Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

İkinci Dünya Savaşı

  • Okunma : 1870

İkinci Dünya Savaşı1939-1945 arasında Müttefik Devletler(ya da Müttefikler) ile Mihver Devletleri'ni(ya da Eksen Devletleri) karşı karşıya getiren savaş. Büyük Britanya ve Commonwealth ülkeleri, Fransa, Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika, Yunanistan, Yugoslavya, SSCB, ABD, Çin ve Latin Amerika ülkelerinin başlıcaları ile Almanya, İtalya, Japonya, Macaristan, Slovenya, vb. karşı karşıya geldikleri savaş, Doğu Avrupa'da bölgesel bir çatışma olarak başlayan İkinci Dünya Savaşı, hızla yayılıp, Uzakdoğu'daki çatışmalarla da birleşerek, dev boyutlu genel bir savaşa dönüştü. Avrupa'da 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'ya saldırısıyla başlayıp, 2 Eylül 1945'te, Japonya'nın, Tokyo körfezinde, ABD zırhlısı Missouri'de de resmen teslim olmasıyla sona erdi. Dünyanın başlıca devletlerinin taraf oldukları savaşa, her iki yandan birçok küçük devlet de katıldı; ayrıca yansız ülkeler üstünde de büyük etkileri oldu. Müttefiklerin kazandıkları savaşın cepheleri, başlıca iki bölgede yer aldı: Kuzey Afrika kıyıları ve Kuzey Atlas okyanusu da dahil bütün Avrupa; Büyük Okyanus'un orta ve güneybatı kesimleri de dahil Asya, Çin, Birmanya (Burma). Savaşın temel nedeni, Almanya, İtalya ve Japonya'nın oluşturdukları Eksen Devletleri'nin yayılma siyasetiydi ve ancak milyonlarca asker ve sivilin ölümünden sonra sona erebildi.

2. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ

Birinci Dünya Savaşı'nın acı yıllarının ardından, 1920 yılları, uzun bir uluslararası istikrar, denge, liberal meşrutiyet yönetimleri, ekonomik bolluk döneminin başlayacağı umudu uyandırmaktaysa da, çözüme kavuşmamış bazı ciddi diplomatik, siyasal ve ekonomik sorun hâlâ gündemdeydi. 1930 yıllarının iktisadi büyük bunalımı, bütün bu sorunları daha da sivriltti ve askerî baskı rejimlerinin filizlenmesine elverişli bir ortam yarattı. 1920 yılları: 1920 yıllarında gerçekleştirilen uluslararası antlaşmalar, uzun süreli bir barış umudunu da doğurmuştu. Washington Konferansı (1921-22), büyük devletler arasında, yüksek tonajlı savaş gemilerinin sayısını sınırlandırarak, Çin'in egemenliğine ve "açık kapı" -kesine saygı gösterilmesini öngörüyordu. Locarno Paktı (1925) ve Kellogg-Briand Paktı (1928), Avrupa'da askerî kuvvet kullanımına seçenek olarak zorunlu hakemlik kurumunu öngörüyorlardı. Bu arada, 1919'da kurulmuş olan Milletler Cemiyeti de, saldırganca tutum gösterecek herhangi bir devleti yalıtmaya yönelik süreçler yürürlüğe konması ve silahsızlanmayı öngörüyordu. ABD, Milletler Cemiyeti'ne katılmıştı.

Bütün bu barış umutlarına karşılık, İtalya, Almanya ve Japonya, Birinci Dünya Savaşı ile ardından gelen süreçten hiç de hoşnut değillerdi ve bu ülkelerde gelişen savaş yanlısı tehlikeli bir ulusçuluk, meşruti hükümetleri de, dünya düzenini de tehdit etmekteydi.

Birinci Dünya Savaşı'nı kazanmış ülkeler safında yer almasına karşın çok az şey elde etmiş olan İtalya'da diplomatik alandaki düş kırıklığı, iç karışıklıklarla birleşince, yeterince kökleşmemiş, güçsüz parlamenter sistem, Benito Mussolini'nin faşist hareketinin doğmasına yol açtı (1922). Mussolini, büyüme ve toprak kazanma hırsıyla, aşırı ulusçu, savaşçı temellere ve korporasyonlara dayalı bir devlet kurdu.

Öte yandan, Birinci Dünya Savaşı sonunda Versailles Antlaşması'yla Almanya'ya dayatılan ağır koşullar da, bu ülkede derin bir çöküntü yaratmıştı. Demokratik Weimer Cumhuryeti, ağır koşullu barış antlaşmasını imzalamış olmanın sorumlusu sayılmaktaydı. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çöküntü de huzursuzluklara eklenince, savaştan hemen sonra, demokrasi karşıtı ve aşırı ulusçu sağ örgütler (bu arada da sözgelimi Adolf Hitler'in en sert Yahudi karşıtlığını savunan saldırı birlikleri gibi özel ordular) filizlenmeye başladı.

İtalya gibi Japonya da. Birinci Dünya Savaşı'nı kazanmış ülkeler safında yer alıyordu. Ama Japon halkının büyük bir kesimi, ülkelerinin uluslararası konumundan hoşnut değildi ve Japonya'nın Doğu Asya'da egemen devlet olması gerektiğine inanıyordu. Bu görüş özellikle, ulusçuluğu yeniden canlandırmak isteyen subaylar arasında yaygındı: ayrıca Şinto dini de, tanrı imparator kavramını ve savaşçılık erdemini yüceltiyordu. 1920 yıllarında Japonya liberal. Batı yanlısı bir hükümet tarafından yönetilmekle birlikte asker kesim, ülkede en etkili güç olmavı sürdürüyordu. Nitekim 1927'ye doğru hükümette ulusçu subaylar da yer almaya ve Çin'e karşı daha saldırgan bir siyaset izlemesi için hükümete baskı yapmaya başladılar.

1929 ekonomik bunalımı ve düşkırıklığı: 1920 yıllarındaki nispi refah, bir iyimserliği de birlikte getirmişti; ama bu, ücretlilerin satın alma gücünde büyük azalmaya yol açan bir gelişmeydi. Nitekim 1929 yılındaki büyük iktisadi bunalımla sonuçlandı, yaşanan şok, güçlü bir demokrasi ve liberalizm geleneğinden yoksun bulunan, ayrıca aşın ulusçuların boy hedefi haline gelen meşruti hükümetlerin gözden düşmesine neden oldu. Almanya, İtalya ve Japonya'da ülke önderleri, ülkelerinde ekonomik sağlığın güvencesi olan hammadde kaynaklarına. uluslararası pazarlara ve yatırım yapılacak bölgelere erişememekten yakınmaktaydılar. Ayrıca, ülkelerinin savaş ekonomisinin, korumacı gümrük tarifelerinin acımasız rekabetin kurbanı olduğunu savunmaktaydılar. Bu yüzden de ekonomide kendi kendine yeterli olma ve ticaret bilançolarının iyileştirilmesi yarışında, çok gerilerde kaldıklarını, ekonomik açıdan daha iyi bir konuma kavuşmak için gerekirse savaştan kaçınmayacaklarını açıklıyorlardı.

Bu ülkelerin halkları da, artık demokrasinin iflas ettiğine inanıyor, ulusal kurtuluş yolu olarak gördükleri savaşı yücelten demokrasi karşıtı öğelere gün geçtikçe artan bir hoşgörüyle bakıyorlardı. İtalya'da Mussolini, İtalyanların hem yeni sömürgelere, hem de zaferlere gereksinimleri olduğunu savunarak, ulusu peşine takmıştı. Almanya'da Hitler'in Nasyonal Sosyalistleri de 1933 e doğru iyice güçlenmişlerdi. Japonya'da da askerler, hükümette artık iyice ağır basmaya başlamışlardı.

Büvük savaşın arifesinde: Demokratik rejimlerle yönetilen başlıca büyük devletler (ABD, Büyük Britanya ve Fransa), savaş sonrası barış döneminde düş kırıklığına uğramış ulusların isteklerine karşı koymaya hazırlıklı değillerdi. Versailles Antlaşmasının öngörmüş olduğu uluslararası düzeni kabullenmiş olmakla birlikte, sürmesini savunacak güçleri yoktu. Ayrıca, bu demokrasilerde de çoğunluk Birinci Dünya Savaşı'nın düş kırıklığını yaşıyordu. ABD başkanı Woodrow Wilson'in idealist hedeflerine ulaşılamamıştı; çoğunluk savaşın bir kesimin çıkarlarına hizmet ettiği ve savaştan gerçekten kazançlı çıkanların ustaca propagandalarla gizlendiği görüşündeydi. Versailles Antlaşması'nda Almanya'ya haksızlık edilmiş olduğu düşüncesi yaygındı. Bunun da ötesinde, Birinci Dünya Savaşı'nda verilen ağır kayıplar, barışçı duyguların gelişmesine yol açmıştı. Sonuçta, 1929 büyük ekonomik bunalım, savaşta haksızlığa uğramış olduklarını düşünen devletleri yayılıma siyasetlere iterken, demokrasiyle yönetilen ülkeleri de, kendi ekonomilerini canlandırmak için daha çok çaba göstermeye yöneltti. ABD bir yansızlık siyaseti benimserken, İngiltere diktatörlükle yönetilmeye başlanan ülkelere ödün vererek, Fransa da bir karşılıklı ittifaklar ağı ve "Majino Hattı"yla, yeni bir savaşı önlemeye çalıştılar.

Not: İtalya ve Almanya'da Birinci Dünya Savaşı ertesinde ortaya çıkan hoşnutsuzluğun gün geçtikçe gelişmesi, diktatörlerin ortaya çıkmasına yol açtı.

2. DÜNYA SAVAŞINA DOĞRU

Japonya'nın Çin toprakları içindeki, faşist İtalya'nın Etyopva'daki, Nazi Almanyası'nın Orta ve Doğu Avrupa'daki işgalci girişimleri, dünyayı savaşa sürükleyen ilk kıvılcımlar oldu. Milletler Cemiyeti, silahlanmaya son verme ve saldırganca tavırları önlemede etkisiz kaldı.

Batı devletleriyse, yansızlık siyasetini sürdürme ve savaşan tarafları yatıştırıcı bir tavır alma eğilimlerini korudular; ama çok geçmeden yayılmacı devletlerin, elde ettikleriyle yetinmeyeceklerini anlayacaklardı.

Mançurya bunalımı, 1931: Japonya, Washington Konferansıyla (1921-22) Çin'in toprak bütünlüğünü tanımış, Çin'in bütün ülkelerle ticaret ilişkileri sürdürmesini olanaklı kılan Açık Kapı ilkesini onaylamıştı. Bu güvenceye karşın, Japonya'daki aşırı ulusçular, Çin'in ekonomik potansiyeli çok yüksek Mançurya iline göz dikmişlerdi. 18 Eylül 1931'de, Güney Mançurya'daki Japon askerleri, Çin birlikleriyle küçük çapta bir çatışmaya girdiler. Japonya bu önemli sayılmayacak olayı Mançurya'yı işgal nedeni haline getirdi. Ocak 1932'de bütün bölgeyi egemenliği altına alıp, burada Mançukuo adlı bir kukla devlet kurdu. Milletler Cemiyeti 1933'te Japonya'yı suçladıysa da, herhangi bir yaptırım uygulayamadı. Japonya Milletler Cemiyeti'nden çekildi.

Mançurya bunalımı, 1931: Japonya, Washington Konferansıyla (1921-22) Çin'in toprak bütünlüğünü tanımış, Çin'in bütün ülkelerle ticaret ilişkileri sürdürmesini olanaklı kılan Açık Kapı ilkesini onaylamıştı. Bu güvenceye karşın, Japonya'daki aşırı ulusçular, Çin'in ekonomik potansiyeli çok yüksek Mançurya iline göz dikmişlerdi. 18 Eylül 1931'de, Güney Mançurya'daki Japon askerleri, Çin birlikleriyle küçük çapta bir çatışmaya girdiler. Japonya bu önemli sayılmayacak olayı Mançurya'yı işgal nedeni haline getirdi. Ocak 1932'de bütün bölgeyi egemenliği altına alıp, burada Mançukuo adlı bir kukla devlet kurdu. Milletler Cemiyeti 1933'te Japonya'yı suçladıysa da, herhangi bir yaptırım uygulayamadı. Japonya Milletler Cemiyeti'nden çekildi.

Hitler'in Almanya'yı silahlandırması: Almanya'da şansölyeliğe seçilmiş bulunan Adolf Hitler, kendisinden önceki yöneticilerin, Versailles Antlaşması'nın ağır hükümlerini, Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkmış devletlerle uzlaşmacı siyasetlere yönelerek yumuşatma çabalarını bir yana bıraktı. Tersine, antlaşmayı tanımadığını açıkladı ve 1933'te Almanya'yı Milletler Cemiyeti'nden çıkararak, Alman kara, deniz ve hava kuvvetlerini yeniden yapılandırma yolunda geniş bir program başlattı. Mart 1935'te zorunlu askerlik hizmetini yürürlüğe koydu. Buna büyük devletlerden (hiçbir tepki gelmemesi bir yana, Büyük Britanya 1935'te Almanya'yla bir deniz ittifak antlaşması bile imzaladı: Bu antlaşma, Almanya deniz kuvvetlerinin, Versailles Antlaşması tarafından öngörülmüş olandan daha çok güçlenmesine olanak sağladı. 1936'da Hitler birliklerini, askerden arındırılmış Ren bölgesini işgale gönderdi.

Etyopya'nın işgali, 1935-1936 : İtalya, 1896'da Etyopya'yı işgal girişiminde bulunmuş, ama girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştı. İtalyan halkına coşku verecek kolay dış zaferlere gereksinme duyan Mussolini, İtalyan ulusunun belleğinden çıkmayan bu yenilginin acısını, 3 Ekim 1935'te kuvvetlerini İtaÎya'nın|denetimindeki Eritrebölgesinden Etyopya'ya saldırtmakla çıkarma amacını güttü; kara saldırısının yanı sıra, İtalyan Somalisi'ndeki İtalyan birlikleri de Etyopya'ya girdi. Askerî eğitim görmemiş, iyi silahlanmamış Etyopya askerleri üstüne gönderilen motorize birliklerle, işgal kısa sürede tamamlandı ve Etyopya, Eritre ve İtalyan Somalisi'yle birlikte, İtalyan Doğu Afrikası adıyla yeni bir sömürgeye dönüştürüldü. Milletler Cemiyeti italya'ya ambargo koymasına karşın, savaşta en önemli öğelerden biri olan petrolu ambargo dışı bırakmakla, bir kez daha, yetersiz bir karar almış oldu.

İspanya İç Savaşı, 1936-1939: 1936 Temmuzu'nda, sol-liberal cumhuriyetçi koalisyon hükümeti ile general Franco'nun önderliğini üstlendiği sağcılar arasında,İspanya İç Savaşı patlak verdi. Uluslararası ölçekte büyük yankılar uyandıran bu savaşta, Hitler ve Mussolini, Franco'ya uçak, kara birlikleri, vb. her türlü savaş yardımı yaparken, Stalin'in yönetimindeki SSCB de, cumhuriyetçilere askerî araç-gereç yardımında bulunmaya başladı. Kesin yansızlık siyasetinde kararlı ABD ile uluslararası bir savaşı önleme çabasını sürdüren Büyük Britanya ve Fransa, cumhuriyetçilere askerî araç ve gereç yardımlarını engellediler. Bu arada Büyük Britanya ve ABD'den binlerce faşizm karşıtı gönüllü, Sovyet Kominterni'nin de yardımıyla İspanya'ya giderek cumhuriyetçilerin safında çarpışmaya başladılar.

İtalya ve Almanya'nın Franco yandaşlarıyla işbirliği, 1936'da iki ülke arasında imzalanmış Roma-Berlin ekonomi antlaşmasının güçlenmesine yol açtı. Franco'nun iç savaşı kazanması (1939), Hitler ve Mussolini'nin Akdeniz'deki konumlarını güçlendirdi. 1936'da Japonya, Almanya'yla bir "Komintern Karşıtı Pakt" imzaladı; bir yıl sonra İtalya da pakta katıldı; bu gruplaşma, ikinci Dünya Savaşı'nda gerçekleştirilecek ittifakın ön taslağı oldu.

Japonya'nın Çin'e yeniden saldırması, 1937: Pekin yakınındaki Marco Polo köprüsünde Çin ve Japon birlikleri arasında yeni bir çarpışma (7 Temmuz 1937), Japonya'nın bütün Çin'i istilasına bahane oluşturdu. 1939'da Japonya, Çin'in en yüksek nüfuslu Doğu bölgesini denetimi altına aldı.

