Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

İspanya Tarihi

  • Okunma : 666

İspanya Tarihi, İber yarımadasındaki coğrafi konumu dolayısıyla, Ispanya'nın tarihi birçok bakımdan öbür Avrupa ülkelerinin tarihlerinden farklıdır. Avrupa kültürünün ana akımlarının çoğundan denizler ve dağlarla ayrılmış olan, geçmişte Afrika'dan gelen müslüman Araplar tarafından fethedilen ve Atlas okyanusu ile ötesindeki zenginliklere yakın olan İspanyollar, zengin ve çeşitli bir tarih yaşamışlardır.

İSLÂM FETHİNDEN ÖNCE İSPANYA

İspanya'ya günümüzden yaklaşık 500 milyon yıl önce yerleşildiğini gösteren kanıtlar bulunmuştur: Torralba ve Ambrona'da (Madrid'in kuzeydoğusundaki Soria'da) insan türünün ilk örneklerinden olan Homo erectus toplululuklarının avladığı fillerin dişleri ve kemikleri. Sonraki topluluklardan da, İspanya'daki çeşitli arkeoloji alanlarında çok sayıda kemik ve alet bulunmuştur. Günümüzden yaklaşık 15 000 yıl önce Homo sapiens "sanatçıları"nın Altamira mağaralarının (Vizcaya körfezi kıyısındaki Santander'de) tavanlarına ve duvarlarına çizdikleri çokrenkli bizon, at, vb. hayvan resimleri, Taş Devri halklarından kalma resimlerin en etkileyicileridir.

İ.Ö. 3000'e doğru İspanya'da tarım devriminin başlamasını ve çiftçiliğin yanı sıra, hayvancılık uygulanmasını, önemli bir nüfus patlaması izlemiştir. İspanya'nın güney kesimindeki çok sayıda dolmen ve taş mezar, "Almeria kültürü" adı verilen kültürün canlılığını kanıtlamaktadır. İ.Ö. 1000 dolaylarında, göçmen dalgaları yanlarında yeni kültürel etkiler getirmişler, Hint-Avrupa ailesinden bir dil konuşan Keltler kuzeyden İspanya'ya girerlerken, daha ileri uygarlıklardan gelenler de, Akdeniz kıyılarında yeni kentler kurmuşlardır: Fenikelilerin kurdukları Cadiz; eski Yunanlıların kurdukları Malağa ve Ampurias; Kartacalıların kurdukları Kartaca; vb.

Roma dönemi. İ.Ö. III. yy'da Kartacalılar, Kuzey Afrika'daki üslerinden İber yarımadasının önemli bir bölümüne yayıldılar ve İspanya'nın gelir kaynakları, Roma'yla çekişmeleri sırasında, Kartacalılar için yaşamsal önem taşıdı. İ.Ö. 218'de, İkinci Kartaca (Pön) Savaşı'nın başlarında, Romalılar İber yarımadasını istila ederek Kartacalıları yendilerse (İ.Ö. 201) de, özellikle kuzeyde, çetin bir direnişle karşılaştılar. İber yarımadasına tam anlamıyla egemen olmaları İ.Ö. 19'u buldu. İspanya'daki altın, gümüş, bakır, demir, kalay ve kurşun yatakları Roma'nın zenginliğinin artmasına katkıda bulunurken, İber yarımadasında yaşayan toplulukların çoğu Latince öğrendi ve Roma yurttaşı oldu. Bu arada İspanya, çok sayıda Roma anıtıyla donatıldı: Segovia'daki su kemeri; Merida'daki tiyatro; Cordoba'daki köprü; vb.

Vizigotlar dönemi. V. yy'ın başlarında, Roma imparatorluğu toprakları Germenler tarafından istila edilince, Germen topluluklarından Vandallar ve Vizigotlar, İspanya'ya yerleştiler. Fransa üstünden gelmiş olan Vizigotlar, sayılarının 250 000'i aşmamasına karşın, toplam nüfusları 6-7 milyonu bulan "İspanya Romalıları"na egemen olmayı başardılar. İspanya'ya 415'ten başlayarak girdilerse de, tam anlamıyla egemenliklerine almaları kral Leovigild döneminde (568-86), başkentlerini Fransa'dan Toledo'ya taşımalarıyla gerçekleşti. Bölgedeki Süevlere ve Basklara da egemenliğini kabul ettiren Leogivild, ariusçu olan Vizigotlar ile İspanya Romalılarının evlenmelerine izin verdi. Daha sonra, kral Recarred döneminde (586'ya d.-601) Vizigotların katolikliği benimsemeleri, halklar arasındaki kaynaşmayı hızlandırdı.

