Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Almanya Tarihi

  • Okunma : 1107
Almanya Tarihi Resim

Almanya TarihiYaklaşık 2000 yıl boyunca iki önemli özellik Alman tarihine damgasını bastı. Birincisi, önemli siyasal, toplumsal ve dinsel farklılıkların Almanya'yı bölmesiydi. 1871 'deki gecikmiş birleşmeden sonra bile, bu bölünmeler Almanya'nın tek bir ülke olarak düşünülüp düşünülemeyeceği konusunda sorulara yol açtı. İkinci önemli özellikse, Almanya'nın Orta Avrupa'nın ortasında yer alan açık coğrafi konumuydu. Doğal sınırları olmayan ve tarihinin büyük bir bölümünde kendisinden daha güçlü komşularına boyun eğmek zorunda kalan Almanya, sık sık savaşlara sahne oldu. Bu coğrafi konum, Almanları güvenlik sorununu hep düşünmek zorunda bıraktı.

ESKİ ALMANYA

İ.Ö. I. yy'ın sonlarında Romalılar ilk olarak Alman ülkesini ele geçirmeye çalıştıklarında, burada çeşitli Germen halklarının oturduğunu, sayılarının 4 milyon kişi kadar olduklarını gördüler. Söz konusu halkların kökenleri hakkında doğru bilgi yoktur; ama İ.Ö. 1000 -İ.Ö. 100 arasında İskandinavya'dan Elbe ile Oder arasındaki bölgeye göç ettikleri ve buradaki Keltleri göçmek zorunda bıraktıkları sanılmaktadır.

Bu eski Almanlar bölgeye fatihler olarak geldiler; ama kısa sürede çobanlık ve tarım işlerine giriştiler. Basit ahşap evleri köyler biçiminde bir araya gelmişti; bunların çevresindeki tarlalar ise ortak mülkiyetti ve birlikte işleniyordu. Halkların yönetimi ilkel, ama demokratikti. Bütün önemli kararlar, seçilmiş kralların geçici olarak bütün yetkiyi ellerinde tuttukları savaş dönemleri dışında, yapılan ortak toplantılarda alınırdı. Eski Almanlar bir dizi tanrı ve tanrıçaya taparlar, her şeye kadir ya da ebedi olduklarını düşündükleri için, onları yumuşatmak amacıyla insan, vb. kurbanlar verirlerdi.

Romalıların gelmesinden önce de, sonra da, birçok Germen halkı Almanya'dan göçtü; bunun nedeni nüfus fazlası ve toprağın yetersizliğiydi. Bazı halkların bütünü, bazılarının ise büyük bölümü kendilerine yeni vatanlar buldular, Vizigotlar İspanya'ya, Vandallar Kuzey Afrika'ya, Angıllar ve Saksonlar ise İngiltere'ye yerleştiler. Tötonlar ve Kimberler gibi başkaları ise yenildiler ve yok edildiler. Bu nedenle günümüzdeki Almanlar bu ilk halkların çok azından gelmektedirler.

Romalılar Almanya'yı ele geçirmek için çok çaba harcamalarına karşın, sınırlı bir başarı sağlayabildiler. Almanlar topraklarını canla başla savundular. İ.S. 9'da Arminius'un yönetimindeki Alman birlikleri, Teutoburg ormanı savaşında üç Roma lejyonunu yok etti. Romalılar bunun öcünü aldılarsa da, ne Almanya'nın büyük bölümünde egemenliklerini pekiştirebildiler, ne de Elbe'nin Avrupa'daki en uç sınırları olmasını sağlayabildiler. Bunun yerine, Ren'den Tuna'ya kadar uzanan, "limes" adını verdikleri 480 km'lik tahkim edilmiş bir sınırın gerisine çekildiler.

Yalnızca güneydoğu Almanya'nın küçük bir bölümünün Roma egemenliği altına girmiş olması olgusu uzun erimli etkiler yarattı. Almanya'nın büyük bölümü eski Yunan-Roma uygarlığının uygarlaştırıcı etkileriyle ya çok az tanıştı ya da hiç tanışamadı. Halk siyasal bakımdan yerel önderlere ve geleneklere bağlı kalmaya devam etti. Ve ortak yasaları, ortak yönetimi olan ortak bir devlete geçemedi. Üstelik, Romalılaşmış batı ile "barbar" doğu arasında bir farklılaşma oluştu; yüzyıllar boyunca bu ayrım kendisini çeşitli siyasal ve dinsel biçimlerde gösterdi.

FRANK KRALLIĞI VE İMPARATORLUĞU (481-919)

V. yy'da Germen halkları Roma İmparatorluğu'nu istila ederlerken, bunlardan Franklar, Kuzeybatı Almanya'dan çıkıp batıda Atlas okyanusundan doğuda Bavyera'ya ve Thüringen'e kadar olan bölgeyi denetimleri altına alıncaya kadar yayıldılar. Frankların ilk büyük önderi Clovis (yaklaşık 481-511 arasında hüküm sürmüştür), 751'e kadar sürecek Merovenjler sülalesini kurdu. Fetihleri, kıyıcılığı ve entrikaları hıristiyanlığa geçişle birleştirerek imparatorluğunu sağlamlaştırdı. Hıristiyanlığa geçişin önemini hiç de küçümsememek gerekir; çünkü hıristiyan rahipler sınıfının önemli gücü sayesinde Clovis'in hükümdarlılığını Galya'da (özellikle bugünkü Fransa ve Belçika) sağlamlaştırması oldukça kolaylaşmıştır. Clovis'in kendisi de hıristiyanlığı benimsedi ve gerek kendi, gerek ondan sonraki krallar, krallığın doğu uçlarındaki misyonerleri sürekli korudular. Böylece Frank Krallığı Romalı, Germen ve hıristiyan öğeleri birleştirmeye başladı; bu da, Ortaçağ Alman kültürünün temeli oldu.

Charlemagne: Merovenj sülalesinin VIII. yy'da çökmesi üstüne yetkiler krallık görevlerinin eline geçti; bunlardan Charles Martel, (yaklaşık 714-41), yeni bir Frank kralları sülalesi kurdu. Bu sülale adını, en büyük hükümdarı Charlemagne'dan (yaklaşık 768-814) aldı. Charlemagne, Almanya'da fetihlerini sürdürerek doğuda Bavyera'yı ve kuzeyde Saksonya'yı ele geçirdi. 

Özellikle savaşçılıklarıyla tanınan Saksonları, ölmekle Hıristiyan olmak arasında tercih yapmak zorunda bıraktı.

Charlemagne ayrıca İspanya'da ve İtalya'da da fetihlerde bulundu. 800 yılının Noel'inde papanın elinden taç giydiğinde, Batı'da Roma İmparatorluğu'nu yeniden canlandıran kişi sayılıyordu. Ama Roma İmparatorluğu'nun yeniden kurulması gerçek olmaktan çok, sözde kaldı: Ekonomik parçalanma eski Roma İmparatorluğu'nun temelini yok ettiği için, bu kadar geniş bir alanda yeniden merkezî bir devlet kurmak zordu. Nitekim, Charlemagne'ın "missi dominici" (kralın görevlisi) diye adlandırılan gezginci müfettişleri, yerel yöneticiler üstünde ancak çok sınırlı bir idari denetim sağlayabiliyorlardı.

İmparatorluğun böylece bir ölçüde yeniden kurulmasına ve siyasal düzenin yaygınlaşmasına, öğrenmeye ilginin artması eşlik etti, Karolenj Rönesansı diye adlandırılan bu dönemde, imparatorluktaki manastır okullarının eğitim standartlarını saptamak amacıyla Charlemagne, Almanya'nın kuzeybatı kesimindeki Aachen'da bulunan sarayına bütün Avrupa'dan öğrenciler getirtti. Bu öğrencilerin en önde geleni olan Alcuin, Charlemagne'ın sarayındaki okulda yöneticilik yapmak için İngiltere'den geldi. Alcuin'in Frank öğrencilerinden Einhard (yaklaşık 770-840), imparatorunun yaşam öyküsünü yazdı: Bu, söz konusu dönemle ilgili en önemli bilgi kaynağıdır. Öteki Karolenj öğrencileri de, klasik el yazmalarını daha modern bir yazı olan Karolenj küçük harflerine çektiler; böylece bu yapıtları daha sonraki kuşaklar için korumuş oldular.

