Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

İlaç

  • Okunma : 551

İlaç, İnsanlara ya da hayvanlara bir hastalığın tedavisi, önlenmesi ya da teşhisi amacıyla verilen maddeleri belirten genel terim. İlaçlar, ağrıları ya da başka rahatsız edici durumları dindirmek, zihin ve bedenin normal dışı durumlarını düzeltmek ve denetim altında tutmak için kullanılırlar. Reçeteyle verilen bir ilacın bir hekim ya da diş hekimi tarafından özel olarak yazılması gerekir. Reçetesiz verilen bir ilacın alınması ya da kullanılması içinse, meslekten bir kişinin onayı gerekmez. Uyuşturucular, vb. birçok ilaç, aşırı kullanıldıklarında ruhsal ve bedensel bağımlılığa yol açabilirler.

TARİHÇE

İnsanlar, Tarihöncesi çağlardan bu yana ilaç kullanmışlardır. ilkel insanlar, mantar gibi fizyolojik etkileri olan bitkileri yerlerdi. Eski Romalılar ve Yunanlılar, çeşitli bitki ve suları tedavi amacıyla kullanan bir tıp uygulama yöntemi geliştirmişlerdir. Alkol, afyon ve banotu bitkisinin türevleri de, çok eski dönemlerden başlayarak ağrı dindirici ve yatıştırıcı olarak kullanılmışlardır. Eski Mısırlılar afyonu ağrı durdurmak, hintyağını bağırsak solucanlarını dökmek, hayvan kanı, iç organları ve dışkılarını çeşitli hastalıkları tedavi etmek için kullanmışlardır. XII. yy'da Arap hekimleri guatrı tedavi etmek için, iyot içeren yakılmış süngerden yararlanmışlardır. XVI. yy'da hekimler, gut tedavisinde, günümüzde de olduğu gibi, acımersin kullanmışlardır.

XVI. yy'da Paracelsus'un ilaçlarla daha bilimsel bir deney yöntemi geliştirmesine karşın, 1700 yıllarında Avrupa'da eczacılar hâlâ altın, toz haline getirilmiş aslan yüreği, güvercin otu, solucan, kurutulmuş insan beyni ve Mısır soğanının bir karışımı olan "evrensel iksirdi hazırlamakla uğraşıyorlardı. XVIII. yy'daysa, iskorbüt (Barlow hastalığı ya da C vitamini eksikliği) turunçgillerin meyveleriyle etkili biçimde tedavi edilmeye başlandı; ayrıca hekimler yüksükotundan elde edilen ve kalp hastalığının tedavisinde kullanılan dijitali buldular. Edward Jenner de 1796'da çiçek hastalığına karşı çiçek aşısını buldu.

1846'da uyuşturma için kullanılan eterin bulunması, cerrahinin hızla gelişmesini başlatan etmen oldu. Kimyacılar, atropin ve morfin gibi bitkisel alkaloyitleri (bitkilerde bulunan alkali maddeleri) incelemeye başladılar ve ilaç olarak kullanılan bitkilerin etkili öğelerini laboratuvarda bireşim yoluyla elde etmeyi başardılar. Böylece, doğada bulunan maddelere bağımlı kalmak zorunluğu ortadan kalktı. 1860'ta salisilik asitin bireşiminin gerçekleştirilmesiyle, aspirin bulunmuş oldu.

Bu arada, Robert Koch'un hastalıklara mikropların yol açtıkları kuramı ve Louis Pasteur'ün çalışmaları, zayıflatılmış virüslerle aşı hazırlama tekniklerine yol açtı: Pasteur, şarbon ve kuduz aşılarını geliştirdi; Emil Behring 1890-93'te, kuşpalazı (difteri) antitoksinini üretti. Ardından, hastalık yapıcı organizmaları yok eden ilaçlara ilişkin araştırmalar başladı.

1909'da Paul Ehrlich, frengi hastalığına karşı, "sihirli kurşun" adı verilen arsfenamini üretti. Ondan sonra, 25 yıl süreyle, mikroplara karşı yeni bir ilaç bulunmadıysada, günümüzde hâlâ kullanılmakta olan başka birçok ilaç (adrenalin, efedrin, insülin, tiroksin, karaciğer ekstresi, vb.) üretildi. Sonraki önemli başarı, 1935'te Gerhard Domagk'ın sülfonamitlerin bakteri karşıtı etkisini gözlemlemesiyle gerçekleşti. 1939'da, Florey ve çalışma arkadaşları, Sir Alexander Fleming'in 1929'da bulmuş olduğu penisilini geliştirdiler: Antibiyotikler çağı başlamıştı.

