Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Divan Edebiyatı

  • Okunma : 309

Türkler’in İslam dinini benimsedikten sonra, Arap ve İran edebiyatının da etkisiyle oluşturdukları edebiyattır. İslam dini Türkler’in yaşamında da değişime yol açtı. Bu değişim dil ve edebiyat alanında Arapça ve Farsça sözcüklerin dile girmesi yanında bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de kendini gösterdi. Osmanlı Devleti döneminde Anadolu’da biçimlenen Divan edebiyatı 20. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürdü. Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinde, şairlerin şiirlerini belirli bir düzen içinde toplayarak “divan” denen bir kitap oluşturmalarının etkisi vardır.

    Türkler, Müslüman olmadan önce, Uzakdoğu ve Orta Asya’da birçok devlet kurmuş, başta Göktürk ve Uygur alfabeleriyle olmak üzere, konuşulan dili yazıya geçirmiş ve bir yazı dili geliştirmişti. 8. yüzyıldan sonra, İslam dinini benimsemeye başlayan Türkler’in İslam kültürü ile tanışmalarında Araplar’dan çok İranlılar’ın etkisi olmuştu. İranlIlar ise, önceleri yalnızca İslam dinini değil, Arap dili ve edebiyatını da benimsemişti.

Divan Edebiyatında Dil

Ortaçağda Avrupa’da Hıristiyanların ortak dili Latince olduğu gibi, İslam toplumlarında da ortak dil Arapça’ydı. Çünkü Kuran dili Arapça’ydı. İranlılar, Abbasiler’in egemenliği altında yaşarken kültür ve edebiyatla başlayan canlanmanın sonunda yeni bir dil oluşturdular ve Yeni Farsça diye adlandırılan bir dille 9. yüzyılda kendi edebiyat ürünlerini vermeye başladılar. .Türk edebiyatını etkileyen de özellikle bu ürünler oldu.

    Anadolu’da kurulan Türk devletlerinin resmi yazışma dili Arapça ve Farsça olmaya başladıktan sonra, bu durum edebiyatı da etkiledi ve özellikle devlet adamları çevresinde, onların koruduğu şairler ve yazarlar, Arapça ve Farsça’yı, Türkçe’ye yeğlemeye başladılar. Selçuklu sultanlarının ve şehzadelerinin İran kültürünü iyi bilen ve onunla yakından ilgilenen kişiler oldukları, saraylarını şairlere açtıkları, onları özendirerek birçok yapıtın ortaya çıkmasına yardımcı oldukları bilinmektedir. Ayrıca sultanlar da şiir yazıyor ve edebiyatla uğraşıyorlardı. Böylece Türkçe yavaş yavaş Arapça ve Farsça sözcüklerle dolmaya başladı. Osmanlı Devleti döneminde de bütün bu dillerin karışımıyla Osmanlıca denen dil ortaya çıktı. Divan edebiyatı ürünleri de bu dille veriliyordu.

Divan Edebiyatında Nazım

Nazım sözlük anlamıyla “sıra” , “düzen” demektir. Ama genel olarak şiir anlamında kullanılır. Divan edebiyatı, özellikle şiir türünde yoğunluk kazanmış bir edebiyattır. Bu nedenle daha çok Divan şiirinin yapısı üzerinde durmak gerekir. Divan şairine göre söz düzgün, kusursuz, yerinde ve sanatsal bir hüner taşıyacak biçimde söylendiğinde şiir olur. Bunun da kuralları vardır. Divan şairi şiir kurallarını Arap ve İran edebiyatından almıştır. Aruz ölçülerinden Türkçe’nin yapısına en uygun olanları seçmiştir. Bütün İslam toplumları için geçerli olan konular, Divan şairinin esin kaynağı olmuştur. Divan şairi daha çok Kuran, Hz. Muhammed’in sözlerini içeren hadisler, peygamber ve kutsal kişilere ilişkin öyküler, tasavvufun ortaya attığı konular, ünlü bir İran efsanesini konu alan Şehname adlı yapıt ile Türk kültürüne ilişkin öğelerden yararlanmıştır.