Ülkede birçok kilise yaptıran, yönetimlerini piskoposlara ve soylu sınıfa dayandıran Vizigot krallarından Reccesvinth (649'a d.-672), büyük ölçüde Roma yasalarını temel alan yasalar çıkarttıysa da, Germen gelenekleri de varlığını sürdürdü. Kralları seçimle işbaşına geldikleri için soylu sınıfa bir ölçüde bağımlı olan Vizigot monarşisi, tam anlamıyla güçlenmeyi başaramadı ve Vizigotlar arasındaki çekişmelerden de yararlanan Arap komutanı Tarık Bin Ziyad, İspanya kıyılarına çıkarak, Guadalete savaşını (711) kazandıktan sonra, İspanya'yı fethe girişti.

İSLÂM EGEMENLİĞİ VE ISPANYA'NIN GERİ ALINMASI

İber yarımadasının fethinde büyük güçlüklerle karşılaşmayan müslümanlar, 718'de yarımadayı aşağı yukarı bütünüyle ele geçirdiler. Pek çok hıristiyan İslâm dinini benimserken, çeşitli halklardan müslümanlar (Araplar, Suriyeliler, Berberiler, vb.) da İspanya'ya yerleştiler ve özellikle güney kesimdeki verimli Endülüs (Andalucia) bölgesi topraklarında, parlak bir uygarlık kurdular.
Şam'da Abbasiler tarafından devrilen (756) Emeviler sülalesinden Abdurrahman (I), İspanya'ya kaçarak, bağımsız Kurtuba (Cordoba) Emîrliği'ni kurmayı başardı. 912'de tahta çıkan Abdurrahman III, 929'da halife unvanı alarak, İspanya'yı egemenliği altında topladı. Yönetimi altında Endülüs Emevileri devleti, görkemli bir ekonomi ve kültür gelişmesinin merkezi haline geldi.

İslâm hükümdarlarının hıristiyanlara ve musevilere hoşgörülü davranmaları ve kültür çeşitlenmesini desteklemeleri sayesinde, Avrupa'nın yoksul bir köylüler toplumu olduğu dönemde, Endülüs büyük ve zengin kentleri olan, ticaretin önemli ölçüde geliştiği (cam, kâğıt, deri, metal eşya, ipek, vb. Endülüs mallarının ünü Hindistan'a kadar yayılmıştı), özellikle başkent Kurtuba'da bilim, tıp ve felsefenin parlak atılımlar yaptığı bir bölgeye dönüştü. İbni Rüşt, vb. İslâm bilginleri, Aristoteles, vb. eski Yunan filozof ve bilginlerinin yapıtlarını çevirerek, sonraki yıllarda Avrupa'nın öbür bölgelerine de yayılmasını sağladılar.

Ne var ki, halife Haşim lll'ün tahttan indirilmesiyle (1031), müslüman İspanya, birbirleriyle sürekli çatışan yirmi kadar bağımsız emirliğe (7avaif-i müluk) bölündü. Çok geçmeden, Kuzey Afrika'dan gelen Murabıtlar (1086-1147) ve Muvahhitler (1147-1212), bütünlüğü yeniden sağladılarsa da, hıristiyan İspanyolların elindeki iki bölge (Asturias ve Leon), güçlenmeye başladı. Hıristiyan krallıkların gelişmesi. Vizcaya körfezi kıyısındaki Asturias'ta, Vizigot soylularından bir topluluğun kral seçtiği Pelayo (yaklaşık 718'den 737'ye), Islâm yayılmasını önleyerek, 722'de bir müslüman ordusunu yenmeyi başarmıştı. Alfonso l'in (739'dan 757'ye) Galicia'yı da Asturias Krallığı'na katmasının ardından, yerine geçen krallar güneye doğru genişlemeyi sürdürüp, Leon ve ötesine doğru yayıldılar.

