamıştı. Ordusu 200 000 kişiden biraz fazlaydı ve tek bir tümen bile oluşturulmamıştı. ABD denizaşırı kuvvetleri komutanlığına tuğgeneral John Joseph Pershing getirildi ve varolan düzenli ordu birliklerinden oluşturulan 1. tümen, haziranda gemiyle Fransa'ya gönderildi. Pershing'in planında, Mayıs 1918'de ABD denizaşırı kuvvetleri sayısının 1 milyona daha ileri bir tarihte de 3 milyona çıkarılması öngörülmüştü. Nitekim Kongre, 18 Mayıs 1917'de, "Kur'aya bağlı Askerlik Hizmeti Kararnamesi" adlı yasa tasarısını onayladı.

Batı cephesi: İtilâf Devletleri'nin bir saldırısından çekinen Almanlar, 23 Şubat- 5 Nisan arasında, Arras'tan Soissons'a uzanan eğri ve geniş hattın yaklaşık 32 km gerisinde yer alan son derece iyi örgütlenmiş bir savunma bölgesine (Hindenburg hattı ya da Siegfried bölgesi) çekildiler. Bu yeni hattı daha az tümenle tutmak olanağı vardı; dolayısıyla daha büyük bir kuvveti esnek bir yedek güç biçiminde elde tutma olanağı sağlıyordu. Az sayıda asker tarafından savunulan, ama mitralyözlerle iyite donatılmış ileri hattın arkasında, iyice tahkim edilmiş iki savunma mevzisi yer alıyordu; daha gerideyse, karşı saldırıya hazır Alman yedek kuvvetleri toplanmıştı.

Nivelle'in uzun süredir beklenen taarruzu, 9 Nisan'da ağır topçu ateşinden ve gaz saldırısından sonra, İngiliz birliklerinin Alman 6. ordusunun Arras yakınındaki mevzilerine saldırısıyla başladı. İngilizler hızla havada üstünlüğü elde ettiler. Kanada birlikleri de ilk gün Vimy sırtını aldılar. İngilizlerin ilerlemesi 15 Nisan'da durdurulduysa da, ertesi gün Fransız orduları Soissons ile Reims arasındaki 64 km'lik cephede, cepheye paralel uzanan bir dizi ormanlık ve kayalık tepe olan ehemin des Dames'ı almak için saldırıya geçtiler. Nivelle'in yerli yersiz açıklamaları sayesinde Fransızların planlarından iyice haberli olan Almanlar, bu kesimi sağlam biçimde tutmuşlardı.

Saldırıdan hemen önce Alman uçakları, havayı Fransız keşif uçaklarından temizlediler; Alman topçusunun ateşi de yaklaşan Fransız tanklarını yok etti. Fransızlar ilk Alman hattına ulaşıp ele geçirmeyi başardılarsa da, birbiri ardına saldırılarında çok az toprak kazandılar. Sonuçta harekât tam bir bozgun oldu: Fransa 5 günde yaklaşık 120 000 kişi yitirmişti; 21 000 tutsak vermelerine karşılık, Almanların ölü ve yaralı sayısı çok daha azdı.

Bu bozgundan morali bozulan Fransız ordusu 29 Nisan'dan başlayarak, başkaldırdı. 15 Mayıs'ta gösterişe meraklı Nivelle'in yerine getirilen Pétain, 2 haftalık bir sürede ayaklanmayı yatıştırdı ve yetenekleri, ödünsüzlüğü sayesinde durumu düzeltti. Fransız karşı istihbaratı şaşırtıcı derecede etkili bir sansür uygulamasıyla, ayaklanmayla ilgili hiçbir habere basında yer verilmemesini sağladıysa da, Ludendorff durumu öğrendi. Bu arada ingilizlerin ard arda saldırılar düzenlemeleri, Alman yedek kuvvetlerinin Kuzey cephesine yollanamasına yol açtı. Kuzey cephesinde Haig, gerek Almanların Fransızlar üstündeki baskısını azaltmak amacıyla, gerek artık Alman hattını yarabileceğine inandığı için, saldırıya geçti. Haig, ieper çıkıntısına ulaşmayı amaç almıştı; ama İngilizlerin önce, Messines tepesini almaları gerekiyordu.

17 gün süren genel bir bombardımandan sonra, 7 Haziran'da, 500 000 kg yüksek tahrip gücü bulunan İngiliz mayınlarıyla Messines tepesindeki Alman hattında geniş bir delik açıldı. Bundan sonra, general Sir Herbert Plumer'in 2. ordusu İngiliz hava kuvvetlerinin koruması altında, Messines'i almayı başardı. Artık ana saldırı olanağı elde edilmişti; bu kesin zafer, Büyük Britanyalıların moralini yükseltti.

Kanlı Üçüncü İeper muharebesi, 31 Temmuz'da İngilizlerin Almanlara kuzeydoğudan saldırmalarıyla başladı. Yağmurun iyice yumuşattığı alçak arazi üç günlük bombardımandan sonra tam bir bataklık halini almıştı. Başlangıçta İtilâf Devletleri kuvvetleri geçici bir üstünlük sağladılarsa da, hazırlıkların uzun sürmesi işin baskın niteliğini ortadan kaldırdığından, ayrıca Alman savunması da çok iyi örgütlenmiş olduğundan, İngilizlerin ilerleyişi, sözcüğün gerçek anlamıyla "çamura battı".

20 Eylül'de başlayan ve dar cephelerde yapılan bir dizi sınırlı saldırıda İngilizler, Almanların karşısaldırılarına karşın biraz ilerlediler. Bu arada Almanlar, ilk kez hardal gazı kullanarak, İngiliz birliklerine büyük zarar verdiler. Saldırı 6 Kasım'da Passchendaele tepesinin ve Passchendaele kasabasının, Kanada birlikleri tarafından alınmasıyla sona erdi. İeper çıkıntısı 8 km kadar derinleştirilmiş, ama İngilizler yaklaşık 240 000, Fransızlar da 8 528 ölü ve yaralı vermişlerdi. Almanların kayıplarının, 260 000 dolayında olduğu sanılmaktadır.

Fransızların ordudaki ayaklanmanın yaralarını sarmaları için Almanlar üstünde baskıyı sürdürmeye kararlı olan Haig, tankları harekete geçirdi. General J. H. G. Byng'in komutasındaki İngiliz 3. ordusu,20 Kasım'da Cambrai cephesinde general Georg von der Marwitz'in komutasındaki Alman 2. ordusunun mevzilerine baskın yaptı. Gün ışırken yaklaşık 200 kadar tank, peşlerinden dalga dalga gelen piyadelerle, Almanlara saldırdı. Alman savunması geçici olarak çöktü ve saldırı, 10 km'lik bir cephede Hindenburg hattını 8 km kadar aştı.

Cephenin delinmesinden yararlanmak için iki de süvari tümeni getirilmişti ama, piyade yedekleri azdı; tankların çoğu da isabet almıştı; bu yüzden ilerleme yavaşladı. 30 Kasım'da Almanlar, çıkıntıya karşısaldırılar düzenlediler ve 3 Aralık'ta Haig, kısmi geri çekilme buyruğu vermek zorunda kaldı. Bununla birlikte, Cambrai çarpışmaları, Batı cephesindeki taktiklerde iki açıdan bir dönüm noktası oluşturdu: Hazırlık bombardımanı yapılmadan başarılı bir saldırı gerçekleştirilmesi; ilk kez tankların yığınsal biçimde kullanılması.

İtalya cephesi: İtilâf Devletleri taarruzuna yardımcı olacağı konusunda söz vermiş olmasına karşın Cadorna Arras ve Aisne muharebeleri bitinceye kadar harekete geçmedi. 12 Mayıs'ta İtalyanlar, onuncu İzonzo muharebesinde bir kez daha dağlık arazide kendilerine yol açmaya çalıştılar. 17 gün sonra elde edilen kazanımlar küçük, buna karşılık kayıplar korkunçtu: İtalyanlar 157 000, AvusturyalIlarsa 75 000 dolayında ölü ve yaralı vermişlerdi.

Bunun üstüne Cadoma, olağanüstü bir çaba göstermeye karar yerdi. 18 Ağustos'ta 52 tümen ve 5 000 topla onbirinci İsonzo muharebesini başlattı. Görice ile Trieste arasındaki bir saldırı geri püskürtüldü; ama iyice destek alan İtalyan 2. ordusu Gorice'nın kuzeyinde oldukça ilerledi ve stratejik önem taşıyan Bainsizza yaylasını ele geçirdi. Çöküşe yakın bir durumda olan AvusturyalIlar, Almanlardan yardım istediler.

Alman generali Otto von Below'un komutasındaki, 7 tümeni ve topçularının tümü Alman olan yeni Avusturya 14. ordusu, 24 Ekim'de apansızın İtalyan 2. ordusuna saldırarak, Caporetto (ya da on ikinci İsonzo) muhaberesini başlattı. Gaz bulutları ve sis bombalara !a yapılan beklenmedik bombardımanlar, İtalyanların haberleşmesini bozdu. Bundan sonra Alman akıncı birlikleri bölgeye girdi. 2. İtalyan ordusu savunma hatlarından geriye, Tagliamento ve Livenza ırmaklarının öte yanına itildi. İtalyan 3. ordusu da kıyı boyunca sessizce geri çekildi; ama "Camie kuvveti" adı verilen kuvvetlerinin bir bölümü, kuzeyde Alpler'in eteklerinde tuzağa düşürüldü.