İç savaş ve bölünme: Bu umut verici gelişmeler, Charlemagne'ın ölümünden sonra yavaşladı; hattâ bazı durumlarda geriledi. Charlemagne'ın imparatorluğu, kişisel dehası sayesinde bütünlüğünü korumuştu; kaldı ki kendisi de, ölümünden sonra topraklarının, eski bir Germen geleneği uyarınca, vârisleri arasında paylaşılmasını istemişti. Ama bu istek, varisleri arasında yüzyıl süren iç savaşlara ve 870 yılında iki Frank krallığının, Batı Franklar, (Fransa) ve Doğu Franklar (Almanya) krallıklarının kurulmasına yol açtı. Vikinglerin ve Hunların akınları o yıllardaki genel siyasal kargaşaya daha da karmaşıklaştırdı. Merkezi yönetim hiçbir şey yapamaz duruma geldi; hükümdarlıkta büyük toprak sahibi soylular yerel özerkliklerini ilan ettiler. Sınırlı bir yasa ve düzeni koruma aracı olarak feodalite, Almanya'nın büyük bölümüne yayıldı.

Not: 1176, Hohenstaufen sülalesinden Friedrich l'in (Kızılsakal) Legnano suvaşında Lombardia Birliği'ne yenildiği yıldır. Kuzey İtalya'daki kentleri bir araya getiren Lombardia Birliği'ni papa Alexander I, Friedrich'in İtalyan yarımadasına egemen olma isteklerine karşı desteklemiştir.

ORTAÇAĞ ALMANYASI (911-1517)

Doğu Frankların son Karolenj kralı Çocuk Louis'nin (yaklaşık 899-911) ölümünden sonra, Doğu Frank düklüklerinden yalnızca Lotharingia(Lorraine), Batı Frankların Karolenj Krallığı'nın yönetimine geçti. Bavyera, Franken, Saksonya ve Schwaben dükleri, önce Franken dükünü Konrad adıyla Almanya kralı seçtiler. Ama IX. yy'da, Hunlara karşı savunmalarını sağlayan Saksonya sarayına yöneldiler.

Saksonya, Salii ve Hohenstaufen sülaleleri: İlk iki Sakson kralı Heinrich I ve oğlu Otto I, merkeza monarşinin gücünü yeniden sağlamayı başardılar. Hun saldırılarını durdurdular ve Alman topraklarını Doğu Avrupa'ya doğru genişlettiler; buna Drang Nach Osten ("Doğuya Doğru İlerleme") adı verildi. Kiliseyle sıkı işbirliği yaparak etkili bir yönetim mekanizması kurdular ve hırslı rakipleri Alman düklerini denetim altına aldılar. Dükleri denetim altında tutmada aynı derecede önemli olan bir şey de, Sakson krallarının Kutsal Roma imparatoru olma iddialarıydı. Otto I 962 yılında Kutsal Roma İmparatorluğu'nu kurarak, hem papalığı güçlü bir müttefik olarak kazandı; hem de Kuzey İtalya'da yeni vergi kaynakları elde etti. Ama ondan sonra gelen krallar bu çıkarları korumak için çoğu zaman, ülkenin işleriyle uğraşacaklarına, İtalya'nın işleriyle uğraşmak zorunda kaldılar.

XI. yy'ın başlarında Sakson hanedanı sona erdi ve Alman prensleri bir dizi Salii (Frankenli) kral seçtiler. Bunlardan Heinrich III (yaklaşık 1039-56), 1046'da üç rakip papayı görevden alıp, yerlerine birbiri ardına dört papa atayarak, kilisenin üst yönetimini denetim altına aldı. Ama yerine geçen Heinrich IV, yalnızca kilisenin gelirlerinin denetiminde direnmekle kalmayıp, aynı zamanda, kralların ellerinden almış oldukları yetkileri yeniden kazanmak isteyen Alman prensleriyle ittifak yapan papalıkla karşı karşıya kaldılar. "Yetki Çatışması" diye adlandırılan bu savaş 1122'ye kadar sürdü ve papalık ile Alman soylularının büyük ölçüde zaferiyle sona erdi. Alman krallarının kilise ve büyük Alman prensleri üstündeki yetkileri ciddi bir biçimde zayıfladı ve Almanya'da feodalleşme süreci hızlandı.

Hohenstaufen sülalesiyle monarşinin gücü kısa bir süre için arttı. Tahta ilk olarak 1138'de çıkan Hohenstaufenler, rakip Welf ailesinin ciddi meydan okumalarına karşın, 1254'e kadar tahtta kaldılar. Bu sülalenin en önemli hükümdarı Kızılsakal Friedrich I (yaklaşık 1152-90), feodal yapının içinde büyük prenslerle işbirliği yaparak çalışmayı tercih etti. Değerli Bourgogne bölgesini evlilik yoluyla elde etmeyi ve İtalya'nın büyük bölümünü silah zoruyla kendine bağlanmayı başardıysa da,ondan sonra gelenler başkaldıran bir papa-aristokrasi ittifakı ve Fransız, İngiliz müdahaleleri karşısında bunaldılar; yalnızca Friedrich II (yaklaşık 1212-1250), düzeni yeniden bir ölçüde sağlayabildi; ama o da, İtalya'nın işlerine dalarak Almanya'yı ihmal etti. Bunun sonucunda, İngiltere ve Fransa kendi içlerinde bütünlüklerini sağlayıp, modern ulus-devletlere dönüşürlerken Almanya bir kez daha yerel prensler arasında parçalandı.

Bu karmaşık dönemde, bazı ekonomik ilerlemeler ve kültürel başarılar elde edilmesini sağlayan ara dönemler de oldu. Kentleşme ve ticaret hızla gelişti: Bu dönemin sonunda Almanya'da en az 1600 kadar farklı büyüklükte kent ve kasaba vardı. XIII. yy'ın başı, aynı zamanda Ortaçağ saray edebiyatının da doruk noktası oldu: Bu edebiyatın başlıca temsilcileri Wolfram von Eschenbach ile Minnesäger'lerin (lirik aşk şiirleri) büyük ustası Walther von der Vogelweide oldular.

Not: Kutsal Roma İmparatoru Maximilian I, Bourgogne tahtının vârisi Marie'yle evlenerek, oğlunu da İspanya sarayından bir prensesle evlendirerek Habsburg sülalesinin etki alanını genişletti.

Hansa Birliği adıyla bir araya gelmiş Kuzey Almanya kentlerinden Hamburg'daki işlek su kıyısında, ticaret yapan tüccarlar. XIII. ve XIV. yy'larda Hansa Birliği, Baltık denizi üstündeki ticareti tekeline almıştı.

Prenslerin egemenliğinin güçlenmesi: Friedrich II'den sonraki kralların hiçbiri, Alman prenslerinin ele geçirmiş oldukları imparatorluk yetkilerini geri alamadı. Friedrichen ölümünden hemen sonraki dönem özellikle bir kargaşa dönemi oldu. Bu dönem sırasında Hohenstaufen sülalesi yıkıldı ve yabancı prensler imparator unvanını ele geçirmeye çalıştılar. Alman prensleri Habsburgların topraklarını genişletme emellerinden kuşkulandıklarından, bu sülaleden Rudolf'tan sonra, başka sülalerden bir dizi kral seçtiler. Bu krallardan Ludwig (yaklaşık 1314-46) Bavyera'daki Wittelsbach sülalesinden Habsburgların tahtı ele geçirme çabalarına karşı savaşmak zorunda kaldı. Papalığın kesin muhalefetiyle karşılaşmasına karşın, prenslerin papanın onayı olmaksızın imparatoru seçme hakkını ilan eden 1338 kararnamesiyle, Alman prenslerinin desteğini sağladı.

Lüksemburg sülalesinden Karl IV (yaklaşık 1347-78), Mainz, Trier ve Köln başpiskoposlarını, Saksonya dükünü, Brandenburg markisini, Rheinland kontunu ve Bohemya kralını seçici prens ilan ederek, seçimleri düzenleyen 1356 Altın Fermanı'yla seçimle tahta çıkma ilkesini biçimsel olarak yasallaştırdı. Düzensizliği onaylamaktan ya da açık olarak desteklemekten uzak olan Altın Ferman, Almanya'da bütünlüğü sağlamanın olanaksız duruma geldiğini bir dönemde, siyasal gerçeklerin kabulü anlamına geliyordu. Gerçek güç, seçici prenslerin, dinsel bölgelerin, özerk kentlerin ve imparatorluk şövalyelerinin elindeydi.

