Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Türk Resim ve Heykel Sanatı

  • Okunma : 253
Türk Resim ve Heykel Sanatı Resim

Resim sanatı, ikiboyutlu bir yüzey üstüne uygulanan çizgi ve boyalarla estetik değerlerin yaratılması, bu yolla da duygu ve düşüncelerin iletilmesi demektir. Düzlem üstünde yaratılan bu düzenleme soyut ya da somut olguları canlandırıyor olabilir, betimleyici ya da süsleyici nitelik taşıyabilir. İnsanların en eskiçağlardan beri kullandıkları bu anlatım aracı Türkler tarafından da kullanılmıştır. Orta Asya’nın bozkırlarında yaşayan Türk boylarının, ele aldığı konulardan dolayı “hayvan üslubu” olarak adlandırılan resimler yaptığı bilinmektedir. İslamlık benimsendikten sonra dinsel yasaklar nedeniyle betimleyici resim daha az kullanılmış, onun yerine süsleyici resim sanatları gelişmiştir. Bu nedenle Türk resim sanatı denince daha çok batı etkisi altında gelişen ve betimleyici yanı da olan çağdaş resim sanatı anlaşılır.

    Gene de daha önceki dönemlerden kalan bazı yapıtların resim sanatı içinde sayılabileceği unutulmamalıdır. Az sayıda da olsa Anadolu Selçuklularından bazı yapıtlar kalmıştır. Bunlar kabartmalar, çini üstüne yapılan çizimler biçimindedir. Osmanlı döneminde de yoğun bir minyatür çalışması gözlenir. Fatih Sultan Mehmed döneminde batıdan ressamların getirtilerek padişahın ve ailesinden kişilerin resimlerinin yaptırıldığı bilinmektedir. Osmanlı sanatçılar da İtalya’ya gönderilmiş, oradaki çalışmaları öğrenmeleri istenmiştir. Bu tür girişimler daha sonraki dönemlerde yinelenmemiş, kendine özgü kuralları olan minyatür sanatı sürdürülmüştür. El yazması kitapların resimlendirilmesinde kullanılan minyatürlerin betimlemeci yanı da vardır. Bu sanatta gerçekçi olmaktan çok simgesel anlatımlar önemlidir.

    Minyatür 18. yüzyılda Levni ile anlatım olanaklarının sınırına ulaşmıştır. Bundan sonra yerini, giderek yaygınlaşmaya başlayan batı etkisi altındaki resim sanatlarına bırakmıştır. Bu arada “çarşı ressamları” adıyla anılan sanatçılardan da söz etmek gerekir. Bunlar kahvehanelerin, dükkânların duvarları ya da taşbaskı kitaplar (mâniler, destanlar) için resimler yapan halk sanatçılarıdır. Batılı gezginler arasında bu sanatçılara o çağdaki günlük yaşamı betimleyen resimler yaptırıp ülkelerine götürenler olmuştur.

    18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Avrupa ülkeleri karşısında gerilemeye başlamasını önlemek amacıyla bu ülkelerin bazı kurum ve uygulamalarının benimsenmesi yoluna gidildi. Adına “batılılaşma” denen bu sürecin etkisi sanat alanında da duyuldu. Padişahların batı sanatlarına önem vermesi, bu sanatların ülkemizde ilerlemesine yol açtı. Türkiye’de batılı anlamdaki ilk resim denemeleri yeni kurulan Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) ile Mekteb-i Harbiye (bugünkü Kara Harp Okulu) gibi mühendislik ve askerlik okullarında gerçekleştirildi. Önce haritacılık, teknik resim gibi konularda başlayan eğitim kısa süre içinde serbest resmi de kapsadı, bu amaçla batıdan öğretmenler geldi, Türk öğrenciler de yetiştirilmek üzere batı ülkelerine, özellikle Fransa’ya gönderildi.