İber yarımadasının kuzeydoğusunda da, Charlemagne'ın yönetimindeki Frank savaşçıları, sonradan Katalonya'nın çekirdeği olacak İspanya Marklığı'nı kurdular. Bu bölge ile Asturias arasında hızla gelişen Navarra krallığı, X. yy'da önemli ölçüde genişledi. Fransa'yla ilişkilerden ve Santiago da Compostela'yı ziyaret eden hıristiyan hacılardan yararlanarak zenginleşen Navarra kralı Sancho III, kısa bir süre için hıristiyanların elindeki İspanya topraklarını birleştirmeyi başardıysa da, ölümünden sonra toprakları dört oğlu arasından bölüşüldü. Bu bölünmeden sonra ortaya çıkan krallıklardan Aragon ve Castilla krallıkları, İspanya'nın temellerinin atılmasında daha önemli rol aynadılar. Sancho'nun oğlu Ramiro l'in (1025'ten 1063'e) Aragon'u bağımsız bir krallığa dönüştürmesinden sonra, geçici bir süre (1076-1134) Navarra'yla birleşen Aragon Krallığı, topraklarını müslümanlar zararına genişletmeye başladı. 1137'de, ticaretle zenginleşmiş Aragon kralları, saldırgan bir dış siyaset yürüterek topraklarını Balear adalarına (1230-86), Valencia'ya (1238), dönem dönem de Sicilya ve Napoli'ye kadar genişlettiler.

Aragon Krallığı daha sonra Barcelona (Katalonya) limanı üstünden Akdeniz'e yayılmayı hedef alırken, yarımadanın orta kesimindeki La Mancha yaylasında yer alan Castilla Krallığı, İspanya'nın müslümanlardan geri alınmasının temel itici gücünü oluşturdu. Başlangıçta Leon Krallığı'na bağımlı özerk bir kontluk olan Castilla, müslüman topraklarının sınırında yer aldığından, ister istemez bir savaşçılar topluluğu olarak gelişti. Sancho lll'ün ölümünden sonraki toprak bölüşülmesi sırasında Leon'la birleştirilen (1037-65, 1072-1157) Castilla, Alfonso VI döneminde Toledo'yu ele geçirerek, sınırlarını iyice güneye doğru genişletti. Alfonso VIII, Alarcos Savaşı'nda Muvahhitlere yenildiyse(1295) de, Avrupa'daki öbür hıristiyan devletlerinden yardım istemesi sonucunda oluşturulan koalisyon kuvvetleri, müslümanları Las Navas de Toledo'da ağır bir yenilgiye uğratmayı başardı (1212). O tarihten sonra, İspanyolların yayılması sürdü ve 1248'de, müslümanların elinde yalnızca Gırnata (Granada) Emîrliği kaldı.

Gırnata Emîrliği'nin gün geçtikçe zayıflamasından ve Castilla'ya yıllık vergi ödemeyi kabul etmesinden sonra, XIV. ve XV. yy'larda Aragon ile Castilla Avrupa'daki olaylara sık sık müdahale edip, bu arada birbirleriyle, 1112'den beri ayrı bir krallığa dönüşmüş olan Portekiz'le ve Navarra'yla sık sık savaştılar. Castilla'da soyluların kalıcı feodal ayrıcalıklar edinme savaşımı, kralın parlamentoya (Cortes) karşı güçsüzleşmesine ve monarşi yönetiminin içten zayıflamasına yol açtı.

ON ALTINCI YÜZYILDA İSPANYA 

Yerel ayrılıkların sürmesine karşın, İspanya'nın bütünlüğü, yönetim bakımından olmasa da, siyasal bakımdan 1500'den önce tamamlandı.

"Katolik Krallar" dönemi. Evlilik ilişkileri ve kan bağları sonucunda İsabel l'in 1474'te Castilla tahtına, eşi Fernando l'in de 1479'da Aragon tahtına çıkmalarıyla, İspanya'daki en büyük iki krallık fiilen birleşmiş oldu. "Katolik krallar" diye adlandırılan bu iki hükümdardan İsabel I iç siyasette, Fernando l'se dış siyasette büyük başanlar kazandılar.