Habsburg'ların yükselişi: İmparator unvanı anlamından çok şey yitirmesine karşın, Habsburglar için bir egemenlik simgesi olarak geçerliliğini sürdürüyordu. 1438'den başlayarak Avusturya sülalesi üyeleri Kutsal Roma Germen imparatorluğuna seçildiler (yalnızca 1740-45 arasında kısa bir kesinti oldu); bu durum, imparatorluğun 1806'da ortadan kalkmasına kadar sürdü.

Bourgogne bölgesini, "Aşağı bölgeleri", İspanya'yı ve İtalya'nın büyük bölümünü evlilik yoluyla ele geçiren Habsburglar, imparatorluk tahtına saygınlığını yeniden sağlamak için büyük çaba harcadılar. İlk Habsburgların en yeteneklisi olan Maxmilian I (yaklaşık 1493-1519), yola gelmeyen imparatorluk şövalyelerini denetim altına alabilmek ve bölünmüş krallığında düzeni yeniden sağlayabilmek amacıyla, 1495'te "Ebedi Barış" kararnamesini yayınladı. Buna dayanarak, yönergelerinin uygulanmasını sağlamak için, imparatorluk mahkemesini (Kammergericht) kurdu.

Yetkilerini korumak isteyen ve Habsburgların emellerinden kaygılanan Alman prensleriyse buna yanıt olarak, imparatorluğun siyasetini denetleyecek bir imparatorluk yönetim konseyi (Reichsrat) kurulmasını istediler. 1500'de kurulan bu konseyde çok sayıda seçici prens ve özerk kent temsilcisi yer alıyordu. Ama bu konsey, temsili yönetimin etkili bir organı olamadı. Prensler, devlet adamlığının yükünü taşımak yerine, imparatorlarla çekişmeyi yeğliyorlardı; ayrıca Reform'un getirdiği ek bölünmeler, konseyi daha da uğraştırdı. Almanya'nın bölünmüşlüğü sürdü.

Bununla birlikte, siyasal alandaki bölünmüşlük, öteki alanlardaki gelişmeyi yavaşlatmadı. Almanya'nın Ortaçağ'dan başlayarak ekonomide sağladığı ilerlemeler ve Kara Veba felaketinden (347-50; sonra toparlanması, en iyi biçimde büyük kentlerdeki refahla yansıdı. Merkezi Lübeck'te bulunan Hansa Birliği'nde bir araya gelmiş olan kuzeydeki büyük ticaret merkezleri, bu refahta büyük rol oynadılar. XV. yy'da zanaatların, ticaretin ve sanayinin gelişmesine koşut olarak, önemli teknolojik gelişmeler de gerçekleştirildi; bunlar arasında en önemlisi, Mainzli Johann Gutenberg'in matbaayı bulması oldu. Bunu izleyen dönemde, basılı kitaplar, kültür gelişmesini çok büyük ölçüde etkiledi. Kültür alanında Albrecht Dürer, Genç Hans Holbein, Lucas Kranach ve Matthias Grünewald gibi sanatçıların yapıtları ön plana çıktı.

Not:Kutsal Roma İmparatoru Kari V (ortada), Almanya'daki katolikler ile protestanlar arasındaki anlaşmazlıkları gidermek amacıyla toplanan Augusburg Diyeti'ne (1530) başkanlık etmiştir. (Ulusal Kitaplık, Paris.)

ALMANYADA DİN VE MUTLAKIYET (1517-1789)

31 Ekim 1517'de Martin Luther, Wittenberg'deki bir kilisenin kapısına, katolik kilisesinin günahları para karşılığı bağışlamasını suçlayan 95 maddelik tezini astı. Bu olay Reform'u başlattı.

Reform: Luther'in katolik kilisesinin görevini kötüye kullanması olarak gördüğü şeylere karşı çıkması, kısa sürede daha büyük siyasal ve toplumsal sorunlarla içiçe geçti. Almanya'nın büyük bölümünde soylu toprak sahiplerinin baskıcı yönetimi altında acı çeken köylüler, Luther'in dinsel bağımsızlığından siyasal sonuçlar çıkardılar ve 1524'te "Köylüler Savaşı" adı verilen ayaklanmayı başlattılar. Ayaklanma, Luther'in de yardımıyla bastırıldı; ama dinsel ve toplumsal köktencilik anabatist tarikatlarda yaşamayı sürdürdü.

İmparatorluk ileri gelenlerinin lutherciliğe dayanarak giriştikleri siyasal uygulamalarsa daha da önemli oldu. Her zaman sofu katolik imparatora karşı güç kazanmanın yollarını arayan ve kilisenin mülklerinde, vergi salma yetkisinde ve yasa çıkartmakta gözü olan Alman prenslerinin çoğu, protestan dinine coşkuyla sarıldılar. Aynı dönemde imparator Kari V (yaklaşık 1519-56) de, Schmalkald Birliği'nde örgütlenmiş olan lutherci prenslerin ve özerk kentlerin ayaklanmasıyla ve güneydoğu Avrupa'da Türklerin hızla yayılmasıyla karşı karşıya kaldı. Uzun ve umutsuz bir savaşımdan sonra, Din savaşları, kazanan olmadan, lutherciliği kuzey ve orta Almanya'dakilerin çoğunun dini olarak kabul eden Augusburg Barışı'yla sona erdi.

Otuz Yıl Savaşları: Augsburg Barışı, Almanya'nın temel siyasal ve dinsel sorunlarını çözemedi; bir ateşkes olmaktan öteye gidemedi. Augsburg Barışı'nda, 1555'te varolan dinsel ve siyasal durumunun korunması çağrısı yapılıyordu; oysa lutherciliğin ve rakip bir protestan inancı olan calvinciliğin Almanya'daki yayılması sürdü. Bu durumdan katolik prensler ve kilise yöneticileri doğal olarak hiç hoşnut değillerdi; Habsburg imparatorları da, Kutsal Roma İmparatorluğu'nu modern, birleşik bir devlete dönüştürme amaçlarından vazgeçmemişlerdi.

Anlaşmazlıklardaki bu gelişmeler, birbirine bağlı dört savaş olan Otuz yıl Savaşları'na (1618-48) yol açtı. Protestan devletler, Almanya'nın bölünmüş ve zayıf kalmasını sürdürerek büyük rakipleri Habsburglara zarar vermek isteyen İsveç ile Fransa'dan yardım görmelerine karşın, bu savaştan büyük zararla çıktılar. Çarpışmalar Vestfalya Antlaşması'yla sona erdiği zaman, geride yıkılmış, parçalanmış, umutsuz bir Almanya kalmış, ülke 300'ü aşkın egemen devlete bölünmüş, etkili bir merkezî yönetimi bulunmayan bir devletler mozaiğine dönüşmüştü.

Brandenburg-Prusya'nın yükselişi: Söz konusu devletler arasında yalnızca Bavyera ve Saksonya gibi birkaçının belirli bir zenginlik ve güce ulaşmış olmasına karşılık, Almanya'yı daha sonra birleştirecek devlet, hiç umulmadık yerlerden çıktı. Başlangıçta küçük bir askerî sınır devleti olan Brandenburg, XIII. yy'da, Kuzey Almanya ovasında İslavlardan ele geçirilen topraklar üstünde kurulmuştu. Bu devlet XVII. yy'da Hohenzollern prensleri yönetiminde genişlemeye başladı. Önce, XIII. yy'da Töton şövalyeleri tarafından ele geçirilmiş ve 1525'te de kiliseden bağımsızlaştırılmış Prusya oldu: Prusya 1618'de, veraset yoluyla Brandenburg'a geçti. Daha sonra, Vestfalya Antlaşması'yla Brandenburg'un toprakları daha da genişledi.

