Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

İstanbul

  • Okunma : 250
İstanbul Resim

Türkiye’nin en kalabalık ilidir ve Marmara Bölgesi’nde yer alır. Kendi adıyla anılan boğazın iki yakasında kurulmuş olan ilin kapladığı toprakların bir bölümü Asya, bir bölümü ise Avrupa kıtasındadır. İlin bir özelliği de dört parçalı olmasıdır. Çatalca Yarım adasinın doğusunda yer alan ve ilin batı kesimini oluşturan topraklar ile Kocaeli Yarım adasinın batısında yer alan ve ilin doğu kesimini oluşturan toprakları İstanbul Boğazı ayırır. Prens Adaları ilin Adalar ilçesidir. İzmit Körfezinin güneybatısında yer alan Yalova ilçesi ise İstanbul ilinin dördüncü parçasını oluşturur. İldeki yüksek nüfus yoğunluğunun nedeni, İstanbul kentinin yarattığı iş olanaklarıyla milyonlarca insanı barındırabilecek bir kentsel yerleşme alanı oluşturmasıdır.

    İS 5. yüzyılda dünyanın en büyük kentlerinden biri olan İstanbul, Bizans İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti’nin başkentiydi. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ankara başkent oldu ama İstanbul ülkenin ticaret, sanayi, ulaşım, turizm, eğitim, kültür ve sanat merkezi olma özelliğini sürdürdü. Eşsiz doğal güzellikleri ve tarihsel zenginlikleriyle dünyanın en ünlü kentlerinden biri olan İstanbul, bir yandan da sanayi kuruluşlarıyla iç içe gelişen düzensiz kentleşme, ulaşım güçlüğü, yoğun çevre kirlenmesi gibi bir dizi sorunun birikmesi sonucunda giderek zor yaşanır bir kent durumuna geldi.

Doğal Yapı

Genellikle dalgalı düzlüklerden oluşan il topraklarında önemli bir yükseltiye rastlanmaz. İstanbul ilinin kuzeybatı kesimini Istranca (Yıldız) Dağları’nın güneydoğu uzantıları, güneydoğu kesimini de Samanlı Dağları engebelendirir. Batıda Garipkuyu Tepesi 361 metreye yükselirken, Yalova ilçesinde 897 m etreye ulaşan Dumanlıtepe ilin en yüksek noktasıdır. İlin Asya kesimindeki başlıca yükseltiler Aydos Dağı (537 m etre), Kayış Dağı (438 metre) ve Alemdağ’dır (442 metre).

    İl topraklarının sularını küçük akarsular toplar. Bunların başlıcalarını oluşturan Riva Deresi Karadeniz’e, Kâğıthane ve Alibey dereleri Haliç’e, Sellimandıra Deresi de Marmara Denizi’ne dökülür. M armara Denizi kıyısı Karadeniz kıyısına göre daha girintili çıkıntılıdır. Bu girintiler içinde Haliç, Buzul Çağı sonunda denizin yükselmesiyle oluşmuş derin bir körfezdir. Eskiden beri bu elverişli yapısıyla önemli bir iç liman niteliği taşıyan Haliç, boynuzu andıran biçimi nedeniyle batılılar tarafından “Altın Boynuz” adıyla anılır. Sanayi ve kent atıklarıyla yoğun biçimde kirlenerek pis kokulu bir bataklık görünümü kazanan Haliç’i temizleme amacıyla son yıllarda çalışmalara başlanmıştır.

    İstanbul’un başlıca gölleri Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Terkos (Durusu) gölleridir. Suyu tatlı olan Terkos Gölü dere ağızlarındaki koyların Karadeniz tarafından kapatılması sonucu oluşmuştur. Büyükçekmece ve Küçükçekmece gölleriyse deniz aşındırmasıyla önce vadi sonra göl haline gelmiştir. Denizle ilişkileri kesilmemiş olan her iki gölün suları yarı tuzludur. Terkos ve Büyükçekmece göllerinden İstanbul kentinin su gereksinmesini karşılama amacıyla yararlanılmaktadır. İstanbul’da aynca Ömerli, Alibey, Darlık ve Elmalı II barajlarıyla Valide, Elmalı I ve Topuzlu gibi bentlerin ardında oluşmuş ve kentin su gereksinimini sağlayan yapay göller vardır.

    Ilıman bir iklimin etkisi altında olan İstanbul ilinde yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise serin ve yağışlı geçer. Balkanlar’dan inen soğuk hava baskınları ile ılık lodos rüzgârlarına açık olan İstanbul’un iklimi oldukça düzensizdir. Hava sıcaklığında gözlenen bu değişken durum, yağış ortalamalarında da görülür. İlin Karadeniz kıyısı ile yüksek kesimleri daha yağışlı ve serinken, güney kesimi oldukça kuraktır.