    Divan şairi bu konulardan aldığı esinleri, aruz ölçüleri içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazar. Şiirde her satıra dize ya da mısra denir. Şiirde en küçük birim dize olmakla birlikte Divan şiirinde en küçük birim beyittir. Sözcük olarak “ev” anlamına gelen beyit, iki mısradan (dize) oluşur. Mısra da çift kanatlı bir kapının kanatlarından birine verilen addır. Beytin bir anlam taşıması gerekir. Şair de bu iki dize içinde anlamlı bir söz ortaya çıkarmaya çalışan kişidir.

Divan Şiirinin Nazım Biçimleri

Ölçülü ve uyaklı söz ya da yazıya “manzum” , “manzume” denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümüne de nazım biçimi denir.

    Divan şiirinde en çok kullanılan nazım biçimleri şunlardır: Kıta, dört dizeden oluşur. Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı olan iki beyitlik nazım biçimidir. İki beyitten daha fazla (10, 15 beyit kadar) olanları da vardır; bunlara da kıta-i kebire (büyük kıta) denir.

    Rubai, aynı vezinle söylenen dört dizelik bağımsız nazım biçimidir. Birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır.

    Murabba, bent adı verilen dört dizelik kıtalardan oluşur. Genellikle ilk dörtlüğün bütün dizeleri aynı uyakla, öteki dörtlüklerin son dizeleri, ilk dizenin uyağıyla, öbür dizeler ayrı uyakla yazılır (aaaa-bbba....gibi).

    Şarkı, biçim bakımından murabbanın aynıdır. Şarkıda genellikle ilk dörtlüğün ikinci ve dördüncü dizeleri, öteki dörtlüklerin dördüncü dizesi olarak yinelenir. Buna nakarat denir. Şarkı biçimi Türk edebiyatına özgüdür. Bestelenmek için yazılır. Bu nedenle müziğe uygun kalıplar kullanılır. Nedim, Divan şiirinin en güzel şarkılarını yazmıştır.

    Muhammes, bent denilen her bölümü beş dizeden oluşan nazım biçimidir. İlk bendinin dördüncü ve beşinci dizeleri ya da yalnızca beşinci dizesi, öteki bentlerin sonunda yineleniyorsa buna tekrarlı muhammes anlamına gelen muhammes-i m ütekerrir denir. Uyak düzeni ise genellikle aaaaa-bbbaa-cccaa.. biçimindedir.

    Müseddes, her bendi altışar dizeden oluşan nazım biçimidir. Uyak düzeni genellikle aaaaaa-bbbbba-ccccca-ddddda biçiminde olur. İlk altı dizenin son iki dizesinin nakarat olarak yazıldığı müseddesler de vardır.

    Terciibent ve terkibibent, bentlerden (bölümlerden) oluşan uzun şiirlerdir. Her bent kendi içinde iki bölümlüdür. Bent sayısı 5 ile 10 arasında değişir. Bentlerin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır. Uyak düzeni şöyledir: aa xa xa xa bb cc xc xc xc xc dd. Buradaki bb ve dd dizelerine vasıta beyti denir. Terciibentlerde bu vasıta beyti, her bendin sonunda nakarat olarak kullanılır. Bu nazım biçimiyle yazılan şiirlerin konusu genellikle, şairin yaşamdan, yazgısından şikâyeti, din ve felsefe ile ilgili düşünceleri ve toplumsal yergileridir.

    Gazel, Divan şiirinde en çok kullanılan nazım biçimidir. İlk beytin dizeleri kendi arasında uyaklı, öteki beyitlerden birinin dizeleri serbest, ikinci dizeleri ilk beytin uyağına göre yazılır.

    Taştir, başka bir şairin gazelinin iki dizesi arasına başka bir beytin eklenmesidir. Taştir yaparken gazelin konusuna uymak gerekir. Şair bir gazel beytinin üstüne üç dize daha eklemişse buna da tahmis (beşleme) denir.

    Müstezat, sözcük anlamıyla “artırılmış, çoğaltılmış” demektir. Gazelin özel bir biçimidir. Uzun dizelere “ziyade” denilen kısa bir dize ekleyerek yazılır. Örnek:

    “Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz Baş üzre yerin var.” (Nedim)

    Kaside, Divan şiirinin en çok kullanılan nazım biçimidir.