İlk Hohenzollern sülalesinden prenslerin en önde gelenleri, Brandenburg seçici prensi Friedrich Wilhelm (yaklaşık 1640-88) ile torunu olan Prusya kralı (Brandenburg-Prusya prensleri 1701 'de "Prusya kralı" unvanını aldılar) Friedrich Wilhelm l'dir (yaklaşık 1713-40). Bu hükümdarlar, kendilerininki kadar nüfusu olan öteki devletlerinkinden daha büyük bir ordu oluşturdular. Bunda ilk amaçları savunmaydı: Prusya, Otuz yıl Savaşları boyunca çok zarar görmüştür. Ama daha sonra "Büyük" unvanı verilen Friedrich II (yaklaşık, 1740-86), orduyu Prusya'nın sınırlarını genişletmek için kullandı. Avusturya Veraset Savaşları'nın (1740-48) ve Yedi yıl Savaşı'nın (1755-63) sonunda Friedrich II, Avusturya'daki değerli Silezya bölgesini elde etti. Bunun yanı sıra, Rusya ve Avusturya'yla birlikte, Polonya'nın birbirini izleyen üç bölüşülmesinden birincisine katıldı (1722). XVII. yy'daki öteki "aydın zorbalar" gibi Friedrich II de, yönetimi ve toplumu modernleştirmekte sert yöntemlere başvurdu. Bununla birlikte işi, "Junkerler" diye adlandırılan güçlü Prusya soylularıyla çatışacak kadar ileri götürmedi.

Friedrich II öldüğünde, Prusya bölünmüş Almanya'nın kuzeyindeki en büyük ve en önemli devlet haline gelmişti. Flabsburg imparatorluk sülalesi tarafından yönetilen Avusturya, o dönemde en güçlü Alman devleti sayılıyordu. Ama bu devletin Prusya'yla yaptığı samanya ovasında İslavlardan ele geçirilen topraklar üstünde kurulmuştu. Bu devlet XVII. yy'da Hohenzollern prensleri yönetiminde genişlemeye başladı. Önce, XIII. yy'da Töton şövalyeleri tarafından ele geçirilmiş ve 1525'te de kiliseden bağımsızlaştırılmış Prusya oldu: Prusya 1618'de, veraset yoluyla Brandenburg'a geçti. Daha sonra, Vestfalya Antlaşması'yla Brandenburg'un toprakları daha da genişledi.

İlk Hohenzollern sülalesinden prenslerin en önde gelenleri, Brandenburg seçici prensi Friedrich Wilhelm (yaklaşık 1640-88) ile torunu olan Prusya kralı (Brandenburg-Prusya prensleri 1701 'de "Prusya kralı" unvanını aldılar) Friedrich Wilhelm l'dir (yaklaşık 1713-40). Bu hükümdarlar, kendilerininki kadar nüfusu olan öteki devletlerinkinden daha büyük bir ordu oluşturdular. Bunda ilk amaçları savunmaydı: Prusya, Otuz yıl Savaşları boyunca çok zarar görmüştür. Ama daha sonra "Büyük" unvanı verilen Friedrich II (yaklaşık, 1740-86), orduyu Prusya'nın sınırlarını genişletmek için kullandı. Avusturya Veraset Savaşları'nın (1740-48) ve Yedi yıl Savaşı'nın (1755-63) sonunda Friedrich II, Avusturya'daki değerli Silezya bölgesini elde etti. Bunun yanı sıra, Rusya ve Avusturya'yla birlikte, Polonya'nın birbirini izleyen üç bölüşülmesinden birincisine katıldı (1722). XVII. yy'daki öteki "aydın zorbalar" gibi Friedrich II de, yönetimi ve toplumu modernleştirmekte sert yöntemlere başvurdu. Bununla birlikte işi, "Junkerler" diye adlandırılan güçlü Prusya soylularıyla çatışacak kadar ileri götürmedi.

Friedrich II öldüğünde, Prusya bölünmüş Almanya'nın kuzeyindeki en büyük ve en önemli devlet haline gelmişti. Flabsburg imparatorluk sülalesi tarafından yönetilen Avusturya, o dönemde en güçlü Alman devleti sayılıyordu. Ama bu devletin Prusya'yla yaptığı savaşlar ciddi zayıflıklarını ortaya çıkardı; üstelik Maria Theresa ile "aydın zorbalardan imparator joseph ll'nin yaptıkları merkezden yönetimi güçlendiren reformlar, çeşitli Habsburg çevrelerinin hoşuna gitmedi.

Bu çoğunlukla din ve sülale çekişmeleriyle geçen kargaşalı yıllar, Alman ekonomik ve kültürel yaşamında gerilemeye yol açtı; bununla birlikte Johannes Kepler'in astronomisi ve Hans Jakob von Grimmelshausen'in Simplicissmus adlı romanı (1669), önemli istisnalar oluşturdular. XVIII. yy'daki kısmi düzelme, görkemli barok sanat ve mimarlığının, ayrıca, Johan Sebastien Bach, Wolfgang Amadeus Mozart ve Franz Josef Haydn'ın aynı derecede anıtsal barok ve klasik müziklerinin ortaya çıkmasına katkıda bulundu.

Not: Prusya kralı Friedrich II (Büyük), Avusturya Veraset Savaşı'n da (1740-48) Silezya'yı Avusturya'dan almış, Prusya'nın Avusturya, Rusya ve Fransa'dan oluşan bir ittifakla karşı karşıya geldiği Yedi yıl Savaşı (1756-63) boyunca da bu bölgeyi elinde tutmuştur.

1848 Devrimleri'nin amacı, çeşitli Alman devletlerinde meşruti yönetimler sağlamak ve birleşik bir Almanya oluşturmaktı. Alttaki resimde Berlin'deki bir toplantıları canlandırılmış olan radikal cumhuriyetçi gruplarsa, bu birliğin gerçekleşmesinde pek önemli rol oynamamışlardır.

ALMANYADA ULUSÇULUK VE BİRLEŞME

Fransız Devrimi yılları ve Napolyon dönemi boyunca Almanya, Fransız işgalinde kaldı. Bu işgalin en önemli etkisi, Alman halkında bir birlik ve ulusçuluk duygusu yaratması oldu. Daha Fransızlar müdahale etmeden önce, Johann Gottfried von Herder, Alman ulusçuluğunu geniş kütlelere yaydı ve Almanları Fransızları kölece taklit etmekten kurtulmaya çağırdı. Ama özellikle Fransız yöneticilerin aşırı kuşkularının yarattığı hoşnutsuzluk, özgür ve bütünlüğü sağlanmış bir Almanya kurulması konusunda kararlılık biçiminde somutlaştı. Napolyon'a yenilmiş olan Prusya önemli asker ve toplumsal reformlar uygulayıp, daha sonra 1813'te Fransa'ya karşı verilen kurtuluş savaşında, öteki Alman devletlerine önderlik etti.

Not: Güçlü bir merkezden yönetimin bulunmaması, Alman sanayisinin gelişmesini bir ölçüde yavaşlattı. Bununla birlikte 1850'ye doğru Alman devletlerinin sanayi çıktıları, iki kat arttı; bu da, güçlü ve birleşik bir Almanya'nın kurulmasına yol açan olumlu ekonomik koşulları sağladı.

Alman Konfederasyonu: Viyana Kongresi'nin (1814-15) sonuçları, Alman yurtseverlerinin hayallerini suya düşürdü: Büyük prensliklerin çoğu yeniden kuruldu. Bununla birlikte, Napolyon'un kurduğu basit yapı korunarak, sayıları üçyüz olan devletler yaklaşık üç düzineye indirildi. Bu devletler Alman Konfederasyonunda gönüllü olarak bir araya geldiler. Napolyon'un 1806'da ortadan kaldırdığı Kutsal Roma İmparatorluğu'nda olduğu gibi, Konfederasyon'da da, kendilerine Avusturya imparatoru adını veren Habsburglar ağır basmaktaydılar. Başlangıçta Prusya arka planda kaldı, Alman devletlerinin çoğunun katıldığı gümrük birliği Zollverein'ı kurmakla (1834) yetindi.

Sonraki yıllarda, büyük ölçüde Avusturya Dışişleri bakanı Klemens von Metternich'in kişiliğinde somutlaşan kararlı tutucu güçlere, Fransız devrimi örneğinden alınan özgürlükçü düşünceler ve ulusçuluk gittikçe daha çok meydan okumaya başladı.