Çin'deki|olaylara tepki gösteren ABD başkanı Franklin D. Roosevelt, 1937 Ekimi'nde, "saldırganların karantinaya alınması" gereğinden sözettiyse de, Roosevelt'in çağrısının ülkede hiçbir yankı uyandırmaması, kamuoyunun, her ne pahasına olursa olsun, dünyanın öbür bölgelerindeki çarpışmalarda yansız kalınması isteğini vurguladı.

Avusturya'nın ilhakı, 1938: Alman halkının bölünmezliğini savunan Hitler, 1934'te, Almanya ile anayurdu Avusturya arasında Anschluss ("birlik") ilan etti. Şubat 1938'de, Avusturya şansölyesi Kurt von Schuschnigg'i, ülkesini işgal etmekle tehdit ederek, hükümetine Nazileri almayı kabule zorladı. 12 Mart 1938'de de Avusturya'yı işgal ederek, Üçüncü Reich'e kattı.

Çekoslovakya ve 1938'deki yatışma: Avusturya'nın işgalinin hemen ardından, Nazi rejimi, Südetler sorununu kurcalamaya başladı. Batı Çekoslovakya'da "Südetland" adı verilen bölgede yaşayan Alman asıllı Südetler azınlığının, Çekoslovak hükümetinden baskı gördüğünü ileri sürdü. Çekoslovakya hükümetinin Südet Alınanlarına pek çok ödünler vermesine karşın, 1938 Eylülü'nde Hitler, Südetland'ın vakit geçirilmeden Almanya'ya ilhakını istedi. 29-30 Eylül'de, Büyük Britanya ve Fransa (Çekoslovakya'mın müttefikleriydiler),

Münih Konferansı'nda Südetlerin yaşadıkları toprakların Almanya'ya verilmesini sağlama vaadinde bulundular. Hitler de buna karşılık Avrupa'da başka toprak isteğinde bulunmamaya söz verdi. Münih Konferansı'nda temsil edilmeyen Çekoslovakya, Avusturya'nın tersine demokratik bir ülkeydi ve devlet başkanı Benes. Hitler'e direnmeye hazırlandı. Ama, müttefiki olan iki Batı Avrupa ülkesi, boyun eğmesinde ısrarlı bir tutum izlediler.

Büyük Britanya başbakanı Neville Chamberlain, Münih Konferansı'nı "zamanımızın barış" getiricisi diye nitelendirdi. Ama Hitler, Mart 1939'da, Bohemya-Moravya'yı işgal edip, Slovakya'yı bir Alman himaye bölgesi haline getirerek, Çekoslovakya'nın geri kalan bölümünü de egemenliği altına almış oldu. Litvanya'dan da Memel'i alan Hitler, bundan sonra Doğu Prusya ile Almanya'nın geri kalan bölümünü ayıran dar şeridi, 'Polonya Koridoru" diye nitelendirdi. Bu süre içinde İtalya da, Arnavutluk'u işgal ve ilhak etti (1939).

Geçici yatışmanın sonu: Batı Devletleri artık, Hitler'in vaatlerine inançlarını yitirmiş, Hitler'in bitmek bilmeyen toprak hırsının, yalnızca Almanca konuşulan bölgelerle sınırlı kalmayıp, çok daha ötelere gideceğini anlamışlardı. Bu yüzden, genel bir savaşı önleme umutlarını yitiren Büyük Britanya ile Fransa, Nazi yayılmacılığına karşı askerî direniş hazırlığına giriştiler. 1939 ilkbaharında her iki ülke de, herhangi bir Alman saldırısına karşı Polonya'ya güvence verdiler ve daha önce geri çevirdikleri bir "Eksen Devletleri'ne karşı güçbirliği" önerisinde bulunmuş olan SSCB'yle görüşmelere yeniden oturma çarelerini aradılar.

Ne var ki Stalin,Britanya ve Fransa'nın işbirliğiyle Almanya'nın bütün gücüyle SSCB'ye saldıracağına inanmıştı. Gene de, birbirine taban tabana karşıt ideolojilerine karşın, Hitler'le anlaşma yoluna gitti: 23 Ağustos 1939'da Almanya ve SSCB, on yıl süreli bir Alman-Sovyet saldırmazlık paktı imzaladılar. Pakt kapsamındaki gizli bir protokolle, Polonya ile Baltık ülkelerinin, imzacı iki devlet arasında bölüşülmesi öngörülmüştü.

Bu pakt Hitler'i hoşnut etmişti; çünkü kendisi için, iki cephede birden savaşmaktan kurtulması anlamına geliyordu; üstelik bu antlaşmayla Stalin, Almanya'ya, Polonya'ya istediği gibi müdahale olanağını tanımıştı. Bunun üstüne, güçlü müttefiklerden yoksun Büyük Britanya ve Fransa, Eksen Devletleriyle kuşatılmış Polonya'yı savunmaya hazırlandılar.

AVRUPA VE KUZEY AFRİKA'DA SAVAŞ: EKSEN DEVLETLERİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ, 1939-1942:

Savaşın ilk yıllarında Almanya, bütün Batı Avrupa'yı ezip geçtikten sonra, Kuzey Afrika'ya saldırıp, Balkanlara sızarak Akdeniz'i çembere almaya girişti. Büyük Britanya, bu saldırılar karşısında sersemlese de, soğukkanlı tutumunu korudu. Almanlar, 1941 yazında, bu kez müttefikleri Sovyetlerin üstüne yürüdüler; SSCB'vi işgal ettilerse de, Sovyet hareketinin inatçı direnişiyle karşılaştılar. Aynı yılın sonlarına doğru ABD de Müttefikler'in safında savaşa girdi; böylece Eksen Devletleri karşıtı devletler için yeni bir umut doğdu.

Almanya ve Sovyetlerin Polonya'ya saldırmaları: 1 Eylül 1939'da Alman ordusu, kararlı biçimde Polonya'ya saldırdı; Blitzkrieg ("yıldırım savaşı") adı verilen bu savaşta, hızlı hareket edebilen panzer (tank) birlikleri, sınırdan içeri girerek, Polonya saflarında gedikler açtılar. Bu ara Luftwaffe'nin (Alman Hava Kuvvetleri) bombardıman uçakları, Polonya hava kuvvetlerini ve haberleşme ağını yok ederek, Polonya'nın cepheye, destek güçleri, askerî donanım, araç ve gereç göndermesini engellediler. Ardından, Alman piyade birlikleri taarruza geçerek, Polonya kuvvetlerinin boşaltmak zorunda kaldıkları toprakları istila ettiler. Bu arada Büyük Britanya ve Fransa, 3 Eylül'de Almanya'ya savaş açtılar.

11 Eylül 1939'da, bu kez Sovyet birlikleri Polonya'ya girdiler. Polonya hükümeti ile genelkurmayı, ertesi gün yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Sovyetler, Doğu Prusya'dan Bug ırmağına kadar uzanan bir çizgi üstünde durdular. Sonra Hitler ve Stalin, istila ettikleri ülkenin bölüşülmesine giriştiler: SSCB, ülkenin, halkı UkraynalIlar, Beyaz Ruslar ve Polaklardan oluşan doğu yarısını işgal ederken, Almanlar Gdansk (Danzig) ve Polonya Koridoru'nu da içine alan Batı yarısını topraklarına kattılar.

Eylül sonu ile ekim başında Stalin, Baltık ülkelerini (Estonya, Letonya ve Litvanya) bazı Sovyet birliklerini barındırmaya zorladı. Ertesi yıl, Sovyet yetkililerinin "koruması" altında yapılan seçimler sonunda, bu ülkeler, SSCB'yi oluşturan cumhuriyetler kapsamına alındı.

SSCB-Finlandiya Savaşı: Finlandiya, her şeye karşın Sovyet baskılarına direnmekteydi; bunun üstüne SSCB, 28 Kasım 1939'da bu ülkeyle arasındaki saldırmazlık paktının geçersizliğini ilan etti. İki gün sonra da Kızılordu birlikleri Finlandiya'yı işgale giriştiler. Finlandiya kuvvetleri "Kış Savaşı" da denen SSCB-Finlandiya Savaşı'nın ilk evresinde, şaşırtacak derecede yürekli ve etkili bir direniş gösterdiler. Ama Şubat 1940 sonunda, Sovyetlerin savaşa çok iyi hazırlanmış birliklerini cepheye sürmeleriyle, FinlandiyalIların direnişi, Sovyetlerin sayıca üstünlüğü karşısında çözülmeye başladı. Mart ayında istilacı birlikler Mannesheim savunma hattına ulaşmayı başardılar ve Finlandiya'yı, stratejik limanlarını, bir deniz üssünü ve havalimanlarını SSCB'ye bırakmaya zorladılar. Bu arada, Aralık 1939'da Milletler Cemiyeti, SSCB'nin Finlandiya'yı işgalini suçlayarak, Sovyet birliklerinin bu ülkeden çıkarılması kararı aldı.

Atlas okyanusunda savaş, 1939-1940: Tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşı'nda da, daha savaşın başında, denizleri denetim altına alma, savaşın sonuçları açısından son derece önemli bir öğe oldu. Savaş ilanının hemen ardından, Büyük Britanya Krallık Deniz Kuvvetleri, denizlerin denetimini ele geçirdi ve birkaç hafta içinde Alman ticaret gemilerini, yansız devletlerin limanlarında karantinaya aldı. Almanya, buna, Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi, yıkıcı bir denizaltı saldırısıyla yanıt verdi. Alman U-botları, Montreal'e gitmekte olan Athenia adlı Kanada bandıralı bir yolcu gemisini batırdılar (3 Eylül 1939). Olayda, 28'i ABD uyruğu 112 yolcu öldü. Ayrıca savaşın ilk iki ayında, 67 İngiliz ticaret gemisi Almanlar tarafından batırıldı. 14 Ekim 1939'da Alman U-botları, İngiltere'nin Orkney adalarındaki deniz üssü Scapa Flow'un savunmasını kırarak, Royal Oak zırhlısını batırdılar (833 kişi öldü). Almanlar ayrıca, denizde uzun erimli bombardıman uçakları ve savaş gemileri kullandılar.

Alman tehdidine yanıt olarak İngilizler, Birinci Dünya Savaşı'nın son evresinde kullandıkları konvoy sistemine döndüler: Ticaret gemilerinden oluşan konvoylar, yolculuklarının ilk aşamasında hava kuvvetlerinin desteğinde, Atlas okyanusu ortalarında da destroyerlerin eşliğinde yol alıyorlardı. Radar ve sonar gibi yeni yer saptama aygıtlarının kullanılması, Alman denizüstü ve denizaltı kuvvetlerinin yok edilmesini kolaylaştırdı. Deniz savaşında İngilizler, daha başlangıçta büyük başarılar elde ettiler. Alman savaş gemisi Graf Spee'nin Uruguay'da, Montevideo açıklarında Aralık 1939'da batırılması, Alman deniz gücüne indirilen can alıcı bir darbe oldu (bu gemi daha önce Müttefiklerin dokuz gemisini batırmıştı). Savaşın daha sonra "Atlantik savaşı" diye adlandırılacak bölümüyse en uzun çarpışma oldu; Müttefiklerin Almanya'nın Atlas okyanusundaki deniz gücünü tam anlamıyla alt edebilmesi, ancak 1943'te gerçekleştirilebildi.

Danimarka ve Norveç: Hitler'in Polonya'daki hızlı zaferini İngiltere'de "Sahte Savaş" (PhonyMjar),Fransa'daysa Drôle de guerre ("Tuhaf savaş") denilen bir dönem izledi. Hitler bir barış konferansı önerisinde bulunduysa da, bu öneri Müttefikler tarafından hemen reddedildi ve bundan sonraki 6 aylık sakinlik dönemi strateji belirleme çalışmalarıyla geçti. Hitler gözünü bu kez İskandinavya yarımadasına çevirmişti: İskandinavya'nın denetim altına alınmasının, hem Büyük Britanya'ya ileride düzenleyeceği hava saldırıları için hava üssü olarak, hem de Atlas okyanusu sularında savaşacak denizaltı filosu için deniz üssü olarak kullanılmasını sağlayacağını düşünmekteydi. Ayrıca Danimarka ve Norveç'in denetim altına alınması, Almanya'ya deniz ve süt ürünleri gibi önemli besin kaynaklarını sağlarken, Büyük Britanya'yı da satın almakta olduğu bu ürünlerden yoksun bırakmış olacaktı. Daha da önemlisi işgal, Hitler'e, Alman savaş sanayisi için temel olan İsveç demir yataklarına Norveç üstünden ulaşım olanağı sağlayacaktı. 9 Nisan 1940 sabahı erken saatlerde Alman birlikleri hızla Danimarka sınırlarından içeri girdiler; büyük şaşkınlığa düşen, üstelik etkili bir direniş gösterecek güçten de yoksun olan Danimarka, çok geçmeden teslim olmak zorunda kaldı. Danimarka Alman işgal gücüne yenik düşünce, Almanya'ya, Kattegat'tan Skagerrak'e kadar egemen olmasını sağlayacak Baltık limanlarını sağladı; Almanya böylece Oslo fiyorduna kadar girdi. Denizdeki bu girişimler sırasında Luftwaffe de Oslo havalimanına saldırıyor, asker ve silah taşıyan nakliye uçakları Oslo'ya indirme yapıyordu: Savaşta ilk kez kullanılan bir paraşütçü birliği, havalimanını teslim aldı. İngiliz ve Fransız kuvvetleri Norveç'e yardıma gönderdilerse de, bu kuvvetler, bir aylık bir savaştan sonra Narvik'i almaktan öte (28 Mayıs) bir başarı gösteremediler ve 9 Haziran 1940'ta geri çekilmeleriyle Almanya'nın Norveç'i istilası tamamlanmış oldu.

Churchill iktidarda: Norveç'te uğranılan askerî başarısızlıklar, Büyük Britanya başbakanı Neville Chamberlain'ın iktidardan düşmesine ve 1930 yıllarındaki yapay barışın en şiddetli karşıtlarından Winston Churchill'in 10 Mayıs'ta iktidara gelmesine yol açtı. İktidara gelmesinden 3 gün sonra yeni başbakan, Parlamento önünde, halkına "kandan, acılardan, göz yaşlarından ve terden" başka vaat edecek hiçbir şeyi olmadığını açıklayıp, ardından Nazi Almanya'yla acımasızca bir savaşa girişti. Churchill, gerek bu ilk söyleviyle, gerek daha sonraki söylevleriyle, Büyük Britanya'nın bu karanlık günlerinde halkını, "dünya uygarlığına karşı ölüm tehdidi" diye nitelendirdiği Nazi Almanya'ya karşı bütünleştirici bir rol oynadı.

Benelüks ülkeleri: Hitler, artık işgal sırasının Hollanda, Belçika ve Lüksemburg'a geldiğini düşünmekteydi. Benelüks ülkelerinin işgali, Nazi Almanya'ya geniş sanayi kaynakları sağlamakla kalmayacak, daha da önemlisi, Fransa ve Büyük Britanya'ya yapacağı saldırılar için, ileri üsler oluşturacaktı. Ayrıca Benelüks devletlerine bir saldırı, Müttefik ordularını bu bölgeye çekerek, kolayca ve topluca yok edilmelerini sağlayacaktı. Hitler Belçika'yı ele geçirdikten sonra, Ren ırmağına paralel ilerleyen, daha sonra, Belçika sınırı yakınındaki bir noktada kuzeye doğru uzanan ünlü "Majino savunma hattı"nı da yarmayı umuyordu.

10    Mayıs 1940'ta Alman birlikleri Benelüks ülkelerine doğru harekete geçtiler. Askerî gücü bulunmayan Lüksemburg, hiçbir direnişle karşılaşılmadan işgal edildi; buna karşılık gerek Hollanda, gerek Belçika, işgalcilere şiddetle direndiler. Saldırıda ilk ve en ağır darbeyi yiyen Hollandalı direnişçiler, bunu, köprüleri mayınlayarak, yollara barikatlar kurarak, geniş toprakları ateşe vererek yanıtladılar. Yeterli sayıda uçak ve tanktan yoksun bulunan Hollanda, İngiliz ve Fransız destek birliklerinin yardımına güveniyordu; ne var ki, gelen yardım son derece sınırlı oldu; üstelik çok da geç kaldı. Nazi motorize birlikleri öylesine hızlı ilerlediler ki, Hollanda da 5 gün içinde istila edildi. Kraliçe VVilhelmina'nın yönettiği Hollanda hükümeti Büyük Britanya'ya kaçmak zorunda kaldı.

Belçika'ysa ancak 2 hafta dayanabildi. Fransız ve İngiliz birliklerinin de gönderilmesine karşın, Alman "blitzkrieg"i (yıldırım savaşı) durdurulamadı. Alman tankları ülke içinde büyük bir hızla ilerler, Alman paraşütçüleri kırsal kesimlere havadan indirilirken, hava desteğindeki piyade birlikleri de ülkenin iç kesimlerine yürüdüler. Daha çok kan akmasını önlemek için Kral Leopold lll'ün, ordularına direnişe son vermeleri buyruğu vermek zorunda kalması üstüne, silahlarını bırakan Belçika ordusu, 28 Mayıs 1940'ta koşulsuz teslim oldu.