İsabel I gücü elinde toplamak için kiliseyi bir araç olarak kullandı: 1480'de Ispanyol engizisyonu, mezhep sapkınlarını kovuşturmaya başladı ve sonunda, ülkedeki bütün ticareti ellerinde tutmalarından ötürü sevilmeyen Yahudi'ler 1492'de İspanya'dan sürüldüler (böylece engizisyon, İspanya'nın katolik Avrupa'yla bütünleşmesine katkıda bulundu). Bu arada Gırnata Emîrliği ele geçirilerek (1492), İspanya'nın müslümanlardan geri alınma süreci tamamlandı. Bu başarıdan sonra Napoli'ye egemen olmayı amaç alan Fernando I, bir yandan da Navarra ile Fransa sınırındaki toprakları ele geçirdi. 1516'da ölmesiyle (İsabel de 1504'te ölmüştü), torunları Carlo I, hem Castilla, hem de Aragon tahtlarına çıktı.

Habsburg monarşisi. Carlo I, hemen ardından Karl V adıyla Kutsal Roma-Germen imparatorluğuna seçildi ve böylece, sonraki iki yüzyıl boyunca, İspanya'nın tarihi büyük ölçüde, Habsburg sülalesine bağlı kaldı. Ömrünün büyük bölümünü dağınık topraklarını Fransızlara, Türklere ve protestanlara karşı savunmakla geçiren Karl V, başlangıçta İspanya'da pek sevilmediyse de, uzun süreler İspanya'dan uzakta kalmasına karşın daha sonra uyruklarını kendine bağlamayı başardı. Büyükannesi ve büyükbabasının katoliklerin bütünlüğünü sağlama ve topraklarını genişletme siyasetini benimseyerek, emellerini gerçekleştirmek için hem yeni bulunmuş Amerika kıtasından ülkeye akan zenginliklerden, hem de İgnacio de Loyola'nın 1540'ta kurduğu cizvit tarikatından yararlandı.

Kolomb'un keşiflerini, Meksika'nın Hernan Cortes (1519-21) tarafından, Peru'nun da Francisco Pizarro (1531-33) tarafından ele geçirilmesi izlediyse de, bunun sonucunda Amerika'dan daha bol altın ve gümüş gelmesi, İspanya'daki sanayiyi baltalama eğilimi gösterdi; bir yandan da, cesaret ve aşırı dindarlığa çalışkanlıktan daha çok değer veren bir anlayışın gelişmesine elverişli bir ortam yarattı. Karl V, 1556'da tahttan çekilerek İspanya'yı oğlu Felipe II, Almanya'daki topraklarınıysa kardeşi Ferdinand l'e bırakırken, bu olumsuz durumun farkına vardıysa da, Yeni Dünya'dan akan servet, İspanya'yı Avrupa'nın en güçlü devleti kılmaya henüz yeterliydi.

Halkı tarafından çok sevilen Felipe II, yetenekli bir hükümdar olmakla birlikte, çoğunlukla İspanya'nın çıkarları ile katolikliğin çıkarlarını birbirine karıştırdı ve ödün vermeme siyaseti yüzünden, Hollanda'da yıkıcı savaşlara girmek zorunda kaldı. 1580'de bütün zenginlikleriyle birlikte Portekiz'i ele geçirdiyse de, bu birlik, imparatorluğu güçlendirmek yerine, İspanya'nın düşmanı Hollandalıların ve İngilizlerin Portekizlilerin sömürgelerine ve deniz yollarına saldırmalarına yol açarak, Portekizlilerin krala düşmanlığını artırdı. 1588'de İngiltere'nin Hollanda'nın işlerine müdahalesine misilleme olarak Felipe II, "Yenilmez Armada"yla İngiltere'yi istilaya kalkıştıysa da, donanması İngilizler tarafından yok edildi.