    Musammat, murabba, şarkı, muhammes, terkibibent ve terciibent gibi nazım biçimlerinin ortak adıdır.

    Mesnevi, Divan şiirinin en sık kullanılan nazım biçimlerindendir. Beş mesneviden oluşan yapıta ise hamse denir.

Divan Şiirinin Konuları ve Özellikleri

Bir şairin divanında işlediği konular da belli bir düzene göre sıralanır. Genellikle bütün divanlar aynı sırayı izler. Önsöz (mukaddeme) besmele ile başlar, yer yer şiirlerle süslenmiş düzyazı ile yazılırdı. Şair, yapıtı üzerine açıklamalarını, şiir konusundaki düşüncelerini, Tanrı’ya duyduğu minneti bu bölümde dile getirir. Bu tür bölümlerin olmadığı divanlar da vardır. İkinci bölümde kasideler yer alır. Tanrı sevgisini dile getiren kasideler (münacat), Hz. Muhammed’i öven kasideler (naat), zamanın din büyüklerini, padişahları ve devlet büyüklerini öven kasideler art arda dizilir. Üçüncü bölüm tarihlerdir. Arap alfabesinde her harfe sayısal bir karşılık düşünülmüş ve bundan yararlanarak harflerle sayı belirtme yoluna gidilmiştir. Harflerin sayısal değerlerini hesaplamaya da “ebced hesabı” denir. Ebced hesabına göre ünlü kişilerin doğum ve ölüm tarihleri, bazı anıt ve yapıların yapımının bitirildiği günlerin tarihleri ya da önem ­ li olayların tarihleri ebced hesabıyla şiirlere geçer. Dördüncü bölümde musammatlar yer alır. Beşinci bölümde gazeller; altıncı bölümde rubailer; yedinci bölümde ise müfret denen tek tek beyitler ve mısrai azade denen tek tek dizeler olur. Şair divanını bu düzende hazırladıktan sonra yapıtı kitap haline getirmek üzere hattatlara (güzel yazı ustası) verirdi. Henüz baskı makineleri geliştirilmeden önce kitaplar elle yazılarak çoğaltılırdı. Yapıtın sayfaları çoğu zaman çeşitli desenlerle süslenir ve kitap ciltlenirdi. Böylece elyazması bir kitap biçimine dönüşen divan, çoğu kez dönemin önde gelen devlet adamına ya da padişaha sunulurdu. Padişah, saray şairlerine yapıtı incelettirir, beğenirse şairi “huzuruna” çağırır, onunla görüşür ve şaire para ya da çeşitli armağanlar verirdi.

    Ortaya çıkan yapıt, döneminin özelliklerini, zevklerini, sanat anlayışını, inançlarını ve bilgilerini taşırdı; ama yaşam pek çok biçimiyle yansımazdı. Divan şairi kendisini sürekli acı çeken bir âşık olarak tanıtır ve dünyaya o gözle bakardı. Divan şairinin sevgilisi ay gibi yuvarlak yüzlü ve güzeldir. O hem aydır, hem de güneş. Boyu mızrak gibi uzun ve düzdür. Yürürken servi gibi salınır. Saçları sümbül, yanakları lale ya da gül, gözleri nergis, kaşları yay, kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyudur. Beli kıldan incedir. Sevgilinin dudağı ölümsüzlük suyu (abıhayat) niteliğindedir. Ayağının tozu âşığın gözüne sürme yerine geçer. Âşığının gözyaşı Nil ya da Fırat ırmakları gibi akar. Bir yandan rakibi, bir yandan acı çektiren sevgilisi nedeniyle beladan kurtulamaz. Bu tür benzetmeleri hemen hemen her Divan şairi kullanmıştır. Bu kalıplaşmış benzetmelere “mazmun” denir. Hangi şair bu mazmunları yerli yerinde ve başarılı bir biçimde kullanmışsa o iyi bir şair sayılırdı.