Değişiklik isteklerinin ve ekonomik çöküntünün bir araya gelmesiyle patlak veren 1848 Devrimleri'nde, bütün Alman devletlerinde özgürlükten yana ödünler verildi ve Almanya'yı birleştirip özgürlükçü bir anayasayla donatmak amacıyla ulusal bir meclis olan Frankfurt Parlamentosu'na temsilciler seçildi. Bununla birlikte, devrimciler arasındaki bölünmeler ve tutucu Prusya'nın sert muhalefeti, Prusya kralı Wilhelm-Friedrich IV'ün küçümseyen bir tavırla birleşik bir Almanya'nın oluşturacağı meşruti krallığın kralı olmayı reddetmesi, devrimin 1849'da başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açtı.

Almanya'nın Bismarck tarafından birleştirilmesi: Alman ulusçuluğunun önderliğini, 1862'de Prusya'nın yeni başbakanı Otto von Bismarck üstlendi. Tutucu bir Prusya yurtseveri olan Bismarck, ulusçuluk önderliğini liberallerin elinden almakta ve birleşik bir Almanya'da Prusya'nın öncülüğünü sağlamakta kararlıydı. Birbirini izleyen üç savaşta, hasımlarını saldırgan gibi gösterdi ve Almanya'nın üstünden önce Danimarka'nın, sonra Avusturya'nın, daha sonra da Fransa'nın etkisini kaldırdı.

Danimarka'yla savaş, Danimarka'nın Schleswig-Holstein'dan çekilmesiyle sonuçlandı. Bismarck, boşaltılan toprakların yönetimiyle ilgili bir tartışmayı bahane ederek Avusturya'ya saldırdı ve Yedi yıl Savaşı'nı

(1886)    kazanmayı başardı. Böylece Avusturya'yı Almanya'nın içişlerinden uzaklaştırdıktan sonra, 1867'de, kuzeydeki Alman devletlerini Prusya'nın egemenliğindeki federal bir yönetimde birleştirerek, Kuzey Alman Konfederasyonu'nu oluşturdu. Bundan üç yıl sonra, Fransa-Prusya Savaşı (1870-71) sırasında, güneydeki Alman devletleri de federasyona katılmayı kabul ettiler ve 18 Ocak 1871'de Prusya kralı Wilhelm I, Versailles'da yeni Alman İmparatorluğu'nun imparatoru olarak taç giydi.

Bismarck ünlü Prusya sertliği ve militarizmiyle, "kan ve demir" taktikleriyle, Alman liberallerinin başaramadıkları işi başarmıştı. Olayların gidişi karşısında iyice ezilen liberallerin çoğu, Bismarck'la ittifakta bir sakınca görmediler: Almanya birleşmişti ama, siyasal bakımdan olgunlaşması da ciddi biçimde ertelenmişti.

Alman ulusal bilincinin geliştiği yıllar, aynı zamanda da Alman kültürünün büyük yılları oldu. Klasik idealizm, Johann Wolfgang von Goethe'nin şiirlerinde ve oyunlarında, Ludwig van Beethoven'in müziğinde en yüksek anlatım biçimini buldu. Georg Wilhelm Friedrich Hegel, felsefenin gelişmesini kalıcı biçimde etkiledi; romantik müzik de, iki büyük dehayla, Robert Schumann ve Richard Wagner'le gelişti.

İMPARATORLUK ALMANYASI (1871-1918)


Bismarck yeni oluşmuş ulusta, kendine özgü, baskıcı bir siyasal yapı kurdu. Alman İmparatorluğu, Bisarck'ın Kuzey Alman Konfederasyonu için hazırlatmış olduğu anayasayı benimsedi. Anayasa demokratik yolla seçilmiş bir parlamento olan Reichstag'ı getiriyordu ama, bu Parlamento'nun yalnızca vergiler ve tartışma konusunda sınırlı yetkileri vardı. Almanya federal bir temelde örgütlenmiş, bazı yetkiler eyaletlere bırakılmıştı. Ama ülkenin yönetiminde gerçek iktidar, aynı zamanda Alman imparatoru (Kaiser) olan Prusya kralında ve danışmalarındaydı: Wilhelm l'in hükümdarlığı boyunca (1888'e kadar) şansölyesi Bismarck, ona sözcüğün gerçek anlamıyla her konuda "yol gösterdi".

Bismarck yönetimi: Bismarck, Reichstag'ı elinde oynatabilmek için, gerçek siyasal sorunlardan çok, gerçek ya da düşsel iç düşmanlara karşı koyma amaçlı parti koalisyonları kurdu. Önce, Almanya'da kapitalizmin sanayide ve ticarette gelişmesini desteklemek için, eski karşıtları olan liberallerle ittifak yaptı. Bununla eşzamanlı olarak da, büyük katolik azınlığa ve siyasal temsilci Merkez Partisi'ne karşı yeni devletin düşmanları olduklarını ileri sürerek savaşıma girişti. "Kulturkampf" ("Kültür Savaşı") diye adlandırılan bu kampanya, yalnızca kısa erimli çıkarlar sağladı; çünkü bazı katolik olmayanların da desteklediği katolikler inatla direndiler.

Bismarck Almanya'yı yeni ortakları olan tutucuların yardımıyla yönetmek istediği için, 1878'de Kulturkampf'a son verdi. Bunun nedeni, ciddi ekonomik çöküntünün üstesinden gelmenin tek yolunun, Alman sanayi ve tarımını gümrük tarifeleriyle korumak olduğu sonucuna varmasıydı; bu da liberallerden çok tutucu kafaların kabul edebilecekleri bir şeydi. Bu durumda düşmanı da değişti: Bu kez düşman, yeni gelişmekte olan Alman sanayi işçileri sınıfını temsil eden ılımlı marksçı parti Sosyal Demokrat Parti'ydi (SPD). 1880 yıllarında Bismarck, SPD'yi yıkıcı etkinlikte bulunmakla suçlayarak yasa dışı ilan etti ve dünyanın ilk kapsamlı sosyal güvenlik sistemini kurarak, Alman işçilerini kazanmaya çalıştı. Ama katolikleri yok etme işinde başarılı olamadığı gibi, sosyalistleri yok etmede de başarılı olamadı. 1890 yıllarında Reichstag üstündeki denetimini yitirdi. Bunun üstüne anayasayı askıya almak için kaba kuvvete başvurmayı planladığı sırada,yeni imparator, istifa etmesini istedi.

Bismarck, iç siyasetinden çok daha sağlam bir dış siyaset uygulamıştır. Almanya'nın gereksinme duyduğu bütün topraklara sahip olduğunu düşündüğünden, Fransa'yı yalıtarak ve bu ülkenin dikkatini denizaşırı bölgelerde sömürgeler kurmaya yönlendirerek, Avrupa'da istikrarı sağlamıştır. Avusturya ve İtalya'yla kurduğu Üçlü İttifak'la (1882) ve Rusya'yla imzaladığı Karşılıklı Güvenlik Antlaşması'yla (1887), Almanya'ya önemli yandaşlar kazandırmıştır. Almanya'nın sömürgeler kurması siyasetineyse, ancak çok geç kalarak ve pek de istemeyerek, iç siyasette ulusçular ile sanayideki ve ticaretteki çıkar çevrelerinin desteğini alabilmek için evet demiştir.

Wilhelm ll'nin siyaseti: Wilhelm l'den sonra kısa bir süre oğlu Friedrich III, ondan sonra da torunu Wilhelm II (yaklaşık 1888-1918) ülkeyi yönettiler. Genç Wilhelm, Bismarck'ın Almanya'yı ancak Bismarck'ın yönetebileceği iddiasını da, azınlıkları "kaba kuvvet"le yola getirmek konusundaki girişimlerini de benimsemedi. "Demir Şansölye"yi istifa etmeye zorladıktan sonra, Alman siyasetine egemen olacak zekâya ve duygusal istikrara sahip olmamasına karşın, bunu kendisi gerçekleştirmeyi denedi. Sosyalistlere karşı çıkarılan yasaları kaldırarak ve sosyal güvenlik sistemini genişleterek, Alman işçi sınıfıyla uzlaşmayı ciddi biçimde denedi. Ama siyasette demokrasi düşüncesine, SPD'nin ve orta sınıf liberallerinin Prusya'nın eski ve demokratik olmayan anayasasının değiştirilmesi, Reichstag'a gerçek yetkiler verilmesi konusundaki isteklerine ödün vermedi. Siyasal reform isteklerinin yaygınlaşması ve Wilhelm'in sık sık büyük hatalar yapması, Birinci Dünya Savaşı'nın arifesinde, anayasa konusunda bir çatışma için gerekli bütün öğeleri hazırladı.