    Yenilikçi padişahlar 19. yüzyılda da batılılaşma çalışmalarını destekliyordu. II. Mahmud kendi resmini yaptırarak devlet dairelerine astırmış, Abdülaziz de resimle uğraşmıştır. Genellikle asker kökenli olan ilk Türk ressamların yapıtları da bu yüzyıldan kalmadır. Resimlerindeki donuk, acemice hava nedeniyle “19. yüzyıl Türk primitifleri” diye de adlandırılan bu ressamlar bazen fotoğraftan yararlanarak saray ve köşk bahçelerinden ya da İstanbul’dan görünümler yapmışlardır. Bunlar arasında Hüseyin Giritli, Hilmi Kasımpaşalı, Süleyman Sami, Ahmed Bedri, Salih Molla Aşki, Osman Nuri Paşa, Ahmed Şekür, Selahattin Bey, Şefik Bey, Necip Bey, Münip Bey, Ahmed Ziya Şam, İbrahim Bey, Mustafa Bey, Şevki Bey gibi adlar vardır.

    Abdülaziz zamanındaki asker ressamlar arasında İbrahim (Ferik) Paşa, Tevfik (Ferik) Paşa, Hüsnü Yusuf Bey gibi adlar vardır. Resim eğitimi için Paris’e gönderilen öğrenciler arasında Süleyman Seyyid Bey ile Şeker Ahmed Paşa önemlidir. Bu ressamlar aldıkları eğitim nedeniyle manzara ve durağan doğa resimlerinde başarılı olmuşlardır. Aynı kuşaktan Osman Hamdi Bey ise güncel yaşamı “Oryantalist” (Doğucu, resimde doğu dünyası ile ilgili resim yapan sanatçı anlamına gelir) bir yaklaşımla ele almasıyla tanınır. Tablolarında kendini model olarak kullanmış olması onu aynı zamanda ilk portre ressamlarından biri yapmaktadır.

    Bu dönemdeki gelişmelerden biri ilk resim sergileridir. Belgelerden Oreker adlı bir manzara ressamının 1845’te sarayda bir resim sergisi açtığı anlaşılmaktadır. 1860’larda düzenlenen çeşitli sergilerde resimler de yer almıştır. Türkiye’de yalnız resim çalışmalarının yer aldığı ilk resim sergisi ise ressam Şeker Ahmed Paşa tarafından düzenlendi. 27 Nisan 1873’te açılan sergiye hem Türk, hem yabancı ressamların katıldığı, ayrıca Sanayi Mektebi, Askeri Tıbbiye ve Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) öğrencilerinin de sergiye resim verdikleri anlaşılmaktadır. Şeker Ahmed Paşa ikinci sergisini 1 Temmuz 1875’te açmış, bunu başka sergiler izlemiştir.

    Halil Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa ve Hoca Ali Rıza bir sonraki kuşağın ressamlarıdır. Resimlerinde İzlenimci bir hava olan Halil Paşa yaptığı İstanbul görünümleriyle tanınır. Çok sayıda küçük taslak çalışmasıyla bilinen Hoca Ali Rıza’nın ise gerçekçi bir tekniği vardır. 19. yüzyılda bir de gemileri, deniz savaşlarını konu edinen deniz ressamları vardı. Ayrı bir küme oluşturan bu sanatçılar arasında Osman Nuri Paşa, Fahri Kaptan, Kâtip Hüseyin Hüsnü (Tengüz), Tahsin Bey, Şamlı Ali Cemal, Bahriyeli İsmail Hakkı Bey gibi adlar sayılabilir. İstanbul’daki Deniz Müzesi’nde bu ressamların birçok yapıtı bulunmaktadır.

    Bu yüzyılın sonlarına doğru resim sanatı açısından en önemli gelişme bir devlet sanat okulunun kurulmasıdır. 1874’te ressam Guillemet tarafından İstanbul’da Resim Akademisi adlı bir özel okulun açılmış olduğu bilinmektedir. Bu okulun öğrencileri çalışmalarını 1876’da düzenledikleri bir sergiyle tanıtmışlardır. Ama Türkiye’de çağdaş resim dalında eğitim veren ilk kuruluş 1 Mart 1883’te açılan Sanayi-i Nefise Mektebi (daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi, bugün Mimar Sinan Üniversitesi) oldu. Ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey’in 1882’de müdürlüğüne getirildiği bu kuruluşun ilk yönetmeliğinde okulun “resim, oymacılık, mimarlık (fenn-i mimari) ve hakkâklık ile ilgili bilgi ve hünerlerin sanata tatbiki usulü”nün okutulup öğretileceği yazılıdır. Resim eğitiminin ağırlığı bundan sonra askeri okullardan bu okula kaymıştır.