12 Kasım'a gelindiğinde Cadorna, Pasubiadağından başlayarak, Trento'nun güneyinden geçen, Piave ırmağı boyunca Venedik körfezine kadar uzanan bir çizgi boyunca savunmasını sağlam biçimde oluşturmayı başarmıştı. İkmal olanaklarını aşan Avusturya-Alman saldırısı, bu çizgide duraklamak zorunda kaldı; İtalyanlar 40 000 ölü ve yaralı, 175 000'den çok tutsak vermişlerdi: AvusturyalIların ve Almanların kayıplarıysa 20 000 dolayındaydı. Cadorna'nın yerine general Armando Diaz atandı ve İtalyanların sarsılan moralini düzeltmek için; İtalya'ya Fransız ve İngiliz destek kuvveti yollandı. Caporetto bozgununun dolaysız sonuçlarından bir de,

5 Kasım'da yapılan Rapallo konferansı oldu. Bu konferansta İtilâf Devletleri'nin her yerde komuta birliğin sağlama konusundaki ilk girişim olan Yüksek Savaş Konseyi oluşturuldu.

Doğu cephesi: Rusya'da devrim. 12 Mart ta (eski Rus takvimiyle 27 Şubat). Rusya'nın başkenti Petrograd'daki garnizon ve işçiler ayaklanarak, 1917 Rus Devrimleri'ni başlattılar. 3 gün içinde çar Nikolay II tahttan çekildi ve yeni Rusya Cumhuriyeti'nin geçici hükümeti kuruldu. Bolşevikierin egemenliğindeki Petrograd Sovyeti'yle (işçi ve asker temsilcileri meclisi) görüş ayrılığı içinde bulunan yeni hükümet, İtilâf Devletleri ne karşı savaşı sürdürme kararı aldı.

14 Martta Sovyet, geçici hükümete meydan okudu ve subayların disiplin yetkilerini kaldıran önemli "1 numaralı karamame'sını çıkardı. Silahlı kuvvetler arasında duyurulan bu kararname, Bolşeviklerin istediği sonucu verdi: Her türlü askeri disiplin ortadan kalktı; yıpranmış Rus ordusu ve donanması çöktü; savaştan bıkmış askerler, subayları öldürdüler ya da görevden aldılar. Buna çok sev ren Almanlar, Rusların anavatanlarını korumak için yeniden birleşmemeleri için, Doğu cephesindeki bütün saldırılan durdurdular; birliklerini Batı ve İtaha cephelerine yönlendirdiler. Ayrıca, geçici hükümeti zayıflatmak için, Vladimir İlyiç Lenin,vb. Bolşevik önderlerini Rusya'ya gönderdiler, Rusya'da onlara Leon Troçki de katıldı.

8 Mayıs'ta Rusya'nın Savaş bakanlığına atanmış olan Aleksandr Kerenskiy, bütün bu karışıklıklara karşın, telaşa kapılmış olan İtilâf Devletleri'nin baskılarına uyarak, yeni başkomutan Brusilov'a Galiçya cephesinde saldırıya hazırlanması buyruğu verdi. 1 Temmuz da Brusilov, hâlâ savaşacak durumda olan az sayıda birlikle Lemberg'e doğru saldırdı. Ne var ki, başlangıçta birkaç başan elde edilmesinden sonra, Rusların ikmal sistem çöktü ve Almanların kararlı direnişi karşısında, Rusların coşkusu ve disiplini hızla yok oldu. Bunun üstüne Doğu cephesi komutanı general Max Hoffmann 19 Temmuz'da Alman saldırısını başlattı ve Rus ordularını bozguna uğrattı. Almanlar Galiçya sınırına kadar ilerleyip durdularsa da, 1 Eylül de general Oscar von Hutier komutasındaki 8. ordu, Rus cephesinin kuzeydeki temel noktası Riga'ya saldırdı. Dvina ırmağının batı kıyısına yapılan bir saldırı kenti tehdit ederken, üç tümen, dubalı köprülerden ırmağı kuzeye doğru aşarak kaleyi kuşattılar. Öbür birlikler de doğuya doğru ilerlediler. Rus 12. ordusu tam bir panik içinde kaçtı; küçük bir Alman amfibik kuvvetiyse, Riga körfezindeki Ösel ve Dagö adalarını işgal etti.

Almanların Riga'daki zaferiyle Rusya başkenti korumasız kalmıştı. Halkın istemediği savaşı sürdürmek gibi tarihsel bir yanlış yapmış olan Kerenskiy hükümeti (Kerenskiy 20 Temmuz'da geçici hükümetin başına geçmişti), Petrograd'dan Moskova'ya kaçtı. 7 Kasım'da (eski Rus takvimiyle 25 Ekim) Bolşevik önderleri Lenin ve Troçki iktidarı ele geçirdiler. "Toprak, barış ve ekmek" vaadlerine inanan Rus askerleri yığınlar halinde askerden kaçtılar ve Devrim hükümeti 26 Kasım'da savaş çabalarından vazgeçti. 15 Aralık'ta Doğu cephesindeki çatışmalara son veren ve Rusya'yı İtilâf Devletleri safından kesin olarak çıkaran bir ateşkes imzalandı. Dikkatini Rusya'da yeni yerleşmeye başlayan devrim üstünde yoğunlaştırmak isteyen Lenin, daha sonra, ağır koşullu Brest-Litovsk Antlaşması'nı (3 Mart 1918) kabul etmek zorunda kaldı: Antlaşmayla Rusya Ukrayna, Finlandiya ve Gürcistan'ın bağımsızlığını kabul ediyor, Polonya'yı, Baltık devletlerini ve Beyaz Rusya'nın bir bölümünü denitimi altında tutmaktan vazgeçiyor, Kars, Ardahan ve Batum'u Türkiye'ye bırakıyordu. 1918'e kadar Alman işgali altında kalan Ukrayna, Alman halkını açlıktan korumak için tahıl alanları olarak kullanıldı.

Balkan cephesi: Yunanistan'da kral Konstantinos yönetimi İttifak Devletleri'ne yakınlığını sürdürdü. Ama sonunda, İtilâf Devletleri'nin baskısına boyun eğip, 12 Haziran'da tahttan çekildi. Yerine geçen oğlu Aleksandros I, Venizelos'u 26 Haziran'da başbakanlığa atadı ve ertesi gün de Yunanistan itilâf Devletleri safında savaşa girdi. Etkisiz kalan general Sarrail'ın yerine getirilen general M.L.A. Guillaumat, Yunan kuvvetlerini yeniden örgütlemeye ve saldırı planları hazırlamaya girişti.

1.Dünya Savaşında Türk cepheleri
Irak, Suriye-Filistin, Kafkas cepheleri: Rusya'daki Devrim, daha yılın başında Kafkasları bir savaş alanı olmaktan çıkardı:(15 Aralık 1917'de dört haftalık bir ateşkes imzalandı ve Rus Kafkas ordusu dağıtıldı; daha sonra Brest-Litovsk barış görüşmelerine Türk temsilcileri de katıldılar, böylece Türk birliklerine de öbür cephelere destek olma olanağı doğdu.

Suriye-Filistin cephesinde Archibald Murray'e. Filistin'e sınırlı bir taarruz başlatma buyruğu verildi. Türk birlikleri bölgenin iki doğal girişi olan Gazze ile Birüssebi arasındaki tepeler boyunca savunma mevzileri kurmuşlardı. 26 Mart'ta general Sir Charles M. Dobell'in yönetiminde Gazze'ye yapılan birinci saldırı Dobell'in bindirilmiş kuvvetleri ile piyade kuvvetleri arasındaki bağlantının kopması nedeniyle başarısızlığa uğradı. Ama Murray, raporunda bu çarpışmayı bir İngiliz zaferi olarak gösterince, vakit geçirmeden ilerleyip Kudüs'ü alması buyruğu verildi. 17 Nisan'da Dobell cepheden bir saldırı girişiminde bulundu ve ikinci Gazze çarpışmasında Türkler tarafından yeniden püskürtüldü. Bundan sonra gerek Dobell, gerek Murray görevlerinden alındılar, Murray'in yerine, general Allenby getirildi. Allenby'ye "Kudüs'ü Noel'den önce alma" buyruğu verildi.

31 Ekim'de Üçüncü Gazze çarpışmasını (Birüsse-bi muharebesi) başlatan Allenby, üç tümeni oyalama savaşı göreviyle cephede bırakıp, gizlice Birüssebi'ye doğru harekete geçti; bütün gün süren savaştan sonra, Avustralya süvari birliği, Türk siperlerine girip, Birüssebi'ye yönelerek, su kaynaklarını ele geçirdi; aceleyle alanı boşaltan Türk 7. ordusunun sol kanadı açık kalmış oldu.