Siyasal reform isteyenlerin şikâyetleri, Wilhelm ll'nin Dışişleri bakanlığı görevlisi Friedrich von Holstein ile 1897'de Dışişleri bakanı, 1900'de de şansölye olan Bernhard von Bülow tarafından yönlendirilen beceriksiz dış siyasetine yönelikti. Rusya ve Avusturya'yla ittifaklarını Balkanlar'daki rekabetler yüzünden sürdürüp sürdüremeyeceğinden emin olmayan imparator, Avusturya'yı tercih etti ve Rusya'yla Karşılıklı Güvenlik Antlaşması'nı 1890'da iptal etti. Bundan dört yıl sonra Fransa, Rusya'yla ittifak yaptı. Bunun üstüne Wilhelm, gereken tedbirliliği göstereceğine, Amiral Alfred von Tirpitz'in tavsiyesine uyarak hem İngiltere'yle, hem de Fransa'yla karşı karşıya gelmesine yol açtı. 1909'da Bülo'un yerine şansölyeliğe daha temkinli kişilikli Theobald von Bethman-Hollweg geldiğinde, Almanya'nın tek güvenilebilir müttefiği olarak Avusturya-Macaristan vardı.

İmparatorluk Almanyası'nın ekonomi, bilim ve kültür alanlarındaki parlak başarıları, bu hataların ve doğrunun ne olabileceğinin görülmesini engelledi. Devlet yardımlarıyla desteklenen ve bankerlerle, sanayicilerle sıkı işbirliği halinde yürütülen Almanya'nın ekonomik büyümesinin büyük bölümü 1870-1890 arasında sağlanmıştı. Almanya'nın sanayileşmesi İngiltere'ninkinden çok daha geri olmakla birlikte, 1910'larda Almanya'da üretilen çelik miktarı, ingiltere'dekinin iki katından yüksekti. Çok ileri bir üniversite sistemi tarafından desteklenen Alman bilim ve teknolojisi, dünyanın en iyisi olarak görülmeye başlanmıştı. Bunun yanı sıra, Thomas Mann'ın ilk romanları, Johannes Brahms ve Richard Strauss'un geç dönem romantik müziği ile Friedrich Nietzsche'nin "peygamberce" felsefesi, Almanya'nın önde gelen bir kültür merkezi olarak ün yapmasına katkıda bulunmuştu.

Birinci Dünya Savaşı: Bu canlılık işaretlerine bakılarak, Almanya'nın siyasal ve toplumsal sorunlarını uzun bir sürede, barışçı bir yolla çözebileceği söylenebilirdi. Ama Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi, buna olanak bulunmadığını ortaya koydu. Sırbistan konusunda Rusya'yla olan anlaşmazlığında müttefiki Avusturya'yı desteklemekte sabırsızlanan Almanya, 1914'te Rusya'ya bir ültimatom gönderdi; bu ültimatomun reddedilmesi üstüne de, Alfred von Schliefen'in katı savaş planı uyarınca, hem Rusya'ya hem de Fransa'ya savaş açarak, büyük savaşın patlak vermesini hızlandırdı. Başlangıçta Almanların çoğunluğu, hattâ SPD bile, savaşı destekledi; ama beklendiği gibi hemen kazanılamaması ve korkunç yiyecek kıtlıkları baş göstermesi üstüne, tavırları değişmeye başladı: Gittikçe daha çok sayıda insan, yönetimin iyi bir barış antlaşmasından çok fetih peşinde koştuğunu kavramaktaydı. Kasım 1918'de Almanya'nın barış istemek zorunda olduğu ortaya çıkınca, Alman halkı, yöneticilerine karşı ayaklandı. Alman generalleri bile imparatora tahttan çekilmesi için baskı yaptılar. Wilhelm, Hollanda'ya sürgüne gitti. Yönetimi devralan Sosyal Demokratlar, cumhuriyeti ilan ettiler ve savaşa son verdiler.

WEİMAR VE NAZİ ALMANYASI (1918-45)
Almanya'nın ilk kez demokratik bir yönetime kavuşması ile yenilgi ve sefaletin bir araya gelmesi, çağdaş tarihin en büyük trajedilerinden biridir. Düzeni korumak için ordunun desteğini kabul eden Sosyal Demokratlar, birçok komünist ayaklanmasını (bu arada Berlin ve Bavyera ayaklanmaları) bastırdılar. 1919 başında Weimar'da, doğrudan yönetme yetkisini Reichstag'a veren bir anayasa hazırlaması için serbest seçimlerle seçilmiş bir kurucu meclis toplandı. SPD başkanı Friedrich Ebert,yeni Weimar Cumhuriyeti'nin başkanlığına seçildi, Başbakanlığa getirilen Philipp Scheidemann da SPD, Merkez Parti ve liberal bir grupla koalisyon kurdu. Kısa süre sonra bu hükümet, Versailles Antlaşması'nın imzalanması kararı aldı. Versailles Anlaşması, Paris Barış Konferansının Almanya'yı kabul etmek zorunda bıraktığı, yenilginin yükümlülüklerini saptayan bir antlaşmaydı. Almanya'ya bu konuda bir seçenek tanınmamıştı. Temmuz 1919'da Weimar Meclisi, Almanya'nın önemli topraklarını, nüfusunu ve doğal kaynaklarını elinden alan ve büyük savaş tazminatları ödemeye zorlayan antlaşmayı onayladı.

Not: Devrimci bir sosyalist grup olan Spartakus Birliği'nin üyeleri 1919 Ocağı'ndaki"Spartakus ayaklanması" sırasında, Berlin sokaklarında yürüyüş yaparlarken. Bu komünist ayaklanma, acımasızca bastırılmış, yöneticileri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht öldürülmüşlerdir.

Bunalım ve toparlanma:  Almanya'da parlamenter demokrasiyi yerleştirme çabaları daha başlangıcında ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. O kadar çok parti vardı ki - en az altı büyük ve çok daha fazla küçük parti - etkili bir yönetim sağlayacak istikrarlı koalisyonlar kurmak zordu. Militan azınlıklar - aşırı solda komünistler ve aşırı sağda monarşi yandaşları ile ırkçılar - cumhuriyeti yıkma çabalarında kimi zaman kaba kuvvete de başvuruyorlardı. Bunların arasında en önemlisi, Adolf Hitler'in önderliğindeki küçük Nasyonal Sosyalist Parti'nin Bavyera'da iktidarı ele geçirmek girişiminde bulunduğu 1923 Münih Darbesi girişimi oldu. Her ne kadar başarıya ulaşamadıysa da, sürekli huzursuzluklar, ulusal hükümeti temelde tutucu olan orduya gittikçe daha çok bağımlı kıldı.

1923, en önemli bunalımlı yıllardan biri oldu. Nakit ve savaş tazminatlarının ödenmesi, zaten dört yılı aşkın süren savaşın iflasa sürüklediği ülke için ağır bir yüktü. Enflasyonun hızla yükselmesi karşısında Almanya, 1922'de ödemeyi durdurdu; bunun üstüne Fransa, Ocak 1923'te Ruhr bölgesini işgal etti. Ruhr'daki madenlerde ve fabrikalarda çalışan işçiler grev yaparak direndilerse de, bu direniş enflasyonunun yükselmesine, sonuçta da ekonomik çöküntüye yol açtı. Cumhuriyetçi siyasetçilerin en yeteneklisi olan Gustava Stresemann'ın Kasım 1923'te yeni bir parayı dolaşıma sokmasıyla ve Almanya'nın Batı ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesiyle, böylece de dış kredilerin ve tazminatların daha akla uygun bir takvime göre ödenmesinin yolunu açmasıyla, durum düzeltildi.