1940 ve 1950 yıllarında birçok ilaç geliştirildi ve o döneme kadar tedavi edilemeyen birçok hastalığın tedavisinde kullanıldı. 1940 yıllarının sonlarına doğru, kansere karşı ilaçlar ve steroyitler kullanıma girdi. 1950 yıllarında, şizofrenin tedavisinde kullanılan klorpromazinin (1952) ve çöküntü önleyiciler ile yatıştırıcıların bulunmasıyla, akıl ve ruh hastalıklarının tedavisinde büyük bir ilerleme gerçekleştirildi.

1950'den bu yana, ilaçların hücre düzeyindeki etkileri tanımlanabilmekte, ilaç metabolizması modern tıpta gün geçtikçe artan bir biçimde anlaşılmakta ve önem kazanmaktadır. Günümüzde gerek hastalığı tedavi etmek, gerek yol açtığı belirtileri yatıştırmak açısından ilaç kullanılmayan hemen hiç hastalık kalmamıştır. Tıpta, ilaç araştırması, gene beden üstünde yapılan araştırmalara yönelmiştir. Bedenin ürettiği, geniş tedavi uygulamaları sağlayabilecek maddeler olan prostaglandinlerle ve endorfinlerle ilgili araştırmalara başlanmıştır. Günümüzde normal fizyolojik süreçleri baskılamak (sözgelimi ağızdan alınan doğum kontrol hapları) amacıyla ilaç kullanmak, yaygın bir uygulamadır.

İLAÇLAR VE BEDEN

İlaç molekülleri, bedenin birçok dokusunun mikroskopla görülemeyen mekanizmasına ulaşır ve genellikle "alıcı" adı verilen hücre yapılarını etkilerler.

İlaç etkisi, çeşitli biçimlerde tanımlanabilir. Sözgelimi, "dijital kalp yetmezliğini tedavi eder" tanımı, söz konusu ilacın etkisi konusundaki en temel tanımdır; ama aynı zamanda, dijitalin kalbi güçlendirdiği, kalp verimini artırdığı, kalp kasının etkililiğini fazlalaştırdığı, kalbin kasılgan proteininin çalışma kapasitesini artırdığı, adenozin trifosfat enzim alıcısını ketlediği de söylenebilir. Bütün bunlar, ilaç etkisinin çeşitli gözlem düzeylerini tanımlarlar. Aynı gözlem düzeyleri, ilaçların çoğu için geçerlidir.

İLAÇLARIN BEDENE VERİLMESİ

İlacın dış dünyadan, istenen tedavi edici etkisini yapacağı hücrelere gidişi, uzun, karmaşık bir yolculuktur. İlaçlar bedene çeşitli yollardan verilebilir.

Deri yoluyla. Bir ilaç, toz, krem, losyon, merhem ya da çözelti biçiminde, doğrudan doğruya derinin üstüne uygulanabilir. İlaçların bazıları, beden tarafından emilir. İlaçlar, sözgelimi tüberkülin testinde olduğu gibi deri içine derinin çizilmesiyle de verilebilir. Yakın dönemde ilaçların deri üstüne yerleştirilen, içinde ilaç bulunan bir yakıdan, bedene yavaşça sızdığı bir yöntem de geliştirilmiştir (sözgelimi, yaş dönümündeki kadınlara bu yolla hormon verilmesi).

İğneyle. İlaçların iğneyle verilmesi doğrudan doğruya beden dokularına ya da beden sıvılarına girmelerini sağlar. İlaçlar bu yolla, sözgelimi bir astım krizi sırasında adrenalin verilmesinde olduğu gibi deri altına verilebilirse de, çoğunlukla kas içine verilirler. İlaçların iğneyle kas içine verilmesi, kasların büyük bölümünde çok sayıda kan damarı bulunduğundan, ilacın hızla dolaşıma emilmesini sağlar. Hızlı etki sağlanması istendiğinde, ilaçlar iğneyle doğrudan doğruya toplardamarların içine (çok ender olarak da atardamarların içine) verilir ve saniyelerle ölçülebilecek sürelerde bütün dolaşım sistemine ulaşırlar. Bazı durumlarda kemik iliği, karın boşluğu ya da omurga içine de iğneyle ilaç verilir.

Sindirim sistemi yoluyla. Sindirim sistemi ağızdan başlar. Nitrogliserin gibi bazı ilaçlar, ağız mukozasından emilerek dolaşıma geçerler. Öbür ilaçlar (sözgelimi aspirin), ağızdan mideye geçerek orada emilirler. Bazı ilaçlar, besinlerle karışınca emilmeleri geciktiğinden, hattâ emilmeleri engellendiğinden, mide boşken verilirler. Bazı ilaçlarınsa, mideyi tahriş etmelerini önlemek için besinlerle birlikte verilmeleri gerekir. İlaçlar daha sonra mideden geçerek incebağırsağa ulaşır, orada bağırsak çeperindeki hücreler tarafından emilirler. Bazı ilaçlar, sindirim sisteminin "makat" (anüs) adı verilen öbür ucundan da verilebilirler: Sözgelimi, aspirinin ve bir bulantı ilacı olan Compazine'in (prokloroperazin) makattan verilen fitilleri, gödenbağırsağında kusursuzca emilirler.