    Sanayi-i Nefise Mekebi’nden yetişen öğrenciler bir süre sonra kendilerinden söz ettirm eye başladılar. Aralarından yetenekli bulunanlara yurtdışında eğitim görme olanağı sağlandı ve onlardan daha sonra öğretmen olarak da yararlanıldı. 1910’da bazısı devlet adına, bazısı da özel olarak Avrupa ülkelerine gidenler arasında Nazmi Ziya Güran, İbrahim Çallı, Hüseyin Avni Lifij, Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Namık İsmail, Mehmet Ruhi Arel, Sami Yetik gibi sanatçılar bulunuyordu. I. Dünya Savaşı çıkınca geri dönmek zorunda kalan bu ressamlar, gittikleri yerlerde daha çok akademik eğitim veren okul ve atölyelerde çalışmış olmalarına karşın, yurda döndükten sonra daha ilerici sayılabilecek İzlenimci bir yöneliş içinde olmuşlardır. İlk sergileri 1914-15 yıllarında açılmıştır. Bu ressamlar Türk resmine portreyi, figürü ve çıplak kadın resmini (nü) getirmişlerdir.

    Türk ressamlar 20. yüzyılda ilk kez bir örgüt çevresinde birleşmişlerdir. İlk Türk ressamlar derneği 1908’de kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'dir. Derneğin adı 1921’de Türk Ressamlar Birliği’ne, 1926’da Türk Sanayi-i Nefise Birliği’ne, 1929’da da Güzel Sanatlar Birliği’ne dönüştürülmüştür. Sanatçılar arasında belli bir dayanışma sağlayan, düşünce alışverişine olanak veren bu tür örgütler daha ileride belli akımların savunucusu olarak da ortaya çıkmıştır.

    Cumhuriyetin kurulmasından sonra da resim alanındaki çalışmalar desteklendi. Sanayi-i Nefise Mektebi 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne dönüştürüldü. Batı ülkelerinden öğretmenlerin getirtilmesi, Türk öğrencilerinin Avrupa’ya gönderilmeleri bu dönemde de sürdü. Cumhuriyetin ilk yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitiren ressamlar arasın­da Şeref Akdik, Refik Epikman, Mahmut Fehmi Cüda, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi, Turgut Zaim gibi sanatçılar bulunmaktadır. Öğretmen açığını gidermek için kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü’nün (bugün Ankara'daki Gazi Üniversitesi) Resim-İş Bölümü yetiştirdiği çok sayıdaki sanatçıyla ikinci bir resim eğitimi kuruluşu görevi görmüştür. Günümüzde bazı üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinde resim eğitimi verilmektedir.

    Cumhuriyet döneminde resim sanatı açısından önem taşıyan çalışmalar arasında, sanat yapıtlarının sergilenmesi amacıyla kurulan kurum ve yapılar da bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde yapımına başlanan ilk müze Ankara’daki Etnografya Müzesi’dir. Yeni başkentte açılan ilk resim sergisi de “Müstakil (bağımsız) Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği” adı altında toplanan sanatçılar tarafından 1928’de, yapımı yeni bitmiş olan bu müzede düzenlenmiştir. 1933-35 arasında gene A nkara’da, daha sonra Büyük Tiyatro’ya dönüştürülen Sergievi yapılmıştır. 20 Eylül 1937’de A tatürk’ün isteğiyle İstanbul’daki Resim ve Heykel Müzesi kurulmuş, çağdaş Türk sanatçılarının yapıtları Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi denen bölümünde sergilenmeye başlanmıştır. Müzenin ilk müdürü kendisi de ressam olan Halil Dikmen’di.

