Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Tanzimat Edebiyatı

  • Okunma : 222

Tanzimat Edebiyatı, 19. yüzyıl ortalarında, siyasal gelişmelerle birlikte ortaya çıkan bir edebiyat hareketidir. Türk edebiyatının tarihsel gelişiminde batı uygarlığının da büyük bir payı vardır. Bu açıdan Tanzimat edebiyatı batı uygarlığının etkisinde gelişen yeni edebiyat akımının ilk evresidir (1860-96).

    Osmanlı Devletinde yaşanmaya başlanan çöküşü önleyebilmek, hiç olmazsa geciktirebilmek için öncelikle ordudan başlayarak girişilen bir dizi düzenleme hareketi Osmanlı toplumunun toplumsal, kültürel ve sanatsal yaşamında da etkili olmuştur. Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839) ile Islahat Fermanı (18 Şubat 1856), Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeki azınlıkların haklarını korumayı amaçlamasının yanı sıra, Osmanlı devlet yönetiminde ve toplum katlarında da etkili olmuştur. Özellikle batı ülkelerinde elçilik yapan görevlilerle öğrenim için batıda bulunanların batı dünyasına ilişkin gözlem ve değerlendirmeleri yenileşme hareketlerinde etkili olmuştur. Ülke düzeyinde öğretimi programlayıp yürütebilmek için 1845’te Meclis-i Maarif-i Umumiye (1857’de Maarif-i Umumiye Nezaretine dönüştürülmüştür); öğretmen ve yönetici yetiştirmek üzere Darülmuallimin (öğretmen okulu) ve Mülkiye Mektebi (bugün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) gibi okullar açılmış, üniversitelerde okutulacak ders kitaplarının hazırlanması için de Encümen-i Daniş (Bilimler Akademisi) kurulmuştur (1851). Bu gelişmeler arasında çok önemli bir olgu da bugün anladığımız anlamdaki gazetelerin yayımlanmaya başlamasıdır. Bu dönemde 1860’ta Agâh Efendi ve Şinasi tarafından çıkarılan Tercüman-ı Ahval; Şinasi tarafından 1862’de çıkarılan Tasvir-i Efkâr; 1867’de Ali Suavi ile Ziya Paşa tarafından çıkarılan Muhbir gibi ilk gazeteler her şeyden önce aydınlar ile en azından büyük kentlerdeki geniş halk kitleleri arasında iletişim kurulmasına yaramıştır.

    Gazeteler kısa bir süre sonra yönetime ilişkin konulara da el atmakta gecikmedi; millet meclisi açılması, halkın yönetime katılması istenmeye başlandı. Yönetim bu tür yayınlardan oldukça rahatsız oldu, aydınlar ise yönetimin sıkı izlemesi karşısında, ayrıca dağınık görünümlerini de ortadan kaldırmak için kendi aralarında Yeni Osmanlılar adıyla bir dernek kurdular (1865). Namık Kemal, Ziya Paşa, Agâh Efendi, Ali Suavi derneğin kurucu üyeleri arasında yer aldılar. Yönetim bu gizli derneğin üyelerinden bir bölümünü İstanbul’dan uzaklaştırdı. Üyelerin bir bölümü de Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı. Fransa’da Mustafa Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle çıkarılan gazetelerde meşrutiyet rejimini savunmaya başladılar. Bir süre sonra II. Abdülhamid meşrutiyeti ilan edeceğine dair söz verip tahta çıkınca, ilk Türk anayasası da halka sunulma. olanağına kavuştu.

Şiir 

Tanzimat şiirinde hem Divan şiirinin, hem de batı şiirinin büyük etkileri görülür. Tanzimat şairleri genellikle Divan şiiri kültürüyle yetişmişlerdir; bazıları da Avrupa’da, özellikle Fransa’da bir süre yaşadıkları için Fransız şiirini yakından izleme olanağını bulmuştur. Batı edebiyatından ilk şiir çevirileri de bu dönemde görülmektedir. Fransız şiirinden yapılan çeviriler çoğunluktadır. Voltaire, Jean- Jacques Rousseau, Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Jean de La Fontaine, Jean Racine, François Fenelon, Nicolas Boileau, Alfred de Musset gibi şairlerden çeviriler yapıldı. Bu şiirler Türk şiirinin biçimsel yapısını etkiledi. Batının, sone, terza rima, ottava rima gibi koşuk (nazım) biçimleri de kullanılmaya başlandı. Gene çevirilerin etkisiyle Klasikçilik, Romantizm, Gerçekçilik, Parnasse (Parnas), Sembolizm gibi edebiyat akımları Türk edebiyatında tanınmaya başlandı. Çeviri şiirler Türk şiirini öz bakımından da etkiledi. Yeni düşünceler, kavramlar, imgeler, simgeler ve özellikle batı dillerinden birtakım yeni sözcükler bu dönemde dilimize girdi.