1598-1814 ARASINDA İSPANYA

XVII. yy. başlarken İspanya kültür alanında görkemin doruğuna erişmişti: Edebiyatta Miguel de Cervantes ile Lope de Vega; sanatta El Greco ve Diego Velazquez; vb. Ayrıca, Avrupa'daki bütün ülkelerin, askerî gücünden çekinerek saygı gösterdikleri bir ülkeydi. Yüzyılın sonundaysa ülke gerek ekonomi, gerek askerî açıdan önemli bir ölçüde gerilerken, Avrupa'da kültür önderliğini de Fransa'ya kaptıracaktı, ispanya'nın gerilemesi. İspanya'nın gerilemesinde en önemli etkenlerden biri, bir dizi yeteneksiz hükümdarın art arda tahta çıkmaları ve yönetimi ellerine bıraktıkları gözde adamlarının, yolsuzlukları ülkenin her yanına yaymaları oldu. Yönetimi Lerida dükünün ellerine bırakan Felipe III döneminde (1598-1621), İspanya'nın üretim gücünü ellerinde tutan, hıristiyanlığı benimsemiş Arap asıllılar, ülkeden sınır dışı edildiler. Bu arada Hollanda'yla ateşkes (1609), İngiltere'yle de barış (1604) imzalanarak, büyük giderlere yol açan savaşlara son verilmesi başarıldıysa da, Lerida dükünden sonra yönetime getirilenler, İspanya'yı Otuzyıl Savaşları'na (1618-48) sürüklediler. Sanatçıları büyük ölçüde koruyan, ama devlet işleriyle hiç ilgilenmeyen Felipe IV döneminde (1621-1665), Olivares dükünün savaşı başarıyla sürdürmesi sonucu, İspanyollar parlak zaferler kazandılarsa da, çok geçmeden Rocroi yenilgisi (1643), İspanya'nın askerî alandaki güçsüzlüğünü ortaya doydu. Bu arada Olivares dükünün içte yönetimi merkezîleştirme çabaları, 1640'ta Portekiz'de ve Katalonya'da ayaklanmalara yol açtı: Portekiz yeniden bağımsızlığını elde etti: Katalonya'ysa 1652'ye kadar Fransa'ya bağlı kaldı. Sürekli gerileyen İspanya'da, Carlos V (1665'ten 1700'e), imparatorluktan geri kalanları korumak amacıyla, Fransa kralı Louis XV'in torununu kendisine vâris atadı.

İspanya Bourbonları. XVIII. yy., İspanya Veraset Savaşlarıyla (1701-13) başladı. Bu savaşlarda Louis, İspanya topraklarının bir bölümünü ele geçirdi ve İngilizler ile HollandalIların muhalefetine karşın, torununu Felipe V adıyla İspanya tahtına çıkmayı başardı. Bourbon sülalesinin ilk hükümdarları Felipe V (1700-46), Fernando VI (1746-59) ve Carlos III (1759-88), kendilerinden önceki Habsburg sülalesi hükümdarlarından daha yetenekli olmalarının yanı sıra, devlet adamlarını seçmede de onlardan daha başarılı oldular. Devlet yönetiminin daha akıla ve daha merkezî duruma getirilmesi ile ekonomik gelişmenin desteklenmesi sayesinde, yüzyılın ortalarında İspanya'da nüfus önemli ölçüde artarken, oldukça önemli bir refah dönemi de yaşandı. Olivares dükünün uzun süre uğraştığı ama başaramadığı işler, kısa sûrede gerçekleştirilerek Katalonya, Aragon ve Valencia'ya verilen özel ayrıcalıklar kaldırıldı; ülke, sağlam bir merkezî yönetim altında birleştirildi.

"Aydınlanma dönemi" düşünceleriyle birlikte, kilise karşıtlığının ve din işleri ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması baskılarının yaygınlaştığı ülkede, 1767'de Cizvit rahipleri imparatorluktan sınır dışı edildiler. Aynı dönemde engizisyonun yetkileri de iyice kısıtlandı.

Felipe'nin İtalyan prensesi İsabel Farnese'yle evlenmesi, çok geçmeden İtalya topraklarına göz dikilmesi sonucu, Fransa'yla aşağı yukarı kesintisiz sürüp giden bir savaşa ve ülkedeki Fransız danışmanların ayrılmalarına yol açtı. Buna karşılık Fernando VI, İngiliz-Fransız çatışmalarında yansız kalarak ülkeyi bir barış dönemine sokarken, başarılı bakanları sayesinde, ekonomik gelişmeyi de sağladı. Tipik bir "aydın zorba" örneği olan Carlos III, Amerika'daki imparatorluk topraklarına gereken dikkatle eğilip, İspanyol Amerika için en önemli tehlikenin İngiltere olduğunu düşündüğünden, Fransa Krallığı'yla sıkı aile bağları kurdu. Ne var ki, bu ilişkiler bir yandan ülkesini Yediyıl Savaşları'na (1756-63) sürüklerken, bir yandan da Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na (1776-83) da karışmasına yol açtı. Bu savaşlar önemli toprak değişiklikleri getirmediyse de, ABD'nin bağımsızlığa kavuşması, İspanya'nın Amerika'daki sömürgelerinde yaşayanlara tehlikeli bir örnek oluşturdu.