    Cumhuriyetin 10. yılında ressamlar, özellikle de yurtdışmdan yeni gelenler yeni bir atılımda bulunmuşlar, Nurullah Berk, Abidin Dino, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu ve heykelci Zühtü Müridoğlu “D Grubu” adıyla kurdukları birliğin ilk sergisini gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı Ressamları Cemiyeti, Türk Ressamlar Birliği, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nden sonraki dördüncü sanatçılar grubu olan D Grubu resme düşünsel bir boyut getirmeye çalışmıştır. 1930’larda batı ülkelerinde egemen olan akımları Türk sanat ortamına tanıtmaya çalışan bu sanatçılar düşüncelerini yazı ve konuşmalarla da yaymaya çalışmışlar, Türk kültür yaşamına o zamana kadar bilinmeyen canlılıkta bir tartışma boyutu katmışlardır. Bir süre sonra Arif Kaptan, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Eren Eyuboğlu, Eşref Üren, Halil Dikmen, Salih Urallı, Fahrünnisa Zeyd, Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Zeki Kocamemi ve heykeltıraş Nusret Suman gibi sanatçılar da bu grubun sergilerine katılmışlardır. Hiçbir zaman tam uyumlu bir grup olmayan D Grubu 1947’deki 15. sergisinden sonra grup olarak etkisini yitirmiş, sanatçılar kendi kişisel üsluplarını oluşturmayı sürdürmüşlerdir.

    Cumhuriyet döneminde resim sanatını özendirme girişimlerinden biri 1939’dan bu yana her yıl düzenlenen ödüllü devlet resim ve heykel sergileridir. 1940’ların başında, genç ressamların oluşturduğu “Yeniler Grubu” kendinden söz ettirmeye başlamıştır. Grubun kurucuları Nuri İyem, Ferruh Başağa, Avni Arbaş, Selim Turan, Fethi Karakaş, Mümtaz Yener, Turgut Atalay, Haşmet Akal’dır. Bu sanatçılar o zamana kadar değinilmemiş toplumsal sorunlara eğilmişlerdir. Ama onların da her biri bir süre sonra kendi yoluna gittiği için grubun etkinliği uzun sürmemiştir.

    1914’te ressam Mihri (Müşfik) Hanım’ın girişimiyle İnas (Kız) Sanayi-i Nefise Mektebi’ nin kurulduğu bilinmektedir. Müzdan Sait (Arel), Güzin (Duran), Melek Celal (Sofu), Fahrünnisa Zeyd ve Nazlı Ecevit hanımlar bu okulun ilk öğrencileri arasındadır. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte atılan bu adım daha ileri götürülmüş, 1926’da kız ve erkek güzel sanatlar okulları birleştirilmiştir. Sabiha Bozcalı, Aliye Berger, Hale Asaf, Eren Eyuboğlu, Melahat Üren gibi adlar Cumhuriyet döneminin ilk akla gelen kadın ressamlarıdır. Kadın sanatçılar daha da çoğalmış olarak günümüzün sanat yaşamında yer almaktadırlar.

    Resim sanatında 1950’den sonra çok çeşitli eğilimlerin, akımların, düşüncelerin yan yana yer aldığı gözlenmektedir. Farklı yaklaşımları benimseyen sanatçılar birbirlerine üstünlük sağlamadan yapıt vermişlerdir. Malik Aksel halkbilim alanındaki araştırmalarıyla tanınmıştır. Turgut Zaim kırsal kesim izlenimlerini kendine özgü bir üslupla anlatmıştır. Bedri Rahmi Eyuboğlu Anadolu el sanatlarından esinlenen yapıtlar vermiştir. Sabri Berkel soyut çalışmalarıyla öne çıkar. İbrahim Balaban şair Nâzım Hikmet’in özendirmesi üzerine kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçıdır. Çalışmalarını Paris’te sürdüren Fikret Muallâ kendini yurtdışmda da kanıtlayan bir sanatçı olmuştur. Neşet Günal kırsal kesim insanlarını anlatan gerçekçi resimleriyle tanınır. Mimar olan Cihat Burak kendine özgü bir duyarlığa ulaşmıştır. Adnan Çöker soyut düzenlemelere yönelmiş, Salih Acar doğal yaşamdan esinlenen çalışmalar yapmıştır.