Fransa'nın çökmesi: 1939-1940 kışında Fransız ordusu ile Alman Wehrmacht'ı tarihte bir kez daha karşı karşıya geldiler; ancak bu kez birbirlerini uzaktan izlemekle yetindiler; bu savaş mizahçı gözüyle "sitzkrieg" (ya da "oturduğu yerden savaş") diye nitelendirildi. Dünya, iki güçlü devlet arasında amansız bir savaş patlayacağını kestirmekteydi. 13 Mayıs'ta, Sedan'da oluşturulan bir köprübaşı, Fransa'ya bir giriş kapısı görevi yaptı ve 16 Mayıs 1940'ta, yani Hollanda'nın teslim olmasından bir gün sonra. Alman ordusu apansızın Kuzey Fransa'ya saldırdı. Alman motorize birlikleri "Majino hattı"nı yerle bir ettikten sonra, Belçika düzlükleri yerine, ormanlık Ardenne'ler bölgesinden saldırarak, Müttefiklere şaşırtmaca verdiler ve İngiliz destek birliklerini, kıtanın ucuna, Dunkerque'e sürdüler. 5 Haziran'da güneyde, Somme ırmağı üstünden ikinci bir saldırı başlatıp, hiçbir direniş görmeden 14 Haziran'da Paris'e girdikten sonra, Fransa'yı 22 Haziran 1940'ta Compiègne'de bir ateşkes imzalamak zorunda bıraktılar.

Fransa'nın çökmesi, Hitler için olağanüstü bir zafer oldu. Yenilmez sanılan Fransız ordusu, çok hızlı kuvvetler olan motorize kuvvetlerin amansız saldırıları karşısında sanki erimişti. Naziler daha sonra Fransa'nın büyük bir bölümünü işgal ederek, Fransa'da Allier ırmağı kıyısındaki Vichy'de, işbirlikçi bir Fransız hükümeti kurulmasını sağladılar.

Vichy hükümetinin başında Birinci Dünya Savaşı kahramanlarından mareşal Henri Petain'le, bir işbirlikçi olan Pierre Laval bulunuyordu. İşgale karşı çıkan yurtsever Fransız direnişçileriyse, general Charles de Gaulle çevresinde birleştiler.

Savaşın ilk aylarında İtalya'nın yansızlığını koruyan Benito Mussolini, Fransa'nın çökmesine yakın, Müttefiklere savaş ilan ederek (10 Haziran 1940), Güney Fransa'yı istila etti; ABD başkanı Franklin D. Roosevelt, bu olayı, Müttefikleri "arkadan bıçaklamak" diye nitelendirdi.

Dunkerque'ten çekilme: Belçika seferi sırasında Almanya, güneydoğu Belçika'da hızla ilerlemiş ve Fransa kıyısındaki Abbeville'e yönelerek, Müttefik ordularının birbiriyle bağlantısını kesmişti. Fransız Birinci ordusunun birçok bölüğü onurlu bir savunma harekâtında can verirken, İngiliz limanlarından, tarihin belki de en garip filosu denize açıldı (destroyerlerin yanı sıra, gezi motorlarından, özel yatlardan, eski feribotlardan, istimbotlardan, balıkçı teknelerinden oluşan yaklaşık 850 gemi k bir filo). Krallık Hava Kuvvetleri (RAF), Alman bombardıman uçaklarını gen püskürtürken, İngiliz filosu, Dunkerque'e ulaşarak, 338 000 İngiliz, Fransız ve Belçika askerini, 26 Mayıs'tan, 14 Haziran 1940'a kadar kıstırıldıkları kapandan kurtardı. Böylece bozgun, bir zafer propagandasına dönüşmekle kalmıyor, yüz binlerce deneyimli asker, Eksen Devletleri saldırısına karşı ileride girişilecek harekât için kurtarılmış oluyordu.

İngiltere savaşı: Bu arada Hitler, Büyük Britanya'nın Almanya'nın kıta Avrupası üstündeki denetimini kabulleneceği ve barış isteyeceği umuduyla Doğu Avrupa'daki savaşa hız verdi. Hermann Goering'in Komutasındaki Luftwaffe, İngiliz limanlarına, havaalanlarına, sanayi merkezlerine ve Londra'ya toptan bir saldırı başlattı. Saldırının amacı İngiltere'yi manevi açıdan çökertmek ve RAF'ı (Krallık Hava Kuvvetleri) bütünüyle yok ederek, Deniz Aslanı Harekâtı'nı, yani İngiltere'nin istilasını, hazırlamaktı.

Büyük Britanya Savaşı, tarihteki ilk büyük hava savaşıydı; Londra 57 gece ortalama 160 bombardıran uçağının saldırısına uğradı. RAF, uçaklarının sayıca az olmasına karşın, etkili Spitfire'ları ve radar yardımıma, 1733 Alman uçağını düşürürken,915 uçağını da yitirdi.

Alman hava gücü, böylesine ağır kayıplara uğradığı bir hava harekâtını sürdüremeyeceğinden, Deniz Aslanı Harekâtı ekimde süresiz ertelendi.

Balkanlar: Beklenmeyecek kadar hızlı Fransa zaferinden sonra, Hitler bu kez, besin kaynakları ve petrol yatakları açısından önemli bir bölge olan Balkanlar'ı hedef aldı. Bu bölgenin ele geçirilmesi, söz konusu kavnakların kara yoluyla taşınmasını olanaklı kılacak, böylece İngiltere'nin Almanya'ya uyguladığı deniz ablukasını etkisizleştirmeye yardımcı olacaktı. Hitler önce Romanya üstüne yürüdü. Haziran 1940'ta, bu ülkenin dev petrol yataklarında gözü olan SSCB de Besarabya ve Kuzey Bukovina'ya el koydu. Balkan devletleri arasındaki toprak anlaşmazlıklarına bir çözüm bulmak amacını öne süren Hitler, Romanya'ya, ağustosta Bulgaristan'a ve Macaristan'a toprak vermesi konusunda bir ültimatom verdi. Eylülde, Romanya kralı Carol ll'yi tahttan çekilmeye zorladı. Kasım ayındaysa Romanya ve Macaristan'ı Eksen Devletleri kapsamına aldı. Aynı zamanda, Bulgaristan ve Yugoslavya'yı da Eksen Devletleri'ni yörüngesine çekmeye çalışarak, 1941'de bu amacını da gerçekleştirdi. Balkan ülkeleri arasında yalnızca Yunanistan Müttefikler safında kalmıştı.

Ne var ki, Romanya'nın parçalanmasında kendisine danışılmadığını gören Mussolini, Eksen ittifakı içindeki etkisini göstermek için, tek yanlı olarak Yunistan'ı ele geçirmeye karar verdi. 28 Ekim 1940'ta uydusu Arnavutluk'tan, Yunanistan'a 200 000 asker yolladı: Hızlı ve ezici bir zafer beklentisi içindeydi. Ne var ki, saldırı iyi hazırlanmamıştı ve Yunanistan, motorize birlikleri bulunmamasına ve kara kuvvetlerinin eski model uçaklardan oluşmasına karşın, istilacılara şiddetle karşı koyarak, kasım ortasında saldırganları püskürttükten sonra, Arnavutluk’a girdi.

Bunun üstüne, Mussolini'nin girişiminden kaygıya kapılan, Yunanistan'a yardım etmek için İngiliz askerleri ve hava gücünün devreye girmesinden rahatsız olan, Bulgaristan ve Yugoslavya'nın da yansız birtutum takınmalarından hoşnut olmayan Hitler, 6 Nisan 1941'de motorize bir öncü kuvveti Yugoslavya üstüne sürdü Yugoslavya'daki Nazi yanlısı yönetim, kısa süre önce devrilmişti). Alman ordusu Belgrad'a saldırdıktan sonra. ülkeyi 17 Nisan'da teslim olmak zorunda bıraktı. Aynı zamanda, Yunanistan'a da asker gönderilerek, Metaksas'ın oluşturduğu Savunma Hattı'nı yarmaya çalıştı. Bu arada İngiliz birlikleri de Yunanistan'dan geri çekilince, ayın sonunda bütün Yunanistan yarımadası Alman kuvvetlerinin eline geçti.

“Yeni Düzen": 27 Eylül 1940'ta Japonya, Almanya ve İtalya'yla Komintern Karşıtı Pakt'ta birleşmiş, üç ülke arasında Berlin-Roma-Tokyo Ekseni (Mihveri) adı verilen askerî ve ekonomik alanları içeren 10 yıl süreli bir üçlü pakt imzalanmıştı. Hitler, Japonya'yı hem ABD'yi susturacak, hem de SSCB'yi oyalayacak bir öğe saymaktaydı.

Mayıs 1941'de, SSCB dışında bütün Avrupa, Almanların ve Eksen Devletleri'nden müttefiklerinin boyunduruğuna girmişti. Avrupa topraklarının büyük bir bölümü, Alman ordularının işgalinin ve acımasız SS birlikleri (Schutzstaffel) ile Gestapo'nun baskısı altındaydı. Avrupa'yı pençelerine alan Naziler, kıtanın kaynaklarını, bu ülkelerin halklarının geleceğini hiç düşünmeksizin, Almanya yararına sömürmeye giriştiler. Bütün ekonomik zenginlikler, Almanya tarafından kullanılmak için yağmalandı; sanayi kuruluşları ve fabrikalar Almanya'nın savaş gereksinmelerini karşılama doğrultusunda yönetildi. Gerek Doğu Avrupa'dan, gerek Batı Avrupa'dan milyonlarca kişi, Alman savaş sanayisinde çalıştırılmak için Almanya'ya gönderildi (bu, halk yığınlarının ülkelerinden ayrılmaya zorlandıkları en büyük kitlesel göçtü); siyasal muhalifler ile Nazilerin ölçütlerine göre "aşağı ırktan" sayılan milyonlarca Yahudi, İslav ve Çingene, toplama kamplarına kapatıldı. Daha sonra da, en az 6 milyon kişi sistemli bir soykırıma uğratıldı.

Girit: Stratejik önem taşıyan Girit adası, hâlâ Büyük Britanya'nın elindeydi. 20 Mayıs 1941'de Almanya, adaya 3 000 paraşütçünün katıldığı büyük bir bir havadan indirme harekâtı gerçekleştirdi. Katılan paraşütçülerin büyük bölümünün öldüğü bu ilk istila dalgasının ardından, yeniden gönderilen 3 000 paraşütçü, adanın kilit noktalarını hızla ele geçirdiler (adadaki son İngiliz askerleri, 31 Mayıs'ta boşaltıldı). Böylece ileride Mısır ve Süveyş kanalına bir Doğu cephesi saldırısı için çok elverişli bir konumda bulunan, Kuzey Afrika'daki çöl birlikleri için destek güç ve askerî malzeme sevkiyatında bir üs görevi olarak kullanılacak bu Akdeniz adası, Hitler'in eline geçti.

Yakındoğu: Yakındoğu'da ve Ortadoğu'da Müttefikler, ulaşım yollarının savunulması gibi son derece önemli bir sorunla karşı karşıya kaldılar. 1941 Nisanında İngiliz kuvvetleri, Nazi eğilimli bir darbeyi bastırmak ve değerli petrol yataklarını güvenlik altına almak için Irak'a girdiler. Fransa'daki Vichy hükümeti, bir üs olarak kullanması için Fransa'nın koruması altındaki Suriye'yi Almanya'ya bıraktı; bu arada İngiliz askerleri, Fransız partizanlarından oluşan bir birliğin eşliğinde, haziranda, |rak üstünden Suriye'ye girdiler ve Suriye ile Lübnan'ı İngiliz denetimine bırakan bir ateşkes antlaşması imzalanmasını sağladılar. Ağustostaysa İngiltere ve SSCB (İngiltere'nin müttefiki olmuştu), İran'ı işgal ederek, Alman yanlısı Rıza Şah Pehlevi'yi 16 Eylül 1941 'de tahttan indirdiler ve yerine oğlunu tahta çıkardılar.

Kuzey Afrika seferi, 1940-1941: İtalya'nın savaşa girmesi, Akdeniz'deki bütün dengeleri altüst etmiş, savaşın bölgedeki görünüşünü değiştirmişti; o tarihe kadar ikinci derecede bir savaş bölgesi olan Kuzey Afrika, olağanüstü önem kazanmıştı. Mussolini'nin İngiltere'nin zararına bir Akdeniz imparatorluğu kurma amacı herkes tarafından bilinmekteydi. Mussolini, İtalyan Doğu Afrikası'ndan kuzey yönüne bir ordu, doğuda Mısır ve Libya üstüne de ikinci bir ordu göndermeyi tasarladı. Amacı İngilizleri Afrika'da kıskaca almak ve Akdeniz kıyılarından atmaktı.

Mussolini, ilk adımda yalnızca küçük bir garnizonun koruduğu İngiliz Somalisi'ni ele geçirdi (Ağustos 1940).

Ne var ki, zaferi uzun ömürlü olmadı; ertesi yaz İngilizler, yitirdikleri bu toprakları geri almakla kalmayıp, İtalyanları Doğu Afrika'daki topraklarından da ettiler; böylece Süveyş kanalını güneyden gelebilecek bir saldırıya karşı da koruma altına almış oldular.

Bu arada Mussolini, Eylül 1940'ta Libya sınırına, İtalyanlardan ve Kuzey Afrikalılardan oluşan ikinci bir ordu gönderdi. Ama İngilizler buna, aralıkta gerçekleştirdikleri beklenmedik saldırıyla karşılık verdiler; sonuçta,

İngiliz ordusu şubatın ilk günlerinde Libya'nın orta kesimine kadar ilerledi. Mussolini, bir kez daha Hitler'den destek istedi: Mart 1941'de, general Erwin Rommel yönetimindeki Alman Afrika ordusu (Afrikakorps) Trablusgarp'a ulaştı. Nisan ayı ortalarında Rommel, Tobruk dışında bütün Libya'yı ele geçirdi ve savaştaki başarılarından ötürü, "Çöl Tilkisi" diye anılmaya başlandı. Mussolini'nin, Akdeniz'i bir İtalyan gölü haline getirme umutları suya düşmüştü. İngiltere, Akdeniz'deki denetimini, Cezayir'deki Fransız filosunun (Fransa'nın çöküşünden sonra, "Özgür Fransa" ordusuna katılmıştı) da yardımıyla sürdürdü. Ayrıca bir İngiliz filosu, İtalyan deniz filosunu, Taranto'da (Kasım 1940) ve Yunanistan'da Matapan burnu açığında (Mart 1941), iki kez yenilgiye uğrattı.

Atlas okyanusu, 1940-1941: Fransa'nın teslim olması Alman deniz kuvvetleri açısından büyük önem taşıyordu; çünkü Fransız limanları, U-botlar için birer üs olarak kullanılmaya başlanmıştı. 1940 sonbaharında, Müttefik konvoylarına topluca saldırılar düzenlemeleriyle, Alman denizaltılarının savaştaki etkinliği büyük ölçüde arttı. Almanya'nın ayrıca uzun erimli bombardıman uçakları da kullanması sonucunda, İngiliz deniz kuvvetleri, 1940'ın ikinci yarısından sonra gün geçtikçe daha fazla kayıp vermeye başladı.

Ticaret gemileri konvoylarının korunması amacıyla, küçük ama etkili korvet sınıfı gemilerin kullanılmasına ve ABD'nin, Büyük Britanya'nın egemenliğindeki 8 hava üssü karşılığında 50 eski tip destroyer vermesine karşılık, Alman U-botları'nın sayısı da gün geçtikçe arttı ve İngiliz kayıpları 1941 'de daha da yükseldi. İngiltere'deki tersanelerde yeni gemiler yapılmasına karşın, kayıpların oranı üretilen gemi oranının hep altında kaldı. 1941 ilkbaharında, batırılan İngiliz savaş gemisi sayısı öylesine kritik bir düzeye ulaştı ki, Chuncnil, bu deniz saldırılarını "Atlantik savaşı" diye nitelendirdi. Bu aşamadan sonra İngiltere umutsuzca, ABD'den gelmesi beklenen yardımlar için deniz yolunu sürekli açık tutmaya çalıştı.

İngiliz deniz ticaretini büyük ölçüde sekteye uğratan bu saldırılar dizisinin tam ortasında, İngiltere yüreklendirici bir zafer kazandı: 24 Mayıs 1941'de Hitler donanmasının etkili silahlarından Alman savaş gemisi Bismarck, İngiliz kruvazörü Hood'u Grönland açıklarında batırdıktan sonra, Almanya'ya dönerken, İngiliz gemileri tarafından pusuya düşürülerek batırıldı.