    İstanbul ilinin güney kesiminin doğal bitki örtüsünü makiler oluşturur. Adalar ile Kocaeli Yarım adasinın batı kesimlerinde kızıl çam ormanları vardır. İlin kuzeybatı kesimlerinde yer alan Istranca Dağlan’mn uzantılarında ise meşe ve kayın ormanları bulunur.

Tarih

İstanbul çevresine ilk yerleşmeler insanlığın avcılık ve toplayıcılıkla yaşamını sürdürdüğü Taş Devri’ne kadar uzanır. Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyindeki Yarımburgaz Mağarası’nda bu döneme ilişkin duvar resimlerine ve çakmaktaşından yapılmış aletlere rastlanmıştır. Ayrıca Fikirtepe, Tuzla ve Pendik’te yapılan kazılarda Tunç Çağı öncesine tarihlenen çanak çömlek, bakır araç ve gereçler bulunmuştur. İÖ 13. yüzyılda İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçen Traklar, Frigler, Bitinler gibi bazı kavimler İstanbul ve çevresinde yerleşim yerleri kurmuşlardır.

    İstanbul kentinin kuruluşuna ilişkin birçok söylence vardır. Bunlardan su perisi Semestra’nın oğlu Trak Kralı Byzas, yakın bir bölgenin kralı Barbysios’un kızı Phidaleia ile evlenir. Bu kadın da babasının isteği üzerine Byzantion’u kurar. Çok daha yaygın bir başka söylenceye göre ise Byzantion Yunan Yanmadası’ndan gelen Megaralılar’ca kurulmuştur. Soylu Byzas önderliğinde bir grup, yeni bir kent kurmak üzere Megara’dan hareket eder. Yola çıkmadan önce Byzas kuracağı yeni kentin yerini belirlemesi için Delfi kâhinine başvurur. Kâhin yeni kentin “Körler ülkesinin karşısi’na kurulacağını söyler. Uzun bir yolculuktan sonra Sarayburnu’na gelen Megaralılar çevreyi incelerken karşı kıyıda 20 yıl önce kurulmuş olan Khalkedon’u (Kadıköy) görürler. Bulundukları yerin güzelliklerini görmeyerek karşı kıyıda kent kuranların kör olduğu yargısına vararak kentlerini burada kurarlar ve kente önderlerinin adını vererek Byzantion derler.

    İstanbul’un kuruluşuna ilişkin tarihsel bilgiler, kentin İÖ 750-550 yılları arasındaki Yunan kolonileri döneminde yaklaşık olarak İÖ 660’larda kurulmuş olduğunu göstermektedir. Coğrafi konumu kentin kısa sürede gelişerek büyük bir ticaret merkezi olmasına yol açtı. Bir süre Pers egemenliğinde kalan kent ardından Persler’i yenen Spartalılar’ca İÖ 479’da işgal edildi. Daha sonra Atina tarafından ele geçirilerek Delos Birliği’ne katıldı. Kentin bundan sonraki uzun bir dönemi Atina-Sparta çekişmeleri içinde bağımsızlığını koruma uğraşıyla geçti. Byzantion iki kentten sürekli olarak güçlü olanın yanında yer alarak varlığını sürdürdü.

    Byzantion’un geçirdiği en önemli tehlikelerden biri Makedonya Kralı II. Philippos’un İÖ 340’taki kuşatmasıdır. Bir söylenceye göre fırtınalı ve karanlık bir geceden yararlanarak kente baskın yapmaya hazırlanan MakedonyalIlar, Ay’ın birden bulutların arasından sıyrılarak ortalığı aydınlatması üzerine saldırıdan vazgeçmek zorunda kalmışlar ve böylece kent işgalden kurtulmuştur. Büyük İskender döneminde bağımsız kalabilen kent daha sonra Keltler’rn akınlarıyla güç duruma düştü ve yıllık haraç vererek kendini koruyabildi.

    Byzantion Romalılar’ın doğuya doğru yayılmaları sırasında önceleri bağımsızlığını sürdürebilmişse de İS 73’te Roma İmparatorluğu’na katıldı. Bu dönemde Byzantion güçlü surlarla çevriliydi. Balıkçılık, dış ticaretten alman gümrük vergileri ve çevresindeki verimli topraklardan elde edilen ürünlerle zenginleşmiş bir kentti. Ne var ki, İS 193’te Roma İmparatorluğu’ndaki iç çatışmalarda karşısında yer aldığı Septimius Severus’un üstün gelmesi üzerine surları yıktırılan kent yağmalandı. Ama çok geçmeden Septimius Severus kentte bayındırlık işlerini başlattı ve kenti yeni surlarla çevirdi.

