Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Estetik

  • Okunma : 848

Estetik, Sanat ve güzelliğin genel ilkelerini belirlemeyi amaç alan felsefe dalı. Estetik sanat felsefesi ve güzellik felsefesi olarak iki bölümde ele alınabilir. Bazı düşünürlerin bu iki bölümün içiçe olduğunu ileri sürmelerine karşın, sanat ve güzelliğin felsefeleri temelde farklıdır. Güzellik felsefesine göre estetik, doğada, sanatla ilgisi olmayan ahlâk, bilim, matematik gibi kültür alanlarında da söz konusudur; estetiğin sanatla ilgisi sanatın yalnızca "güzel" olmasındadır. Batidaki sanat tarihi araştırmalarında, sanatın ağırlığının güzelliğe oranla çok daha fazla olduğu, güzel sanatlar ile güzellik arasında pek az ilişki bulunduğu ya da hiç ilişki bulunmadığı görüşü yaygınlaşmaktadır. XVIII. yv'a kadar güzellik felsefesi sanat felsefesine oranla daha çok ilgi çekerken, estetikçiler sonradan büyük ölçüde sanat felsefesi çalışmalarına yönelmişlerdir.

SANAT

Sanatın metafiziği: Estetikçiler sanatın metafiziği konusunda iki temel soruya yanıt ararlar; (1) Sanat yapıtlarının ontolojik (varlık felsefesi) açıdan durumu ya da sanat yapıtının kendine özgü niteliği nedir? (2) Sanat yapıtı, ona bakana ya da onu dinleyene, gerçekleri ne yolla aktarabilir (aktarabiliyorsa) ve sanat kişileri bilgilendirebiliyorsa, ne tür bilgi verebiliri? ilk soru, bir ölçüde, heykel gibi bazı sanat yapıtlarının sıradan fiziksel nesnelere çok benzemesinden kaynaklanır. Tablo gibi başka sanat yapıtları konusundaysa, sanat ürününün yalnızca bir fiziksel nesne olamayacağı ileri sürülür. Sözgelimi bir tablo düzdür ama uzamsal bir derinlik içerebilir. Tablonun betimlediği şey, fiziksel boyutlardan çok estetik niteliklerle uyumludur. Bazı estetikçilere göre bir tablonun sanat yapıtı sayılabilmesi için, betimleyici niteliği temel alınmalıdır. Bazı felsefeciler buna dayanarak, sanat yapıtlarının bir tür "zihinsel varlık" olduğunu ileri sürmektedirler. Çünkü düşler gibi zihinsel varlıklar, tipik olarak betimseldir. Buna karşılık bazı felsefeciler, sanatçıların kendi tutum, duygu ya da kişilik özelliklerini sanat yapıtlarında dışa vurduklarına dikkati çekerek, sanat yapıtlarının fiziksel nesneler değil, bir sözsüz iletişim biçimi olduğunu savunmaktadırlar.

Farklı bir düşünce akımı, sanat yapıtlarının ilk bakışta bile nesneye benzemediğini ileri sürmektedir. Sözgelimi, bir senfoninin notası senfoni demek değildir. Nota senfoninin nasıl çalınacağına ilişkin yönlendirici bilgiler dizisidir. Buna karşılık, notayı kimse çalmasa da, o müzik yapıtı varlığını sürdürür. Buna benzer görüşleri değerlendiren birçok felsefeci, sanat yapıtlarının yalnızca onları yaratanların, duyanların, görenlerin ya da okuyanların zihinlerinde olduğunu ileri sürmektedirler.

Sanatın gerçeğe ilişkin bilgi verip veremeyeceği, felsefe kadar eski bir sorundur. Eflatun, Devlet adlı yapıtında, sanatın gerçeğe ilişkin görüntüleri aktarabilme gücünde olduğundan söz etmiştir. Bu kurama göre bir ressam tuval üstünde bir nesneyi betimler (ya da taklit eder). Bu kuramın karşısında, modern felsefecilerin, sanatçıların ve eleştirmenlerin paylaştıkları, sanatın gerçeğin yalnızca iç görüsünü verebileceği düşüncesi yer alır. Birçok eleştirmen, gerçekte, sanatın felsefenin yapamadığı özel, mantığa dayanmayan, sezgisel bilgi sunma işlevini üstlendiğini savunmaktadırlar.