SSCB'nin işgali, 1941: Savaştan çok önce Hitler, Doğu Avrupa ve SSCB'deki İslav halklarını boyunduruğuna alarak, "Alman ulusunun yaşama alanı"nı ("Lebensraum") genişletmek amacındaydı. Söz konusu bölgelerde oluşturacağı Alman kolonileriyle İslavları köle gibi çalıştırmayı tasarlamıştı.

Hitler'e göre Nazi-Sovyet paktı, gelecekte feshedilmeye mahkûm, geçici bir antlaşmaydı. Fransa'nın yenilgiye uğratılmasının ardından, SSCB'nin işgalini planlamaya başladı. Önce, iki cephede birden savaştan kaçındığı için, İngiltere'yle barış yollarını aramış, ama Batı cephesini sağlama almasını sağlayacak bu girişim sonuçsuz kalınca, İngiltere Savaşı'nı başlatmış, İngiltere'yi saf dışı bırakmayı başaramamıştı.

Gene de, SSCB'nin işgali konusundaki emellerinden vazgeçmemişti. Aralık 1940'ta, genelkurmayının uyarılarına karşın, bu emeli gerçekleştirmenin yollarını aramaya başladı. İki cephe birden açmanın riskini aklına bile getirmek istemiyor, Büyük Britanya'nın, kıta Avrupası'ndan çıkarıldıktan sonra artık askerî bir tehdit oluşturmayacağına inanıyordu. En büyük tehdidin, Romanya'nın petrol yataklarına el koyan (Haziran 1940) Sovyetler olduğu inanandaydı.

Daha önce 1941 Mayısı ortasında gerçekleştirilmek için planlanan ve "Barbarossa Harekâtı" diye adlandırılan SSCB'nin işgali, Balkan seferi dolayısıyla 22 Haziran'a ertelendi. O tarihten, "yıldırım harekâtı" 121 zırhlı tümenden oluşan bir güçle, Baltık'tan Karadeniz'e kadar uzanan 3 200 km'lik bir cephede, 3 koldan gerçekleşti: Kuzeyde, Baltık ülkeleri üstünden Leningrad'a saldırıldı; orta cephede Moskova'ya ulaşma görevi, doğuda Smolensk'e ilerleyen kuvvetlere verildi. Güneydeyse Alman birlikleri Ukrayna ve Kiev üstüne yürüdüler (buradan güneye, Kırım'a yönelinmesi ve Don ırmağı aşılarak, Kafkaslar'a ve Volga üstünden Stalingrad'a ulaşılması tasarlanmıştı). Güney, en uçtaysa, küçük bir Romen-Alman kuvveti saldırıya geçti.

Hitler, Rusya üstüne yürümesine gerekçe olarak, Kremlin'i sahtekârlıkla ve Alman sınırlarını tehdit etmekle, Almanya karşıtı, komünist yanlısı propaganda yapmakla suçluyordu. SSCB'nin işgalinin, Bolşevikliğe karşı bir "haçlı seferi" olduğunu savunuyordu; aslındaysa, SSCB'ye yönelmesinin nedeni, İngiliz ambargosu nedeniyle sağlamakta zorladığı buğday, petrol ve maden yataklarıydı. Zafere ulaşacağından öylesine emindi ki, ordusunu kışın nasıl besleyeceğini, donanımını nasıl sağlayacağını hiç düşünmüyordu.

Saldırı, Sovyetleri beklemedikleri bir anda yakaladı ye Almanlar başlangıçta Rusya içlerine kadar ilerlediler: İlerleyişin ilk 18 gününde Alman birlikleri, sınırdan 640 km içeri ulaşarak, 300 000 tutsak aldılar; 1 000 tank ve 600 ağır silah ele geçirildi. Yalnızca ilk 48 saat içinde, Sovyetler 2 000'den çok uçak yitirdi. Kuzeyden ilerleyen Alman birlikleri, 10 Temmuz'da Leningrad'ın çevresindeki yerleşme merkezlerine girdiler; 31 Ağustos'ta kente 16 km yaklaştılar. Ortadan Moskova üstüne yürüyen kol, 30 Haziran'da Minsk'i, temmuz ortalarında da Moskova'ya yalnızca 320 km uzaklıktaki Smolensk'i ele geçirdi. Güney cephesindeki ilerleyiş, karşılaşılan umulmadık bir direniş ve yağışlar nedeniyle ağır geliştiyse de, Almanlar gene de, eylül sonunda Kiev'i aldılar. Ay sonunda, 1 milyonu aşkın Sovyet tutsak alınmıştı. Sovyetler, Nazi ordularını ülkenin iyice iç kesimlerine çekmeyi temel alan bir strateji izliyorlardı.

Almanya'nın SSCB'yi işgali, ittifakların yapısında bir değişikliğe de yol açtı. Kararlı bir komünizm karşıtı olan Churchill, Stalin'e Eksen Devletleri'ne karşı ekonomik ve teknik yardım vaadinde bulundu. 13 Temmuz 1941'de Moskova, Londra'yla bir karşılıklı yardımlaşma antlaşması imzaladı. Bir başka yardım önerisi de Washington'dan geldi. İtalya ve Eksen Devletleri uydularıysa ( Romanya, Çekoslovakya ve Macaristan), kendi istekleriyle Almanya'yla ittifak yaptılar. Vichy Fransası Moskova'yla diplomatik ilişkilerini kesti. İngiltere, Almanların işgal için üs olarak kullandıkları Finlandiya'yla arasındaki ilişkileri sertleştirdi. İsveç, Alman ordusuna topraklarını kullandırma güvencesi verdiyse de, savaşta yansız kalmak konusundaki kararlılığını belirtti. Türkiye'yse, gerek SSCB'den, gerek İngiltere'den gelen ittifak önerilerine karşın yansız kalacağını ilan etti. Nisan ayında Sovyetlerle bir karşılıklı saldırmazlık paktı imzalamış bulunan, ayrıca Eksen Paktı'nın da üyesi bulunan Japonya'ysa, bir "bekle gör” siyaseti benimsedi.

ABD'nin savaşa yönelmesi: ABD halkı, Avrupa'daki savaşın ilk günlerinden başlayarak, Müttefiklerden yana bir tutum takınmıştı. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğu, Nazilerin savaştan zaferle çıkmasının ABD için ciddi bir tehdit oluşturacağına inanıyordu. Almanların zafer üstüne zafer kazanmasıyla birlikte, ABD'de başlangıçta güçlü olan yansızlık ve Avrupa'daki savaşa karışmama eğilimleri de yok oldu.

1935'ten başlayarak yürürlükte olan yansızlık siyaseti ve buna ilişkin yasalar, savaş halindeki ülkelere silah ve cephane yardımını yasaklıyordu. Ama Kasım 1939'da, yansızlığı destekleyen yasalar yeniden gözden geçirilerek, silah satışı "cash-and-carry" ("öde ve götür") temelinde serbest bırakıldı; ama ABD uyrukluların ve ABD savaş gemilerinin savaş bölgelerine gönderilmesi yasaklandı. Bu koşul, ABD savaş gemilerinin batırılmalarıyla ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi savaşa sürüklenmesi olayının yinelenmesini önlemek amacıyla getirilmişti. Ne var ki, savaşın ilk günlerinden başlayarak Büyük Britanya denizlerde denetimi ele geçirmişti; bu nedenle "cash-and-carry" yasaları, Büyük Britanya'nın işine yaradı.

Ertesi yıl, başkan Roosevelt ve Kongre, ABD'nin savaşa girme olasılığı konusunda hazırlıklara başladılar. Eylül 1940'ta ABD tarihindeki ilk seferberlik yasa tasarısıyla, 17 milyon kişinin askerlik için kayıt yaptırması öngörüldü. ABD uyruğu dışındakilerin askere alınmasını önleyen yasayla, bozguncu öğelerin orduya sızmaları önlendi. Mart 1941'de Kongre, ABD başkanına, askerî açıdan savunulmasının ABD'nin güvenliği İçin zorunlu olduğu İngiltere başta, öbür devletlere deniz yoluyla savaş araç-gereci verme yetkisi tanıdı. Aynı yılın sonlarında, söz konusu yasanın kapsamına Çin ve SSCB de alındı. ABD, savaş gemilerini Atlas okyanusunda devriyeye çıkararak, Güney yarıküreyi de savunma konusunda önlemler aldı. ABD birlikleri Grönland ve İzlanda'yı işgal ettiler. Ağustos ve Eylül 1941 'de ABD ticaret gemilerinin,batırılması, ABD ticaret gemilerinin silahlandırılması ve savaşan ülkelerin limanlarına yük taşımasına izin verilmesi gibi önlemler alınmasına yol açtı.

Atlantik "Şartı". 14 Ağustos 1941'de başkan Roosevelt ve başbakan Churchill, Newfoundland açıklarında bir savaş gemisinde bir araya geldiler. İki önder de, baskı yönetimlerine ve yayılmacı siyasetlere son verilecek, saldırgan devletlerin silahsızlandırılmasını sağlayacak ve bütün ülkelerin, toplumsal ve ekonomik refah için tam bir işbirliğine gidecekleri yeni bir dünya düzeni oluşturulması konusunda planlar hazırlama kararı aldılar. Bir ay sonra SSCB ve Eksen Devletleri karşıtı 14 ülke, "Atlantik Şartı"nı imzaladılar.

7 Aralık 1941'de Japon uçaklarının, ABD'nin Hawaii'deki Pearl Harbor deniz üssüne saldırmaları, ABD'nin ertesi gün Japonya'ya savaş açmasına yol açtı. 11 Aralık'ta da Almanya ve İtalya ABD'ye savaş ilan ettiler. Avrupa savaşı,Atlas okyanusu-Büyük Okyanus savaşıyla birlikte, bir dünya savaşına dönüşüyordu.

Arcadia Konferansı: ABD'nin savaşa girmesinden sonraki ilk İngiliz-ABD görüşmeleri, 22 Aralık 1941-14 Ocak 1942 arasında Washington'da yapıldı. Başkan Roosevelt ve başbakan Churchill ile asker, sivil danışmanları, zafere ulaşılıncaya kadar Eksen Devletleri'ne karşı savaşın sürdürülmesi konusunda anlaştılar. "Arcadia Konferansı" adı verilen bu görüşmelerde, iki önder, savaşın Avrupa cephesine öncelik vermeyi, hava saldırıları ve abluka aracılığıyla Almanya'nın çevresinde bir baskı çemberi oluşturmayı, gerektiğinde Avrupa kıtasının işgalini ve Kuzey Afrika'ya kuvvet göndermeyi karara bağladılar. İki güçlü devlet ayrıca, iki devlet arasında daha sıkı askerî işbirliğinin sağlanması için genelkurmaylarım birleştirmeyi kararlaştırdılar.

Konferansta, aralarında ABD, İngiltere, SSCB ve Çin'in de yeraldığı 26 devlet, Birleşmiş Milletler Bildirisi'ni imzaladılar. Eksen Devletleri'ni çökertmek için bütün askerî ve ekonomik kaynaklarını seferber etmeyi kabul ettiler ve ortak düşmanlarıyla ikili ateşkesler imzalamamayı kararlaştırdılar.

Kuzey Afrika, 1941 -1942: İtalyanların Trablusgarp'taki yenilgisi, Hitler'i, 1941-42 kışında, Kuzey Afrika'daki birliklerine destek kuvvet göndermeye yöneltti. İngiliz kuvvetleri tarafından Kasım 1941-Ocak 1942 arasında püskürtülmüş olan Rommel, 26 Mayıs 1942'de, Libya'dan başlayarak, Mısır'da İskenderiye'ye yaklaşık 97 km uzaklıktaki El-Alameyn'e kadar ilerledi. Bu arada İngiltere, büyük ölçüde ABD'nin tank ve cephane yardımı sayesinde, General Bernard Law Montgomery komutasındaki sekizinci orduyu iyice güçlendirmişti. Ardından, Rommel ile Montgomery arasında, Libya çölü ortasında, karşılıklı geriye püskürtme ve gerilemelerle geçen bir "tahterevalli" savaşı başladı. Eylül 1942 başında, El-Alameyn'deki İngiliz hatlarının güney ucundaki Elam Halfa tepelerinde çatışmalar doruğuna ulaştı. İngiliz ordusu için bu bölgeyi elden bırakmamak büyük önem taşıyordu; çünkü geçit vermez Kattara vadisinin en uç noktasındaki El-Alameyn, Kuzey Afrika cephesinde düşmanın aşmasına izin verilmemesi gereken bir mevziydi. Mayın döşenen alanlarla yakıt ve tank sevkıyatının engellenmesinin yanı sıra, İngiliz hava üstünlüğü sayesinde, "Çöl Tilkisi"nin Elam Halfa'daki saldırısı püskürtüldü. Rommel'in savaştan bezmiş, tükenmiş ordusuyla geri çekilmesi, Montgomery'ye kuvvetlerini büyük ölçüde toparlama fırsatı sağladı.

Rusya cephesi, 1941-1942:1941 sonbaharında, Alman işgalinin ilk şokunu atlatan Sovyet direnişi daha da sağlamlaştı. Ülke çapında seferberlik ilan edilmesi, Sovyet ordusunu güçlendirdi. Bu arada, cephedeki birliklerine cephane ulaştırmada karşılaştıkları güçlüklere, aylardır sürekli savaşmakta olan askerlerin yorgunluğu da eklenince Almanlar, çarpışmalarda üstünlüğü yavaş yavaş yitirmeye başladılar. Üstelik Stalin'in, istilacılara karşı halkının ulusçu eğilimlerini başarıyla körüklemesi, Almanların da, sivil halka acımasızca davranmaları, Sovyet halkının ulusçu duygularını daha da pekiştirdi; istilacı hatları gerisinde partizan grupları oluşturulmaya başlandı.

Kuzeyde Almanlar, eylül başında Leningrad'a ulaştılarsa da, yoğun bir direnişle karşılaştılar. Bu arada Hitler Finlandiya'dan beklediği tam desteği de alamamıştı. Bu yüzden Alman komutanları, kesin bir saldırıdan önce kenti kuşatmak, böylece askerlerini ağır kayıplara yol açacak sokak çatışmalarından önce güçlendirmek kararı aldılar. Güney cephesindeyse Almanlar, sonbaharda Kırım'ın büyük bölümünü ele geçirdilerse de, cepheye ulaşan yolların bozukluğu nedeniyle cephane ulaştırmada karşılaşılan güçlükler ve hava koşullarının ağırlaşması, Stalingrad'a da, Kafkaslar'a da ulaşmalarını engelledi.

21 Kasım'da Almanlar, Don kıyısındaki Rostov'u ele geçirdilerse de, Sovyet birlikleri, ilk başarılı karşı saldırıları düzenleyerek, kentin düşmesini izleyen birkaç gün içinde, Almanları püskürtmeyi başardılar.

Bir kararsızlık döneminden ve generalleriyle uzun tartışmalardan sonra Hitler, askerî gücünü Moskova'ya cepheden taarruzda yoğunlaştırmanın daha iyi olacağını düşündü. Bu ikinci gecikmeden sonra, Almanlar Smolensk'e doğru harekete geçtilerse de, bu kez de sonbahar yağmurları, kasım ayı sonunda da kar fırtınaları ve sıfırın çok altına düşen sıcaklık, bu ilerleyişi büyük ölçüde engelledi. Aralık ayının ilk günlerinde Almanlar Moskova'nın banliyölerine ulaştılar; ama, 6 Aralık'ta General Georgiy Zukov, bitkin düşmüş Almanlar'ı şaşırtan ve geri çekilmek zorunda bırakan bir karşı saldırı, başlattı. Sonra Almanlar üstündeki baskıyı kış boyunca sürdürerek, Nazi ordusunu Moskova'nın 64 km ötesine püskürttü.

Bununla birlikte Alman tehdidi henüz tam anlamıyla yok olmamıştı. 1942'de Hitler, bu kez güney cephesinden bir yaz saldırısı düzenlemeye karar verdi; böylece, Kafkaslar'daki petrol yataklarından yoksun bırakarak, aynı zamanda da kritik bölgelerdeki petrol kaynaklarını eline geçirerek, Sovyet hükümetini teslim olmak zorunda bırakacağını düşünüyordu. Almanlar haziranda saldırıya geçerek, temmuz başında Sivastopol'u aldılar ve Kırım'ın işgalini tamamlamış oldular. Ağustosta Kafkaslar'a ulaştılar. Bu arada, general Friedrich Paulus'un komuta ettiği altıncı ordu da Stalingrad'a doğru harekete geçti.