    Kentin asıl gelişimi İmparator I. Constantinus dönemine rastlar. Byzantion, 330’da Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapıldı. Kentin adı da bu tarihte “Constantinus’un kenti” anlamında Konstantinopolis olarak değiştirildi. Araplar kenti Konstantiniye diye anmış, Osmanlılar’m kenti fethinden sonra da bu ad özellikle paralar üzerinde kullanılmıştır. Halk kente Estanbul, Stimbol, İstambol ve İstanbul demiş, 17. ve 18. yüzyıllarda İslambol adı kullanılmıştır. Bu ad günlük konuşmalarda kullanılan Yunanca “kente doğru” anlamında eis ten polirı sözcüklerinden türemiştir. Osmanlılar döneminde resmi dilde kentin adı Dersaadet, Deraliyye, Darülhilafe ve Asitane olarak geçer.

    395’te Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olan Konstantinopolis, daha sonra da O rtodoks Hıristiyanların merkezi oldu. Kent Haçlı Seferleri sırasında kısa bir süre Latin İmparatorluğu’nun da başkenti oldu. 14. yüzyılda kent dışında tüm yöre Osmanlılar’ın denetimindeydi. Osmanlı ordularınca birkaç kez kuşatıldığı halde alınamayan kent, ancak Padişah Fatih Sultan Mehmed tarafından 29 Mayıs 1453’te fethedildi ve Osmanlı Devleti’ nin başkenti Edirne’den buraya taşındı. OsmanlI döneminde Ayasofya ve öteki bazı kiliseler camiye çevrildiyse de kent, Ortodoks Hıristiyanlık’ın merkezi olarak kaldı. Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır Seferi’nden sonra kent hilafet merkezi niteliği de kazandı.

    I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İm paratorluğu’nun yenik düşmesi üzerine İtilaf Devletleri büyük bir donanmayı 13 Kasım 1918’de İstanbul Boğazı’na demirledi. Kente asker çıkaran İtilaf Devletleri kısa sürede İstanbul’u ve Osmanlı hükümetini denetim altına aldı. İzmir’in ve Anadolu’nun işgaline karşı çeşitli gösterilerin yapıldığı İstanbul’u 14-15 Mart 1920’de İtilaf Devletleri tümüyle işgal etti. 6 Ekim 1923’te işgalden kurtulan İstanbul, 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılmasıyla İslam dünyası için bir dinsel merkez olma durumundan da çıktı.

Ekonomi

Nüfusunun çok küçük bir bölümü kırsal kesimde yaşayan ilde, halk geçimini genellikle sanayi, ticaret ve ulaşım ile öteki alanlardaki etkinliklerden sağlar. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarından başlıcaları İstanbul ilindedir. Eskiden daha çok Haliç çevresinde yer alan fabrikaların 1960’lardan sonra E-5 Karayolu boyunca yaygınlaşması, kent alanının hızla gelişmesinin başlıca nedenlerindendir. Türkiye’de çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 10’u 1985’te İstanbul ilinde yaşıyordu. Önem sırasına göre ele alındığında il sanayisinin madeni eşya, makine, otomotiv ve gemi yapımı; kimya; pamuklu ve yünlü dokuma, konfeksiyon; besin; cam, porselen ve çimento dallarında yoğunlaştığı görülür. Ayrıca Türkiye’deki küçük sanayi işyerlerinden yüzde 20’yi aşkın bir bölümü de İstanbul ilindedir.

    Coğrafi konumu İstanbul’un ilkçağdan beri önemli bir ticaret merkezi olmasına yol açmıştır. Günümüzde İstanbul, başta sanayi ürünleri olmak üzere, her türlü mal ve hizmetin alınıp satıldığı bir merkezdir. Ayrıca Türkiye’nin başka ülkelerden satın aldığı ürünlerin yaklaşık yüzde 35’i ve dış satışlarının yüzde 25’i İstanbul’dan gerçekleştirilir.

    İstanbul’un ekonomik açıdan Türkiye düzeyinde bir başka özelliği de ülkenin en büyük banka, holding, sigorta, pazarlama ve reklam şirketi merkezlerinin burada bulunmasıdır. Ayrıca yabancı sermayeli şirketlerin de çok büyük bir bölümü İstanbul’dadır.