Fransız Devrimi ve Napolyon dönemi. Beceriksiz bir hükümdar olan Carlos IV (1788-1808), kişiliğinin zayıflığı nedeniyle, yönetimi bütünüyle, 1792'de başbakanlığa getirilen eşinin âşığı Manuel de Godoy'un ellerine bıraktı. 1789'da Fransız Devrimi'nin patlak vermesinden korkuya kapılan hükümet, İspanya'yı devrimci düşüncelerin dışında tutmaya çalışarak, bütün reform planlarını durdurdu. Avrupa soylularının Fransa'ya karşı oluşturdukları koalisyona katılan İspanya, yenilgiye uğrayınca, Fransa'yla ittifak yapmak zorunda kaldı.

1796'da İspanya, Fransa'nın tam anlamıyla uydusu haline gelmişti. Fransa'nın pahalıya mal olan savaşlarını desteklemenin yanı sıra, kendi imparatorluğunun toprakları ve gemileri de, İngilizlerin saldırılarına uğruyordu: 1805'te Trafalgar deniz savaşında bir Fransız-İspanyol filosunun yok edilmesi; vb. Sonunda Napolyon 1807'de, Codoy'u Fransız birliklerinin Portekiz'e saldırmak için ispanya'dan geçmelerine izin vermeye razı etti.

Soylu sınıf ve halk, Codoy ile Carlos IV'ün bu kararına karşı çıktılar. Mart 1808'de oğlunun da desteklediği bir karışıklık sonucunda kralın oğlu yararına tahttan çekilmek zorunda kalmasıyla, oğlu Fernando Vll adıyla tahta çıktıysa da, mayıs ayında Napolyon, Carlos ve Fernando'yla Fransa'da görüştükten sonra, her ikisini de tahtta hak iddia etmekten vazgeçmeye zorlayarak, kardeşi Joseph Bonaparte'ı İspanya krallığına getirdi. İspanyol halkının işgalci Fransız ordusuna karşı ayaklanması sonucunda, Fransızlar, ispanyollar ve İngilizler karşısında bazı yenilgilere uğradılarsa da, Napolyon'un kişisel yönetiminde, Portekiz ve Cadiz dışında İber yarımadasını ele geçirmeyi başardılar (1810). Bununla birlikte, İspanyollar gerilla savaşını sürdürerek Fransızları zayıflattılar. İngiliz generali Arthur Wellesley (sonradan Wellington dükü) de batıdan ilerleyerek, Fransızları Aragon'a kadar geriletti. Bu arada Fransızlara karşı direnme, İspanyol halkını kral ve soyluların büyük bölümü ülkede değillerken kendi yönetim biçimlerini belirlemek zorunda bıraktı ve burjuvazinin egemenliğindeki Cadiz Cortes'i, 1812'de demokratik bir anayasa ilan etti. Wellington'un 1813'te Vitoria'da kazandığı büyük zaferden sonra, Fransızlar İspanya'dan çekilmek zorunda kaldılar ve Fernando VII, yeniden Ispanya tahtına çıktı.

1814'TEN GÜNÜMÜZE İSPANYA

Savaş döneminde yakılıp yıkılmış ve Amerika'daki gücünü yitirmesi sonucunda yoksullaşmış İspanya, çok geçmeden, hızla sanayileşen Avrupa'nın kenarında, ekonomisi yeterince gelişmemiş, önemsiz bir ülkeye dönüştü. Kapitalist burjuvazi eksikliği ve siyasal hareketsizlik, ülkede ekonominin toparlanmasını uzun yıllar geciktirdi.

Karışıklıklar dönemi: 1814-1875. Fernando'nun liberallere karşı sert bir baskı siyaseti uygulaması, ancak Fransa'nın müdahalesiyle önü alınabilen bir devrimci ara döneme (1820-1823) yol açtı. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra, liberallere karşı önlemlerini daha da sertleştiren Ferdinando'nun ölümünün (1833) ardından, savaş patlak verdi (1833-1839). Sonunda savaşı kazanan liberaller, kilise topraklarına el koyup, satarak, "ılımlılar" diye adlandırılan tutucu siyasal topluluğu destekleyen bir yeni toprak sahipleri sınıfının ortaya çıkmasına yol açtılar. İsabel II'nin annesi naip Maria Christina (1806-78), 1837 Anayasası'nı yürürlükten kaldırmaya kalkışınca ordu tarafından yurt dışına sürüldü (1840) ve 1843'te henüz 13 yaşında olan İsabel I ergen ilan edildi. Ilımlılar döneminde (1843-68) birçok asker, parti önderi konumuna geldi ve birbiri ardına üç yeni anayasa çıkarıldı. Sosyalist düşüncelere ilgi duyulmasının ilk belirtileri ortaya çıkarken, İsabel II'nin İspanya'da yeniden zorbaca bir yönetim oluşturmaya çalışması, İspanya'da ilk cumhuriyetçi akımın gelişmesini destekledi.