    Divan şiirinde doğa öğeleri de bol bol kullanılmıştır. Şair için doğa, şiirdeki hünerini göstermek için bir araçtır. Ama şair, doğayı gerçek görünümüyle, kendi gözü ile görmekten çok, kendinden önce gelen usta şairlerin gözü ile görmeye çalışır. Divan şiirinde doğa daha çok kasidelerde ve mesnevilerde yer alır. Doğada iki mevsim çok işlenmiştir; bahar ve kış. Baharı anlatan şiirlere bahariye, kışı anlatanlara da şitaiye denir. Bahar, şair için sevinç kaynağıdır. Baharı bir sultana benzetir. Bahar sultanı ordusunu toplamış, kış sultanına hücum ederek onu yenmiştir. Bâkî’nin “Bahar Kasidesi” , bahariye türünün en güzel örneğidir. Bahar betimlemelerinde en çok gül, bülbül, lale, sümbül, çimen gibi sözcükler kullanılır. Divan şairine göre bahar yaşam, canlılık demektir. Kış ise can sıkıcıdır, bunaltıcıdır ve zalim bir padişaha benzetilir.

    Belli doğa öğelerinin çokça kullanılmasına karşın orman, dağ, ova, rüzgâr, yağmur gibi doğanın öteki öğeleri Divan şiirinde hemen hemen hiç kullanılmamıştır. Örneğin Divan şiirinde kayıklar vardır ama, deniz hiç yoktur. Divan şiirinde anlatılanlar, gerçek olmaktan çok bilerek yapaylaştınlmıştır. Örneğin Divan şairi, bağış beklediği kişileri nasıl abartılı bir biçimde övmüşse, sevmediği ya da zarar gördüğü kişiyi de o oranda yermiştir.

Divan Şiirinde Söz Sanatları

Divan şairinin başarılı olabilmesi için dilin inceliklerini bilmesi ve pek çok şiiri ezberinde bulundurması, ayrıca söz sanatlarına da önem vermesi gerekiyordu. Bu amaçla hüsn-i ta’lil ve teşbih sanatını çok sık kullandı. “Güzel neden bulma” anlamına gelen hüsn-i ta’lil, nedeni bilinen bir olayı, daha güzel biçimde açıklamak ve anlamlandırmak sanatıdır. “Benzetme” anlamına gelen teşbih ise, bir durumu, bir oluşu, bir varlığı daha güzel bir duruma, bir oluşa, bir varlığa benzetmektir. Ama, bunu yaparken, benzeyenle benzetilen arasındaki ortak özellik çok önemlidir. Bir anlam bulunduktan sonra, aruz ölçüsüne göre sıralanan sözcükler, bu anlamı içermeli, hemde doğal söyleniş biçimini yitirmemelidir. Bunun için güzel söz söyleme sanatı demek olan belagat ve şiir sanatını iyi bilmek gerekiyordu. Divan şairi için benzetilenler, daha doğrusu neyin neye benzetileceği iyice belliydi ve kalıplaşmıştı; çünkü şiirde yararlanılan öğeler yüzyıllar boyunca birikmişti. H atta, acemi şairler güçlük çekmesin diye, benzetme sözcüklerini, sözcüğün birkaç anlamını, mecaz denilen, kendi anlamıyla kullanılmayıp, benzetme yoluyla başka anlamda kullanılan sözcükleri ve şiirlerde geçen efsaneleri, kahramanları içeren kitaplar hazırlanmış, kafiye (uyak) listeleri düzenlenmişti. Yeni bir şiirde benzetme yönü biraz farklı olsa, o değerli bir şiir olarak nitelendirilirdi. Buna karşın, asıl yenilik hüsn-i ta’lil sanatıyla sağlanırdı. Bunun dışında öteki söz hüneriyle şiirin çağrışım alanı genişletilir ve anlam güçlendirilirdi. Böylece bir sözcüğe ya da deyime, şairin kullandığı dili iyi bilmesi oranında artan anlamlar yüklenmiş oluyordu.