    Türk resim sanatındaki son önemli gelişme 1970’lerin ortasından beri yaşanmakta olan canlı alışveriş ortamıdır. Sanatçıların çoğalması, yapıtların izleyiciye sunulması sorunu o zamana kadar devletin ya da yerel yönetimlerin ve bankaların sergi salonları aracılığıyla sağlanıyordu. Buna özel galerilerin de katılmasıyla sergileme olanakları arttı. Bu da hem sergileme, hem pazarlama açısından bir canlılık getirerek eski ustaların yanı sıra genç sanatçıların da kendilerini göstermelerine yol açtı. Eskiden yalnız büyük kentlerde bulunan sergi salonları yaygınlaşarak başka kentlerde de açılmaya başladı, taşralı resim severler ve resim izleyicileri de yeni olanaklara kavuştular. Festivaller, iki yılda bir düzenlenen sergiler (bienaller), yarışmalar, özellikle genç sanatçıları tanıtmaya yönelik sergiler, açık hava sergileri gibi etkinlikler resim alanındaki canlılığın başka bir belirtisidir. 1980’de Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi açıldı.

    Son dönemde Mehmet Pesen, Kayıhan Keskinok, Nedim Günsür, Fahir Aksoy, Şadan Bezeyiş, Nuri Abaç, Mustafa Aslıer, Turan Erol, Orhan Peker, Ruzin Gerçin, Ömer Uluç, Özdemir Altan, Dinçer Erimez, Mehmet Güleryüz, Devrim Erbil, Altan Gürman gibi ustaların yanı sıra, Neşe Erdok, Oya Katoğlu, Mustafa Pilevneli, Süleyman Saim Tekcan, Burhan Uygur, Ergin İnan, takma adı “Kornet” olan Gürkan Coşkun, Gülsüm Karamustafa, Balkan Naci İslimyeli gibi genç kuşak sanatçıları da adlarını duyurmuşlardır. Öncü nitelikteki çalışmalarıyla yurtdışında da tanınmış bir başka sanatçı olan Bedri Baykam ise bir sonraki kuşaktandır.

Heykel Sanatı

Heykel ya da yontu, çeşitli gereçler kullanarak üçboyutlu düzenlemeler yapma, bu yolla yaratılan estetik değerler aracılığıyla da duygu ve düşünceleri iletme sanatıdır. Oluşturulan üçboyutlu yapıt soyut ya da somut olguları canlandırıyor olabilir, betimleyici ya da süsleyici nitelik taşıyabilir. Heykel çok eskiçağlardan beri herhangi bir kişi ya da olayın anısını yaşatmak amacıyla da kullanılmıştır.

    Bu tür yapıtlar taş gibi gereçlerin yontularak, kil gibi gereçlerin yoğrularak, tunç gibi gereçlerin dökülerek, bunların dışında kalanların da çeşitli yöntemlerle birleştirilerek biçimlendirilmesi sonucu oluşur. Kullanılan temel gerecin üstünün boyanması da çok yaygın bir uygulamadır. İkiboyutlu olmalarına karşın üçüncü boyuttaki girinti ve çıkıntılarıyla alçak ya da yüksek kabartmalar da heykel sanatının bir türü sayılır.

    Türkler çok eskiçağlardan beri taş işçiliğinde başarılı yapıtlar ortaya koymuşlardır. En eski örneklerine Orta Asya sanatında rastlanır. Orhun Anıtları anıtsal heykeller olarak da düşünülebilir. İnsan figürünün simgesi olarak taştan yontulmuş balballar, babalar da ilkel heykel örnekleridir. İslam dininin benimsenmesinden sonra dinsel kurallar gereği, öteki sanatlarda olduğu gibi heykelde de betimlemecilik bırakılmış, bunun yerine süslemeci yanı ağır basan kabartmacılık, oymacılık, kakmacılık gibi sanatlar öne çıkmıştır. Gene de Anadolu Selçukluları’nın yaptığı yapılarda insan ve hayvan figürlerini kullanan kabartmalara rastlanır.

    Mezar taşları, nişan taşları Osmanlı Devleti döneminde de en ince biçimde işlenen, en güzel süslemelerle donatılmış yapıtlar olmuşlardır. Bazen çeşme, şadırvan, havuz, fıskiye gibi yararlı amaçlarla üretilmiş yapıtları da bunlarla birlikte düşünme olanağı vardır. Günümüzde Türk heykel sanatından söz edilirken batı etkisi altında gelişen, çağdaş üçboyutlu düzenlemeler oluşturma sanatı akla gelmektedir. Sanayi-i Nefise Mektebi Türkiye’de çağdaş heykel sanatı dalında eğitim veren ilk kuruluştur. Oskan Yervant Efendi, bu kuruluşta öğretmenlik yapan Osmanlı yurttaşı ilk heykeltıraşlardandır. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bu okuldan yetişen sanatçılar İhsan Özsoy, İsa Behzat, Mahir Tomruk, ve Nejat Sirel olmuştur. İsa Behzat dışındakiler Cumhuriyet döneminde de yapıt vermişler, ayrıca içinden yetiştikleri okulun geleneği uyarınca yurtdışına gönderilmişler ve onlardan öğretmen olarak da yararlanılmıştır.