Doku iç örtüleri yoluyla. Kokain, eroin, nikotin, vb. uyuşturucu maddelerin emilimi, mukozayla kaplı burun deliklerinin içinde başlayabilir. Akciğerlerde anestezide kullanılan gazların emilebileceği geniş doku alanları vardır. Aslında, ilaçlar dolaşıma emici bir yüzeyi bulunan her yerden girebilir, dölyolundan, göz kapaklarından ya da sidik yolu (üretra) iç örtüsünden emilebilirler.

İlaçlar ve dolaşım. Özel olarak kanda etki yapması amaç alınmamışsa, bir ilacın dolaşım sistemine ilk girişi uzun bir sürecin başlangıcını oluşturur. Ağızdan alınan bir ilaç, dolaşıma genellikle kıvrımbağırsakta (ileum) girer. Oradan büyük damarlara, sonunda da kapı toplardamarına geçer. Bu toplardamar yoluyla karaciğere ulaşır. Karaciğerde birçok ilaç, karaciğer enzimlerinin etkisi altında kalırlar. İlacın bir bölümü safra yollarına geçebilir ve safra aracılığıyla yeniden bağırsağa boşaltılabilir. Bu durumda yeniden emilir ve yeniden boşaltılır; bu çevrime "bağırsak-karaciğer dolaşımı" adı verilir.

Bununla birlikte, bir bölümü karaciğer enzimleri tarafından metabolize edilen ilaçların büyük bölümü, karaciğer dolaşımından alt anatoplardamar aracılığıyla kalbe geçerler. Dolaşım yoluyla kalpten akciğerlere giderler ve alkol, paraldehit gibi uçucu ilaçlar olmaları durumunda, akciğerlerde bir boşaltma daha gerçekleşir. Sonra kalbe dönerek atardamar dolaşımına girer ve bedenin herhangi bir bölümüne gidebilirler: Çok küçük atardamar kılcaldamarlarından, doku hücrelerini çevreleyen lenf sıvısına geçerler; bazıları lenf dolaşımına girer, sonunda gene kan dolaşımına döner.

Beyin kılcaldamarlarına giren bir ilacın, bu kılcaldamarlardan beyin dokusuna geçmeleri genellikle güçtür. Bunun nedeni, kan-beyin engeli (ya da duvarı) diye adlandırılan olgunun beyni apansız kimyasal değişikliklere karşı korumasıdır. Bütün ilaçların verilen dozlarından ancak küçük bir bölümü beyne girer. İlacın bir bölümü beyin-omurilik sıvısına geçebilir.

Kanın içindeki biyolojik süreçler de, ilacın tedavi etkisini etkiler (alınan ilacın gerçekte ancak küçük bir miktarı istenen etkiyi sağlar). Birçok durumda ilacın bir bölümü plazma proteinlerine bağlanır. Bu bağlanma gevşek ve çözülebilir olmakla birlikte, bağlı durumdayken ilaç, biyolojik açıdan etkisizdir. Bir ilacın hedef dokuda kullanılabilirlik derecesi (biyovalibilite) biyolojik olarak fiilen etkili ilaç dozunun yüzdesiyle orantılıdır. Söz konusu kullanılabilirlik derecesini başka etkenler de denetler. Sözgelimi ilaç, gerekli olmadığı dokularda yoğunlaşabilir. Hedef alınan dokuda yeterli doyumu sağlayacak ölçüde birikerek istenen tedavi etkisini sağlamaları için, bazı ilaçların büyük miktarlarda alınması gerekir. Bir ilacı, beden içinde amaç alınan hedefe, yapısında bir değişme olmaksızın ulaştırabilmek, henüz gerçekleştirilemeyen ideal durumdur. Bununla birlikte genetik mühendisleri, ilacın taşıyıcı olarak işlev görebilecek monoklonal bir antikora bağlanması yöntemlerini geliştirmeye başlamışlardır.

İlaçların bedenden atılması. Bütün öbür yabancı maddeler gibi, ilaçlar da beden tarafından yok edilir. Bir ilaç dozunun önemli bir bölümü, daha karaciğerden ilk geçişinde yok edilebilir. Ağızdan alınan bir ilaç "ilk geçişle, iğneyle verilen bir ilaçtan çok daha çabuk dolaşım dışına çıkarılır; çünkü iğneyle verilerek emilen ilaçlar, bağırsaktan karaciğere kapı toplardamarı dolaşımına uğramadan geçerler.