Allenby 6 Kasım'da kuzeye saldırdı, Bindirilmiş çöl kolordusunu denize doğru yönlendirdi. Türk kuvvetleri bu tuzaktan zamanında kurtulmak için Gazze'yi boşaltılarsa da 13 Kasım'da Allenby'nin yeni bir saldırısı karşısında Kudüs-Yafa hattına çekilmek zorunda kaldılar. Allenby'yi Türk yedek kuvvetlerinin yetişmesi ve general von Falkenhayn'ın cepheye gelerek denizden Kudüs'e kadar yeni bir mevzi hattı kurması kısa bir süre duraklattıysa da sonunda 9 Aralık'ta Kudüs düştü.

Irak cephesi: Sir Frederick Maude, 22 Şubat'ta saldırıya geçerek, Türk kuvvetlerini Bağdat'a doğru çekilmek zorunda bıraktı. Diyale ırmağı boyunca günlerce süren çarpışmalardan sonra İngilizler 11 Mart'ta Bağdat'a girdiler. Türk kuvvetleri oldukça düzensiz biçimde geri çekildiler. 27 Ekim'de İngilizlerin yeniden saldırıya geçmeleri sonucunda, birçok çarpışmanın ardından Türk kuvvetleri kuzeye çekilerek, Karatepe ve Fetha mevzilerine yerleştiler.

Deniz savaşları: Alman Deniz Kuvvetleri komutanlığı, uzun hesaplardan sonra, sınırsız denizaltı savaşının Büyük Britanya'yı 5 ayda barış masasına oturtacağı sonucuna vardı. Ve bu savaş sürdürüldü. Nisandan başlayarak Büyük Britanya, ayda 875 000 tonu bulan ağırlıklarda gemi yitirmeye başladı. İngilizlerin ve yansız ülkelerin sivil denizcileri denize açılmayı reddetmeye koyuldular. Eldeki kruvazör ve destroyerler de hızla yitir Idiğ için, deniz kuvvetleri koruyucu konvoylar oluşturma önerilerini kabul etmedi. Hafif savaş gemileriyse, den -zaltıları batırma konusunda düş kırıklığı yarattılar. Deniz kuvvetleri komutanlığına getirilmiş olan amiral jellicoe, Büyük Britanya'nın besin, vb. gerekli madde stoklarının temmuza doğru tükeneceğini hesapladı.

Başbakan Lloyd George'un ısrarlarının, ABD amirali William S. Sims ile ve Büyük filonun komutanlığına getirilmiş olan Beatty'nin tavsiyelerinin sonucunda, 10 Mayıs'ta konvoy istemi kabul edildi ve kısa sürede çok parlak sonuçlar alındı. Mayıs ayında ABD destroyerlerinin de katıldığı İngiliz gemileri ticaret gemilerini çok iyi korudular; üstelik çok sayıda Alman denizaltısı batırmayı da başardılar. Böylece konvoylar, Büyük Britanya'yı tartışmasız biçimde kurtarmış oldu: Yılın sonunda gemi kayıplan 8 milyon tonu aşıyordu ama, İtilâf Dev-lederi'nin gemi yapımı programları, kayıplardan daha çoğunun üretilmesini öngörüyordu.

Bu arada Alman destroyerieri şubat, mart ve nisanda Manş denizinde saldırılara giriştiler. Buna karşılık İngilizler de Ostend ve Zeebrugge’ye saldırılar düzenlediler. Yıl sonunda İngiliz gemileri Hollanda açıklarında Alman kıyı gemilerine saldırdılar. Kasım ayında Almanların Helgoland körfezindeki mayın temizleme harekâtına karşı da başarısız bir savaş kruvazörü saldırısı düzenlediler. Aralık ayında Almanların, İngiltere ile İskandinavya arasında çok sayıda konvoya saldırarak, İngiliz ticaret filosuna yeniden kayıplar verdirmeleri üstüne, Beatty, konvoylarda artık koruyucu güç olarak savaş gemilerinden oluşan küçük filolar kullanmak zorunda kaldı.

1918'DEKİ HAREKÂT

Genel strateji: 1918 in başında İtilâf Devletlerinin durumu ciddiydi. 1917'deki önemli itilâf Devletleri saldırıları başarısızlığa uğramış, Rusya çökmüştü; İtalya da çökmenin eşiğindeydi. Almanların denizaltı harekâtı, ABD'den gelen deniz ikmalini tehdit etmeyi sürdürüyordu. ABD askerlerinin itilâf Devletleri'nin tükenen insan güçlerine destek sağlaması için aylar geçmesi gerekiyordu. İngiltere de, Fransa da, savunma konumuna çekilmişlerdi.

Ama İttifak Devletleri de başarılı olamamışlardı. İtilâf Devletleri'nin deniz ablukası, ellerini kollarını bağlıyordu. Avusturya'nın kaynakları tükenmişti; Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristan çok güç durumdaydılar. Savaşın yükü gün geçtikçe daha çok Almanya'nın omuzlarına çöküyordu.

ABD'nin güçlerini toplaması: Savaşa hazırlıklı olmayan ABD, denizaşırı bir askerî kuvveti örgütleme, donatma, eğitme, taşıma ve ikmalini sağlama sorunuyla karşı karşıyaydı. Ordu 200 000 asker ve 9 000 subaydan, 4 milyonu aşkın askere (200 000'i subay) çıktı ve bu kuvvetin yaklaşık yarısı savaş bitmeden Avrupa'ya ulaştı: Yarısından çoğu savaş birlikleriydi (her biri yaklaşık 28 000 kişiden oluşan 42 tümen); geri kalanıysa destek görevlerdeydi.

Pershing ve İtilâf Devletleri komutanları,Verdun'ün doğusunda kalan Lorraine bölgesinin ABD birliklerinin savaş alanı olması konusunda anlaştılar. Fransa'nın güneybatısındaki limanlara ABD birlikleri çıkmaya başladı. ABD donanmasına verilen denizaşırı taşımacılık görevinin bir bölümü ABD limanlarında elkonan Alman ticaret gemileriyle, geri kalanı da ABD ticaret filosuyla yapıldı. Bu karma filo, bir tek gemi bile yitirmeden 1 milyonu aşkın ABD askerini Fransa'ya taşıdı. Geri kalan 1 milyonsa, İtilâf Devletleri'nin gemileriyle taşındı.

800 000 kişilik ABD deniz kuvvetleri, başlangıçta konvoylara ve denizaltılara karşı öbür eylemlere katıldı: İskoçya'dan Norveç'e kadar uzanan Kuzey denizi mayın kuşağını oluşturan 70 000 mayının 56 000'ini döşedi. Ayrıca beş savaş gemisi İngiliz Büyük filosuna katıldı, üç savaş gemisi de İrlanda sularında su üstü saldırılarına karşı görevlendirildi.

ABD teknik bakımdan İtilâf Devletleri'nin bir parçası olmadığı için, Pershing kendi hareketli kuvvetinin "İtilâf Devletleri kuvvetlerinin ayrı ve farklı bir bileşeni olması, kimliğinin korunması" gerektiği yargısına vardı. İnsan gücü sıkıntısı çeken ve deneyimsiz ABD askerlerinin yeteneksizliklerinden yakınan İtilâf Devletleri'yse, ABD birliklerinin Fransız ve İngiliz orduları için bir yedek kuvvet haline getirilmesini istediler; İngiliz Savaş Bakanı Newton D. Baker ile ABD Başkanı Wilson, Fransa Cumhurbaşkanı Georges Clemenceau ile Lloyd George'un öne sürdükleri gerekçelere karşın, Pershing'i desteklediler.

Başkan Wilson, 8 Ocak 1918'de Kongre'de yaptığı konuşmada, ünlü barış için "On dört Noktası"nı ("Wilson prensipleri" de denir) açıkladı: Açık diplomasi, silahların azaltılması, ulusların geleceklerini belirleme hakkı, Milletler Cemiyeti'nin kurulması, vb. Bu idealist savaş hedefleri İtilâf Devletleri'ne manevi bir ağırlık kazandırdı.

Batı cephesi: Ludendorff, Almanya'nın tek savaşı kazanma umudunun, 1918'de Batı cephesinde, ABD birliklerinin savaşa girmesi ciddi biretki uyandırmadan önce, kesin bir zafer kazanmak olduğunu anladı. Rusya savaş dışı kaldığına göre, doğudaki Alman kuvvetlerinin büyük bölümünü batıya kaydırıp, büyük bir taarruz hazırlamaya karar verdi. Niyeti bir dizi güçlü saldırıyla, İtilâf Devletleri kuvvetlerini bozguna uğratmaktı. Fransızlar ile İngilizlerin ilgi alanlarının farklı olduğunun, Fransızların Paris'in korunmasına önem verdiklerinin, İngilizlerinse Manş denizindeki limanlarla bağlantılarına dikkat ettiklerinin bilincinde olan Ludendorff, bu iki ordu arasında bir engel oluşturmayı, sonra da İngiliz kuvvetlerini bir dizi saldırıyla yok etmeyi planladı.