    Tanzimat şiirinin ilk kuşağında bazı temel kavramlar ilk kez kullanıldı. Şinasi’de “uygarlık, hak, adalet, yasa, devlet ile halkın karşılıklı hak ve ödevleri” ; Namık Kemal’de “özgürlük ve yurt”, Ziya Paşa’da “geri kalmışlık” bunlara örnektir. Tanzimat’ın ikinci kuşağında toplumsal temalar daha geriye, ikincil duruma düştü, fizikötesi gündeme geldi. Recaizade Mahmud Ekrem’de “ölüm” ; Abdülhak Hamid’de (Tarhan) “ölüm”ün yanı sıra “Tanrı, yaşam, dünya, madde, ruh, varlığın ne olduğu ve sonu” gibi temalar ağırlık kazandı. Tanzimat’ın ilk kuşağı “yeni insan”ı yaratmaya çalışıyordu, yaklaşımları toplumsal ve ahlaksaldı. Toplumun çağdaşlaştırılmasını ana ilke edinmişlerdi. İkinci kuşağın gündemini ise daha çok şiirle ilgili konular ve metafizik alanlar oluşturmuştur. Başka bir deyişle, ikinci kuşak “sanat sanat için” ilkesini benimsemiştir. Bunda siyasal baskının yanı sıra Romantizm Akımı’nın etkileri de olmuştur.

    Tanzimat’ın birinci kuşağında Namık Kemal (1840-1888), Şinasi (1826-1871), Ziya Paşa (1825-1880); ikinci kuşağında Recaizade Mahmud Ekrem (1847-1914), Abdülhak Hamid (1852-1937), Muallim Naci (1850-1893) gibi şairler vardır.

Roman ve Öykü

Türk edebiyatında batılı anlamda roman ve öykü Tanzimat döneminde başlamıştır. Ülkemizde roman ve öykünün gelişiminde batı edebiyatından yapılan roman çevirilerinin büyük katkısı vardır. İlk çeviri Yusuf Kâmil Paşa’nın, Fenelon’un les Aventures de Telemaque (1699) (Telemakhos’un Başından Geçenler adlı yapıtının çevirisidir. Yapıt 1862’de Terceme-i Telemak adıyla çevrilmiştir. Aynı yıl Victor Hugo’nun romanı Sefiller (les Miserables) de dilimize çevrildi. Bu yapıtlan Daniel Defoe’dan Hikâye’i Robinson (1864), François Rene Chateaubriand’dan Atala (1872), Alexandre Dumas’dan (Baba) Monte Kristo (1871) çevirileri izledi.

    Türk edebiyatında ilk öykü ve roman denemelerini Ahmed Midhat (1844-1913) yazmıştır: Kıssadan Hisse' Letaif-i Rivayat. Bu dönem roman ve öykücüleri, dil ve sanat anlayışları bakımından birbirinden ayrılır. Ahmed Midhat, Emin Nihad (ölümü 1875’ten sonra), Şemseddin Sami (1850-1904), Nabizade Nâzım (1862-1893) halka seslenmeyi ilke edindikleri için oldukça yalın bir dille; Namık Kemal, Samipaşazade Sezai (1860-1936), Recaizade Mahmud Ekrem ise seçkin bir topluluğa seslenmeyi ilke edindikleri için Yeni Osmanlıca’yla yazmışlardır. Bu dönem roman ve öykülerinde konular ya günlük yaşamdan ya da tarihten seçilmiştir. Tutsaklık ya da sürgünlük (Ahmed Midhat, Esaret; Namık Kemal, İntibah; Samipaşazade Sezai, Sergüzeşt) , aile baskısıyla gerçekleştirilmek istenen evlilikler (Şemseddin Sami, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat; Samipaşazade Sezai, Sergüzeşt), batılılaşmanın yanlış algılanması (Ahmed Midhat, Felatun Bey ile Râkım Efendi’, Recaizade Mahmud Ekrem, Araba Sevdası) gibi konular işlenmiştir. Birinci kuşak romancı ve öykücüleri (Ahmed Midhat, Emin Nihad, Şemseddin Sami, Namık Kemal) Romantizm’in; ikinci kuşak romancı ve öykücüleri olan Samipaşazade Sezai, Mizancı Mehmed Murad (1853- 1917), Recaizade Mahmud Ekrem ve Nabizade Nâzım Gerçekçilik ve Doğalcılık (Natüralizm) akımlarının etkisinde kalmışlardır. Namık Kemal’in Cezmi’si ilk tarihsel roman olma özelliğini taşır. Araba Sevdası (R. M. Ekrem) ilk Gerçekçi roman olarak kabul edilir. Nabizade Nâzım da Karabibik adlı uzun öyküsüyle Anadolu köy yaşamını Türk roman ve öyküsünün konu dağarcığına sokmuştur. Aynı yazarın Zehra adlı romanı da ilk Doğalcı psikolojik roman örneğidir. Tanzimat romanları, üstünlükleri yanında, ilk örnekler olmanın çeşitli aksaklıklarını da taşımaktadır. Yazar çoğunlukla romanın içinde yer alır, kendi ağzından düşüncelerini söyler ve araya girer; çevre ve doğa betimlemeleri iyi yerleştirilememiştir; dil zaman zaman doğallığını yitirir ve kurguda çeşitli tutarsızlıklar vardır.