İlaç karaciğere ulaşınca, karaciğer enzimleri tarafından yıkılır; yani özgün biçimi ortadan kaldırılır. Sonuçta ortaya çıkan ürünün bir bölümü hâlâ tedavi edici etki taşır. Başka enzimlerse, bir ilacın çözünebilirliğini, lipitte (yağda) çözünebilirlikten, suda çözünebilir duruma değiştirerek, böbrekler tarafından dışarı atılabilecek duruma gelmesini sağlarlar. Dolayısıyla, ilaçları yıkan ve bir bölümünü safrayla dışarı atan karaciğer ile suda çözünebilir ilaçları ve ilaç ürünlerini boşaltan böbrekler, ilaçların bedenden atılmasını sağlayan başlıca organlardır. Bununla birlikte, ilaçların bedenden atılması, deri, saç ve kıl, gözyaşı, tükürük, anne sütü, tırnaklar, hattâ dişler yoluyla gerçekleşebilir.

İLAÇ METABOLİZMASI

İlaç metabolizması terimi, ilaçların bedende etkisinde kaldıkları fiziksel ve kimyasal süreçleri anlatır. İlaçlar yakılabilir, başka bazı bileşiklerle birleşebilir, oksijene bağlanabilir, atomlarının bazılarının yerini başkaları alabilir ve daha başka birçok değişme geçirebilirler. Bazılarının, biyolojik açıdan etkinleşmeleri için, farklı biçimlere metabolize edilmeleri gerekir.

İlaç metabolizmasının büyük bölümü karaciğerde, bazı bölümleri de böbreklerde olur. Ama bütün dokuların metabolizma etkinliği gösterebilecekleri sanılmaktadır. Metabolizma öncelikle enzimler (bir başka deyişle, genler tarafından üretilen ve özgül kimyasal tepkimelerde katalizörlük yapan protein bileşikleri) aracılığıyla gerçekleşir. Enzimlerin çoğu, hücrelerin içinde, toplu halde hücre içi ağ sistemi (endoplazmik retikulum) adı verilen yapılara yerleşmişlerdir. Karaciğerdeki ilaç metabolizması, genellikle "mikrozomal karaciğer enzimleri" adı verilen enzimler aracılığıyla gerçekleştirilir.

Bir ilacın enzim etkinliği, başka ilaçların etkisinde kalabilir. Bir ilaç, enzim etkinliğini uyarıp, başka bir ilacın metabolizmasının artmasına neden olabilir; "enzim indüklemesi" adı verilen bu süreç, ilaç etkileşmelerinin ana düzeneğidir. Bazı ilaçlar tedavi etkilerini, monoamin oksidaz ve asetilkolin esteraz gibi özgül enzimleri ketleyerek gerçekleştirirler.

İlaç dozları. İnsanlar boyları, kiloları, karaciğerenzimlerinin etkinliği ve emilim, bağlanma, dışarı atılma, vb. bakımlardan birbirlerinden farklıdırlar. Bu yüzden dozajlannın, hastadan hastaya farklı ayarlanması gerekir. Ayrıca, ilaçlar, farklı yaşlarda farklı biçimde metabolize edilirler. Bir ilacın metabolizması, gerek karaciğeri henüz olgunlaşmamış bir bebekte, gerek metabolizma düzeneği yaşlanmakta olan bir yaşlıda, erişkin bir gençte olduğundan daha uzun sürer. Dolayısıyla, aynı dozdaki ilaç, farklı kişilerde farklı etkiler yapabilir. İlaç dozajının ve ilaç verilmesinin dikkatle izlenmesi gereği, bundan kaynaklanır.

Yarı ömür ve yoksunluk. Bir ilacın yarı ömrü, standart dozunun yarısının yok olması için geçen süredir. Yarı ömür, kendine özgü metabolizma özelliklerine bağlı olarak, kişiden kişiye değişir. Bununla birlikte, genel bir süre belirlenebilir: Çok kullanılan bir yatıştırıcı olan val-yumun (diyazepam) yarı ömrü yaklaşık 24 saattir. Yani, 5 mg'lık bir doz alınırsa, 24 saat sonra bedende hâlâ yaklaşık 2,5 mg ilaç bulunacaktır. Hasta her gün 5 mg almayı sürdürürse, valyum bedende birikir ve yaklaşık iki hafta sonunda, bedenin ilacı sistemden temizleme yeteneği, günlük alışı dengeler ve ilaç kararlı bir duruma gelir. Hasta ilaç alımına apansızın son verirse, düzey oldukça hızlı düşer ve husursuzluk, bunaltı, uykusuzluk gibi yoksunluk (ya da ilaçtan kesilme) belirtileri ortaya çıkabilir. İlacın alınmasına son verilmesiyle ortaya çıkan yoksunluk durumu, ilaç bağımlılığının nedenlerinden biridir.