BÜYÜK OKYANUSTA VE UZAKDOĞU'DA SAVAŞ: JAPONYA'NIN SALDIRIYA GEÇMESİ, 1941-1942: Batı Avrupa ülkeleri İkinci Dünya Savaşı'na iyice bulaşınca Japonya, Avrupa devletlerinin Güneydoğu Asya'daki sömürgelerinde bir askerî yayılma hareketine girişti. ABD'nin buna bazı ekonomik yaptırımlarla yanıt vermesi üstüne de, Havvaii'deki ABD deniz üssü Pearl Harbor'a ve Büyük Okyanus ile Asya'daki öbür hedeflere topluca bir saldırı planladı.

Japon yayılması ve ABD'nin yanıtı, 1940-1941: Japonya'nın Mançurya'yı işgali (1931) ve buna bağlı olarak Çin'in büyük bölümünü işgal etmesi (1937), ABD hükümetinin şiddetli tepkisine neden olmuş, ama kamuoyunun ABD'nin yansız kalmasından yana tutumu, Japon ya'yıl|masını engelleme girişiminde bulunulmasını engellemişti. Ama savaşın Avrupa'da bir durgunluk dönemine girmesi ve Japon saldırganlığının tırmanmasıyla, ABD kamuoyu tutum değiştirmeye başlayacaktı.

1940'ta Nazi Almanya kuvvetlerinin Batı Avrupa'daki ilerlemesi, Japonya'ya, Çin'deki durumunu sağlamlaştırma ve Güneydoğu Asya'ya girme fırsatı sağlamıştı; Japonya böylece, "Daha büyük bir Doğu Asya'yla refah içinde bir dünya" amacını gerçekleştirecek gibi görünüyordu. Fransa'nın işgalinden sonra, Vichy hükümeti, Japonya'nın, Çin direnişine Fransız Çinhindi'nden yardımlara son verilmesi ve Çinhindi'ndeki hava üslerinden Japon kuvvetlerinin yararlanması konusundaki isteklerini kabul etti (Ağustos 1940). Eylül avında, Japon askerleri Çinhindi'ninkuzey kesimine girdiler ve Japonya Eksen Devietleri'ne katıldı. Bu arada İngiltere yaşam savaşı vermekteydi; Hollanda'ysa Nazi işgaline girmişti. Bundan yararlanan Japonya, İngiltere'ye, Çin'e askerî yardım yaptığı Birmanya Yolu'nu kapatması çağrısında bulunurken, Hollanda'ya da Doğu Hint adalarına ekonomik ve siyasal ödünler vermesi konusunda baskı yapmaya başladı. Temmuz 1941'de Japonya Çinhindi'nin güneyini işgal etti. Bu, zengin bir kauçuk, kalay, petrol, kinin, kereste, besin maddeleri, vb. önemli hammaddelerin kaynağı olan Güneydoğu Asya'ya doğru gelişme isteğinin ilk adımıydı.

Japonya başbakanı Prens Konoe Fumimaro, ABD'nin, Japonya'nın bu eylemlerine göz yumacağını umuyordu; ne var ki, Eylül 1940'ta başkan Roosevelt, ABD'nin Japonya'ya hurda demir ve çelik dışsatımına ambargo koydu. Temmuz 1941'de de ABD'deki bütün Japon mal varlığının dondurulması, ABD-Japon ticaretine pratikte son verirken, Japonya'yı, kendisi için yaşamsal olan petrol dışalımından yoksun bıraktı.

6 Eylül 1941'de Tokyo'da, imparatorun da katıldığı bir konferansta, ABD'yle ilişkilerin daha da sertleştirilmesi kararı alındı. İmparator Hirohito ve başbakan Konoe, Washington'la ilişkilerin sürdürülmesi yönünde tavır koydular. Savaş bakanı general Tojo Hiaeki'yse tersine, ABD'nin Japonya'yı çiğnemeye kararlı ve savaşın kaçınılmaz olduğunu, sonraya bırakmaktansa bir an önce savaşa girmenin yararlı olacağını savunuyordu. Tojo'nun görüşleri Japon ordusu içinde de geniş destek görmekteydi.

Savaş yanlılarının ısrarı karşısında Konoe, ABD'yle bir uzlaşmaya varmak ve bu ülkeden bir dizi asgari istekte bulunmak için 6 gün istedi: Söz konusu istekler arasında ekonomik yaptırımlara son verilmesi, Japonya'ya Çin üstünde serbestçe hareket etme olanağı tanınması ve Çinhindi üstünde bazı haklar verilmesi yer almaktaydı. Ancak, iki ülke arasındaki görüşmelerde herhangi bir sonuca ulaşılamayınca, Konoe 16 Ekim'de, savaş yanlılarına boyun eğmek zorunda kaldı ve başbakanlığa getirilen Tojo, diplomatik ilişkilerin tam anlamıyla koparılması için kasım sonuna kadar bekleme kararı aldı. Bu arada ABD dışişleri bakanı Cordell Hull ile Japon heyeti arasındaki görüşmeler de kesildi. ABD şifre uzmanları Japon diplomatik şifrelerinin büyük bölümünü çözmüşler ve ABD yönetimi, Japonya'nın asgari taleplerini reddedilmesinin savaş demek olacağını anlamıştı. 26 Kasım'da Hull, ABD'nin tavrını resmen açıkladı: Japonya'nın Çin'den ve Çinhindi'nden kesin olarak çekilmesi, Çin'deki Çankayşek rejimini tanıması, yayılma siyasetine son vermesi ve Asya'yla ticaret ilişkilerinde devletler arasında eşitliği öngören "Açık Kapı" siyasetini kabul etmesi isteniyordu. Bunun üstüne Japonya'da, 1 Aralık'ta imparatorun başkanlığındaki bir konferansta, "Japon savaş mekanizmasının harekete geçirilmesi" kararı alındı.

Pearl Harbor: ABD, savaşın önce Filipinler'de ve Güneydoğu Asya'da patlak vereceğini öngörmüştü. Japonya'ysa, Hawaii adalarındaki Pearl Harbor'da üslenen ABD'nin Büyük Okyanus donanmasını yok edecek bir hava saldırısı tasarlamıştı. Kasım sonunda, Japon uçakları Kuril adalarından havalandılar; 2 Aralık'ta filoya, saldırı buyruğu veren şifreli bir mesaj gönderildi. Hareketleri ABD radarları tarafından saptanamayan Japon uçakları, 7 Aralık sabahı Hawaii açıklarına ulaştılar ve iki başarılı hava akınında, 350'yi aşkın Japon bombardıman uçağı üsse bomba yağdırdı: 18 ABD gemisi, ya battı ya da etkisiz duruma getirildi. Tek bir saldırıda, Büyük Okyanus'taki ABD deniz gücü felce uğratılmıştı. Uçak gemilerinin üs dışında görevde olmasıysa ABD açısından büyük bir şans olmuştu. Saldırıda ABD donanması ve deniz piyadelerinden 2 117, kara ordusundan 218, sivillerden 68 kişi ölmüştü; 1 200'ü aşkın da yaralı vardı. Yaklaşık 200 uçak, büyük bölümü havalanırken yok edilmişti. Japonların kaybıysa 29 uçaktı.

Ertesi gün, ABD Kongresi birleşik oturumunda konuşan başkan Roosevelt, 7 Aralık'ın "bir onursuzluk damgası olarak" kalacağını söyledi. Kongre, Japonya'ya savaş ilan edilmesi kararı aldı. 11 Aralık'ta da Almanya ve İtalya, ABD'ye savaş açtılar.

Japon başarıları, 1941 -1942: Pearl Harbor baskını, Japonya'nın Uzakdoğu'da girişeceği bir dizi çarpışmadan yalnızca biriydi. Baskınla aşağı yukarı aynı anda, Japon deniz ve hava kuvvetleri Wake adasına, Guam'a, İngiliz Malezyası'na, Singapur'a, Hollanda Doğu Hindistanı'na, Burma'ya, Tayland'a ve Filipinler'e de saldırdılar.

Tokyo'nun yaklaşık 1|250 km güneyinde, Japon mandası altındaki Mariana adalarına çok az uzaklıktaki ABD'ye bağlı küçük Guam adası,tahkim edilmişti. 7 Aralık'ta gün doğarken, bir Japon hava filosu adaya saldırdı. Üç gün sonra da Japon askerleri adaya çıkartma yaptılar. Uçaksavarlardan ve kıyı topçu bataryalarından yoksun bulunan küçük ABD garnizonu teslim oldu. Gene ABD'ye bağlı Wake adasındaki küçük deniz piyade birliği, 11 Aralık'taki ilk Japon çıkarma girişimini geri püskürttüyse de, Japonlar ezici bir kuvvetle yeniden saldırıp, 23 Aralık'ta adayı ele geçirdiler. Guam ile Wa-ke'nin düşmesi, Hawaii ile Filipinler arasında ABD ulaşım hattını kopardı.

Japon kuvvetleri Büyük Okyanus'a egemen olunca, bölgedeki son Müttefik deniz gücü de büyük bir bozguna uğratıldı. Pearl Harbor'un ardından Washington, Büyük Okyanus'un güneybatı kesimindeki İngiliz donanmasından yardım ummuştu. İngiltere'nin yeni savaş gemisi Prince of Wales ile Repulse zırhlısı, Singapur'da demirliydiler. Malezya'daki Japon ilerlemesi haberlerini alır almaz, İngiliz tümamirali Tom Phillips, iki ağır savaş gemisi ve bir refakat gücüyle, ama hava desteği olmaksızın, denize açıldı. Ne var ki, 9 Aralık'ta, Malezya kıyılarına yaklaşık 80 km uzaklıkta, Singapur'dan yalnızca 240 km kadar uzaklaşmışken, gemileri Japon uçakları tarafından görüldü ve ertesi gün düzenlenen hava saldırısında tümü batırıldı.

25 Aralık 1941'de, güçsüz İngiliz sömürgesi Hong Kong'u da ele geçiren Japonya, asıl savaş yeteneğini, Malezya ormanlarındaki savaşta gösterdi. Malezya savaşı, Uzakdoğu'daki İngiliz ve Hollanda savunmasının kilit noktası olan Singapur'un Japonlar tarafından ele geçirilmesiyle (15 Şubat 1942) doruğa tırmandı. Aralık 1941 'den Şubat 1942'ye kadar, Japonya, Hollanda'ya bağlı Doğu Hint adalarındaki Müttefik mevzilerini ortadan kaldırmak için hava ve kara gücünü sistemli biçimde birlikte kullandı. Daha sonra da, Japon gemileri, Cava denizindeki bir dizi çatışmada, Müttefik donanmasına çok büyük zarar verdiler. Bu zafer, Hollanda adalarının istilasını kolaylaştırdı ve adalar Mart 1942'de teslim alındı.

Bu noktada Japonya'nın stratejisi açıkça belli olmuştu: Müttefiklerin deniz gücünü Büyük Okyanus'ta yok ettikten sonra, Malezya ve Doğu Hint adalarının yanı sıra, Güneydoğu Asya'nın hammadde açısından en zengin bölgelerini kolayca ele geçirmek.

Birmanya: Aralık 1941'de, Japon kuvvetleri Tayland üstünden Birmanya'nın (Burma) güney kesimine girerek Victoria Point'u aldılar ve buradaki küçük İngiliz garnizonunu, başkent Rangoon'a kadar gerilettiİer; 7 Mart 1942'de de İngilizler, Rangoon'u boşaltarak kuzeye çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada Çinliler.Birmanya' daki Müttefik kuvvetlerine destek gönderme girişiminde bulundular. Çankayşek'in genelkurmay başkanlığına getirilen ABD'li korgeneral Josep W. Stilwell, mart ayında göreve başlayıp, Birmanya'daki beşinci ve altıncı Çin ordularının komutanlığını üstlendi; ama Birmanya'nın güney kesiminde gerektiğinden uzun süre kalma hatasına düşünce, nisan ayında Japonlar tarafından Birmanya Yolu'yla bağlantısı kesildi. Bunun üstüne İngilizler'in Hindistan'a geri çekilmesine destek vermiş olan Stilwell'in kuvvetleri de, tıpkı İngilizler gibi, çok çetin koşullar altında Hindistan ve Çin'e geri çekilmek zorunda kaldılar.

Birmanya'da Japonlar'a karşı savaşan kuvvetlere Rangoon'a 240 km uzaklıktaki General Claire L. Chennault ve gönüllü pilotları da yardıma giriştiler. 19 Aralık 1941'den 4 Temmuz 1942'ye kadar, Chennault'nun "Uçan Kaplanları", 297 Japon uçağı düşürdüler.

Bununla birlikte, mayıs ortalarında, Birmanya aşağı yukarı bütünüyle, Japon denetimine girmiş, İngilizler, ağır donanımlarının büyük bölümünü bırakarak çekilmek zorunda kalmışlardı. Daha da kötüsü, Çin'e yardım ulaştırmayı sağlayan tek kara yolu olan Birmanya Yolu, artık kapanmıştı. Ağustos 1942'de Japonlar, Birmanya'da bir kukla hükümet kurdular.

Filipinler: Japonya'ya yapılacak hava saldırıları için güçlü bir hava üssü olan Filipinler'den ABD kuvvetlerinin çekilmesi, Japonya'nın başlıca hedefiydi. 55 000 Filipinli ve ABD'li askere komuta eden General Douglas MacArthur, adaları elde tutmak için çaba harcadıysa da, hem denizde,hem havada üstünlüğü ele geçiren Japonlar, 22 Aralık 1941'de adaların en büyüğü olan Luzon'a çıkartma yapmaya başladılar. 27 ve 28 Aralık'ta Japon hava kuvvetlerinin Manila'ya arka arkaya hava akınları düzenlemesinden sonra, 2 Ocak 1942'de Japonlar, kenti ve Cavite deniz üssünü ele geçirdiler.

Japon kuvvetlerine karşı direnemeyeceğini anlayan MacArthur, birliklerine, Bataan yarımadasına çekilme buyruğu verdi: Yardım gelinceye kadar burada barınmayı düşünüyordu. Ne var ki, şubat sonunda askerleri dizanteri ve sıtmadan bitkin düşünce, başkan Roosevelt, MacArthur'a yarımadayı boşaltması ve Avustralya'ya geçerek, Güneybatı Büyük Okyanus'taki Müttefik kuvvetlerinin başkomutanlığını üstlenmesi buyruğunu verdi.

MacArthur'un ayrılmasından sonra, korgeneral Jonathan M. Wainwright, umutsuz durumu sürdürmeye çabaladıysa da, 9 Nisan 1942'de yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Adada kalan 3 500 asker geri çekilerek, tahkimli Corregidor adasını savunan kuvvetlere katıldı. Ama bu kuvvetler de, ancak 6 Mayıs 1942'ye kadar dayanabildiler.

ABD'nin savaş gücü: Pearl Harbor felaketini izleyen günlerde ABD ekonomisi savaşa hızla ayak uydurdu ve sanayi kuruluşları ile fabrikalar, savaşta temel rol oynamaya başladılar. Bütün kilit sanayi kolları günde 24 saat ve haftada 7 gün aralıksız çalıştırılmaya başlandı. Pearl Harbor baskınından sonraki bir yıl içinde, ABD savaş üretimi, bütün Eksen Devletleri ülkelerinin toplam üretimine eşit duruma geldi; 1943 başındaysa, aştı. Savaş süresince ABD'de 96 000 uçak, 87 000 tank ve 2,4 milyon zırhlı aracın yanı sıra milyonlarca|hafif silah ve milyonlarca ton cephane üretildi. Ayrıca 1 Ocak 1942'den başlayarak, ülkede 28 milyon tonluk gemi üretilerek, Müttefiklerin yitirdiği gemilerin yerine yenileri koyulacak duruma gelindi.

AVRUPA'DA VE KUZEY AFRİKA'DA SAVAŞ: RÜZGÂRIN YÖN DEĞİŞTİRMESİ, 1942-1943: SSCB'ye Alman saldırısı 1942-1943'te Stalingrad'da eriyip gitti. Müttefiklerse Kuzey Afrika seferini zaferle kapadılar; ayrıca, okyanus deniz ulaşımı açısından güvenli duruma getirildi; hava savaşı da kazanıldı: Avrupa'da Alman üstünlüğü artık sona ermişti.

El-Alameyn: Rommel'in Mısır'da, Elam Halfa'da yenilgiye uğratılmasından sonra, 1942 Eylülü başlarında İngiliz sekizinci ordusu El-Alameyn yakınında yerleşti. Rommel'e karşı son hesaplaşmaya hazırlanan Montgomery, kuvvetlerini gerek yeni askerler, gerek ABD'den gelen donanımla güçlendirdi; bu arada, Libya'dan Bingazi'ye doğru yol almakta olan Alman gemilerinin büyük bölümü, İngiliz gemileri ve uçakları tarafından batırıldı. Böylece Almanların Kuzey Afrika'ya cephane ulaştırma savaşını yitirmelerine karşın, Hitler Rommel'e dayanması için ısrar etmekteydi. Eksen Devletleri kuvvetlerine şaşırtmaca vermek isteyen Montgomery, büyük bir gizlilik içinde, kuzey cephesine cephane, asker ve araç-gereç yığarken, güneyde aldatıcı bir savaş hazırlığına girişti. Bu arada Rommel hastalık nedeniyle Almanya'daydı.

