Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Tedavi Yöntemleri

  • Okunma : 226

Günümüzde hastaların bakım ve tedavisini, çağdaş tıbbın bilimsel yöntemleriyle çalışan doktorlar, hemşireler ve öbür sağlık elemanları üstlenmiştir. Bütün gelişmiş ülkeler, gerekli eğitimi görmüş sağlık ordusu, hastaneleri, koruyucu hekimlik önlemleri ve yaygın aşı kampanyalarıyla yurttaşlarına sağlık hizmetleri vermeyi bir görev bilir. Ama, bilim dışı yöntemlerle hastaları iyileştireceklerini öne süren insanlar tarih boyunca hiç eksik olmamıştır. Bugün bile, yaygın sağlık hizmetleri ve iyi yetişmiş doktorları olan birçok ülkede bazı insanlar, binlerce yıllık geleneksel yöntemleri uygulayan bu tip kişilerden yardım beklerler.

Geleneksel Yöntemler

Bilimsel tıbbın ancak 200 yıllık bir geçmişi vardır. Oysa insanlar yeryüzünde var oldukları andan başlayarak hastalıklarına çare bulmak zorunda kaldılar. Bunun için de kimi zaman doğaüstü güçlere sığındılar, kimi zaman doğal maddelerin iyileştirici etkilerine güvendiler. Binlerce yıldır kulaktan kulağa aktarılmış bilgi ve deneyimlerin ürünü olan bütün bu bilimdışı tedavi yöntemlerine “halk hekimliği” denir.

    Bütün dünyada en sık başvurulan geleneksel tedavi yollarından biri şifalı bitkilerden hazırlanan ilaçlardır. İnsanlar çok eski çağlardan beri birçok bitkinin, .hayvansal yağların, hatta mineral kökenli bazı maddelerin çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanmışlardır. “Kocakarı ilaçları” denen bu karışımların çoğunun temelinde doğaüstü inançlar yatar; ama insanların umut bağladıkları bazı doğal maddeler sonradan bilim adamlarınca da denenmiş ve çağdaş ilaç sanayisinin hammaddeleri arasına katılmıştır. Örneğin Amerika Yerlileri’nin yanık tedavisinde kullandıkları petrol yağları, bugün de çeşitli merhemlerin temel maddesi olan vazelinin esin kaynağıdır; bazı ilaçların etkin maddesi ise hâlâ bitki özütlerinden elde edilir.

    Başlangıcı Eski Yunan tıbbına kadar uzanan su tedavisi de bugün hâlâ uygulanan geleneksel yöntemlerden biridir. Hidroterapi denen bu tedavinin temeli, mineraller açısından zengin olan şifalı sularda yıkanmaya ya da bu suları içmeye dayanır.

    Hiç tıp eğitimi görmedikleri halde kendilerine özgü yöntemlerle ya da doğaüstü güçlerle hastaları iyileştirebileceklerine inanılan insanlara hemen her toplumda rastlanır. Bunlardan bir bölümü, örneğin “kırık-çıkıkçı” denen kişiler, uyguladıkları tedavi yöntemlerini genellikle başka bir “usta”dan öğrenir ve zamanla kırık kemikleri ya da çıkık eklemleri yerine oturtmakta deneyim kazanırlar. Bazıları ise yalnızca dinsel bilgi birikimleriyle hastalıklara çare bulacaklarını savunurlar. Hastaya elleriyle dokunarak, dualar okuyarak, hatta şarkı söyleyip dans ederek “tedavi” uygulayan bu insanlardan bazılarının doğaüstü güçler ile insanlar arasında aracı olduklarına ve iyileştirici güçlerinin ruhlardan kaynaklandığına inanılır. İlkel toplumlarda oldukça yaygın olan bu tip iyileştiricilere şaman denir. İçlerindeki kötü ruhları duayla kovarak hastaları iyileştireceklerini öne süren “üfürükçüler” de, büyük olasılıkla, İslam öncesi Türk toplumlarında da görülen şamanlığın günümüzdeki izleridir.

    Bazıları da hastalıkların “nazardan” ya da “kem gözlerden” ileri geldiğine inanır. Kendisine beddua edildiği, nazar değdiği ya da büyü yapıldığı için hastalandığına inanan insanları iyileştirmek için önce hastanın düşmanı ya da düşmanları saptanır, sonra da bu kara büyünün etkisini bozacak karşı büyüler yapılır, muskalar yazılır. Ortaçağ Avrupa’sında şifalı otlardan ilaç hazırlayanlar cadılıkla suçlanmıştır; oysa Afrika ülkelerinde bugün bile birçok insan “büyücü doktorlar”dan yardım bekler. Bu tür inanışları pek de hafife almamak gerekir. Çünkü, kendisini huzursuz eden düşünceleri uzaklaştırmak için çare arayan bir hasta iyileşmek için ilk adımı atmış demektir. Nitekim çağımızda doktorların birçoğu da bazı hastalıkların stresten ya da mutsuzluktan kaynaklandığına ve stresin altında yatan nedenler saptandığında tedavinin daha başarılı olacağına inanıyorlar.