1868'de general Juan Prim ve Francisco Serrano'nun (1810-85) önderlik ettikleri bir askerî ayaklanmayla İsabel II'nin sürgüne gönderilmesi, içteki görüş ayrılıklarının sivrilmesine yol açarken, İspanya dışında da etkileri oldu. 6 yıl içinde devlet monarşiden cumhuriyete, cumhuriyetten de yeniden monarşiye dönüşünce, federalistlerin, carlosçuların ve Kübalıların ayaklanmasının patlak vermesi, İspanya'yı parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya getirdi.

Bourbon sülalesinin yeniden tahta çıkması. Yeniden tahta çıkan Bourbon sülalesinden Alfonso Xll'nin (1874'ten 1885'e) tutucu başbakanı Antonio Canovas del Castillo'nun (1828-1897) kurduğu hükümet, halk yığınlarının gücünün tükenmesine, devrim korkusuna ve seçim oyunlarına dayanıyordu. 1876'da, 1869 liberal Anayasası'nın yerine tutucu bir anayasa çıkarılmasını, yaklaşık 20 yıl boyunca Canovas'ın partisi ile liberallerin, bir danışıklı döğüş havası içinde, yönetimi birbirlerine devretmeleri izledi. Bu arada barış ve serbest ticaret belirli bir ekonomik gelişme sağlarken, bu gelişmelerden özellikle yararlanan Katalan ve Bask burjuvazileri, yerel özerklik akımlarını daha çok desteklemeye başladı. Ayrıca, işçi hareketi de, sosyalist ve anarşist çizgilerde hızla gelişirken, 1890 yıllarında cumhuriyetçi akım yeniden güçlenmeye koyuldu.

Barış dönemi, Canovas'ın 1897'de öldürülmesiyle sona erdi. Ertesi yıl İspanya, Amerika'daki son |söm|ür-gelerini (Küba, Filipinler) de İspanya-ABD Savaşı'nda yitirdi (Bk. İSPANYA-ABD SAVAŞI). Bu yenilgi üstüne Jose Ortega y Gasset, Miguel de Unamuno, vb. "1898 kuşağı" aydınları, İspanyol tarihini yeni bir biçimde yorumlamaya başladılar. İspanya'nın gelişmekte olan emperyalizm içinde yeniden saygınlık kazanma çabası, Fas'ın kuzey kesiminde uzun ve çetin bir savaşa (1909-25) yol açmaktan başka işe yaramadı. 1909'da Barcelona'da patlak veren bir genel grevi bahane eden ordunun, ülkede gerçek bir terör havası estirmesi, Avrupa kamuoyunda büyük tepkilere yol açtı. Antonio Maura (1853-1925) ve Jose Canalejas (1854-1912) gibi iyi niyetli siyasetçiler bile hükümeti güçlendirmeyi başaramadılar ve annesinin naiplik döneminden sonra 1902'de yönetimi ele alan kral Alfonso Xlll'ün yönetime yerli yersiz müdahalesi karşısında çaresiz kaldılar. 1917'de Barcelona'da yeni bir grev dalgasının patlak vermesi üstüne, ordudaki subaylar aralarında çeşitli dernekler kurarlarken, Fas Savaşında da bozguna uğranıldı (1921) ve kral şiddetle eleştirilmeye başlandı.

Alfonso XIII'ü bir askerî ayaklanma kurtardı. Eylül 1923'te bir hükümet darbesi yapan general Miguel Primo de Rivera, kabineyi dağıtıp, bir diktatörlük kurdu. Fransızların yardımıyla Faslıları yenilgiye uğratarak (1925), kamuoyunun desteğini sağladıysa da, aydınlara uyguladığı baskı ve mâliyenin kötü yönetilmesinden ötürü ortaya çıkan ekonomik çöküntü sonucunda,

1930'da istifa ederek yurt dışına göçmek zorunda kaldı. Ertesi yıl yapılan belediye seçimlerinde cumhuriyetçilerin büyük bir zafer kazanmaları üstüne, Alfonso XIII de, istifa etmeksizin yurt dışına kaçtı ve cumhuriyet ilan edildi.