Bundan sonra, 1920 yıllarının sonlarında, Alman ekonomisi canlandı; siyasal çalkantı da yatıştı. Bu yıllarda Almanya'da önemli bir öncü kültür gelişti: Bertolt Brecht'in epik tiyatrosundan, Bauhaus'un işlevci sanat ve mimarlık okuluna, Albert Einstein'in görelilik fiziğinden, Martin Heidegger'in varoluşçu felsefesine.

Bu yeni Almanya, henüz çocukluk aşamasındayken, 1930 Büyük İktisat bunalımının patlak vermesiyle ve Nazilerin iktidarı ele geçirmeleriyle sona erdi. Ekonomik çöküntü koşulları siyaseti bir kez daha radikalleştirdi ve Reichstag'daki partileri öylesine böldü ki, parlamenter hükümet hiçbir şey yapamaz duruma geldi. 1930'dan başlanarak yönetim olağanüstü yönergeler çıkartılarak sağlandı. Bu durumdan kısa süre için komünistler yararlandılarsa da, durum asıl Hitler'in Nasyonal Sosyalist (ya da Nazi) Partisi'ne yaradı: Çeşitli gösteriler düzenleyerek ekonomik sorunlara köklü çözümler getirecekmiş gibi görünen bu parti, bir yandan da yurtseverce değerleri yüceltmekteydi. 1932'de Nazi'ler Reichstag'daki en büyük parti haline geldiler ve ertesi yıl cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, Nazi önderlerinin Almanya'da düzeni geri getirebileceğini ve denetimi sağlayabileceğini ileri süren generallerinin de etkisiyle, Hitler'i şansölyeliğe atadı.

Nazi diktatörlüğü: İktidara yükselişi sırasında Hitler'i destekleyen Almanların çoğu, bunu çaresizlikten yapmışlardı; neler planladığını bilenlerin sayısı azdı. Başlarına umduklarından çok daha fazlası geldi. Yarı ikna, yarı zorlama yoluyla Reichstag'ın iktidarı kendisine devretmesini sağladıktan sonra Hitler, hiç vakit yitirmeden totaliter bir devlet kurdu: Üçüncü Reich. Bu ad yeni yönetimin, Kutsal Roma İmpartorluğu'nun ve Bismarck'ın kurduğu birleşik Alman İmparatorluğu'nun devamı olduğunu belirtmek için konmuştur. Saldırı Birlikleri (SA) yöneticisi Ernst Roehm'ün ve başkalarının, Nazilerin öne sürdükleri sosyalist ülküleri gerçekleştirecek ikinci bir devrim isteğinde bulunmaları üstüne, Hitler 30 Haziran 1934'e rastlayan hafta sonunda Roehm ve yandaşlarını öldürttü. Dört yıl sonra da, büyümekte olan Alman silahlı kuvvetlerini bütünüyle denetimi altına alabilmek amacıyla, önde gelen dört generale sahte suçlamalar yönelterek görevden ayrılmak zorunda bıraktı. Acımasız gizli polis (Gestapo) ve SS (Schutzstaffel) komutanı Heinrich Himmler'in yönetimindeki toplama kampları sistemi sayesinde, Naziliğin "düşmanları" saf dışı edildi; potansiyel düşmanlarınaysa terör uygulandı.

Hitler'in korkunç ırkçılığı, vahşi bir Yahudi karşıtlığı sistemine yol açtı. Yahudileri yurttaşlık haklarının çoğundan yoksun bırakan Eylül 1925 tarihli Nümberg Yasaları'na ek olarak, Almanya'yı Yahudilerden arındırmayı öngören başka önlemler de alındı. Bu önlemler İkinci Dünya Savaşı'nda uygulanan açıkça yok etme siyasetiyle doruğuna çıktı ve yaklaşık 6 milyon Avrupalı Yahudinin ölümüyle sonuçlandı. Ama bundan önce, kamu yapımlarıyla işsizliğe son vermeyi ve iş çevrelerinin güvenini yeniden kazanmayı amaç alan uyumlu bir devlet programı, Almanya'nın ekonomisinde önemli bir düzelme sağladı. Joseph Goebbels'in güçlü propaganda bakanlığı, Hitler'in bir deha, Nazi Almanyası'nın da dünyaların en güzeli olarak görülmesini sağlamak için, medyayı denetimi altında tuttu. Baskıların, başarıların ve düşüncenin denetimi altında tutulmasının böylesine ustalıkla birarada kullanılması, kilise ve ordunun içindeki sınırlı muhalefetin dışında, tek bir direniş görülmemesini sağladı.

İkinci Dünya Savaşı: Hitler'in dış siyasetteki amaçları, Almanya'nın nüfusunun fazla olduğu, Polonya ve Rusya'da kendisine Lenbensraum ("yaşama alanı") yaratmak için Avrupa'yı ele geçirmesi gereği ve inancı tarafından belirleniyordu. Hitler 1939'a kadar gerçek amaçlarını gizleyerek Avrupalı diplomatları şaşırttı ve 1939 Münih Konferansı'nda olduğu gibi, ödünler vererek, onu yatıştıracaklarını sanmalarını sağladı. Askerî birlik bulundurulması Versailles Antlaşmasıyla yasaklanmış olan Rheinland bölgesinin 1936'da yediden silahlandırılması, 1938-39'da Çekoslavakya'ya müdahale edilmesi, öteki Avrupa devletlerinin ciddi bir direnişiyle karşılaşılmadan gerçekleştirildi.

Almanya'nın Polonya'yı da işgalinden sonra, İngiltere'yle Fransa'nın sonuçta savaş ilan etmeleri (3 Eylül 1939) üstüne, Hitler planladığından daha kapsamlı ve Almanya'nın yeterince hazır olmadığı bir savaşa çekilmiş oldu. Başlangıçta, birbirini izleyen, Polonya'ya (1939), Batı Avrupa'ya (1940) ve SSCB'ye (1941) karşı kazanılan bir dizi "Blitzkrieg" ("yıldırım savaşı"), Hitler'in geçici olarak Avrupa'nın büyük bölümünü ele geçirmesini sağladı. Ama İngiltere ile Rusya'yı çökertmeyi başaramayan Hitler, kendisini, 1941'den sonra ABD'nin de katıldığı büyük ve güçlü bir düşmanlar ittifakıyla karşı karşıya buldu. Almanya'nın Avrupa'daki başlıca müttefiği Faşist İtalya kısa süre sonra çöktü; Asya'daki müttefiği Japonya'ysa, genellikle ayrı bir savaş yürüttü. Almanya'nın yenilgisi, 1944 ortalarında Müttefiklerin Fransa'ya çıkarma yapmalarıyla ve stratejik bombardımanların Alman silah yapımını azaltmayı başlamasıyla başladı. Hitler Nisan 1945'te Berlin'de intihar ettiğinde, Almanya büyük ölçüde yıkılmıştı ve savaş sırasında yakıp yıkmış olduğu ülkelerin insafına kalmıştı.

1945'TEN SONRA ALMANYA
Zaferi kazanan Müttefikler, Almanya'nın doğu kesiminin büyük bölümünü Polonya ve SSCB'ye verme, geri kalan bölümünü dört işgal bölgesine ayırma ve önde gelen Nazi savaş suçlularını Nürnberg'deki Uluslararası Askerî Mahkeme'de yargılama konularında anlaşmaya vardılar. Ama dört işgal bölgesinin birleşip birleşmeyeceği, birleşirse nasıl birleşeceği konusunda anlaşamadılar. Soğuk Savaş'ın gerilimi artırmasıyla; bunda Almanya'nın durumu da rol oynamıştır), doğudaki Sovyet bölgesi ile batıdaki İngiliz, Fransız ve ABD bölgelerini birbirinden ayıran geçici çizgi giderek kalıcı bir sınıra dönüştü. 1949'da, Batı devletlerinin kendi bölgelerini birleştirmelerinden ve Federal Almanya Cumhuriyetinde parlamenter demokrasinin yeniden kurulmasına izin vermelerinden kısa süre sonra, Ruslar da doğuda, Alman komünistlerine Alman Demokratik Cumhuriyeti'ni kurdurarak kukla bir rejim oluşturdular.