İLAÇLAR VE SİNİR SİSTEMİ

Çevre sinir sistemi bedenin bütün bölümlerine gider. Bazı sinirler,bilinçli denetim altındaki kasları (istemli) denetlerler; bazıları da, bilinçli denetim altında bulunmayan (istemsiz) kaslara giderler ve "özerk sinir sistemi" adı verilen sinir sitemini oluştururlar. Sinir hücreleri, bağlı bulundukları yapılardaki alıcıları uyararak işlev görürler. Bu uyarının gerçekleştiği yere "sinaps" adı verilir. Sinir hücreleri çok küçük miktarda, "sinir ileticisi" (nörotransmitter) adı verilen kimyasal maddeler salgılarlar; bu madde, alıcılara ulaşmak için "sinaps" yarığı adı verilen bir boşluktan geçer.

Sinir ileticileri, ilaçların, özellikle de duygu hastalıklarının tedavisinde kullanılan ilaçların etkisi altında kalabilir. En önemli sinir ileticilerinden biri, özerk sinir sisteminin, "parasempatik sistem" adı verilen bölümünün başlıca sinir ileticisi olan asetilkolindir. Parasempatik sitemin uyarılması tükürük salgısı, gözbebeklerinin daralması, kalp atışlarının yavaşlaması, bağırsak çalışmasının hızlanması, vb. etkilere yol açar. Asetilkolin, salgılanmasının ardından, asetilkolin esteraz enzimiyle yıkılır.

"Antikolinerjikler" adı altında toplanan birçok ilaç, asetilkolinin etkisini bir ölçüde kısıtlar, gözbebeklerinin genişlemesine, tükürük bezlerinin tükürük salgılamasını azaltmasına, kalp atışlarının hızlanmasına ve sindirim sisteminin yavaşlamasına neden olurlar. Ayrıca, idrar kesesini kısmen felce uğratırlar. İshal gibi bazı durumlarda, bazen bağırsak sisteminin çalışmasını yavaşlatmak için antikolinerjik bir ilaç verilir. Antikolinerjik ilaçların en çok bilinen örneği atropindir.

Bir başka sinir ileticisi de, özerk sinir sisteminin sempatik sinir sistemi bölümünü ("adrenerjik sistem" de denir) etkileyen noradrenalindir. Etkileri genellikle asetilkolinin etkilerine karşıttır: Sempatik sinir sisteminin uyarılması, gözbebeklerinin genişlemesi, kalbin hızlanması, bağırsak çalışmasının yavaşlaması, vb. etkiler yapar. Kalbin sempatik sinir sisteminin uyarılmasına aşırı derecede duyarlı olduğu durumlarda, noradrenalinin etkisini kısıtlamak için ilaç verilir.

Genellikle, ilaçların ancak çok küçük bir bölümü beyne ulaşır. Beynin bazı bölümleri, bir ilacın etkisine öbür bölümlerinden daha duyarlıdır. Sözgelimi, denge ve hareket eşgüdümünü denetleyen beyincik, alkole duyarlıdır. Barbitürik asit türevleri (barbitüratlar) beynin bütün bölümlerinin işlevlerini baskılarlar. Valyum, duygu dışavurumunu, açlığı, saldırganlığı ve bazı içsalgı işlevlerini denetleyen ortabeyni etkiler. Bazı ilaçlarsa, istemli hareketleri etkileyen yapılara etki ederler. Sözgelimi, kas gevşetici ilaçlar, omurilikteki refleksleri kısıtlar, dolayısıyla, kaslara giden itkileri azaltarak kas gerginliğini azaltırlar.

İLAÇ ETKİLEŞMELERİ

İlaç etkileşmeleri terimi, bir ilacın başka bir ilacın etkisini azaltması ya da çoğaltması anlamına gelir. İlaç etkileşmeleri hem reçeteyle, hem de reçetesiz satılan ilaçlarda, aşağıda sıralanan biçimlerde ortaya çıkabilir:

1. Katılımsal etkiler. Alkol alımı, barbitüratlar, vb. sakinleştiricilerin etkisini, bazen tehlikeli olabilecek boyutta artırır.

2. Emilimi azaltma. Asit salgılamasına karşı ilaçlar (ya da süt), bir antibiyotik olan tetrasiklinin bağırsaklardan emilimini azaltabilir.

3. Yerinden çıkarma. Bir ilaç, bir başka ilacı plazma proteinlerinden çıkarabilir; biyolojik olarak daha etkin duruma getirebilir.

4. Kimyasal birleşmeler. Kalsiyum ve flüorür kimyasal açıdan birleşerek, her ikisi de etkisiz duruma gelebilir.

5. Enzim indüklemesi. Bu önemli etki, bazı ilaçların (sözgelimi barbitüratların) başka ilaçlan metabolize eden karaciğer enzimlerinin etkisini artırma yeteneğidir. Sigara içmek de, enzim indüklemesine neden olur.

6. Metabolik ketleme. Bazı ilaçlar özel ilaç metabolize edici enzimleri ketler, böylece ilaçların daha uzun sürelerle daha güçlü etki yapmasına olanak verirler.