23 Ekim 1942 gecesi, Montgomery 5 saat içinde, bin toptan oluşan bir topçu barajı oluşturdu. Sonra, iki İngiliz alayı saldırıya geçerek, Alman hatlarında derin bir gedik açtı. 25 Ekim'de cepheye dönen Rommel, vakit geçirmeden karşı saldırıya geçtiyse de, 2 haftaya yakın süre dayanan kuvvetlerinin, gece-gündüz süren bir bombardımanla yeni tip hızlı tanklar ve topçu kuvvetleri tarafından dövülmesinden ve taarruza geçen piyade birlikleri tarafından çembere alınmaya başlanmasından sonra, Libya'ya geri çekilmek zorunda kaldı.

Müttefiklerin Kuzey Afrika'yı işgali: 8 Kasım 1942'de ABD ve İngiliz birlikleri, Fransız Fası'na ve Cezayir'e çıkartma yaptılar.Montgomery'nin El-Alameyn saldırısıyla aynı güne denk gelmesi planlanan harekât, ABD-İngiliz kuvvetlerinin Rommeİ'in Afrika kolordusuna batı yönünden saldırmaları amacıyla düzenlenmişti. Ayrıca Stalin'in, orduları üstündeki Alman baskısını azaltmak için Avrupa'da ikinci bir cephe açılması isteğini de, bir ölçüde karşılayacağı düşünülmüştü. Ancak, bazı siyasal etkenler, harekâtı daha da karmaşıklaştırdı. İngiliz kuvvetleri, ABD'li komutanların buyruğuna verilmişti. General Dwight D. Eisenhower, yönettiği "Torch landing" ("Ateş tarlaları") harekâtında, Vichy hükümetinin Kuzey Afrika'daki desteğine son vermeyi umuyordu; Vichy hükümeti, Fransız savaş gemilerinin 1940'ta İngilizler tarafından Oran'da batırılmasına son derece öfkelenmişti. Eisenhovver ayrıca, Vichy'nin vatan haini saydığı general Charles de Gaulle'ü harekâtın dışında bırakmıştı. Bunun üstüne belli belirsiz bir çekimserliğin ardından Fransızların Eksen Devletleri'ne karşı savaşıma katılmaları, Vichy Fransakı'nın Almanlar tarafından işgaline yol açtı. "Torch" harekâtının başarıya ulaşması, Almanların Kuzey Afrika'da, artık hem doğudan, hem de batıdan baskı altına alınmaları anlamına geliyordu.

Casablanca Konferansı: Kuzey Afrika'da iki ayrı koldan gelişmekte olan Müttefik harekâtını birleştirmek ve harekât sonrası stratejisini belirlemek için, Roosevelt ve Churchill, Fas'ın Akdeniz kıyısı limanlarından Casablanca'da biraraya geldiler (Ocak 1943). Kendisine 1942 baharında Avrupa'da ikinci bir cephe açılacağı vaat edilmiş olan Stalin, bu vaadin yerine getirilmediği gerekçesiyle konferansa katılmadı. Konferansta Manş ötesi bir harekâtla Avrupa'nın istilasının 1943'te söz konusu olamayacağı anlaşıldı. Buna karşılık taraflar, Kuzey Afrika'daki iki Müttefik harekâtını birleştirmek, sonra da, Sicilya'yı işgal etmek kararı aldılar. İki önder ayrıca, ikinci bir cephenin açılmasından önce, Alman sanayi merkezlerine stratejik bombardımanların yoğunlaştırılması konusunda görüş birliğine vardılar. Bu arada, Vichy hükümeti yüksek komiseri General Henri Giraud ile de Gaulle arasında bir işbirliği antlaşması yapılması girişiminde bulunulduysa da, iki general arasındaki soğukluk giderilemedi.

Konferans sonunda Roosevelt, Müttefiklerin siyasetinin Almanya'nın "koşulsuz teslimini sağlamak" olduğunu açıkladı. Bu açıklama açık bir biçimde, Stalin'i hoşnut etme amacı taşıyordu; çünkü Stalin, İngiltere ile ABD'nin, Almanya'ya ödün vererek barış yapacaklarından kuşkulanmaktaydı. Alman propaganda bakanı Paul Joseph Goebbels'se, Müttefiklerin bu kararını, Alman halkını sonuna kadar savaşmak konusunda yüreklendirmekte kullandı: Sonraki yıllarda konferans kararlarını eleştiren tarihçiler, daha ılımlı bir dil kullanılmış olsa, Almanların çok daha önce teslim olabileceğini ileri sürmüşlerdir.

Kuzey Afrika'da Müttefiklerin zaferi: "Torch landings" harekâtından kısa süre sonra, Eisenhower komutasındaki İngiliz-ABD-Fransız kuvvetleri, Hitler'in destek güç ve donanım yığmayı yoğunlaştırdığı Tunus'a yönetildi. Eisenhovver, Tunus ve Bizerte liman kentlerini ele geçirmeyi ve Kuzey Afrika'yı sağlam biçimde Müttefiklerin denetimine sokmayı tasarlamıştı. Ne var ki, ağır donanım ve takviye gelinceye, Montgomery güneye yaklaşıncaya kadar, bir süre etkili bir harekâta girişmedi. 1943 Şubatı ortasında, Rommel, apansız bir saldırı düzenleyerek, Kasserin geçidindeki ABD mevzilerinin 80 km içine kadar ilerlediyse de, ilerlemesi birkaç gün içinde ilk hızını yitirdi.

20 Mart 1943'te Montgomery, Rommel'e Mareth savunma hattında saldırdı. 4 Nisan'da da Eisenhower'ın birinci ordusu, Montgomery'nin sekizinci ordusuyla Gafsa yakınında birleşti. Müttefik kuvvetleri, Eksen Devletleri kuvvetlerini batı ve güneyden geri püskürtmeye başladılar. 7 Mayıs 1943'te Tunus ve Bizerte, Müttefiklerin eline geçti. Beş gün sonra, 250 000'den çok Alman ve İtalyan askeri teslim olmuştu.

Stalingrad: SSCB'deki çetin çatışmaları, Paulus komutasındaki Alman altıncı ordusunun, Volga kıyısındaki büyük sanayi merkezi Stalingrad'a kadar ilerlemesi izledi. 23 Ağustos 1942'de, Alman birlikleri Volga kıyısına ulaştılar. Alman uçakları da, kenti yüksek güçlü bombalarla ve yangın bombalarıyla dövmeye başladı: Kentte birkaç saat içinde 40 000 kişi öldü.

Bu arada Moskova'dan, her ne pahasına olursa olsun savunulması buyruğu verilen Stalingrad'a taze destek kuvvetler gönderildi. Bu kritik noktada Hitler bir strateji hatası yaptı: Kente saldırılması buyruğu vermek yerine, Stalingrad'ın kısa sürede düşmesini sağlayabilecek panzer birliklerine, güneye yönelmeleri buyruğunu verdi. Zırhlı araçlarını 2 hafta sonra güneyden yeniden Stslingrad cephesine yönelttiğindeyse, Sovyet destek kuvvetleri kente ulaşmışlardı.

Gene de, 1942 Eylülü ortasında, çok sayıda Alman askeri kente girdi ve sokak sokak, ev ev çarpışma başladı. Ekimde Almanlar, kentin güney ve orta bölümlerini ele geçirip, kuzeydeki sanayi merkezlerine yöneldiler. Mahzenlerde, kanalizasyon kanallarında, fabrikalarda göğüs göğüse çarpışmalar yürütüldü. Sovyet kayıpları ekim ortalarında en yüksek noktasına ulaştı; Stalingrad'ı savunanlar kapana kısılmış görünümündeydi.

Ne var ki, kent çevresinde yeterince destek toplamış olan general Zukov ile yardımcıları, A. M. Vasilevskiy ve N.N. Noronov'un planladıkları saldırı, 19 Kasım'da başlatıldı. Kasım sonunda Alman altıncı ordusu kentin içinde kuşatıldı. Duruma aşırı öfkelenen Hitler, cepheden gelen umutsuz çağrılara karşın, Paulus'un geri çekilme önerisini reddetti.

Ocak 1943'te Ruslar,7 000 topçu  bataryası ve bir hava filosuyla Almanları dövmeye başladılar. Paulus, 2 Şubafta teslim olmak zorunda kaldı: Stalingrad Savaş'ında, yaklaşık 300 000 Alman askeri ölmüştü.

Avrupa'da direniş: Almanlar bir yandan askerî yenilgiyi yaşarken, bir yandan da, Avrupa'da işgal ettikleri bölgelerde gön geçtikçe başka sıkıntılarla karşılaştılar. Önceleri Alman işgaline karşı direniş çok azdı; bunun nedeni, işgal edilen bölgelerin halkının büyük bölümünün, Nazilerin yenilmezliğine inanmalarıydı. Ama İngiltere Savaş'ından ve onu izleyen Eksen Devletleri saldırılarının duraklamasından sonra, işgal altındaki bölgelerde Nazi karşıtı eylemler gelişmeye başladı. Önce İngiliz, daha sonra ABD istihbaratından yardım gören örgütlü gruplar, Alman subay ve askerlerine suikastlar düzenlediler; trenler çalışmaz duruma getirildi; cephane depoları havaya uçuruldu; fabrikalara sabotajlar düzenlendi: Müttefikler'e sürekli bilgi ulaştırıldı ve savaş tutsaklarının kaçmasına, Müttefiklerin gönderdikleri casusların paraşütle inişlerine yardımcı olundu. Direnişte etkin görev üstlenmeyenler de, direnişçilere barınak sağladılar; yataklık ettiler. Güçlerini geniş bir bölgeye yaymış bulunan ve işgal bölgelerindeki halka görülmemiş baskılar uygulatan Hitler, bu bölgelere atadığı yöneticilerin aldıkları olabildiğince sert önlemlere karşın, direnişi kırmayı başaramadı.

Atlas okyanusu savaşı, 1942-1943: 1942 başında Alman U-botları, her zamankinden çok Müttefik gemisi batırdılar. Ocak ayından haziran ayma kadar çoğu ABD kıyılarında 3 milyon tonluk gemi batırıldı. Ama ABD savaş ekonomisi, Almanların çabalarını kısa sürede etkisizleştirdi. Ağustos 1942'de yeni gemiler yapma çabası, en azından Müttefiklerin gemi kayıplarını başa baş karşılayacak duruma geldi. Aralıktaysa, tezgâhlardan çıkan yeni gemi sayısı, yitirilen gemi sayısının çok üstüne ulaşmıştı. Hava gücü açısından da gün geçtikçe daha uzun erimli bombardıman uçakları üretilmesiyle, konvoylara hava desteği, Mart 1943'te aşağı yukarı Atlas okyanusunun orta kesimlerine kadar genişletildi. Yeni tip radarlar da düşman gemilerinin yerinin saptanmasını kolaylaştırdı. 1943 baharından başlayarak, U-botlar denetim altına alındı.

Alman ticaret gemileriyse, İngiliz ablukası sayesinde çalışamaz duruma getirilmiş, bununla birlikte, Şubat 1942'de Gneisenau ve Scharnhorst savaş gemileri ile Prinz Eugen muhribi, ablukayı yarmayı başarmışlardı. İngilizler buna, martta, büyük Alman gemilerinin bakımına elverişli tek liman olan Loire ırmağı ağzındaki Fransız limanı Saint Nazaire'deki tersaneleri, deniz komandoları gönderip havaya uçurtmakla yanıt verdiler.

Müttefiklerin stratejik bombardımanı: ABD'deki hızlı uçak üretiminin de yardımıyla, Müttefik hava kuvvetleri, 1942'de Almanya'ya en büyük hava saldırısını gerçekleştirdiler. İngiliz Hava Kuvvetleri, Alman ağır sanayisinin merkezi Ruhr vadisindeki kentleri felç eden hava saldırıları düzenledi. Mayıs 1942'de, 1 000 İngiliz uçağından oluşan hava akınında, Rheinland daki Köln kentinin büyük bölümü yerle bir edildi. 1942 yazında, ABD Hava Kuvvetleri de Almanya'ya yapılan hava harekâtına katıldı: ABD B-17 Uçan Kale'leri ve B-24 Liberator'ları,nassas sanayi hedeflerine gündüz hava akınlarını yoğunlaştırırken, İngiliz uçakları da gece saldırıları yapıyorlardı. Ayrıca Alman hava kuvvetleri,, savaşın başında büyük ölçüde etkili olmuşlardı ama, Ingiltere Savaşı'ndan sonra, etkileri hızla azalmıştı.

Bununla birlikte, Müttefiklerin Avrupa'da hava üstünlüğünü sağlamaları ancak, Churchill ve Roosevelt'in Ocak 1943'teki Casablanca Konferansı'nda, stratejik bombardımana daha çok ağırlık verilmesi kararından sonra gerçekleşti. Bu karardan sonra ortaklaşa hava akınlarıyla, bombardımanlar daha düzenli ve yoğun duruma geldi. Sözgelimi 1943 yazında, ortak hava akınlarıyla Hamburg'un dörtte üçü yakılıp yıkıldı. ABD avcı refakat uçaklarının etkisi arttıkça, Luftwaffe, Müttefiklerin hava akınlarına karşılık veremez duruma geldi. Bununla birlikte, 24 saatlik bombardımanlar, Almanya boyun eğinceye kadar sürdürüldü.

BÜYÜK OKYANUSTA VE UZAKDOĞU'DA SAVAŞ: MÜTTEFİKLERİN TOPARLANMASI, 1942-1943: 1942-1943'te Müttefikler, Japonya'nın güneye ve doğuya daha çok yayılma çabalarını engellemeye çabaladılar ve adaları yeniden ele geçirme harekâtını başlattılar.

Doolittle akını: Pearl Harbor'dan birkaç hafta sonra, korgeneral James H. Doolittle, Tokyo'ya bir hava saldırısı düzenlenmesi önerisinde bulundu. Subaylarının kuşkucu tavırlarına karşın, gönüllü pilotlarla bu özel görev için gizlice hazırlık yaptı.

18 Nisan 1942 sabahı, Doolittle ve 16 orta erimli B-25 bombardıman uçağı, Hornet uçak gemisinden havalanarak Japonya üstüne ulaştılar; çok alçaktan uçarak, askerî hedeflere büyük zarar verdikten sonra, Çin'e yöneldiler. Doolittle'ın akını, büyük bir hava becerisi sergilenmesinin yanı sıra, ülkelerinin, saldırıya uğramasının olanaksızlığına inanan Japon kamuoyunu, dehşete düşürdü; saldırıya Pearl Harbor'un öcünün alınması gözüyle bakan ABD'deyse büyük bir coşkuyla karşılandı.

Mercan denizi savaşı: Büyük Okyanus'ta hâlâ dilediklerince hareket edebileceklerini sanan Japonlar, bu kez gözlerini Avustralya sularına çevirdiler. Mayıs 1942 başında ABD keşif uçakları, Avustralya ile Solomon adaları arasındaki Mercan denizinde büyük bir Japon filosunun bulunduğunu saptadılar.Japon donanmasının orada bulunuşunun nedeni, Japonya'nın Yeni Gine ve Solomon adalarında tutunmasını sağlamak, böylece ABD'nin Avustralya'ya cephane gönderme yolunu tıkamaktı.

3-9 Mayıs 1942'deki Mercan denizi savaşı, tarihte, deniz üstü savaş gemilerinin karşılıklı atışta bulunmadıkları ilk deniz savaşı oldu: ABD uçakları, Japonları hızla geri çekilmeye zorladılar. 25'in üstünde Japon gemisi, ya batırıldı ya da etkisiz duruma getirildi. Ağır nakliye gemilerine verilen zarar, Mercan denizi savaşını izleyen aylarda Japon harekâtını engelledi. Ayrıca, Japonya'nın Büyük Okyanus'un güney kesimindeki ilk yenilgisi olan Mercan denizi savaşı, Japonya'nın güneye doğru yayılmasına son verdi.

Midway savaşı: Japonlar, Mercan denizindeki yenilgiden sonra kısa sürede toparlanmayı başardılar. Japonya'nın çevresindeki etki çemberini daha da genişletmenin ve Büyük Okyanus'ta ABD donanmasının kalan bölümünü yok etmenin çarelerini arayan Japon Deniz Kuvvetleri kurmayı, Midway adasında çarpışma kararı verdi. Pael Harbor'un yaklaşık 1 800 km kuzeybatısındaki Midway adası, Hawaii için bir sıçrama tahtası işlevi görüyordu. Japonlar adayı, yeni deniz sınırlarının ileri karakolu haline getirmek istiyorlardı. Bunu gerçekleştirmek için Japon Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 200 savaş gemisi ve 600 uçaktan oluşan bir güçle, tarihinin en büyük deniz harekâtını düzenledi.