Divan Edebiyatında Düzyazı

Divan edebiyatında düzyazı (nesir) şiir kadar yer tutmaz. Bununla birlikte tezkire, tarih, seyahatname, siyasetname (siyasal konuları içeren kitap), münşeat, sefaretname (elçilerin yazdığı kitap) gibi düzyazıyla yazılmış çok çeşitli türler vardı. Düzyazıda da tıpkı şiirde olduğu gibi, anlatılanlardan çok anlatma biçimine özen gösterilmiş, ses ve söz oyunlarına sık sık başvurulmuştur. Bu nedenle Divan edebiyatında düzyazıya “kurma, yapma, düzenleme” anlamına gelen inşa adı verilmiştir.

    Resmi ve özel m ektuplardan, çeşitli yazılardan oluşan yapıtlara münşeat denir. Tezkireler ise şair, yazar ve hattatların yaşamöykülerini içeren yapıtlardır. Bu yapıtlarda bilgi vermenin yanı sıra, tezkire yazarı düzyazıdaki üstünlüğünü göstermek için çeşitli söz sanatlarına başvurur. Söz sanatlarına önem veren tarih kitapları da Divan edebiyatı ürünleri arasındadır.

    Tarih yazımında, olayların nedenlerini ve sonuçlarını irdelemekten çok, olduğu gibi anlatılması yeğlenmiştir.

Yüzyıllara Göre Divan Edebiyatı

Eldeki yazılı kaynaklara göre, Divan edebiyatının Anadolu’daki ilk ürünlerinin ortaya çıkışı 13. yüzyıl başlarındadır. Anadolu’da bu edebiyatın ilk ürünleri olan Mevlana Celaleddin Rumi’nin yapıtları tümüyle Farsça yazılmıştı. Buna karşın bu yapıtlar Divan edebiyatını derinden etkileyen yapıtlardır. Divan edebiyatının bu yüzyıldaki bir büyük şairi de Hoca Dehhani’dir. 13. yüzyılda Horasan’dan gelip Konya’ya yerleşen Dehhani, İran edebiyatında özellikle Firdevsi’ye öykünen şiirler yazmıştır. Şiirlerinde dili yalın ve benzetmeleri basittir.

    14. yüzyılda Divan edebiyatı büyük ilerleme gösterdi. Her biri birer kültür merkezi olan Konya, Niğde, Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kentlerde şairler, yazarlar birçok yapıt yazdılar. Bunların çoğu kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı.

    15. yüzyılda İran edebiyatındaki konular da Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin’in 1350’de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa’nın 1387’de yazdığı Hurşidnâme, Süleyman Çelebi’nin (1351-1422) Vesiletü’n-Necât başlığını taşımakla birlikte “Mevlid” adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının etkisiyle yazılmıştır.

    16. yüzyıl, Divan edebiyatının özellikle şiir alanında en parlak dönemi oldu; büyük şairler yetişti. Bâkî’nin ünü Osmanlı ülkesinde yaygınlaştı. Anadolu toprakları dışında da Fuzuli gibi bir şairin varlığı ile Divan şiiri, etkisinde kaldığı İran şiiri ile boy ölçüşebilecek duruma geldi.

    17. yüzyılda da Divan edebiyatında sanatsal üstünlük, İran edebiyatından geri değildir. Divan şairleri, şiirlerinde “fahriye” denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna çıkarlardı. Bu yüzyılda Nabi ve Türk edebiyatının en güçlü yergi şairi Nef’i yaşadı.

    18. yüzyılda Divan edebiyatı en özgün şairlerinden olan Nedim’i ve Şeyh Galib’i (1758-99), yetiştirdikten sonra bir duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle Nedim ve Nabi’nin etkisinde kalmışlar, yeni ve özgün yapıtlar ortaya koyamamışlardır.

    19. yüzyılda, Divan edebiyatına dili ve sanatsal özellikleri açısından ilk eleştiriyi getiren Namık Kemal’den sonra, bu edebiyat önemini yitirdi. Tanzimat’la birlikte gelişen batı etkisinde Türk edebiyatında yeni biçimler, konular denenmeye başlandı. Dilde yenileşme, Türkçe’yi öbür dillerden arındırma çabaları ile ulusal bir edebiyat akımı güç kazanmaya başladı.