7. Alıcıya müdahale. Bir ilaç, başka bir ilacı, alıcı düzeyinde yerinden çıkarabilir ya da ketleyebilir.

8. Atılmayı artırma ya da azaltma. Bazı ilaçlar böbreklerdeki boşaltım işlevlerinin yollarını paylaşırlar. Böylece bir ilaç, boşaltımını azaltarak, başka bir ilacı daha uzun süre dolaşımda tutabilir.

İLAÇ YAN ETKİLERİ

Bir ilacın yan etkisi, ortaya çıkardığı etkilerin, tedavi bakımından amaç alınan etkiden başka bir sonuç vermesi diye tanımlanabilir. Hastaların şikâyet ettikleri en yaygın yan etkiler, sinir sistemini ve sindirim sistemini etkileyenlerdir. Birçok ilaç, beyne yaptıkları doğrudan etki sonucu uyuşukluk, halsizlik ve bulantı duyguları uyandırır. Antikolinerjik ilaçlar, özerk sinir sistemindeki asetilkolini ketleyerek görme bozukluklarına, ağız kurumasına, şiddetli çarpıntıya, kabızlığa, bazen de iktidarsızlığa ve idrar çıkaramamaya neden olurlar. Başka ilaçların, sözgelimi aspirinin, tahriş sonucu mide üstünde, yanıcı sancı, iç bulantısı, kusma ve ishale neden olan etkileri vardır.

Daha sık ama daha az tehlikeli olarak da, ilaçlar tansiyonu, başdönmesine, hattâ bayılmaya neden olacak bir noktaya kadar düşürebilirler. Bazı ilaçlar içsalgı sisteminde karışıklık yaratabilir, sözgelimi âdet çevriminin düzensizleşmesine yol açabilirler. Bazen de hastalar, aslında yaygın bir yan etki geçirmekte oldukları bir sırada, ilaca karşı alerjileri olduğunu sanırlar. Ağrı dindirici kodeinin çoğunlukla yol açtığı bulantı buna örnek gösterilebilir.

ALERJİ

Gerçek bir alerji döküntülere, kurdeşene, kaşıntıya, hırıltılı soluma, vb. solunum güçlüklerine, ishale ve kusmaya, ellerde, ayaklarda ve yüzde şişmeye, bayılmaya, şoka ya da daha başka ciddi bir bedensel bozukluğa neden olabilir. Ağızdan alınan ilaçlar, iğne yoluyla verilenlere oranla, çok ender olarak şiddetli alerji yanıtlarına yol açarlar. İğneyle verme ilacı bedene daha çabuk soktuğu için, şiddetli ve hızlı bir alerji tepkisi oluşabilir.

İlaç alerjileri, başka yabancı maddelerin yol açtıkları alerjiler gibi ortaya çıkarlar. İlaç herhangi bir nedenle, bir antijen, yani "antikor" adı verilen protein bileşiklerinin oluşumunu uyarıcı maddeye dönüşür. Söz konusu antikor üretimi, enfeksiyon durumlarında yaşamsal önem taşıyan bir savunma mekanizmasıdır: Beden, enfeksiyon yapıcı etkenlere tepki olarak antikorlar üreterek ya bu etkenleri yok eder ya da öbür beden savunma yöntemlerine karşı daha duyarlı duruma getirir. Bunlar antijenle fizyolojik olarak etkisiz ve zararsız bir duruma gelecek bir biçimde birleşirler. Çiçek, difteri (kuşpalazı), tetanoz, çocuk felci, vb. hastalıklar, bedeni, özel hastalık-yapıcı organizmalara karşı antikor üretmesi için uyarırlar. Oysa, alerji durumunda, antijen-antikor bileşimi, etkisiz bir bileşiğin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmaz; tersine, istenmeyen bazı fizyolojik etkinliklere yol açar.

Beden bir anda antikorlar üretemediği için, alerjilerin gelişmesi zaman alır. Bu nedenle, benzer bir ilaca önceden alerji gelişmiş olmadığı sürece, bir ilacın ilk verildiği anda alerjiye yol açması olanaksızdır. Böyle bir alerjiye, "çapraz-duyarlılaşma" adı verilen bir süreç yol açar. Kan dolaşımında bulunan bir ilaç, plazma proteinlerine yapışarak antijen durumuna gelir. İlaç-plazma proteini, lenf sisteminden geçerken, "lenf düğümü" adı verilen doku oluşumlarıyla temasa gelir. Lenf düğümlerindeki hücreler, antikor üretmek için uyarılır; ardından antikorlar dolaşıma girerek deri, kan damarları, vb. dokulardaki hücre zarlarına bağlanırlar. Hasta alerjik duruma geldiği ilaçtan bir doz daha alırsa, ilaç plazma proteinine bağlanır ve ilacın bir bölümü, bekleyen antikorlarla sonunda birleşir (antijenler ve antikorlar, yalnızca birbirleriyle ya da kendilerine çok benzeyen bileşiklerle birleşirler).