Müttefikleri beklemedikleri bir baskınla şaşırtmayı tasarlayan Japon strateji uzmanları, ellerindeki dev gücün, Büyük Okyanus'ta ABD donanmasından kalan sınırlı kuvveti yok etmeyi rahatlıkla başaracağını düşünüyorlardı. Üstelik savaş boyunca Japon askeri şifrelerini büyük ölçüde çözmüş olan ABD istihbaratı bu kez, Japon deniz gücünün ne düzeyde olduğunu belirlemeyi başaramamıştı; oysa daha önce ABD Japon kuvvetlerinin attığı her adımdan haberdardı. 3 Haziran 1942'de, öğleden sonra, bir keşif uçağı Japon kuvvetlerinin Midway'a yaklaşmakta olduğunu bildirdi. Ertesi gün de yüzlerce Japon bombardıman uçağı, uçak gemilerinden havalanarak Midway'e yöneldi. Ne var ki, ABD avcı uçaklarından güçlü bir filo da pusuda beklemekteydi ve Hornet, Yorktown, Enterprise uçak gemilerinden havalanarak, 4 Japon uçak gemisini batırmayı başardı. Uçak gemilerinin yitirilmesiyle dehşete düşen amiral Yamamoto İsoroku, dev filosuna geri çekilme buyruğu verdi; ama geri çekilen gemileri izleyen ABD uçakları, filoya büyük zarar verdiler.

4 gün içinde, Japonların kayıpları 4 uçak gemisinin yanı sıra, ağır yaralı 2 büyük muhrip ve 3 destroyer ile 322 uçağı bulmuştu (bunların 280'i batan uçak gemileri üstündeydi). ABD'lilerin kayıpları da, Japonlar'dan az değildi: Yorktown uçak gemisi, bir destroyer ve 147 uçak yitirilmişti. Ama Midway adası ABD birliklerinin elinde kalmıştı. Japon kuvvetleriyse öylesine ağır zarar görmüşlerdi ki, Japonya, saldırı şöyle dursun, nasıl toparlanacağını düşünmeye başlamıştı.

Birmanya, Ledo Yolu: Çin-Birmanya-Hindistan cephesi, Müttefik komutanlığının fazla önemsemediği bir bölgeydi, Sonuçta, Japonlar İngilizleri Hindistan ve Çin sınırlarının ötesine, Himalayalar'ın eteklerine püskürtmeyi başardılar: Birmanya'da 1944'e kadar önemi bir saldırı olmadı. Nisan 1942'de Birmanya Yolu'nun kapanmasıyla birlikte, Çankayşek kuvvetlerine yardım ulaştırmak için başka bir seçenek arandı. Geçit vermeyen Himalayalar engeli üstünden 5 saat uzaktaki Çin'e bir hava köprüsü kurularak Şubat 1943'te, yalnızca bir ay içinde 3 200 ton malzeme taşındı. Stikwell'in önerisiyle yeni Birmanya Yolu (Ledo Yolu) üstünden hava ulaşımı Aralık 1942'de başladı; bu yol, Hindistan'da Ledo'dan, Mytkyina ötesindeki eski Birmanya Yolu'na uzanıyordu. Binlerce Çinli, 2 yıllık bir uğraş sonunda, geçit vermez dağlarda yeni bir yol açmıştı.

Stilwell 1943'te, Birmanya'nın kuzey kesiminden, iki gerilla grubunun (Orde Wingate komutasında İngiliz "Chindits"ları ya da Wingate Raiders'ları ile Frank D. Merrill komutasında ABD Merrill Marauders'ları) desteğinde çarpışmayı yeniden başlattı. Bu kuvvetler, Ledo Yolu'nu korumanın yanı sıra, Japonların Hindistan'a doğru harekete geçmesini engellediler.

Müttefiklerin saldırıya geçmesi: Guadalcanal: Midway'den sonra Japonlar gözlerini güneye, Yeni Gine ve Solomon adalarına çevirmişlerdi; bölgeyi Avustralya'ya düzenlenecek bir genel saldırının ilk aşaması sayıyorlardı. Temmuz başlarında, Güney Solomon adalarındaki Guadalcanal'da bir uçak pisti yapmaya başladılar; amaçları, ABD'den Avustralya arasında hava yoluyla gelebilecek yardımları kesmekti.

7    Ağustos 1942'de Solomon adaları açıklarında büyük bir ABD filosu göründü. Yoğun bir bombardımandan sonra ABD deniz piyadeleri Guadalcanal'a ve çevresindeki adalara çıkartma yaptılar. Ertesi gün, ABD deniz piyadeleri bir köprübaşı'oluşturup, henüz bitmemiş durumdaki uçak pistini ele geçirdiler. Havadan, karadan ve denizden Japon direnişi Rabaul'daki üsten başlatıldı ve kısa sürede yoğunlaştı. Guadalcanal'a egemen olabilmek için ABD birlikleri, 6 ay süren bir kara savaşının yanı sıra, denizde de 6 kez çarpışmak zorunda kaldılar. Ama bu çarpışmalar sırasında, ABD deniz piyadeleri orman savaşında ilk sınavlarını da verdiler (gerilla savaşı da denebilecek bu özel savaş biçimi, sonradan Japon adalarının kuşatılmasında çok işlerine yaradı). Artık ABD kuvvetleri Tokyo'ya yaklaşık 4 800 km uzaklıktaydılar ve askerler gerilla savaşının inceliklerini, adaları savunma stratejilerini iyice öğrenmişlerdi.

Solomon adaları-Yeni Gine merdiveni: Daha sonra ABD kuvvetlerinin çabalan, Yeni Gine'nin hemen doğusunda yer alan, Yeni Britanya adasının doğu ucundaki Japon deniz üssü Rabaul'a yöneltildi. Rabaul, çevresindeki birçok adanın bir çeşit kalkan görevi yaptığı güçlü bir kaleydi. ABD kurmayı, çok pahalıya mal olacak Raboul'a doğrudan saldırı düşüncesini bir kenara bırakarak, bunun yerine üssü bir hava saldırısıyla etkisiz duruma getirmeyi ve kuşatmayı kararlaştırdı. Bu amaca, Solomon adaları ve Yeni Gine basamak yapılarak, uzun süreli iki saldırıyla ulaşılması planlandı. Solomon adaları cephesinde ABD birliklerinin bir adadan öbürüne atlayarak, kuzeye doğru ilerlemeleri tasarlandı. Yeni Gine cephesindeyse, General MacArthur komutasındaki ABD ve Avustralya birlikleri, doğu kıyısı üstünden ilerleyeceklerdi. Her iki kol da güçlü bir hava desteğinde olacaktı.

Solomon adalarındaki ilerleyiş, 1943 Şubatı sonunda Guadalcanal'dan başlatıldı. 21 Şubat'ta ABD birlikleri Guadalcanal'ın 96 km kuzeybatısındaki Russel adasını aldılar. Gerileyen Japonlar, New Georgia adasını işgal eden ABD askerlerini püskürtmek için, Kuzey Solomon adalarındaki üslerden bir deniz filosu yolladılar. Ama hava savaşı Japonlar'a çok pahalıya mal olurken, hava savaşıyla aynı zamanda gerçekleşen denizdeki çarpışmalar da, ağır kayıplar vermelerine yol açtı. Ağustos 1943 ortasında ABD birlikleri, Rendova adasını, Munda adasını (New Georgia adası) ve Vella Lavella adasını ele geçirmişlerdi.

Solomon adaları-Yeni Gine merdiveninin öbür basamağındaysa, MacArthur, kuvvetlerini kuzeye, Yeni Gine'ye yöneltti; böylece New Britain adasını aşarak, Rabaul'u batıdan kuşatmak amacındaydı. Askerlerin bataklık kıyıda ve sarp dağlık kesimde çok ağır ilerleyebilmelerine karşın, Ocak 1943'te ABD birlikleri Yeni Gine'deki Papua yarımadasının stratejik noktalarını ele geçirdiler. Çok geçmeden de Japonların New Britain'in batı ucundaki Lae ve Salamaua mevzilerini tehdit etmeye başladılar.

Bismarck denizi savaşı: Japon savaş stratejisi Lae ve Salamaua'ya destek kuvvetler göndermek temeline dayanıyordu; ama 3-4 Mart 1943'te ABD'nin B-24 "Liberator" ve B-17 "Uçan Kale'leri, cephane taşıyan gemiler ile bunlara refakat eden gemilere saldırarak, büyük bir bölümünü batırdılar: 3 500'ü aşkın Japon askeri ve denizcisi öldü. Müttefiklerse yalnızca 5 uçak yitirmişlerdi. Böylece Bismarck denizi savaşı, Büyük Okyanus'un güneybatı kesimindeki Japon kuvvetlerine büyük bir darbe indirmiş oldu.

Rabaul'un etkisizleştirilmesi: Bir ABD amfibi gücü, 30 Haziran'da Yeni Gine'nin doğu kesimindeki Nassau körfezi kıyılarına çıkartma yaparak, ekim başlarında Lae, Salamua ve Finschhafen'ı aldı. Aralıkta da New Britain adasının güneybatı ucuna ayak bastı. Solomon adalarındaki ilerleyiş kasımda Bougainville adasına ulaşarak, Müttefik uçaklarının Rabaul'a kolayca ulaşmalarını sağladı, 1943 sonunda Rabaul, ileride düzenlenecek saldırılar için bir tehdit olmaktan çıktı: 100 000'i aşkın deneyimli Japon askeri Rabaul ve çevresindeki bölgede yok edilmiş, bir yıldan biraz uzun bir süre içinde Müttefikler, Büyük Okyanus'un güneybatı kesiminde önemli kazançlar sağlayarak, Japonların kaçış yollarını kesmişlerdi.

Japonya'ya ilerleme stratejisi: 1943 yazında Müttefik strateji uzmanları arasında, Japonların anayurdu olan adalara ulaşma yolunun nasıl açılacağı konusunda anlaşmazlık çıktı. Güneydoğu Büyük Okyanus komutanı general MacArthur, Yeni Gine-Filipinler ekseni üstünden ilerlemekten yanaydı. Buna karşılık Büyük Okyanus'un orta kesimi komutanı amiral Chester Nimitz, stratejik bir alan elde etmek ve deniz üsleri kazanmak için, önce Büyük Okyanus'un orta kesimindeki adaları almanın, böylece bu adalar ile büyük Japon adaları arasındaki bağlantıyı kesmenin daha doğru olacağını düşünmekteydi.

Ortak genelkurmay, Nimitz'in stratejisine öncelik tanınması, ama her iki komutanın planından da yararlanılması kararı aldı. Nimitz'in kuvvetleri, Japon adalarına Gilbert, Marshall, Caroline ve Mariana adaları üstünden adım adım ulaşacaktı. MacArthur'sa, Yeni Gine ile Filipinler'in en güneydeki adası Mindanao arasında yer alan adaları ele geçirecekti.

Tarava: ABD'nin Büyük Okyanus'un orta kesimindeki saldırısı, kasımda Gilbert adalarından başlatıldı. ABD güçleri Tarava ve Makia adalarına kadar ilerlediler. Makia işgal edilerek, 4 gün içinde düşmandan temizlendi. Buna karşılık Tarava'da 5 000 deneyimli Japon orman komandosu, ölünceye kadar savaşmaya hazırlanmıştı. 20 Kasım 1943'te, Japonlarla eşit sayıda ABD deniz piyadesi adaya çıktı. Çıkartmayla tam anlamıyla eşgüdümü sağlanamayan hava desteği, Japonlarda fazla bir kayba neden olmadı. Her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği çok çetin çarpışmalardan sonra Tarava alındığında (26 Kasım), adada, askerî garnizondakiler dışında, yalnızca 17 Japon ve 129 Koreli işçi sağ kalmıştı.

AVRUPA'DA SAVAŞ: MÜTTEFİKLERİN SALDIRISI, 1943-1944: 1944'te, Sicilya ve İtalya'nın Müttefikler tarafından işgali, ardından da, doğudaki Sovyet ilerlemesi ve Normandiya çıkartmasından sonra ikinci bir cephenin açılmasıyla, Almanya bütün cephelerde geri çekilmeye başlayacaktı.

Sicilya'nın istilası: Mayıs 1943 ortalarında, Washington'da bir araya gelen Roosevelt ve Churchill, Sicilya'nın işgalinde anlaşıp, Mayıs 1944 başlarında Fransa'nın Manş üstünden istilasını kararlaştırdılar. Ayrıca, Çin'e yardım ulaştırılması amacıyla bir hava köprüsü kurulmasında ve Birmanya'yı yeniden ele geçirmek için bir strateji belirlenmesinde anlaştılar. Bu hedeflerin ilkini gerçekleştirmek için Eisenhower'ın yardımcısı İngiliz generali Harold Alexander'in komutasında "Husky harekâtı" yürürlüğe kondu. Önce, Tunus ile Sicilya arasındaki İtalya'nın müstahkem üssü küçük Pantelleria adası, boyun eğinceye kadar deniz ve havadan bombalandı. Bir ay sonra, 9-10 Temmuz 1943'te, İngiliz ve ABD kuvvetleri bir harekâtla Sicilya'ya ayakbastılar.

Sicilya'daki Alman ve İtalyan birlikleri, çıkartmayı beklemekle birlikte, saldırının başlangıç tarihi ile çıkartmanın yapılacağı noktalardan habersizdiler. Harekât başlayınca, İtalyanlar kitleler halinde teslim olurken, Almanlar, güçlü bir karşı saldırıyla yanıt verdiler. Bununla birlikte, Gela'daki güçlüklerden sonra, ABD yedinci ordusu, adanın orta kesimine ve batısına sarkarak, 22 Temmuz'da Palermo'yu aldı. KanadalIların desteğindeki İngiliz yedinci ordusu da, güçlü Alman direnişine karşın, doğu kıyısından güç de olsa ilerleyerek, 5 Ağustos'ta Catania'yı ele geçirdi. Sonra her iki ordu iki koldan Messina'ya yürüyerek, 17 Ağustos 1943'te aldılar.

25 Temmuz 1943'te, beklenmedik bir gelişme oldu: İtalya'da Mussolini devrildi ve mareşal Pietro Badoglio, başbakanlığa getirildi. İtalyan kamuoyu barış istemekteydi. Bunun üstüne, İtalyanların savaştan çekileceğini anlayan Almanlar, İtalya'daki bütün stratejik merkezlere el koydular ve İtalya yarımadasına yapılacak bir Müttefik istilasını beklemeye başladılar.

İtalya seferi: Daha Sicilya'nın istilası başlamadan, Müttefikler savaşı İtalya yarımadasına yayma kararı vermişlerdi. 3 Eylül 1943'te İngiliz ve ABD birlikleri, gemilerle Messina boğazından geçerek, yarımadanın batı ucu açıklarına vardılar. Bir hafta sonra general Mark W. Clark komutasındaki ABD beşinci ordusu, Salerno kıyısına (Roma'nın yaklaşık 240 km güneyi) çıkartma yaptı. Bir ay içinde Güney İtalya Müttefiklerin denetimine girdi ve Napoli 1 Ekim 1943'te düştü. Bununla birlikte, Alman direnmesi karşısında, Müttefik saldırısı çıkmaza girdi: Yıl sonunda, Müttefik birlikleri hâlâ Napoli'ye Roma'dan daha yakındılar. Almanlar, Roma'nın yaklaşık 130 km güneyinde güçlü bir savunma hattı ("Gustav hattı’ ya da *Kış hattı") oluşturmuşlardı.

İşgal tarihinde (3 Eylül) Cezayir'deki Badoglio hükümeti, İngiliz ve ABD kuvvetleriyle gizli bir ateşkes imzalamış, 8 Eylül'de İtalya teslim olduğunu açıklamış, 13 Ekim'de de Badoglio hükümeti, Almanya'ya savaş ilan etmişti. Ama bu arada Almanlar da, Mussolini'yi hapisten kurtarmışlar ve kuzey İtalya'daki kukla hükümetin başına geçirmişlerdi.