    Türkiye basın yayın sanayisinin merkezi de İstanbul’dur. Türkiye ölçeğinde yayın yapan önemli gazetelerin tümü İstanbul’da yayıma hazırlanır. Ayrıca Türkiye’deki yayınevlerinin de hemen hemen tümüne yakını İstanbul’ dadır.

    Türkiye’nin en kalabalık ve en önemli sanayi ve ticaret merkezi olan İstanbul hem ülkenin öbür merkezlerine, hem de dış ülkelere çeşitli ulaşım yollarıyla bağlıdır. Bu ulaşım yolları arasında en önemlisi aynı zamanda Avrupa ile Ortadoğu’yu da birbirine bağlayan E-5 Karayolu’dur. İstanbul Boğazı’ na yapılan iki köprü bu yolun işlekliğini daha da artırmıştır. Deniz ulaşımının Türkiye’nin en büyük dış ticaret limanı olan kentin bağlantılarında ağırlıklı bir yeri vardır. Hava ulaşımında ise Atatürk Havalimanı Türkiye’ nin en yoğun hava trafiği olan havalimanıdır. Bu özelliğini ona, hem yurtiçi ve yurtdışı ulaşımında varış ve kalkış yeri olması, hem de uluslararası hava ulaşımındaki transit liman konumu kazandırır.

    Tarihsel ve doğal değerleri kadar alışveriş ve konaklama yerleri bakımından da zengin olan kent, turizm açısından ilgi çeken önemli bir merkezdir. Turistik ticaret açısından canlı bir kent olan İstanbul’da yılın her mevsiminde yabancı turistlere rastlanır.

    Eskiden çevresinde tarla, bağ, bahçe ve bostanlar bulunan İstanbul’un tarım alanlarının önemli bir bölümü kentleşme ve sanayileşme nedeniyle yok olmuştur. İstanbul halkı Türkiye’nin çeşitli yörelerinden ve yurtdışından gelen tarımsal ürünlerle beslenir. Kentleşme alanları dışında kalan ilçelerde yetiştirilen başlıca ürünler buğday, ayçiçeği, soğan, yulaf, mısır, başta domates ve elma olmak üzere çeşitli sebze ve meyveler ile çiçektir. Bunun yanı sıra sığır besiciliği, tavukçuluk ve balıkçılık önemli gelir kaynakları arasındadır.

    Adalarda, Boğaziçi’nde, boğaz sırtlarında eşsiz güzellikler sunan koru, park ve ormanları olan İstanbul’da yaşayan halk hızlı nüfus artışı ve kentleşme nedeniyle bu yeşil dinlenme alanlarından bir bölümünü yitirme, yeni1 lerine de kavuşamama tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ayrıca yoğun deniz kirlenmesi nedeniyle il kıyılarında denize girilebilecek yerler son derece azalmış durumdadır.

    Yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin sayılan İstanbul ili topraklarında manganez ve linyit yataklan vardır. Eyüp ilçesine bağlı Ağaçlı köyü çevresinden çıkarılan linyit İstanbul kentinin kışlık yakıt gereksinmesinin bir bölümünü karşılar.

İl Merkezi: İstanbul

Byzantion kentinin akropolü, bugün Topkapı Sarayinın bulunduğu yerdeydi. Agorası ise Ayasofya’nın bulunduğu alandaydı. İS 196’da Marmara’ya doğru setlerle alçalan bir düzlükte, sonradan Atmeydam diye anılan yerde bir hipodrom yapıldı. Kent surları sarayın hemen dışından geçiyordu. I. Constantinus döneminde kentte önemli bayındırlık çalışmaları yapılırken eski kent surları yıktırılarak daha geniş bir alam kuşatan yeni surlar yapıldı. Daha sonraki dönemlerde de gelişmesini sürdüren kent bu surların dışına taşmıştı. Bunun üzerine İmparator II. Theodosius bugüne ulaşan İstanbul surlarının bir bölümünü yaptırdı.

    Bu dönemde surların çevrelediği kapalı alanın Haliç’e ve Marmara'ya bakan yamaçlarında konutlar; Sirkeci çevresinde ticaret kuruluşları; Sarayburnu, Beyazıt, Aksaray, Cerrahpaşa, Yedikule’de de yönetsel, dinsel ve ticari merkezler yoğunluktaydı. Ayrıca Haliç’in karşı kıyısında Galata’da bir dış yerleşim yeri oluşmuştu. Sykai (Sycae) adı verilen bu yerleşim yerinde oturanların çoğunluğunu Venedikliler ile Cenevizliler oluşturmaktaydı. Daha sonra surlarla çevrilen bu yerleşim yeri, zengin bir ticaret merkezi oldu.