Almanlar saldırılarına, 21 Mart sabahı yoğun sisli bir havada, İngiliz birliklerinin sağ kanadına Arras ile La Fère arasındaki 100 km'lik bir cephede başladılar (ikinci Somme muharebesi), 5 saat süren İngilizlerin beklemedikleri bir bombardımandan sonra, özel olarak eğitilmiş Alman saldırı birlikleri sisin içinde ilerlediler; her tümen gidebildiği kadar ileri, elinden geldiğince çabuk gitti. Şaşıran İngilizlergeri çekilerek, Alman 18. ordusunun Somme ırmağına ulaşıp aşmasına olanak verdiler. İngiliz yedek kuvvetleri yardıma koşarken, Haig Fransızlardan da destek istedi; ama Pétain, Paris'in korunmasına daha çok önem veriyordu, ingilizler bunun üstüne bir yüksek komutan atanması için baskı yaptılar ve 3 Nisan'da Beauvais'de toplanan İtilâf Devletleri Yüksek Savaş Konseyi, Ferdinand Foch'u İtilâf Devletleri kuvvetleri başkomutanlığına atadı. Foch da hemen. İngilizlere yardım yollamaya başladı.

Almanların saldırısı, 64 km ilerlemelerinden sonra hızını yitirdi. Foch'un destek göndermesinden sonra da, Montdidier'ye ulaştıktan sonra durdu. İtilâf Dev etleri yaklaşık 240 000 ölü ve yaralı vermişlerdi (163 000 İngiliz, 77 000 Fransız); Almanların ölü ve yaralılarının sayısı daha da yüksekti. Taarruzun en önemli sonucu, Almanlar açısından, İtilâf Devletleri'nin bir ortak komutanlık kurmaları oldu.

23 Mart'ta uzun menzilli bir Alman topu, 105 km uzaktan Paris'e arada bir atış yapmaya başladı. Bu şaşırtıcı silah Parislilerin moralini iyice bozarak, 876 kişi kadar kayıp verilmesine de yol açtı; ama savaşın gidişini etkilemedi.

9    Nisan'daki Lys muharebesinde Almanlar, İngiliz kuvvetlerine bu kez Flandre'da, daha dar bir cephe üstünden saldırdılar ve Hazebrouck ile Manş denizi kıyı sında mevziler arasında bulunan önemli demiryolu bağlantısını tehlikeye soktular. Alman birlikleri kısa sürede hazırlıksız İngiliz tümenlerini ve bir Portekiz tümenini yararak geçtiler. 12 Nisan'da "sırtımızı duvara dayadık" bildirisini yapan Haig, daha çok geri çekilinmesni yasakladı. Almanlar 16 km ilerleyip, Messines tepesini geri aldıktan sonra, 17 Nisan'da durduruldular. Ludendorff bu kez de taktik alanda başarı elde etmiş, ana stratejik bakımdan başarısızlığa uğramıştı: Savunma yarılamamıştı ve Manş denizi kıyısındaki limanların güvenliği bozulmamıştı.

Ludendorff 27 Mayıs'ta bir kez daha, bu sefer Chemin des Dames boyunca 40 km'lik bir cephede saldırıya geçti (üçüncü Aisne muharebesi). Bu, Flandre'daki Ingilizlere karşı yapılması planlanan kesin sonuç alacak bir saldırıya hazırlık olarak, Fransızları şaşırtmak amacıyla yapılan bir saldırıydı. Tankların arkasından ilerleyen Alman birlikleri, 9 Fransız tümeni ile 3 İngiliz tümenini bozguna uğratarak, Aisne ırmağını geçtiler ve gün batarken, Vesle ırmağını Fismen'in batısında aşıp. 30 Mayıs'ta Marne'a ulaştılar.

28 Mayıs'ta Pershing, Marne'daki Fransızlara destek gönderirken, savaştaki ilk ABD saldırısı 80 km kuzeybatıda, Cantigny'de gerçekleştirildi. Bunun yerel bir harekât olmasına karşın, Hutier komutasındaki yaşlı askerlerden oluşan Alman birliklerine karşı başarı elde edilmesi. İtilâf Devletleri'nin moralini yükseltti.

Ardından, ABD 2. ve 3. tümenleri 30 Mayıs ta mevzilenerek, Marne boyundaki Alman saldırısına karşı çıktılar. 3. tümen Château-Thierry'deki köprüleri tutup, sonra da karşı saldırıya geçti ve toparlanan Fransız birliklerinin de yardımıyla Almanlan Marne'ın öbür kıyısına püskürttü. 2. tümen de, Château-Thierry'nin batısında Alman saldırılarına başarıyla direndi.

Ludendorff'un 4 Haziran'da saldırıdan vazgeçmesi üstüne, ABD 2. tümeni, deniz piyade tugayının öncülüğünde karşı saldırıya başladı. 5 Haziran - 17 Haziran arasında Almanlar Vaux, Bouresches ve Belleau ormanlarındaki mevzilerinden atıldılar. 9 Haziran'da Compiègne'de başlatılan bir Alman ilerlemesi de, 12 Haziran’da Fransız ve ABD birlikleri tarafından durduruldu.

Flandre'daki İngilizlere karşı hâlâ büyük bir saldırı planlamakta olan Ludendorff, Fransız birliklerini İngiliz cephesinden uzağa çekmek için Champagne'da bir ön saldın girişiminde daha bulundu: İkinci Marne muharebesi. 14-15 Temmuz'da, Alman kaçaklarından, uçaklarla yapılan keşiflerden ve tutsaklardan bilgi alan İtilâf Devletleri kuvvetlerinin, ilerleyen Almanları top atışıyla karşılamalarıyla başladı. Reims'in doğusundaki saldırı, Fransızlar tarafından birkaç saatte durduruldu. Reims’in batısındaysa Alman 7. ordusundan yaklaşık 14 tümen Mame'ı geçti; ama ABD birlikleri direndiler. Daha sonra da İtilâf Devletleri'nin hava kuvvetleri ve topçusu Almanların köprülerini yıkarak ikmal yollarını kesti ve 17 Temmuz'da saldırıyı durdurmak zorunda bıraktı. Almanlar beş ay içinde 500 000 ölü ve yaralı vermişlerdi. Müttefiklerin kayıpları daha da fazlaydı; ama artık her ay 300 000 ABD askeri gelmekteydi.

İtilâf Devletleri'nin karşısaldırısı 18 Temmuz'da, Ludendorff geri çekilmeye hazırlanırken başladı. Hafif tanklar kullanan, ABD ve İngiliz tümenlerinin de yardım ettiği Fransız orduları, soldan sağa doğru Marne çıkıntısına saldırdılar, Vesle ırmağına ulaştılar ve Soissons'u geri aldılar. Bundan sonra Ludendorff, planladığı Flandre saldırısından vazgeçerek, ağırlığı Vesle kıyısındaki durumu korumaya verdi. Marne çıkıntısı artık yoktu. Stratejik açıdan İkinci Marne muharebesi savaşın gidişini değiştirmiş, inisiyatif Almanların elinden alınmış, Ludendorff'un planları suya düşmüştü.

8 Ağustos'ta Amiens yakınında Haig, 4. orduyu ve kendisine bağlı Fransız 1. ordusunu, Almanların 18. ve 2. ordularının üstüne sürdü. İyi hazırlanmış bir saldırı beklemeyen Almanlar, panik içinde geri çekilmeye başladılar. Ludendorff acı bir biçimde, 8 Ağustos'un "Alman ordusu için kara gün" olduğunu açıkladı (Ludendorff daha sonra, savaşa artık son verilmesi gerektiğini söylemiştir).

Almanlar çıkıntının eski ucunun 15 km gerisinde yeni bir mevzi oluşturmayı başardılarsa da, Fransız birlikleri 10 Ağustos'ta onları Montdidier'yi boşaltmak zorunda bıraktı.

Amiens muharebesinin ikinci evresinde, 21 Ağustos'ta İngiliz ve Fransız orduları saldırı tazelediler. Ludendorff, Lys ve Amiens bölgelerinden genel geri çekilme buyruğu verdi; ama 30-31 Ağustos'ta Anzakların Somme ırmağını aşmaları, bu planı bozdu. Almanların genel durumu kötüye gidiyor, bu yüzden de en son mevziye, Hindenburg hattına geri çekilmelerini zorunlu kılıyordu. O sırada Haig de yedek kuvvetlerini kullanmıştı ve kazandığı zaferi daha ileri götüremezdi. Almanların kaybı, 30 000'i yaralı 100 000'i aşkın kişiydi. İtilâf Devletleriyse 42 000 (22 000 İngiliz, 20 000 Fransız) kayıp vermişlerdi. Ama İtilâf Devletleri, gerek taktik, gerek stratejik bakımdan yeni bir zafer kazanmışlardı, Almanların moraliyse sıfırdı.

Kendisine ayrılmış ayrı bir cephede iş gören ayrı ve farklı bir ABD ordusu için yürüttüğü çekişmeyi kazanan Pershing, 30 Ağustos'ta 1914'ten beri Alman işgalinde bulunan Saint Mihiel çıkıntısına doğru harekete geçti. ABD albayı Billy Mitchell'in komutasındaki 1 400 kadar ABD, Fransız, İtalyan ve Portekiz uçağından oluşan bir İtilâf Devletleri hava kuvvetinin desteğindeki ABD 1.ordusu, 12 Eylül'de çıkıntının iki yanına birden saldırdı.