Cumhuriyetçi Ispanya ve Franco yönetimi. İkinci İspanyol Cumhuriyeti (1931-39), her sınıftan geniş yığınların siyasete yoğun biçimde katıldıkları bir dönem olma özelliği taşımakla birlikte, bu katılım uzlaşma değil, bölünme getiren bir katılım oldu. İspanya'yı, birbirine karşıt iki blok halinde kutuplaştırdı: Kilise, ordu, toprak sahipleri ve çok sayıda küçük çiftçinin bir araya geldiği sağcı blok; işçiler, topraksız köylüler, aydınlar ve Kata-lanlar ile Baskların büyük bölümünün bir araya geldiği cumhuriyetçi blok. Cumhuriyetin ilk iki yılında birçok reform başlatıldıysa da, 1933'te Corteslerin ordu tarafından dağıtılmasını izleyen yeni seçimlerde iktidara gelen tutucu hükümet, önceki hükümetin başlattığı reformları kaldırıp, işçilerin ayaklanmasını acımasızca bastırdı. 1936 seçimlerini solcu Halk Cephesi'nin kazanması üstüne, tutucuların ve subayların birlikte hazırladıkları gizli hareket, Temmuz 1936'da ayaklanmaya dönüştü.

Ayaklanmayı izleyen iç savaşta, general Francisco Franco Bahamonde'nin komuta ettiği, Almanya ve İtalya'dan da önemli ölçüde yardım alan ulusçular, İspanya'nın batı yarısını kısa sürede ele geçirdiler. Cumhuriyetçiler (aralarında sosyalistler, anarşistler ve komünistler biçiminde bölünmüşlerdi), çoğunlukla birbirleriyle de çekişerek sürdürdükleri direnmeye ve SSCB ile çeşitli ülkelerden gönüllülerin desteklerine karşın, sonunda yenildiler. Ülkenin yaklaşık bir milyon nüfus yitirmesine (öldürülenlerin yanı sıra yurt dışına kaçanlar) yol açan iç savaştan sonra, Franco başlangıçta ordu, kilise ve Falanj (resmî devlet partisi) tarafından desteklenen baskıcı bir rejim kurdu. Bununla birlikte, Alman ve İtalyan modellerini örnek alan faşist bir devlet kurması için yapılan baskılara direnip, İkinci Dünya Savaşı'nda İspanya'yı yansız tutmayı başardı. 1947'de yeniden monarşinin kurulacağı, Franco'dan sonra işbaşına gelecek kralınsa daha sonra belirleneceği açıklandı. Yıllar süren bir yalıtılmışlık döneminden sonra, İspanya ABD'den ekonomik ve askerî yardım alma karşılığında İspanya'da ABD üsleri kurulmasını öngören bir antlaşma imzalayıp, 1955'te Birleşmiş Milletler'e, 1982'de NATO'ya alındı.

Bu arada 1940 ve 1950 yıllarındaki ciddi ekonomik güçlüklerden sonra, Franco 1960 yıllarında ekonomide önemli bir liberalleşme hareketine girişilmesini kabul etti. Franco'nun 1975'te ölümünden sonra kral Juan Carlos I ve başbakan Adolfo Suarez Gonzalez, Ispanya'da siyasal reformlar yapılmasının önünü açtılar.

1981'de Suarez'in yerine Leopoldo Calvo Sotelo'nun getirilmesinden sonra, bir askerî darbe girişimi kolayca bastırıldı. 1982'de yapılan seçimleri Sosyalist Parti büyük çoğunlukla kazanarak, parti başkanı Felipe Gonzalez Marquez başbakanlığa getirildi. Ilımlı bir siyaset izleyen Gonzalez, İspanya'nın Avrupa Topluluğu'na üye olmasını ve yoğun bir kampanya sonucunda ülkenin NATO'da kalmasını sağladı. 1986, 1989, ve 1993 seçimlerinde de iktidarda kalmayı başardıysa da, hükümet üyelerinin çeşitli yolsuzluklara karıştıklarının ortaya çıkmasıyla, partisi her seçimde sürekli oy yitirdi.