    Dünyanın en eski tedavi sistemlerinden biri de Çin’de doğmuştur. Eski Çinliler’e göre ruh ve beden sağlığı, yin ve yang denen karşıt güçler arasındaki dengeye bağlıdır. Suyla simgelenen yin dingin ve edilgendir; ateşle simgelenen yang ise sıcak ve etkindir. Bütün hastalıklar bu iki güç arasındaki dengenin bozulmasından kaynaklandığı için, iyileştiricinin görevi bu dengeyi yeniden kurmaktır. Bunu sağlamak için de şifalı bitkilerden yapılan ilaçlar, özel egzersizler ve akupunktur gibi çeşitli tedavi yöntemlerine başvururlar.

Bilimsel Yöntemler

Bilimsel tıpta tedavinin temel amacı, hastalığın nedenini ortadan kaldırarak hastayı tümüyle sağlığına kavuşturmaktır. Ama her zaman bu sonuca ulaşılamayabilir. Doktorların deyimiyle “özgün tedavisi” olmayan, yani temel nedeni ortadan kaldırılamayan hastalıklarda yalnızca belirtilerle savaşılır. Örneğin ateşi düşürmek, ağrıları hafifletmek, öksürüğü ya da ishali kesmek, solunumu rahatlatmak için alman önlemler bu tip tedavi yollarıdır.

    Bugün tıp fakültelerince benimsenmiş başlıca tedavi yöntemleri ilaç tedavisi (kemoterapi), cerrahi, ışın tedavisi (radyoterapi) ve fizik tedavidir (fizyoterapi). Özellikle mikroplardan ileri gelen birçok hastalığın özgün ilacı bulunmuş, bakteri hastalıklarında antibiyotiklerle çok başarılı sonuçlar alınmıştır. Doğrudan hastalığın kökenine inebilen cerrahi ise, mikrocerrahi ve laser cerrahisi gibi yeni tekniklerle her gün biraz daha gelişiyor. Çağımızda çok yaygın olan kanser grubu hastalıkların tedavisinde de cerrahi, ilaç ve ışın tedavisi çoğu zaman birbirini tamamlayan yöntemler olarak birlikte uygulanır. Egzersiz, masaj ve su tedavisi gibi çeşitli teknikleri içeren fizik tedavi ise, hastalığın nedenlerini ortadan kaldırmak yerine sonuçlarını ve vücutta bıraktığı yapısal bozuklukları gidermeyi amaçlar.

Alternatif ya da Yardımcı Tedaviler

Günümüzde, bir yandan tıp fakültelerinde birer uzmanlık dalı olarak benimsenmiş bu tedavi yöntemleri geliştirilirken, bir yandan da yeni arayışların ürünü olan “alternatif” ya da “yardımcı” tedavi yöntemleri giderek yaygınlaşıyor. Bunların başında akupunktur, kiropraksi, osteopati, homeopati ve aroma tedavisi gelir. Bugün birçok ülkede akupunkturu yardımcı bir tedavi yöntemi olarak uygulayan uzmanların sayısı oldukça fazladır. Daha çok romatizma, sırt ve bel ağrısı gibi rahatsızlıkların giderilmesinde başvurulan kiropraksi ise özel bir masaj tedavisidir.

    ABD’li doktor Andrew Still’in (1828-1917) buluşu olan osteopati de, gerek hastalık nedenlerine yaklaşımı, gerek uygulama açısından kiropraksiye çok benzer. Still’e göre hemen hemen bütün hastalıkların nedeni, vücuttaki kemiklerin yerinden oynamasıydı. Böylece kemikler çevredeki dokulara basınç yapıyor ve o bölgedeki organlara yeterince kan gitmesini engelliyordu. İnsan vücudu uyumlu ve eşgüdümlü bir bütün olarak çalıştığına göre, küçük bir yardımla kemikler yerine yerleştirildiğinde hastalıkla kolayca başa çıkabilirdi.