16    Eylül'e gelindiğinde, çıkıntı Alınanlardan bütünüyle temizlenmişti. Bundan sonra Pershing, bütün ordusunu başka bir cepheye aktarma gibi büyük bir işe yöneldi: 1 milyonu aşkın askerin tanklar ve silahlarıyla birlikte, gece, Meuse ırmağının batısındaki Argonne ormanı bölgesine taşınıp, orada bir başka önemli saldırıya hazır edilmeleri gerekiyordu.

Foch iki büyük saldırı planladı. Bunlardan biri, Verdun bölgesinden, Almanların yaşamsal önem taşıyan ikmal merkezi ve demiryolu kesişme noktası olan Mézières'e doğru yapılacak Fransız-ABD saldırışıydı. İkincisiyse, Péronne ile Lens arasında yapılacak ve demiryolu kavşağı Aulnoye'u hedef alacak İngiliz saldırışıydı. Başarılı olunursa, bu ikili saldırı, Almanların Batı cephesindeki lojistik durumunu altüst edecekti. ABD birlikleri 26-27 Eylül'de Vauquois ve Montfaucon'dan geçtilerse de, Almanların destek almaları üstüne saldırıları yavaşladı. Pershing, Saint Mihiel harekâtından sonra, saldırı tümenlerinden bazılarını dinlenmiş birliklerle değiştirdi ve 4 Ekim'de saldırısını yeniledi. Manevra alanı bulunmadığından, 1. ordu pahalıya mal olan bir dizi cephe saldırısıyla yavaş yavaş kendine yol açtı ve Argonne ormanının Almanlardan temizlenmesi, soldan Aisne ırmağına doğru ilerlemesini kolaylaştırdı.

ABD kuvvetlerinin beklendiği kadar hızlı ilerleyememesinden kaygılanan Fransa cumhurbaşkanı Clemenceau, Pershing'in görevinden alınması için çaba harcadıysa da, başarılı olamadı: ABD saldırısının Batı cephesindeki kullanılabilir Alman yedeklerinin tümünü kendisine çekmekte olduğunu gören Foch, Clemenceau'yu desteklemedi. Ekim ayının sonuna gelindiğinde, 1. ordu üçüncü ve son Alman hattını birçok yerden delmişti.

Yorulan tümenlerin yerine dinlenmiş olanları koyan 1. ordu, 1 Kasım'da yeniden ilerledi, Buzancy'nin kuzeydoğusundaki ve batısındaki son Alman mevzilerini yardı, Fransız 4. ordusunun Aisne'i geçebilmesini sağladı. Bundan sonra ABD öncü birlikleri Meuse vadisinde açıkta ilerlediler, 6 Kasım'da Meuse'e vardılar ve top ateşiyle bütün Alman cephesi için yaşamsal önemde bir ikmal yolu olan Mezieres-Montmedy demiryolu hattını kestiler. ABD saldırısının başlamasından bir gün sonra,

27    Eylül'de, Haig'in ordular grubu da Hindenburg hattına yüklenmişti; ama, başarılı Alman savunması karşısında bu saldırı kısa sürede hızını yitirdi.

Meuse-Argonne'daki ABD baskısı bütün hat boyunca Almanların geri çekilmesini zorunlu kılmıştı. Yeni bir saldırıyla İngilizler de, 17 Ekim'de Selle ırmağı kıyısındaki Alman savunmasını çökerttiler. Aynı tarihlerde, Belçika kralı Albert'in komutasındaki Belçikalılar ve İngilizler de, yeniden Flandre'da ilerlemeye koyuldular. Alman ordusu dağılmaya başladı.

Cephe çizgilerinin bozulmaya başladığı bir sırada, 6 Ekim'de, yeni Alman başbakanı Baden prensi Max, başkan Wilson'a bir mesaj göndererek Wilson'un *14 nokta"nın temelinde bir ateşkes istedi. Birkaç haberleşmeden sonra, Wilson'un ısrarıyla, Birleşik ABD ve İtilâf Devletleri'nin, Almanya'da varolan askerî diktatörlükle ateşkes görüşmesi yapmayacakları kararına varıldı. Bunun üstüne Ludendorff, yenik Alman hükümetinin İtilâf Devletleri'nin isteğini yerine getirebilmesi için, resmen görevinden alınmadan hemen önce istifa etti. Ama Hindenburg, Almanların başkomutanı olarak görevinde kaldı. Ludendorff'un yerine general Wilhelm Groener Genelkurmay başkanlığına getirildi.

Ayaklanma ve ateşkes: Almanya'nın içinde komünistlerin kışkırttığı ve 29 Ekim'de açık deniz filosunda patlak veren ayaklanmanın kıvılcım rolünü oynadığı ayaklanmalar patlak verdi. Yeni bir sosyalist hükümet iktidara geldi ve 9 Kasım'da cumhuriyet ilan edildi. İmparator ertesi gün Hollanda'ya kaçtı.

Bu arada, sivil Mathias Erzberger'in başkanlığındaki bir heyet, Foch'un bir tren vagonundaki karargâhında, Compiegne yakınında, ateşkes görüşmelerine başladı. 11 Kasım 1918'de saat 05'te anlaşmaya varıldı. Ateşkes koşullarına göre, Alman ordusu hemen bütün işgal ettiği topraklardan ve Alsace-Lorraine'den çekilecek, hemen büyük miktarda savaş gerecini ve bütün denizaltılarını teslim edecek, bütün öbür su üstü savaş gemilerini de İtilâf Devletleri'nin gözetimine verecekti. Ayrıca Almanlar, Ren'in batısındaki Alman topraklarını boşaltacaklar ve Ren üstündeki üç köprübaşı İtilâf Devletleri kuvvetleri tarafından işgal edilecekti. Ateşkes hemen yürürlüğe girdi ve çarpışmalara 11 Kasım günü saat 11.OO'de son yerildi.

İtalya cephesi: İlkbaharda Almanya, İtalya'daki birliklerini batı cephesine aktarmış, Rusya savaş dışı kaldığı için Avusturya'nın İtalya'yı tek başına altetmesinde diretmişti. Tonale geçidinin batısına yapılan şaşırtma saldırısı 13 Haziran'da geri püskürtüldükten sonra, Verona ve Padora'ya yönelik Avusturya saldırıları da durduruldu. İtilâf Devletleri'nin öbür cephelerde başarı kazandıklarından emin oluncaya kadar zaman kazanan Diaz, sonunda ikili bir saldırı hazırladı. O sırada Avusturya-Macaristan hükümeti ateşkes isteminde bulunmuştu. İtalyanlar 24 Ekim'de Vittorio-Veneto muharebesiyle saldırıya geçtiler; ama çok geçmeden Piave ırmağı hattında durduruldular. Ne var ki, Fransız birlikleri soldaki bir toprağa yerleştiler; İngiliz birlikleriyse sağda büyük bir köprübaşı elde ederek 28 Ekim'de cepheyi yardılar ve 30 Ekim'de Sacile'ye ulaştılar. Ertesi gün, İtalyan yedek birliklerinin giderek genişleyen açıktan yararlanmaları üstüne, AvusturyalIların direnişi çöktü. 1 Kasım da Belluno'ya, ertesi gün Tagliamento'ya ulaşıldı. Batı bölgesindeyse, İngiliz ve Fransız birlikleri 3 Kasım'da Trento'ya saldırdılar. Aynı gün, Venedik körfezine gönderilmiş bir İtilâf Devletleri donanması Trieste'yi ele geçirdi; birkaç saat sonra da ateşkes imzalandı. Çarpışmalar 4 Kasım'da sona erdi.

Balkan cephesi: Selanik'te temmuz ayında, Guillaumafnın yerine başarılı Fransız generali Franchet d'Esperey getirilmişti. Yüksek Savaş Konseyi istemeye istemeye büyük bir saldırıya hazırlanması iznini verdi. D'Esperey görünüşte Sırplar, Çekler, İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizlerden oluşan yaklaşık 600 000 kişilik bir kuvvetin komutanıydı; ama bunların yalnızca 350 000'i gerçekten savaşabilecek durumdaydı. Karşılarındaysa 400 000 kadar Bulgar vardı (komuta ve kurmay görevlerinin dışındaki bütün Alman birlikleri çekilmişti).

15 Eylül'de Sırp birlikleri yoğun topçu ateşinin korumasında cephenin merkezine saldırdılar (iki yandan Fransız ve Yunan birlikleri tarafından destekleniyorlardı); dalma hareketi başarılı oldu; aynı biçimde 18 Eylül'de İngilizlerin sağ kanada yaptıkları bir şaşırtma saldırısı da başarılı oldu.

Saldırı 25 Eylül'de Vardar'a ulaşıp, Bulgar cephesini yardı. İngiliz saldırısı ertesi gün Strumitsa'ya ulaştı. İyice harekete geçen Fransız süvarileriyse, 29 Eylül'de Üsküp'ü aldılar. Ayrıca, İtilâf Devletleri'nin uçakları, kaçan Bulgarlar arasında büyük bir panik yarattılar.