Tiyatro

Batılı anlamıyla tiyatro da Tanzimat döneminde görülür. Bu dönemde geleneksel tiyatro içine giren türler (meddah, kıssahan, kukla, Karagöz, ortaoyunu gibi) de varlığını sürdürmüştür.

    Tanzimat’ın ilk yıllarında İstanbul’un çeşitli yerlerinde tiyatro binaları yapılmaya başlandı. Önceleri özellikle İtalyan ve Fransız, daha sonra da Ermeni tiyatro toplulukları bu binalarda oyunlar sergilediler. Mihail Naum (ölümü 1870’ten sonra), Güllü Agop (1840-1902) gibi Ermeniler’in Türkçe oyunlar da sahnelemeleri önemli bir gelişme oldu. Güllü Agop, 1868’de kurduğu Osmanlı Tiyatrosu’nda ilk kez düzenli olarak temsiller vermeye başlamış; ayrıca müzikli oyunlar dışında, Türkçe oyunlar sahneleme tekelini 10 yıl elinde tutmuştur. Birçok Türk erkek tiyatro sanatçısı ilk kez bu tiyatroda sahneye çıkmıştır. Müslüman Türk kadınının sahneye çıkması şeriat hükümlerine göre olanaksızdı. Bu yüzden bazı kadın rollerini bazı durumlarda yabancı kadınlar ya da erkekler oynamışlardır. Bu tiyatro 1884’te Ahmed Midhat’ın Çerkeş Özdenleri oyununu oynarken, oyun özgürlük duyguları aşıladığı gerekçesiyle tiyatro kapatılmış, binası da yıktırılmıştır. Bundan dolayı bu tarihten 1908’e kadar Türk tiyatrolarına tuluat oyunları egemen olmuştur. Mardiros Mınakyan’ın (1839-1920) kurduğu Osmanlı Dram Kumpanyası (1882) Türkçe oyunlar sahnelemeye devam etmiştir.

    Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi’nin (1817-66) Hikâye-i İbrahim Paşa be İbrahim-i Gülşeni (1844) adlı dramı gösterilmektedir. Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmektedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi, Direktör Âli Bey (1844-99) de karakter güldürüsü örneklerini vermiştir. Yazar, çevirmen, tiyatroya maddi ve manevi destek sağlayan devlet adamı olarak Ahmed Vefik Paşa’nın (1823-91) Tanzimat tiyatrosuna çok yönlü katkısı olmuştur. Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü “Türk Moliere’i” olarak adlandırılmıştır. Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla toplumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarları (Namık Kemal, Recaizade Mahmud Ekrem, Abdülhak Hamid) tiyatro oyunları da yazmıştır.

Eleştiri

Tanzimat yazarlarının eleştiri türünde de yapıt ortaya koymaları bir rastlantı değildir. “Yeni bir toplum, yeni bir insan, yeni bir dil, yeni bir edebiyat” yaratabilmek için bir öncekinin acımasızca eleştirilmesi gerekmektedir. İşte Tanzimatçılar da bunu yapmışlardır: Namık Kemal ve Ziya Paşa Osmanlı edebiyatının toplumdan kopuk oluşunu kıyasıya eleştirmişlerdir. Recaizade Mahmud Ekrem ile Muallim Naci arasındaki şiir dili ve nazım tekniği konusundaki tartışma da büyük yankı uyandırmıştır. Recaizade’nin Talim-i Edebiyattı (1879) yeni Türk edebiyatının temellerini belirlemeye de hizmet etmiştir. Ziya Paşa’nın Harabat’ı (1874-75) üzerine Namık Kemal’in yazdığı Tahrib-i Harabat (1885) ve Takib (1885) eskiye yönelik eleştirilerin en keskinlerindendir. Muallim Naci’nin de Istılahat-ı Edebiyye (1889) adlı sözlüğünde Divan şairlerinden çok çağdaşlarından ve batı edebiyatından örnekler alması çok anlamlıdır. Tanzimat edebiyatı, Türk toplumunun batı kültürüyle karşı karşıya geldiği, yeni bir dünya görüşü benimseyip geliştirmeye niyetlendiği, ilklerin, dolayısıyla da birçok yeniliklerin yanı sıra yanlışların da yapıldığı, yol açıcı, sonraki dönemleri yakından etkileyen ileriye dönük bir atılımdır. Bu alanda yapılan olumlu ya da olumsuz eleştirilere karşın, bugün de ortaya konan birçok edebiyat türünün kaynakları Tanzimat dönemine kadar uzanmaktadır.