Antijen-antikor buluşması, hücrenin yüzeyinde olursa, hücre zarı yıkılır; bu da hücrenin, histamin dahil çeşitli kimyasal bileşikleri dışarı salmasına yol açar. Histamin kaşıntıya, bağırsak kaslarının ve solunum sisteminin kaslarının ağrılı kasılmasına, kılcaldamarlardan sıvı sızmasına, vb. yol açar. Ardından, gözle görülebilen döküntülere, bağırsak ve solunum düzensizliklerine ve doku şişmelerine neden olur; şiddetli durumlarda tansiyon düşerken, şok ortaya çıkar

Bundan başka alerji biçimleri de vardır. Bir ilaç antijen durumuna gelirse, alerji düzenekleri, kemik iliği içindeki kan hücreleri oluşumunu etkileyebilir. Önemli kan hücresi tiplerinin üretiminin azalması ya da durması nedeniyle, alerjili hasta, enfeksiyonlarla etkili biçimde savaşamayacak duruma gelebilir ve normalde yalnızca kısa bir hastalığa yol açabilecek bir enfeksiyon, ölümle sonuçlanabilir. İlacın yol açtığı alerji ayrıca, kanın pıhtılaşma yeteneğini etkileyerek, ciddi kanama sorunlarına neden olabilir.

Bu arada ilaç alımıyla ortaya çıkan bazı kan sorunlarının alerji kökenli olmadıklarını, ilacın kan hücrelerinin yapıldığı yer olan kemik iliğine doğrudan zehirleyici etki yapmasının yol açtığını belirtmek gerekir. Sözgelimi, bir antibiyotik olan kloramfenikol, alyuvar üretiminin azaldığı ya da durduğu bir hastalık olan aplastik kansızlığa yol açarak ölüme neden olabilir.

Bütün bu söylenenler bir yana, ilaç alerjilerinin çok ender görüldüklerini belirtmek gerekir. Gerek hekim, gerek hasta, gerçek alerjiler ile ilaç yan etkilerini birbirinden ayırt etmeyi bilmelidirler.

İLAÇ KÖKENLİ ZEHİRLENME

Zararlı etkilerden arınmış hiçbir madde yoktur. Suyun fazlası bile zeh; deyebilir. İlaçlarda, alınan birçok maddeden çok daha küçük miktarlarda, zararlı olabilirler, ilaç kökenli zehirlenme ya hemen ya da ilacın uzun süre alınmasından sonra ortaya çıkabilir. Bazı zehirlenme belirtileri, sözgelimi, bir sakinleştiriciden kaynaklanan aşırı uyuşukluk, istenen etkilerin yalnızca aşırılaşmış biçimleridir. Kaza sonucu ortaya çıkan birçok ilaç zehirlenmesi, aslında dozajın aşılmış olmasının sonucudur ve ilaç almanın bir süre kesilmesiyle ya da dozunun azaltılmasıyla tedavi edilebilir.

İlaç kökenli zehirlenme çeşitleri. Karaciğerde, yüksek dozlarda ve uzun süreli ilaç alınması sonucunda ilaç kökenli (kimyasal) karaciğer iltihabı ortaya çıkabilir.

Böbrek de, bir boşaltım organı olarak çalışması sırasında, ilaca doymuş duruma gelebilir. Az çözünür maddeler olan sülfonamitler, böbreklerde billurlaşarak doku yitimine yolaçabilirler. Ayrıca, yüksek tansiyona karşı alman bir ilaç, tansiyonu çok düşürürse, böbrek zarar görebilir.

ilaçlar, dölütte çok ciddi bozukluklara yol açabilirler: Sakinleştirici bir ilaç olan Talidomit, zararı anlaşılıp piyasadan çekilinceye kadar, dünyanın birçok ülkesinde elsiz-ayaksız pek çok bebek doğmasına yol açmıştır. Bu yüzden, gebelik sırasında, özellikle de ilk üç ayda, ilaç almaktan kaçınmak gerekir. Ayrıca, çocuk doğuracak yaştaki kadınların, uzun süreli ilaç kullanmaktan kaçınmaları da daha doğru olur.

Yatıştırıcılar, sakinleştiriciler, vb. başka ilaçlar mizacın değişmesine, güdülenme azalmasına, bellek bozukluklarına, yargılamada eksilmeye, hareketlerin eşgüdümünün azalmasına yol açabilirler.

Uyuşturucular, barbitüratlar, amfetaminler, kokain, esrar, vb. sakinleştiricilerin ve uyuşturucuların kullanılması, birçok şiddetli bedensel ve ruhsal bozukluğa neden olabilir. Ayrıca çoğu, farklı derecelerde bağımlılığa yol açarlar.

Bu arada, erişkinlerde zararlı etkisi bulunmayan pek çok ilaç, bebeklerde ve çocuklarda, ciddi zehirlenmelere yol açar. Bu yüzden, her türlü ilacın, çocukların erişemeyecekleri yerlerde saklanması gerekir.