    Haliç’te ilk köprü Ayvansaray-Kasımpaşa arasında Sykai ile ulaşımı sağlamak için Jüstinyen tarafından yaptırılmıştır. 13. yüzyılda Cenevizli tüccarların yönetimine verilen Galata yüzyıllar boyunca ticaretteki önemini korumuştur. 5. yüzyılda kent 100 bini bulan nüfusuyla dünyanın sayılı büyük kentlerinden biriydi. 14. yüzyıla gelindiğinde Konstantinopolis, sınırları çok daralmış bir imparatorluğun yönetsel merkeziydi ve halkı daha çok tarımla uğraşıyordu.

    Osmanlılar tarafından alındığında 50 bin kadar olan nüfusu, Rumeli ve Anadolu’dan getirilen Müslüman ve Müslüman olmayan halkın yerleştirilmesiyle 100 bini aştı. Müslümanların büyük bölümü bu dönemde eski kentin bulunduğu yarımadanın dışında yaşıyordu. Osmanlı döneminde kentin nüfusu daha da arttı ve kentsel alan giderek gelişti. Sykai de sur dışına taşarak Pera (bugün Galatasaray) yönüne doğru büyüdü.

    19. yüzyılda Galata önemli gelişmeler gösterdi. Bu kesim, ticaret merkezi olma özelliğini korurken yabancı elçiliklerin yerleştiği ve gene yabancı banker, komisyoncu, banka ve sigorta şirketlerinin yoğunlaştığı, bunun yanı sıra eğlence yerlerinin bulunduğu bir Avrupa kenti görünümü kazanmaya başladı. Osmanlı padişahlarının Topkapı Sarayı’ndan çıkarak Galata yakınındaki Dolmabahçe Sarayı’na taşınmaları da bu yüzyıla rastlar. Daha sonra bu kesimde ve Boğaziçi’nde başka saraylar da yapıldı. Bu sırada Kadıköy ve Üsküdar yörelerinde de yeni yerleşme alanları kuruldu.

    İlk önemli sanayi kuruluşu olan Feshane’ nin Haliç’te işletmeye açıldığı 19. yüzyılda kent demiryolu, tramvay, tünel gibi kent içi ve kent dışı ulaşım olanaklarına kavuştu. Bir yandan liman, çağdaş bir duruma getirilirken öte yandan, Boğaziçi’nde vapur seferleri başlatıldı. İzmit ve Edirne’yle demiryolu bağlantısı kurulan kentin yakın çevresiyle ulaşımını sağlamak amacıyla banliyö seferleri düzenlendi. Haliç’in iki yakasını birleştiren köprüler de bu yüzyılda yapıldı. İstanbul Belediyesi 1854’te kuruldu.

    İstanbul’daki hızlı kentleşme göz önünde tutularak Cumhuriyet döneminde birkaç kez kent planlaması yapıldı. Bu planlara göre Haliç çevresi ile Boğaziçi sanayi alanı olarak ayrılınca 1940 sonlarından başlayarak bu alanlar fabrika ve işyerleriyle doldu. 1950’lerde Türkiye çapında başlayan büyük kentlere yerleşme hareketlerinin yanı, sıra Balkan ülkelerinden gelen göçler sonucunda bu sanayi alanlarının çevresi birçok gecekondu mahallesiyle doldu. Aynı durum Kadıköy yakasında Maltepe, Kartal ve Pendik yörelerinde de yaşandı.

    Sanayi ve yerleşme alanlarının yaygınlaşması İstanbul’un görünümünü son 30 yılda büyük ölçüde değiştirdi. Nüfusun hızla artm ası ve yerleşme alanları sınırlarının kısa zamanda değişime uğraması nedeniyle birçok yeni ilçe kurma zorunluluğu ortaya çıktı. Yoğun bir ticaret merkezi durumuna gelmesi ve konut alanı olma niteliğini yitirmesi sonucunda gece ve gündüz nüfusları arasında inanılması güç farklar olan Merkez ilçe yönetim açısından özelliğini yitirdi. Bu nedenle günümüzde Ankara ve İzmir’de olduğu gibi İstanbul’da da Merkez ilçe yoktur.

    İstanbul’daki başlıca eğitim ve kültür kurumlan Boğaziçi, İstanbul, İstanbul Teknik, Marmara, Mimar Sinan ve Yıldız üniversiteleridir. Uluslararası çapta bir kültür merkezi olan İstanbul’da her yıl festival ve sinema şenliği düzenlenir ve konserler verilir.

    Kent içi ulaşımda Türkiye’nin ve hatta dünyanın bazı kentlerinde uygulanan “dolmuş” tipi taşımacılığın beşiği de İstanbul’ dur.

İstanbul Resimleri