    Cumhuriyetin kurulmasından sonra batılılaşma süreci daha da hızladı. Batıya özgü sanatların yaygınlaştırılmaya çalışılması yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür siyasetinin bir öğesiydi. 19 yüzyılda II. Mahmud’un resmini yaptırıp devlet dairelerine astırması gibi, 20. yüzyılda da Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ya da simgeleyen anıtların yapımı yaygınlaştı. Bunun için hem batılı, hem de Türk heykeltıraşlardan yararlanıldı.

   Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde de batılı anlayışa uygun anıtlar yapılmaya başlanmıştı. Bunların arasında şehit pilotların ya da özgürlük kahramanlarının adına düzenlenmiş anıtlar sayılabilir. Bunlar heykeltıraşlardan çok mimarların elinden çıkmıştır. Örneğin İstanbul’da bulunan Tayyare Şehitleri Anıtı’nı Mimar Vedat (Tek) Bey yapmıştır. Cumhuriyet döneminde anıtların daha çok heykeltıraşlar tarafından tasarlanmaya başlamasının yanı sıra betimleyici ya da figüratif heykel ve kabartmaların kullanılmasına da geçilmiştir.

    Cumhuriyetin kurulmasından sonra Heinrich Krippel, Pietro Canonica, Anton Hanak, Joseph Thorak gibi heykeltıraşlar Türkiye'deki çeşitli anıtları tasarlamışlardır. 1937’de Türkiye’ye gelen Rudolf Belling Türk heykeltıraşların yetiştirilmesi ile görevlendirilmiş, hem Güzel Sanatlar Akademisi’nde, hem de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde ders vermiştir.

    Çağdaş Türk heykel sanatçıları arasında Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, Nusret Suman, Ahmet Kenan Yontunç, Hüseyin Anka adıyla tanınan Hüseyin Özkan, yurtdışında da çalışmalarını sürdüren İlhan Koman, Hüseyin Gezer, Mehmet Şadi Çalık, Kuzgun Acar, Saim Bugay gibi adlar vardır. Bu heykelcilerin yanı sıra Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki, Lerzan Bengisu, Günseli Aru gibi kadın sanatçılar da yetişmiştir.

    Günümüz Türkiye’sinde hem somut, hem de soyut konuları ele alan, çok çeşitli gereçleri kullanan heykel ve kabartma çalışmaları yapılmaktadır. Sanatçılar kişisel sergiler düzenlemekte, Devlet Resim ve Heykel Sergisi gibi karma sergilere katılmaktadırlar. Eskisi kadar yoğun olmamakla birlikte anıtlar da yaptırılmakta, yarışmalar açılmaktadır. Yabancı ülke sanatçılarının yapıtları Türkiye’de sergilenirken Türk heykeltıraşların çalışmaları da yurtdışında gösterilmekte, oradaki sergi ve yarışmalara katılmaktadır.

    Gene de heykelin batı etkisi altındaki öteki sanatlara göre daha az benimsenmiş olduğu söylenebilir. Müzeler dışında Anıtkabir, devlet daireleri ya da üniversiteler gibi yerlerdeki yapıtların az çok koruma altında olmalarına karşın, örneğin cumhuriyetin 50. yıldönümü nedeniyle sanatçılara yaptırılıp çeşitli yerlere konan çalışmalar bakımsızlıktan çürümüş, bir bölümü de daha sonra kaldırılmıştır. Son yıllarda Mimar Sinan Üniversitesi öğrencilerinin yapıp okulun bitişiğindeki bir parkta sergiledikleri çalışmalar ise bilinmeyen kişilerin saldırısına uğrayarak zarar görmüş ve heykel niteliğini yitirmiştir.

Türk Resim ve Heykel Sanatı Resimleri