Sanat deneyimi: Sanattan nasıl haz alınacağı konusundaki modern görüş, XVIII. yy'da ortaya atılan kuramların etkisinde kalmıştır. Sonuçta birçok felsefeci tipik sanat deneyiminin mesafeli, nesneyle doğrudan ilgisi olmayan ya da içsel nitelikte olduğunu ileri sürmüşlerdir. Birçok estetikçi, özellikle de John Dewey, estetik deneyim ile günlük sıradan deneyimlerin arasında bir süreklilik olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Sanat deneyiminin ruhsal açıdan bütünleyici bir işlevi vardır.

Yargılar ve yorumlar: Eleştirmenlerin sanata ilişkin yargılarının ve yorumlarının incelenmesi, görüşlerinde yürüttükleri mantığı ortaya koymayı amaç alır. Bu değer yargılarının, sanat yapıtının tanımlanmasının öncüllerine dayanan katı bir tümdengelime' akıl yürütmeyle desteklenip desteklenmeyeceği, yanıtlanması gereken bir sorudur.

Bu sorunun köktenci bir yanıtı, bu tür değer yargılarının yalnızca bir takım yeğlemeleri açıkladığı, bu yeğlemelerin, yanlış ya da doğruluğunun tartışılmayacağıdır. Değerlendirmeden farklı olarak, bir yapıtın eleştirisel yorumuyla ilgili temel soru, yapıtın yorumlanması tartışmalarının, yapıtla ilgili gerçeklerin açıklanmasıyla mı sonuçlanacağı ya da pek uygun düşmeseler de mantıklı görülen yorumların geçerli sayılıp sayılmayacağıdır.

Sanat yapıtı üretimi: Sanat yapıtlarının üretiminde felsefe tartışmaları şu sorular çevresinde toplanır: Dehanın ya da içsel becerinin sanat üretimindeki rolü nedir? Yaratıcılık ne demektir? Zanaat ürünleri ile sanat yapıtlarını birbirinden ayıran koşullar nelerdir? Son soru karşısında Eskiçağ ve Orta Çağ filozofları, zanaatlar ve güzel sanatlar için aynı modeli önermişler, bunların farklı olduğunu düşünmemişlerdir. Günümüzde kabul edilen fark, Batı kültüründe Rönesans'tan sonra benimsenmiştir.

Sanatın tanımı: Sanatı tanımlamaya yönelik çabalar genelde bütün güzel sanat alanlarını içerebilecek nitelikleri belirlemenin yanı sıra, onları ayıran farklılıkları da ortaya koymayı amaç alır. XX. yy'ın ortalarına kadar estetikçiler, belirli bir sanat tanımı üstünde anlaşamamışlardır; hattâ sanatı tanımlamaya, ilke olarak olanak bulunmadığı yolundaki kuşkucu görüş, yaygın biçimde benimsenmiştir.

GÜZELLİK FELSEFESİ

Güzelliğin tanımında, sanatın tanımına benzer türde bir kuşkuculuk, XVIII. yy'da İmmanuel Kant'ın estetiğe katkısı olan Yargının Eleştirisi( 1790) yapıtıyla doruk noktasına ulaşmıştır. Kant bu yapıtında "beğeni yargısı"nı, bir şeyi neden "güzel" saydığımızı çözümlemiştir. Kant'tan önce "güzel"in genellikle bazı nesnel niteliklerin bir araya gelmesiyle oluştuğu kabul edilirdi. Çok daha önceleriyse, güzelliğin, bütünü oluşturan parçaların karmaşık ilişkisinden kaynaklandığı savunulmuş, bazı felsefeciler bu ilişkiye "uyum" adını vermişlerdi. Eski Yunanistan'da güzellik yalnızca ya da öncelikle sanatlar için söz konusu değildi; kültürel konularda ve ahlaksal kişilikte olduğu gibi, doğal ya da insan elinden çıkmış nesneler için de güzellikten söz edilebilirdi. XVIII. yy'ın sonlarındaysa, artık yalnızca doğal nesneler ya da sanat yapıtları "güzel" sayılmaya başlandı.

Kuramcılar genellikle, güzellik algısının insana hep haz vereceğini kabul ederlerken, Kant hazzı bir güzellik ölçütüne dönüştürmüştür. Kant'a göre bireyin bir şeyi güzel bulması, o nesnenin daha önceki deneyimleriyle kazandığı beğenisine uymasına bağlıdır. George Santayana, bu öznel görüşü bir adım daha ileri götürmüş, güzellik ile hazzın aynı şey olduğunu, güzelliğin şeylerde "nesnelleşen" bir haz olarak görülebileceğini ileri sürmüştür. Santayana'nın Güzellik Duygusu (1896) yapıtı, yakın zamana kadar, estetikçilerin güzel konusundaki ciddi kuramsal ilgilerini yanıtlayan temel kaynak sayılmıştır.