29 Eylül'de Bulgaristan ateşkes istedi ve isteği kabul edildi. Ama Franchet d'Esperey, birlikleriyle kuzeye doğru ilerlemeyi sürdürerek, 1 Kasım'da Belgrad'da Tuna'yı aştı. Almanya'nın ateşkes yapmasıyla çarpışmalar durduğu zaman, Fransız birlikleri Budapeşte ve Dresden'e yürümeye hazırlanıyorlardı.

Türk cepheleri: 
Kafkas, Suriye, Filistin ve Irak cepheleri: Yılın başlarında, Suriye ve Filistin cephesiyle Allenby'nin kuvvetlerinden bir bölümünün Batı cephesine gönderilmesi nedeniyle, Kudüs'te ancak küçük çarpışmalar yapıldı. Ama güneyde ve doğuda Arabistan ateşler içindeydi: T.E. Lawrence'ın kışkırtmasıyla ayaklanmış Araplar Amman'dan, Türk askerî güçlerinin en güney noktası olan Arabistan'daki Medine'ye kadar yaklaşık 970 km boyunca uzanan Hicaz demiryoluna sürekli saldırdılar.

Eylül ayında Lawrence, kendisini "Hicaz kralı" ilan eden Hüseyin Bin Ali'nin oğlu Emir Faysal'la birlikte demiryolu hattını tahrip ederek Medine'nin bağlantısını kesti.

Bu arada yaz sonunda destek alan Allenby, son çarpışma için özenle hazırlandı. İyice tahkim edilmiş Türk savunma hattı Akdeniz kıyısında Yafa'nın kuzeyinden Şeria vadisine kadar uzanıyordu. Allenby'nin planı, asıl gücünü deniz kıyısında yoğunlaştırmak, bir gedik açmak ve süvari kolordusunu bu açıktan içeri sokmak, bu arada İngiliz hattının tamamını da Şeria vadisi ekseninde dönerek-kuzeye ve doğuya hareket ettirmekti. 19 Eylül günü saat 4.30'da taarruz başladı ve İngiliz öncü birlikleri Yıldırım Ordularıgrubunun karargâhına girdiler ve Şeria ırmağına ulaştılar. 30 Eyül'de Şam düştü. Bunun üstüne, Yıldırım Orduları grubu komutanı Liman Von Sanders, komutanlığı Mustafa Kemal Paşa'ya bırakarak, Adana'ya çekildi. Mustafa Kemal Paşa, İngiliz saldırılarını İskenderun-Tellürrifat mevzilerinde tutmaya çalışırken, İstanbul'da hükümet düştü ve Ahmet İzzet Paşa'nın kurduğu yeni hükümet, Mondros Ateşkesi'ni imzalamak zorunda kaldı (30 Ekim).

Irak cephesinde, İngilizler, birkaç saldırıdan sonra, 23 Ekim'de 6. orduyu yenilgiye uğrattılar.

Kafkas cephesinde, Ruslarla imzalanmış olan ateşkesten sonra, ordular arasında savaş olmadıysa da, Van'da toplanan Ermen iler, Rusların işgal etmiş oldukları Türk topraklarına girdiler. Bunun üstüne, Vehip Paşa komutasındaki 3. ordu Van'ı (7 Nisan), Yakup Şevki Paşa komutasında 4 tümenlik bir kuvvet de 10 Nisan'da Ardahan'ı, 14 Nisan'da Kars'ı geri aldı. Tiflis'teki Alman birlikleriyle birleşerek Cümrü (15 Mayıs) ve Karaköse'yi de (26 Mayıs) alması üstüne,Ermenilerin isteğiyle, Batum'da 4 Haziran 1918'de barış yapıldı.

Deniz savaşları: 1918 başlarında İtilâf Devletleri'nin konvoy sistemi, Almanların denizaltı saldırılarını sınırlamıştı. Ama Alman denizaltıları gene de tehlike oluşturmayı sürdürüyor, denizaltılar Zeebrugge, Ostend ve Brugge'deki üslerden harekâta çıkıyorlardı. Pas de Calais (Dover) boğazı devriye kolunun komutanı İngiliz tuğamirali R.J. B. Keyes bu üslere karşı bir saldırı düzenledi; 22-23 Nisan'da Vindictive hafif kruvazörü, destroyer ve denizaltı korumasında Zeebrugge'ye saldırdı. Güçlü patlayıcılarla yüklü bir İngiliz denizaltısı da, kapıları hedef alarak kendisini havaya uçurdu ve burayı tutan iki gemiyi de birlikte batırdı. Vindictivese üsse oldukça zarar verdikten sonra kaçmayı başardı; ama üs bütünüyle kullanılmaz duruma getirilmedi. Aynı tarihte Ostend'e de düzenlenen bir saldırıda, başarı elde edilemedi. Daha sonra (9-10 Mayıs) Ostend'i ablukaya almak için yapılan bir saldırıysa kısmen başarılı oldu.

Almanya'nın çöküşünün yaklaştığını gören Alman deniz komutanlarını İngiliz Büyük filosu son bir hesaplaşmaya kışkırtmak için umutsuz bir çıkış yapmayı planladılarsa da, 29 Ekim'de askerler ayaklanarak savaş gemilerinin denetimini ele geçirdiler ve denizlerdeki savaşa son verdiler.

Doğu Afrika'daki harekât: İngilizler 4 yıl boyunca sürekli arayıp izlemelerine karşın, Paul von Lettow-Vorbeck in vur-kaç hareketlerinin önünü almayı başaramadılar. 1917'de Vorbeck'i Portekiz Doğu Afrikası'na ittilerse de, Vorbeck bu kez aynı gerilla taktiğiyle Portekiz askerî karakollarını ele geçirdi; el koyduğu cephaneyle kendi küçük komandosunun gereksinmelerini karşıladı. Daha sonra, yalnızca 4 000 kişiyle Alman Doğu Afrikası'na dönüp, toplam 130 000 kişilik kuvvetlerle karşı karşıya geldi. Önce çok sayıda küçük karakolu ele geçirdi; ama ateşkes imzalandığını öğrendikten sonra, 14 Kasım'da çarpışmayı durdurarak, 23 Kasım'da birliğiyle teslim oldu.

Ateşkes sonrası: Ateşkes koşulları uyarınca, 17 Kasım'da İtilâf Devletleri birlikleri, Fransa ve Belçika'nın 1914'ten beri Almanların elinde bulunan kesimlerine yeniden girmeye başladılar. Ayrıca İtilâf Devletleri ve ABD birlikleri, geri çekilen Almanların peşinden Almanya'ya girdiler. 9 Aralık'ta Ren ırmağını ateşkesle belirlenmiş bulunan köprü başlarından geçtiler. İngilizler Köln'e, ABD birlikleri Koblenz'e, Fransız birlikleri de Mainz'e yerleştiler. Bu arada 21 Kasım'da Alman açık deniz filosu Büyük Britanya Büyük filosunun gözetiminde Forth halicine gitti. Daha sonra da Scapa Flow'a götürüldü.

Savaşın bedeli: Savaşın ne kadar insan canına ve kaynağa mal olduğu, çizelgede gösterilmiştir.

1. DÜNYA SAVAŞI BARIŞ ANTLAŞMALARI

Birinci Versailles görüşmeleri: Versailles'daki barış konferansı 18 Ocak 1919'da resmen açıldı. Savaşı kazanan 27 Müttefik devleti temsil eden 70 delegenin gelmesi bekleniyordu. Almanya, Rusya ve yeni kurulan Sovyet cumhuriyetinin katılamadıkları konferansın en önemli katılanları dört büyük devletin yöneticileriydi: ABD'den Woodrow Wilson, Fransa'dan Georges Clemenceau, Büyük Britanya'dan David Lloyd George, İtalya'dan Vittorio Orlando. Kısa sürede bunların isteklerinin ve çıkarlarının birbirlerinden çok farklı olduğu ortaya çıktı.

Wilson, en azından başlangıçta, ateşkes görüşmelerine temel oluşturmuş "14 noktası"nı kalıcıalaştırmaya kararlıydı. İlke olarak, düzenli uluslararası ilişkilerin ve barışın korunmasının temelini sağlayacak bir Milletler Cemiyeti kurulmasını istiyordu.

Clemenceau inatçı, kararlı ve yetenekli bir siyasetçiydi. Aynı zamanda da korkunç savaşta Fransa'nın büyük bölümünün yakılıp yıkıldığını, değerli insan gücünün harcandığını görmüş ve Fransa-Prusya savaşından sonra Almanya'nın kendi ülkesine nasıl insafsız barış koşulları dayattığını unutmamış öç peşinde koşan bir yaşlı insandı. Yalnızca Almanlara acı çektirmekte değil, aynı zamanda da barış koşullarının Almanya'nın bir daha savaşı göze almasını olanaksızlaştıracak türden olmasında kararlıydı.

Lloyd George da yetenekli bir siyasetçiydi. Genel olarak pratik, ılımlı bir barış yapma eğiliminde olmakla birlikte, başbakanlığa Almanya'nın ve Almanya'yı savaşta yönetenlerin cezalandırılacağı sözünü vererek seçilmişti. Genel olarak Wilson'un idealizmine güvenmiyordu ve onun "14 nokta"sından hiçbirinin Büyük Britanya'nın içişlerine, geleneksel siyasetine ya da başkalarına karşı yükümlülüklerine müdahale etmesine izin vermemekte kararlıydı.