    Başlangıçta kuşkuyla karşılanan osteopati bugün daha çok ABD’de ve bazı Avrupa ülkelerinde alternatif değilse bile yardımcı bir tedavi yöntemi olarak benimsenmiştir. Aslında bu yöntemi uygulayanlar da osteopatinin ağır mikrobik hastalıkları ya da kanseri gerçekten iyileştirebileceğini öne sürerek öbür tedavi yöntemlerine bir alternatif olarak görmezler. Günümüzde özel olarak eğitilmiş diplomalı uzmanların uyguladıkları osteopati, disk kayması (bel fıtığı), boyun tutulması, eklem rahatsızlıkları, omuzda kireçlenme gibi daha çok yapısal rahatsızlıklarda asıl tedavinin tamamlayıcı bir parçası olarak düşünülür. 15-45 dakika kadar süren bir osteopati seansında uzman, bir yatağa uzanmış ya da özel bir iskemleye oturmuş olan hastayı parmaklarıyla yoklayarak vücudun gerilmiş olan bölgelerini araştırır. Sonra da bu bölgeleri elleriyle ve bazen oldukça sert bir biçimde yoğurarak, çekip iterek ve bastırarak kemikleri normal konumlarına getirmeye çalışır. Çok şiddetli sırt ağrısından yakman hastaların bazen bir tek seansta bile çok rahatladıkları görülmüştür. Ama tedavi genellikle birkaç seans sürer ve uzmanlar hastalarına nasıl oturup kalkmaları ya da hangi hareketlerden kaçınmaları gerektiğini anlatırlar.

    Alman doktor Samuel Hahnemann’ın (1755-1843) ortaya attığı homeopati kavramı, “benzerin benzeriyle tedavisi” olarak özetlenebilir. Hahnemann, 18. yüzyılın sonlarında, hastalık belirtilerini yok etmek için kullanılan birçok ilacın hastaya yarardan çok zarar verdiği görüşüne vardı. Ona göre hastalık belirtileri, vücudun hastalığa karşı savaşta başarılı olduğunu gösteren iyi işaretlerdi. Bu nedenle, belirtileri bastırmaya çalışmaktansa, hastalıkla aynı etkileri yaratan maddeleri kullanarak vücudun doğal iyileşme sürecine yardımcı olmak ve hastalığı bu yolla yenmek gerekiyordu. Bu amaçla, sağlıklı kişilere yüksek dozda verildiği zaman ateş, kusma, ya da ishal gibi hastalık belirtilerine yol açan doğal maddelerin çok küçük dozlar halinde hastalara verilmesini önerdi.

    Günümüzde homeopatik ilaçların çoğu şifalı otlardan, altın gibi bazı metallerden, hatta doğrudan doğruya hastanın kendi tükürüğünden hazırlanır. Kullanılan madde su, alkol ya da başka bir çözücü sıvıyla karıştırılarak çalkalandıktan sonra, bu karışımdan çok az bir miktar alınıp üzerine bolca su katılır. Böylece giderek daha çok sulandırılır ve etkisi iyice azaltılır. Nitekim homeopati yöntemine karşı olanlara göre, hazırlanan ilaç o kadar çok sulandırılmıştır ki, hastalar sonuçta yalnızca su içmiş olurlar.

    Bugün ABD’de, İngiltere’de ve daha değişik yöntemlerle Hindistan ve Güney Amerika ülkelerinde benimsenmiş olan homeopati, özellikle artrit gibi bazı eklem hastalıkları ile alerjilerde alternatif tedavi yöntemi olarak uygulanır. Bu yönteme sığınanlar genellikle öbür tedavilerden bekledikleri sonucu alamamış ve doktorların verdikleri güçlü ilaçların ağır yan etkilerinden bunalmış olan hastalardır.

    Alternatif tıbbın son yıllarda giderek yaygınlaşan yöntemlerinden biri olan aroma tedavisi ise, kokulu otlardan özütlenen uçucu yağlarla vücudu ovmaya ya da buharlarını solumaya dayanır. Kuşkusuz bu gerçek bir tedavi yöntemi değildir; ama bedensel ve ruhsal gerginliği hafifleterek insanı rahatlattığı sürece her yöntem yararlı sayılabilir.

    İster geleneksel, ister bilimsel, ister alternatif olsun, bütün tedavi yöntemlerinde olumlu sonuç alabilmek için en önemli etken inanç ve güven duygusudur. Kendisini iyileştireceğini söyleyen kişiye ve uyguladığı yönteme güvenen bir hasta, inanmayan bir hastadan çok daha çabuk iyileşecektir. Bazı insanların, “iman gücüyle şifa dağıtan” kişilerin bir tek dokunuşuyla ya da duasıyla kendilerini daha iyi hissetmeleri de ancak inançla açıklanabilir