İlaçlar üstündeki araştırmalarda, ilacın zehirlilik derecesini belirlemek amacıyla gözlemler yapılır. Standart koşullar altında tutulan bir hayvanlar grubunun % 50'sini öldüren bir ilaç LD50 diye belirtilir. Bu, zehirlilik derecesinin belirlenmesi için, deneysel bir ilaç, farklı hayvan türüne, en az üç farklı dozajda ve en az 90 gün süreyle verilir. Sonra hayvanlar ilacın etkileri bakımından incelenir. Bir ilacın etkilerini belirlemek için, yeni doğan laboratuvar hayvanlarında özel zehirlilik testleri yapılır. Anestezide kullanılan ilaçlar 5 gün süreyle günde 3 saat verilip, deri, kalp, sindirim sistemi ve bedenin öbür sistemleri üstündeki etkileri incelenir. Tedavi indeksi, deneyden geçirilen bütün hayvanların % 50'sin-de ED50 tedavi yanıtı oluşturan dozun LD50'ye oranıdır: LD50/ED50. Ne var ki, bu tedavi ölçütünün yararı sınırlıdır; çünkü hayvanlar üstünde yapılan deneylerin insanlar üstünde yapılması olanaksızdır. Klinik çalışmada daha önemli olan, sınırlı bir yan etki ya da ilk tehlikeli zehirlenme işareti üreten dozdur. Bu da hastadan hastaya değişir. Sözgelimi, normalde fenobarbital dozu 30-100 mg'dır; ama çok daha küçük dozlarda ölüm vakaları görülmüştür. Buna karşılık, sarası nedeniyle düzenli bir biçimde fenobarbital kullanan bir hasta, 25 000 mg, yani belirtilen dozdan 250 kat fazla aşırı dozla bile, sağ kalmıştır.

Riske karşı yarar. Hekim reçetesini yazarken, genellikle, bir ilacın yol açabileceği zehirleyici etkiyi göz önüne alır; bu riski, ilacın sağlayabileceği yararlarla ve hastalığın şiddetiyle karşılaştırır. Sözgelimi, kansere karşı kullanılan ilaçlar genellikle son derece zehirleyicidir; bunun nedeni, hücre metabolizmasını bozmaları, bu yüzden de, normal dokuların da kanserli doku kadar etkilenmesidir. Bu riskin karşısındaki yarar, ölüm olasılığının geriletilmesi, hattâ ortadan kaldırılmasıdır.

Sık sık, hekimlerin yanlış reçete yazdıkları suçlamaları yapılmıştır. Bazı durumlarda bu doğrudur. Söz konusu yanlışlar yetersiz eğitimden, yorgunluktan, yanlış muayeneden, yanlış teşhisten kaynaklanabilir. Bazen hasta, gereksiz olduğu halde iğne yapması için baskı yapar ve hekim de buna uyabilir. Yanlış reçete yazma uygulamasının ciddi bir örneği 1960 yıllarında ABD'de görülmüş, birçok hekim, tehlikesi çok iyi bilindiği ve elde daha güvenli antibiyotikler bulunduğu halde, zaman zaman aplastik kansızlıktan ölüme yolaçabilen kloramfenikol yazmayı sürdürmüştür.

İLAÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

İlaçların gerektiği gibi değerlendirilmesi için gereken teknikler ancak son yüzyıl içinde geliştirilmiştir. Önceki yüzyıllarda, etkili olduğuna içtenlikle inanan hekimler, birçok etkisiz ilaç yazmışlardır.

Tıbbi değeri olmayan ilaçların kullanımının sürmesine yol açan bazı etkenler de vardır. Bunlardan en önemli olanı, plasebo etkisidir. Plasebo, fizyolojik bakımdan etkisi bulunmayan, telkin sonucu etki gösteren bir "taklit ilaç"tır. Hastalar kendilerini daha iyi hissetmeyi umuyorlarsa ya da yetkili biri (sözgelimi doktor ya da anne), kendilerini daha iyi hissedeceklerini söylerse, plasebo almaları sonunda durumları düzelebilir. Bir araştırmada, plasebo verilen hastaların % 20'sinde ameliyat sonrası ağrılarının yatışması sağlanmıştır.

Bir başka etmen de, tıbbi açıdan değersiz ilaçların kullanımının, alışkanlık nedeniyle desteklenmesidir. Sözgelimi nezle ya da soğuk algınlığının ilacı yoktur; kendiliğinden iyileşir. Ama pek çok kişi, nezle ya da soğuk alma nedeniyle kendiliğinden antibiyotik, vb. ilaçlar almakta ya da hekime başvurduklarında, söz konusu ilaçlar hekim tarafından yazılmaktadır. Oysa hastalık, hiçbir ilaç alınmaksızın kendiliğinden iyileşir. Yapılabilecek en iyi şey, bol sıvı alma ve dinlenmedir.