"Dört büyükler'' diye adlandırılanların son önemli kişisi Orlando, 1915'te İtalya'yı İtilâf Devletleri'nin safında savaşa çekmek için vaad edilen büyük toprakları İtalya'nın elde etmesinde kararlıydı.

Konferans 25 Ocak'ta, Milletler Cemiyeti'nin kurulması konusunda bir kararı oybirliğiyle kabul etti. Bundan sonra Cemiyet'in sözleşme taslağını hazırlayacak olan komite oluşturuldu ve beş büyük İtilâf Devleti ABD, Büyük Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya'nın hükümet başkanları ile Dışişleri bakanlarından oluşan Yüksek Konsey, barış koşullarını biçimlendirmeye başladı.

Üç buçuk ay süren yavaş ve çok yorucu tartışmalardan sonra, İtilâf Devletleri'nin önderleri bütün konularda uzlaşma sağladılar ve daha küçük devletlere anlaşmanın kendilerini ilgilendiren yanlarını benimsettiler. 6 Mayıs'ta Versailles Antlaşması, Almanya'ya önerilecek duruma gelmişti.

Versailles Antlaşması: Milletler Cemiyeti'nin sözleşmesi de antlaşmanın içinde yer alıyordu; böylece antlaşmayı imzalayan devletler, bu dünya örgütünü de kabul etmiş olacaklardı. Cemiyet'in kuruluş amacı, anlaşmazlıkların barışçı yoldan çözümü, dünya çapında silahsızlanma ve insan soyunun genel olarak geliştirilmesi için bir mekanizma oluşturmaktı.

Oybirliğiyle kabul edilen Alsace-Lorraine'in Fransa'ya geri verilmesi dışında, antlaşmanın Almanya topraklarıyla ilgili bütün önemli maddeleri, karşılıklı ödünlerle oluşmuştu. İtilâf Devletleri'nin Rheinland'daki işgali en az 15 yıl, hattâ daha uzun sürecekti; bölge sürekli olarak askerden arındırılmış kalacaktı. Aynı şey Ren'in sağ kıyısı boyunca uzanan 50 km eninde bir kuşak için de söz konusuydu. Eupen ve Malmedy yakınındaki üç küçük sınır bölgesi Polonya'ya (bu yeniden kurulan devletin Baltık denizine bağlantısı olması için) veriliyordu; Baltık denizindeki Gdansk (Danzig) limanı, özerk bir devlet oluyor, ama ekonomik bakımdan Polonya'ya bağlanıyordu. Baltık denizine açılan bu Polonya koridoruyla, Doğu Prusya'nın Almanya'nın geri kalan bütünüyle bağları bütünüyle koparılıyordu.

Almanya'nın bütün sömürgelerinin İtilâf Devletleri tarafından işgal edilmesi öngörülüyor, bunların Milletler Cemiyet'nin denetiminde ve korumasında "mandalar halinde örgütlenmesi koşulu getiriliyordu: Almanya'nın Afrika'daki sömürgelerinin çoğunu Büyük Britanya ile Fransa paylaştılar; Japonya da Büyük Okyanus'un güney kesimindeki dağınık adaları aldı.

Antlaşmayla Almanya'dan, savaşa yol açan tek devlet olmanın sorumluluğunu ve cezasını kabul etmesi isteniyordu. Eski imparator ile adı belirtilmeyen öbür Alman savaş yöneticileri, savaş suçlusu olarak yargılanacaklardı (bu yaptırım hiçbir zaman uygulanmamıştır).

Daha bir dizi başka askerî ve ekonomik yaptırım öngörülmüştü; amaç yalnızca Almanya'yı savaşın sorumlusu olarak cezalandırmak değil, aynı zamanda gelecekteki olası bir Alman saldırısına karşı, Fransa'yı ve dünyadaki öbür devletleri güvenlik altına almaktı. Alman ordusu 100 000 kişiyle sınırlanıyor, ağır topçu bulundurması yasaklanıyor, genelkurmayı feshediliyor, donanması küçültülüyordu. Ayrıca hava kuvveti bulundurmasına izin verilmiyor, askerî planlar geliştirmesi yasaklanıyordu.

Almanya, savaşta sivillere verilen bütün zararları tazmin etmek zorunda bırakılıyordu. Bunun yanı sıra, İtilâf Devletleri'ne büyük miktarda sanayi maddesi, ticaret gemisi ve hammaddeyi tazminat olarak ödeyecekti. Bu koşulda da amaç, askerî sınırlamalardan sıyrılmayı başarsa bile, Almanya'nın herhangi önemli bir askerî çabanın gerektirdiği harcamaları yapabilmesini daha baştan önlemekti.

İkinci Versailles görüşmeleri: Alman Dışişleri bakanı kont Ulrich von Brockdorff-Rantzau başkanlığında bir Alman heyeti, 29 Nisan'da Versailles'a geldi. 7 Mayıs'ta heyet üyeleri, antlaşma koşullarını bildirmek için Versailles'daki Trianon sarayına çağrıldılar. Antlaşma metnini dikkatle okuyan Brockdorff-Rantzau imzalamayacaklarını söyledi. İtilâf Devletleri önderlerine, ateşkes görüşmelerinin "14 nokta" temel alınarak yapıldığını, bu noktaların İtilâf Devletleri için de, Almanya için de bağlayıcı olduğunu anımsattı, Antlaşmada öngörülen ekonomik yaptırımların yerine getirilmesinin olanaksızlığı konusunda ayak diredi.

Alman heyeti, antlaşmayı imzalamayı reddetmekle birlikte, antlaşma metnini hükümetin görüşünü almak için Berlin'e götürdü. Başbakan Philipp Scheidemann da antlaşmanın kabul edilemeyeceğini bildirdi. İtilâf Devletleri, Almanya'ya uyguladıkları deniz ablukasını sürdürdüler. Sonuçta Berlin'de, uzun ve çetin tartışmalardan sonra, Almanya'nın antlaşmayı imzalamaktan başka çaresi olmadığı anlaşıldı. Scheidemann ile Brockdorff-Rantzau, 21 Haziran'da istifa ettiler. Aynı gün Scapa Flow'daki Alman açık deniz filosu dramatik bir protesto gösterisi yaptı; İngilizlerin her türlü önlemi almalarına karşın, Alman denizcileri, limandaki 50 Alman savaş gemisini batırdılar.

28 Haziran'da yeni Alman başbakanı Gustav Hauer, Versailles'a yeni bir heyet gönderdi. Almanlar, Almanya'nın bu antlaşmayı "yalnızca ve yalnızca insanlık dışı ablukanın halklarına verdiği zararı azaltma zorunluluğu nedeniyle kabul ettiğini" belirttikten sonra, antlaşmayı imzaladılar.

Öbür antlaşmalar: 10 Eylül'de, çok küçük bir ülkeye dönüşmüş Avusturya Cumhuriyeti'nin temsilcileri, Paris'in yanıbaşındaki Saint-Germain'de aynı adlı antlaşmayı imzaladılar. Eski büyük Habsburg imparatorluğu 1918 Ekim ve Kasımı'nda zaten bütünüyle parçalanmış olduğundan bu antlaşma yalnızca, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun ortadan kalktığını belgeleyen bir antlaşma oldu. Çekoslovakya, Polonya, Yugoslavya ve Macaristan'ın bağımsızlıklarını tanıyan Avusturya, ayrıca, Galiçya'nın Polonya'ya, Trentino, Güney Tirol, Trieste ve İstria'nın İtalya'ya verilmesini de kabul etti. Avusturya ordusu 30 000 kişiyle sınırlandırıldı, Avusturya Cumhuriyeti, Avusturya - Macaristan saldırılarından zarar görmüş İtilâf Devletleri'ne ekonomik tazminat ödemeyi kabul etti. Avusturya'nın, her iki ülkede de pek çok kişinin tasarladığı gibi Almanya'yla birleşmesi yasaklandı.

27 Kasım'da gene Paris'in banliyölerinden Neuilly'de, Bulgaristan da İtilâf Devletleri'yle bir antlaşma imzalayarak Yugoslavya 'nın bağımsızlığını tanıdı; ayrıca, Yugoslavya, Romanya ve Yunanistan'a toprak vermeyi kabul etti. Bulgar ordusuna sınırlama koyuldu ve ülke İtilâf Devletleri safındaki komşularına tazminat ödemek zorunda bırakıldı.

Macaristan 4 Haziran 1920'de Versailles 'da Trianon Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşmayla ülkenin toprakları 283 000 km²'den 93 000 km²'nin altına indirildi. Macar ordusu 35 000 kişiyle sınırlandırıldı; tutarı belirlenmemekle birlikte bu ülkeden de tazminat istendi.