Batı Almanya: SSCB'nin, Avusturya'da olduğu gibi, Almanya'nın tarafsız bir devlet olarak birleşmesini kabul etme olasılığı, 1949'dan 1963'e kadar Batı Almanya başbakanlığı yapan Konrad Adenauer tarafından engellendi. Tutucu Hristiyan Demokrat Parti'nin başkanı Adenauer, Sovyetlerin niyetlerinden çok çekindiği için, Batı Avrupa ve ABD'yle elden geldiğince sıkı bağlar kurmayı tercih etti. Federal Almanya Cumhuriyeti'nin 1955'te Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) girmesiyle ve 1958'de Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun kurulmasıyla doruk noktasına ulaşan Batı Avrupa'nın bütünleşmesi sürecine katılmasını sağladı. Bütün Alman halkının gerçek isteklerini yalnızca Batı Almanya'nın temsil ettiğini ileri süren Adenauer, Sovyetlerin egemenliğindeki Alman Demokratik Cumhuriyeti'ni tanımayı ve bu ülkeyi tanıyan ülkelerle diplomatik ilişki kurmayı reddetti. Adenauer, soğuk savaş gerginliklerinden, ülkesinin egemenliğini kazanması ve yeniden silahlanması için ustaca yararlandı.

Adenauer yönetimi, özgür girişim kapitalizminin değişik bir biçimini uygulayarak ülke ekonomisinin etkileyici biçimde düzelmesini sağladı. İş çevreleri ve sanayi işletmeleri büyük ölçüde özel girişimcilerin elinde bulunmakla birlikte(yüksekvergiler alınarak onarım programları ve etkileyici bir sosyal hizmetler ağının giderleri karşılandı. Ekonomisinin düzelmesi sayesinde Batı Almanya, 1945'te Sovyet ordusundan kaçan ya da Polonya, Çekoslovakya ve öteki Doğu Avrupa ülkelerinden sınır dışı on milyonu aşkın Alman asıllıya kapılarını açabildi.

Batı Alman anayasası, Audenauer döneminde sorunsuz biçimde işledi ve pek çok Almanı, parlamenter demokrasinin düzen ve refahla bağdaşabileceğine inandırdı. Yeni-Nazi partilerin kurulması Anayasa'yla .yasaklandı ve seçimlerde % 0,5'ten az oy alan partilerin parlamentoya girememesi Anayasa'ya kondu. Bu, her türlü aşırı partinin cesaretini kırdı. Çalışanlara büyük tekellerin yönetiminde küçük bir hak tanıyarak işyeri demokrasisini sağlayan "karara katılma" yasası, 1951'de kabul edildi. Demokratik düzeni korumaya kararlı olmasına karşın, Adenauer'in. meslektaşlarına uyguladığı sert tutum, 1963'te görevini yitirmesine yol açtı. Ama tutucu siyaseti onu izleyen ve ikisi Hıristiyan Demokrat Parti'den olan Ludwig;Erhard (1963-1966) Kurt Georg Kiesinger (1966-69) tarafından sürdürüldü.

1969 Bundestag seçimleri, Batı Alman siyasetinde önemli bir değişikliğin habercisi oldu. Sosyal Demokratlar (SPD) ilk kez hükümet kurma fırsatını buldular. İktidardan uzun yıllar uzak kalmış olan SPD, marksçı ekonomi düşünden ve tarafsızlık siyasetinden vaz geçmiş, halk tarafından sevilen Batı Berlin belediye başkanı Willy Brandt'ı başkanlığına seçmiş ve bütün Almanların çıkarını gözeterek yöneticilik yapabilecek ılımlı bir parti olduğunu kanıtlayabilmek için 1963 -1966 arasında Kiesinger'in hükümetine küçük ortak olarak katılmıştı. Brandt 1969'da daha tutucu Hür Demokrat Parti'yle koalisyon yaparak başbakanlığı üstlendi.

Brandt'ın getirdiği en büyük yenilik Ostpolitik ("Doğu Siyaseti") ya da Batı Almanya'nın doğu komşularına karşı siyaseti oldu. Polonya'ya ve SSCB'ye İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bırakmak zorunda kaldığı topraklar üstünde hak iddia etmekten vaz geçen Federal Almanya, bu iki lülkeyle İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda çizilmiş sınırları kabul eden antlaşmalar imzaladı. Bir başka antlaşma da Doğu Almanya'yla imzalanarak, iki ülke birbirini karşılıklı tanıdı. Brandt'ın "Ostpolitik"i, kısa erimde Orta Avrupa'daki gerginliklerin azalmasına, Batı Almanların doğudaki akraba ve arkadaşlarını ziyaret edebilmelerine, her iki Almanya'nın da Birleşmiş Milletler'e üye alınmasına yol açtı. Uzun erimdeyse, bu "yumuşama", Almanya'nın yeniden birleşmesini olanaklı kıldı.

Willy Brandt'ın yakın çevresinde bir Doğu Alman casusunun bulunduğunun ortaya çıkması, 1974'te istifa etmesine ve yerine gene Sosyal Demokrat Parti'den Helmut Schmidt'in geçmesine yol açtı. Schmidt ılımlı iç siyaseti ve "Ostpolitik"i sürdürdü. 1982'de Helmut Kohl'ün başkanlığında iktidara dönen Hıristiyan Demokratlar da, bu siyasette değişiklik yapmadılar. Avrupa'daki öteki parlamenter demokrasilerde olduğu gibi, Almanya'da önde gelen siyasal partiler arasında büyük bir fark yoktu. Hristiyan Demokratlar da, Sosyal Demokratlar da, Federal Almanya'nın patlama halindeki kapitalist ekonomisini, doğu komşularıyla ilişkilerinin gelişmesini ve gerek Avrupa Topluluğu'nda, gerek Batı ittifakında önde gelen bir ortak olarak saygı görmesini tehlikeye sokmak niyetinde değillerdi.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde özgür siyasal yaşamın canlanmasıyla birlikte, yenilenmiş bir kültürel yaratıcılık da başladı: Heinrich Böll ve Günter Grass'ın romanları, Raine Werner Fassbinder'in filmleri, Werner Karlheinz Stockhausen'in müziği, dünya çapında ün kazandılar.

Doğu Almanya: Alman Demokratik Cumhuriyeti daha güç bir deneyim yaşadı. Bütün varlığı boyunca Sovyetler Birliği tarafından ekonomik bakımdan sömürülen Doğu Almanya'nın ileri derecede merkezîleşmiş ve baskıcı komünist sistemi, her zaman Batı Almanya'nın gerisinde kaldı. Halk tarafından sevilmeyen diktatör Walter Ulbricht, Sovyet işgal ordusuna bağımlıydı ve 1953'te bu orduyu kullanarak bir halk ayaklanmasını bastırdı. En iyi işçilerinin yüzbinlercesinin Doğu Berlin'den Batı Berlin'e kaçmas, Ulbricht'i Berlin Duvarı'nı yaptırmak, böylece dışarıya göçü durdurmaya çalışmak zorunda bıraktı.

Erich Honecker 1971 'de Ulbricht'in yerine geçtiğinde, durumda henüz bir değişiklik yoktu. Değişiklik için baskılar, kendilerini önce 1989'da duyurdu: Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği'nde yapılan reformlardan cesaret alan 200 000'i aşkın Doğu Alman, Çekoslovakya ve Macaristan üstünden Batı'ya göç etti; çok daha fazla sayıda Doğu Alman da, ülkede demokratik reformlar yapılması için gösterilere girişti. Komünist rejim, SSCB'nin bir kez daha müdahale edip kurtarmaması üstüne, çöktü. Kasım 1989'da Berlin Duvarı yıkıldı. Böylece iki Alman devletinin 3 Ekim 1990'da Batı Alman Anayasası altında birleşmelerinin yolu açıldı.

Zor ayakta duran Doğu Alman ekonomisinin, Batı'yla aynı düzeye getirilmesinin çok pahalıya mal olacağı anlaşılmaktadır, ama eski Batı Almanya'nın büyük zenginliği bu konuda iyimser olunmasına yol açmaktadır. 1933'ten bu yana ilk kez Alman halkı özgürlük ve birlik içinde bir arada yaşamaktadır ve bu kez koşullar, Weimar Cumhuriyeti dönemindekinden çok daha elverişlidir.

Almanya Tarihi Resimleri