Türkiye'yle barış antlaşması, uzun süre geciktirildi. 10 Ağustos 1920'de Paris'in banliyölerinden Sèvres'de imzalanan Sevr Antlaşması'ysa, anlamsız bir antlaşma oldu. Çünkü İstanbul hükümetinin onayladığı bu onursuz antlaşma, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Anadolu'da kurulan TBMM tarafından tanınmayarak, hiçbir zaman yürürlüğe konulmadı. Başlatılan Kurtuluş Savaşı'nda, Anadolu'ya çıkmış Yunan ordusu bozguna uğratılarak, İtilâf Devletleri'yle çok daha onurlu koşullar altında barış masasına oturuldu ve 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması, 23 Ağustos 1924'te TBMM tarafından onaylandı.

ABD'de, başkan Wİlson'un bütün çabalarına karşın, senato Versailles barış anlaşmasını imzalamayı reddetti. Bunun sonucunda ABD, Almanya, Avusturya ve Macaristan'la ayrı antlaşmalar imzaladı.

SAVAŞTAKİ TEKNOLOJİ

Birinci Dünya Savaşı'nda tarihteki bütün öteki savaşlardan daha çok teknolojik yenilik ortaya çıkmıştır: Atom bombası gibi önemli bir istisnanın dışında, İkinci Dünya Savaşı'nda kullanılan bütün önemli savaş araçları, genellikle 1918'de kullanılmış silahların geliştirilmiş ya da değişikliğe uğratılmış biçimleridir.

Hava taşıtları ve hava savaşı: ABD'deki Ayrılık Savaşı ve Fransa-Prusya savaşı gibi daha önceki savaşlarda da balonlar kullanılmıştı; ama, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, ciddi biçimde yönetilen ve denetim altında tutulan uçuşlar, henüz 15 yaşını doldurmamıştı. Başlangıçta iki hava taşıtı çeşidi kullanıldı: Havadan hafif olan güdümlü balonlar (hava gemileri); havadan daha ağır olan uçak, Kullanılabilir güdümlü balonların en başarılısı, Almanların zeplinleri oldu.Uçaklarsa,1903'te Wright kardeşler tarafından yapılarak uçurulmuş ilk uçağın, büyük ölçüde geliştirilmiş biçimleriydi.

Almanlar zeplinlerini Paris ve Londra'ya düzenledikleri bir dizi saldırıda kullandılar; ama İtilâf Devletleri'nin hızla geliştirdiği uçaklar bunlarla aynı yüksekliğe çıkmayı başarıp, makineli tüfek mermileriyle zeplinlerin hidrojenle dolu gaz depolarını havada patlatmaya başladıkları için, daha savaş sona ermeden zeplin akınlarından vazgeçildi. Zeplinler uzak yerlere|ulaşımda da kullanıldı (Doğu Afrika'da general Von Lettow-Vorbeck'in küçük kuvvetine gereksindiği gereçleri yetiştirmek için Bulgaristan'dan başlatılan ve hiç yere inilmeden yapılan uçuş tarihsel önemdedir).

Bütün renkliliğine karşın hava çarpışmalarının Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçları üstünde pek etkisi olmadı. Çoğunlukla hava çarpışmaları, büyük kara çarpışmalarıyla pek az ilişkili bireysel çarpışmalarla sınırlı kaldı. Bombardımanlar savaş sanayisine önemli bir zarar vermedi; yerdeki haberleşme ve ikmal hatları da bundan hiçbir zaman büyük boyutlarda zarar görmedi. Aslında, Birinci Dünya Savaşı'ndaki hava çarpışmaları, gelecektekilerin habercisi oldu ve askerî havacılık kuramlarının geliştirilmesine temel oluşturdu.

Denizaltılar: Denizaltı savaşı doğrultusunda ilk çabalar Bağımsızlık Savaşı ve Ayrılık Savaşı sırasında ABD'de ortaya çıkmıştı. Ama gerçekten etkili su altı araçları, ilk olarak Birinci Dünya Savaşı'nda kullanıldı.

1914'ten önce, Büyük Britanya'nın ünlü denizaşırı ulaşım hatlarına saldırarak ve hareketsiz kılmaya çalışarak bu ülkenin dünya denizlerindeki egemenliğine karşı çıkmada kullanılacak bir araç olarak denizaltıların taşıdığı potansiyeli, yalnızca az sayıda Alman deniz subayı görmüştü. Bu öngörü önemli ölçüde gerçekleşti. 1917'deki denizaltı harekâtı Büyük Britanya'yı neredeyse savaştan çekilmenin eşiğine getirdi; ama konvoy sisteminin yürürlüğe girmesinden sonra, denizaltılar ciddi bir tehlike oluşturmaktan çıktı.

Tanklar: Uçak ve denizaltı gibi yeni bir etkileyici ve önemli silah olan tank, başlangıçta ağır hareketli ve karşı tarafın topları karşısında zayıf olduklarından, savaşın başlarında ciddi bir tehlike oluşturmadılar. Ama Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda, kara savaşlarındaki ana güçlerden biri haline gelmeye başladılar ve ilerdeki savaşlarda çok önemli bir silaha dönüşecekleri anlaşıldı.

Zehirli gaz: Büyük ölçüde görülmezliği ve boğucu dumanları nedeniyle, zehirli gaz savaşta kullanılan silahların en korkuncuydu. Ama kısa sürede alınan karşı önlemler sayesinde, daha çok bir panik yaratma aracı haline geldi. Bununla birlikte zehirli gazın öldürücü potansiyeli, savaşlarda kullanılmasını yasaklayan 1925 Cenevre Sözleşmesi adlı uluslararası anlaşmanın imzalanmasına yol açtı.

Makineli tüfek: Uçak ve denizaltı gibi makineli tüfek de, ABD'de bulunup Avrupa'da geliştirilmiş bir silahtır. Birinci Dünya Savaşı'nın daha başında, bir savunma silahı olarak değerini kanıtlamıştır. Siperler, dikenli teller ve yüksek patlama güçlü top mermileriyle birlikte kullanılan makineli tüfek, 1914'ün sonundan 1918'i başına kadar süren siperler arasındaki dengede, başlıca rolü oynamıştır.

Almanlar daha sonra, makineli tüfeğin saldırı potansiyelini de fark etmişler ve her mangaya hareketli ateş gücü sağlamak amacıyla, hafif makineli tüfeğin geliştirilmesinde önemli rol oynamışlardır.

Top ve güçlü mermiler: Napolyon döneminde Avrupa'daki savaşlara yivsiz top egemendi. Ama bu egemenliği ABD Ayrılık Savaşı'nda ortadan kalktı ve yivli toplar savaş alanlarında en öldürücü silahlardan biri haline geldi. Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce gerçekleştirilen büyük gelişmelerle de, çabuk doldurulan toplar, geniş alanları şiddetli patlamalarla ve çelik şarapnellerle temizleyebilen, yüksek patlama güçlü mermiler, bu tehlikeli silahın gücünü büsbütün artırdı. Üstelik telefonun sağladığı yeni hızlı haberleşme olanakları da, topçu kuvvetlerinin çok daha başarılı kullanılmasını sağladı:Telefon sayesinde toplar yüksek hatların ve ormanların arkasına yerleştiriliyor ve bu siperlerin üstünden, topçunun göremediği ama cephede gizlenmiş gözlemcilerin verdikleri bilgilere göre, hedeflere ateş ediliyordu.

Elektronik haberleşme: Sahra telefonları topçuya hareketlilik kazandırmakla kalmayıp, komutanlarla alt birimlerin subayları arasında haberleşme olanağı sağladı. Teller düşmanın topçu ateşine dayanıklı değildi ve gece çıkarılan kollar tarafından kesiliyordu ama, becerikli onarım birlikleri telefonların her koşulda çalışır kalmasını sağlamaktaydılar.

Birinci Dünya Savaşı'nda ortaya çıkan ikinci bir elektronik haberleşme aracı da, 10 yıl önce bulunmuş radyodur. Radyonun gözle görülmeyen sinyalleri topçu ateşi ya da tel kesiciler tarafından durdurulamıyordu. Bununla birlikte çok geçmeden yayını bozma olanakları bulundu. Bununla birlikte, radyo, haberleşme tesisatlarının çok daha çabuk kurulmasını ve sahra telefonlarıyla olduğundan daha uzak yerlerle haberleşmeyi sağladı.

Savaş sonrası dönem: Birinci Dünya Savaşı'nda geliştirilen teknoloji, insanoğlunun öldürme potansiyelini büyük ölçüde artırmış, ama aynı zamanda da bu savaşın "savaşları bitirecek savaş" olacağı, devletlerin bundan ders alacağı ve gelecekte kanlı olayların önleneceği umulmuştur. Milletler Cemiyeti uluslararası anlaşmazIıkları barış yoluyla gidermek için kurulmuş, 1928'de Kellogg-Briand paktının amacı da, savaşı bütünüyle yasaklamak olmuştur. Ne var ki, Versailles Antlaşması'nın birçok maddesi, yeni bir dünya savaşının da tohumlarını atmış, özellikle Almanya'ya verilen ağır cezalar bu ülkede ekonomik ve siyasal istikrarsızlık yaratarak, Adolf Hitler'in iktidara gelmesini kolaylaştırmıştır. Nitekim, 20 yıl sonra İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, insanlığın barışı sağlamanın yolunu henüz bulamamış olduğunu kanıtlamıştır.