Doğu cephesi: Bu sırada, doğu cephesinde Almanlar, Stalingrad savaşındaki yenilgiden sonra, etkili bir saldırı gerçekleştirmekten uzaktılar. Savaşın bu noktasında (Şubat 1943) Almanlar ve müttefiklerinin kayıpları 1941 yazındaki SSCB saldırısından beri, ölü ve tutsak olarak 850 000'i bulmuştu. Aylarca süren bir toparlanma döneminden sonra, general Erich von Manstein, güneyde Sovyetlere karşı umutsuz bir yaz karşısaldırısı başlattı ve Stalingrad'dan beri, durum ilk kez Almanların lehine döndü. Sovyet askerleri, Kursk çevresinde geniş bir çıkıntı oluşturan cepheye saldırı başlatınca, Almanlar saflarını sıklaştırdılar. Sonra, 5 Temmuz 1943'te, yeni tip "Kaplan" ve "Panter" tanklarını kullanarak Sovyet cephesinin bu en şişkin noktasına saldırdılar. Hitler. Kızıl Ordu'nun topçu bataryaları ve tanklarından oluşan olağanüstü yoğunlukta asker yığınağına, 1 000'den çok uçakla karşılık verdi. Çarpışma gelmiş geçmiş en zorlu ve geniş zırhlı savaşlarından biri oldu: 3 000'i aşkın tank, çayırlık alanda çarpışmaya başladı. 12 Temmuz 1943'te, ardı arkası gelmez bir asker gücü ve tank desteğinin yardımıyla, Sovyetler, her geçen gün yeni tank birliklerini cepheye sürerek, savaşın gidişini kendilerinden yana çevirmeyi başardılar: Manstein 20 000 asker, tanklarının yarısı ve

1000'den çok uçak yitirerek çekilmek zorunda kaldı. Bu çekiliş gerçekleşirken, Sovyetler kuzeyden, 4 Ağustos 1943'te aldıkları Orel üstünden yeni bir saldırı başlattılar. Harkov'u (23 Ağustos), Poltava'yı (22 Eylül) ve Smolensk'i (25 Eylül) geri aldılar. Kasım başında da Kiev kurtarıldı. Manstein'ın kuvvetleri, inatçı Rus ilerleyişi karşısında ciddi biçimde azaldı; ama Hitler, kitlesel bir geri çekilmeye karşı çıktı (böylece, çok sayıda askerinin sonunda Sovyet askeri kıskacına girmesine yol açtı).

Sovyet ilerlemesi, kış bastırınca bir süre için durdu; ama yollar ve akarsular iyice donduğunda, bütün Doğu cephesi boyunca olağanüstü bir Sovyet saldırısı başlatıldı. Ocak 1944 ortasında, Sovyet birliklerinin Leningrad'la kara ulaşımını sağlamalarıyla, 890 gün boyunca sürmüş olan Alman kuşatması sona erdi 1941 Eylülü'nden başlayarak Leningrad halkı Alman topçu ateşine ve hava bombardımanına karşı koymuş, 200 000'den çok Alman askeri kuşatma sırasında ölürken, 250 000'den çoğu da, soğuktan, açlıktan ve aşırı yorgunluktan ölmüştü. Kentin direnişini, donmuş Ladoga gölü üstünden ulaştırılan yardım sağlamıştı.

Kızıl Ordu, batı yönünden de ilerleyerek, kuzeyde Riga ve Vilna'yı alıp, ,temmuz ortasında Doğu Prusya'ya ayak bastı. Orta cephede Almanlar, temmuzda Minsk'ten geri püskürtüldüler. Güneydeyse, mayıs ayında Kırım'ın tamamı Sovyet birliklerinin eline geçmişti. Temmuz 1944 ortasında Sovyet birlikleri Polonya içlerine kadar ilerleyip, ağustos sonunda Balkanlar'a ulaştılar. Kızıl Ordu Varşova'nın banliyölerine yaklaştığında, Polonya başkentindeki direniş hareketi Alman işgalcilere karşı bir ayaklanmaya dönüşmüş (ağustos-ekim), ama direnişçiler, Sovyetlerin kente girmesinden önce kentin denetimini ele geçirmekte başarılı olamamışlardı.

İtalya'nın çökmesi: 1944 başında, İtalya'daki Müttefik kuvvetlerinin ilerlemesi, engebeli yüzey şekilleri ve inatçı Alman direnişi karşısında yavaşladı. 2 Ocak 1944'te, Almanları kıskaca alma girişimi sırasında, 50 000 ABD askeri, güneyde Gustav hattı ile kuzeyde Roma'ya 53 km uzaklıktaki Anzio'ya çıktı. Ama hemen ilerlemeyi başaramayıp, bu köprübaşında kaldı. General Albert Kessering komutasında yedi Alman tümeni, Anzio çevresinde güçlü bir çember oluşturmak için harekete geçti. Ne var ki, Monte Cassino'daki art arda saldırılardan sonra, Müttefikler Alman hatlarını yarmayı başardılar. 4 Haziran 1944'te Roma Müttefiklerin eline geçti. Bunu izleyen aylarda, Almanlar bir savunma hattından öbürüne gerilerken, Müttefik birlikleri Toscana üstünden sürekli ve direnilmesi olanaksız bir baskıya giriştiler: 1945 başlarında, Po vadisine egemen tepelere ulaştılar. Mussolini, partizanlar tarafından 28 Nisan 1945'te Como gölü yakınında tutsak alınıp, metresi Claretta Petacci'yle birlikte kurşuna dizildi (cesetleri, faşizmin doğduğu kent olan Milano'ya gönderilerek, bir alanda teşnir edildi).

Tahran Konferansı: 1943 içinde, İtalya seferi sürmekteyken, Müttefik orduları, Fransa'ya yapılacak dev saldırı ile Eksen Devletleri'ne karşı uygulanacak öbür stratejileri belirlemek için iki konferans düzenlediler. Bunlardan ağustos ortasındaki Québec Konferansı'nda, Roosevelt ve Churchill, Fransa'da ikinci bir cephe açılmasını kabul ettiler ve 1 Mayıs 1944'te gerçekleştirilecek Normandiya çıkarmasına ilişkin taktik planlan onayladılar.

28 Kasım)- 1 Aralık 1943'teki Tahran Konferansındaysa, Stalin Churchill ve Roosevelt ilk kez bir araya gelerek "Overland Harekâtı" kod adı verilen istilanın tarihini belirlediler. Stalin, harekâtın başlayacağı anda Alman doğu cephesine saldırmayı kabul etti. Ayrıca, "Anvil Harekâtı" adı verilen, Fransa'ya Akdeniz'den ikinci bir çıkartma yapılmasını da onayladı. Buna karşılık, Almanların yenilmesinden sonra, Japonya'yla savaşa Sovyetlerin de katılacağını, Sahalin'i, Kuril adalarını ve Asya kıtasında Büyük Okyanuş'a açılan bir liman istediğini vurguladı. Konferansta, İran'ın savaş sonrasında yeniden yapılandırılması konusu da gündeme getirildi.

Normandiya çıkartması: Müttefiklerin Manş ötesi bir harekâtla Fransa'nın kurtarılmasına hazırlandıkları sırada, İngiltere topraklarında tarihteki en büyük ve güçlü askerî yığınak yapıldı. Çıkartmadan 2 ay önce, İngiltere'ye asker, araç-gereç ve cephane akarken, Müttefik uçakları, Fransa ve Belçika'daki karayollarını, köprüleri, havaalanlarını ve tahkim edilmiş yerleri bombalayıp, Almanya'daki sanayi merkezlerine hava saldırılarını sürdürdüler.

Gerekli çıkartma donanımının toplanmasındaki gecikmelerin yanı sıra, hava ve deniz koşullarının elverişsizliği nedeniyle de birkaç kez ertelenen Eisenhower komutasındaki "Overlord Harekâtı", 6 Haziran 1944'te başladı. Bir gece önce Alman kıyı savunma hatlarının gerisine indirilen paraşütçü birliklerine, haberleşme hatlarını kesmek ve kilit savunma noktalarını ele geçirmek görevi verilmişti.

06.30-07.30 arasında, Müttefik askerleri dalga dalga Cherbourg ile Le Havre arasında karaya çıktılar; tarihin bu en geniş çaplı amfibi harekâtında, her türden 5 000 gemi kullanıldı. Yaklaşık 11 000 Müttefik uçağı, çıkartmayı destekledi. 150 000'i aşkın asker, Normandiya kıyılarına çıkarıldı. Kuzeydeki bütün büyük Fransız limanları mayınlanmış ve tahkim edilmiş olduğundan, Müttefikler dubalar ve batık gemilerle iki yapay limaniskele oluşturdular. Bunlardan biri, okyanus fırtınalarından birinde yok olurken, öbürü başarıyla çalıştı. Manş denizi altından geçen yirmi petrol boru hattı da, tankların yakıt gereksinmenisini karşılamak amacıyla kullanıldı.

Almanlar o günlerde, Batı Avrupa'ya Müttefikler tarafından bir saldırı bekliyorlardı; ama, çıkartma hiç ummadıkları bir yere yapıldı. Batı cephesi Alman kuvvetleri komutanı general Gerd von Rundstedt, Müttefiklerin Manş'ın en dar noktasını kullanarak Pas de Calais'ye çıkacaklarını sanıyordu. Ne var ki, İngiliz istihbarat çalışmalarıyla Almanların şifreli mesajları çözülmüş ve bekledikleri çıkartma noktası belirlenmişti. Durumdan yararlanmak isteyen Müttefikler, Rundstedt'in çıkartma noktası konusundaki yanılgısını daha da güçlendirmek için Kent'e "bir hayalet kuvvet" yerleştirdiler. Bu şaşırtmaca, Hitler'in Normandiya'ya yedek panzer tümenleri göndermemesini sağlayarak, gerek çıkartma harekâtını, gerek köprübaşları oluşturma eylemini büyük ölçüde kolaylaştırdı.

Gene de Almanlar, çıkartmaya bütün güçleriyle karşılık verdiler. Müttefik kuvvetleri kitlesel biçimde Normandiya kumsallarına akarken, bir ayı aşkın süre direnmeyi başardılar. Alman savunma kuvvetlerini güçsüzleştiren en büyük etken, Hitler'in, birliklerinin büyük çoğunluğunu, Fransa'dan Sovyetlerin saldırıya geçtiği doğu cephesine kaydırmış olmasıydı.

Fransa seferi: Almanları kıskaca almak amacıyla Müttefikler, Güney Fransa'ya ikinci bir çıkartma yapma kararı aldılar. 15 Ağustos 1944'te savaş gemilerinden oluşan bir Müttefik donanması, Fransa'nın Toulon ile Cannes arasındaki Akdeniz kıyısı açıklarına vardı. Ağır bir bombardımanın ardından, ABD ve Fransız askerlerinden oluşan bir kuvvet, kıyıya çıktı. Marsilya ve Nice'i kısa sürede ele geçiren Müttefikler, bu kez kuzeye, Rhöne ırmağı kıyılarına yöneldiler. Batı Fransa'daki Alman kuvvetleri artık, kuşatılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Normandiya kıyılarına çıkan dev Müttefik gücü (çıkartma gücünü izleyen üç hafta içinde, bir milyondan çok asker), önce adım adım, enlemesine yayılıp, iç kesimlere doğru ilerlemedi. 27 Haziran 1944'te Cherbourg alındı; böylece Müttefikler, asker ve mühimmat yığınağı için önemli bir liman kazanmış oldular. 9 Temmuz'da Müttefik askerleri, Caen ile Saint -Lô arasındaki Alman hatlarını yardılar ve açık arazide ilerlemeye başladılar. Almanlar, Avranches'ta karşı saldırıya geçtilerse de, ABD kuvvetleri tarafından durduruldular. Korgeneral George Patton komutasındaki ağır zırhlı ABD üçüncü ordusu, Almanları .Avranches'ta batı kanadından kuşatarak, Bretagne bölgesine girdi; sonra da, güneyden Paris'i kuşatmak için, kuzeydoğuda Seine ırmağı yönünde harekete geçti.

Aşın can kaybı verilmesini önlemek isteyen Eisenhower, Paris'i harekât dışı bıraktı. Kentteki Fransız direnişçileri ile kurtuluş ordusu içindeki Fransız kuvvetlerine, başkentlerini hızlı ve kansız biçimde ele geçirmeleri buyruğu verildi. Ama 19 Ağustos'ta Eisenhower, Paris'te Alman işgalcilere karşı bir ayaklanma gerçekleşeceği haberini alınca düşüncesini değiştirerek, ABD birliklerinin destekledikleri, Özgür Fransa ikinci zırhlı birliğini kente yöneltti. 25 Ağustos'ta Paris, Müttefikler tarafından kurtarıldı. Paris'i savunmakla görevli Alman generali Dietrich von Choltitz'in, Hitler'in "tek bir er kalıncaya kadar savaşma ve kenti yerle bir etme" buyruğuna uymaması sayesinde, kent pek zarar görmedi.

Müttefiklerin Almanya'ya ilerlemeleri: Müttefik komutanları arasında, Almanya'ya son saldırı stratejisinin belirlenmesi sırasında, görüş ayrılığı çıktı. Montgomery, Belçika'dan Ruhr'a kadar uzanan bir çizgi boyunca kümelenen Müttefik zırhlı kuvvetleriyle yoğun bir saldırı, "büyük bir ileri harekât" gerçekleştirilmesini savunuyordu. Buna karşılık Eisenhower, bu tür ilerleyişe öncelik verilmesini kabul etmekle birlikte, ikinci bir evrede, evvelce planlanmış olan, bütün kuvvetlerin ayrı ayrı saldırıya geçirilmesini istiyordu. Eylül başında İngilizler Brüksel'i kurtardılar ve ABD kuvvetleri, Eupen'den Almanya topraklarına girdiler. 21 Ekim'de, ABD birinci ordusu Aachen'ı aldı. Bu, Almanya'nın savaş öncesi sınırları içinde Müttefiklerin eline geçen ilk kent oldu. Bu arada, Normandiya'ya ve Güney Fransa'ya çıkarılmış kuvvetler, Dijon yakınında birleştiler. Böylece Müttefikler, Belçika'dan başlayıp, İsviçre'de sona eren kesintisiz bir cephe elde ettiler.

Bütün bu gelişmelere karşın, Alman direnişi 1944'ün son aylarında daha da sertleşti. Eylül sonunda, bir İngiliz paraşütçü birliği, Hollanda'da, Arnhem yakınında Ren Boyunca uzanan Alman hatlarının gerisine indirildiyse de, harekât kesin bir başarısızlıkla sonuçlandı: İndirilen 10 000 askerden 1 000'i Almanlar tarafından öldürülüp, en az 6 400'ü tutsak alındı. Bunun üstüne, Müttefik, saldırısında geçici bir duraklama yaşandı.

16 Aralık 1944'te, general von Rundstedt, "Bulge savaşı" diye adlandırılan kanlı saldırıyı başlatarak, Müttefikleri gafil avladı. 250 000 asker ve yoğun bir panzer kuvvetiyle, Müttefik hatlarına en zayıf noktası olan Ardennes bölgesinde tam ortasından saldırdı. 8 gün içinde Almanlar, Müttefiklerin elindeki bölgenin iyice içlerine ilerlediler. Bunun üstüne Eisenhower, Patton ve üçüncü ordusuna, kuzeydeki savaş cephesine yönelmesi buyruğu verdi. Karşı saldırının başında yerde bulunan Müttefik hava gücü, görüş açısını artıran açık hava bulunca Almanlara saldırdı. Ocak 1945 başında Alman tehdidi sürmekteydi: Ama Batı cephesindeki son Alman saldırısı başarısızlıkla sonuçlanınca, Müttefikler yeniden Almanya içlerine doğru ilerlemeye başladılar.

Hava savaşı: Normandiya'daki başarılı çıkartmanın ardından, Müttefiklerin birleşik hava bombardıman kurmayı, bütün çabasını yeniden Almanya içindeki hedeflere yöneltti. 1944 sonunda Almanyanın silah ve cephane üretimi büyük ölçüde engellendi. Yakıt kaynakları gün geçtikçe tükenen, pilotlarının sayısı azalan Luft-waffe'nin karşı saldırı çabası pek işe yaramadı. Aralık sonunda 800 Alman uçağı, Kuzey Avrupa'da Müttefiklerin elindeki havaalanlarına saldırılar düzenleyerek, 100 uçağı etkisiz duruma getirdilerse de, Müttefikler verilen kayıpları hemen karşılamayı başardılar.

Almanların büyük çoğunluğu hâlâ, Hitler'in zamanı gelince, savaşı Almanya'nın lehine döndürecek olağanüstü güçlü gizli bir silahı harekete geçireceği umudu taşıyordu. Gerçekten de 1944'te, "Vergeltungswaffen" ("öç silahı") diye adlandırılan iki öldürücü silah Müttefiklere karşı kullanılmaya hazırdı. 13 Haziran 1944'te, Normandiya çıkartmasının başlamasından 7 gün sonra, Hitler, ilk V-1'lerin ("uçan bombalar" diye de adlandırılıyorlardı) Fransa kıyısında, Pas de Calais bölgesindeki üslerden fırlatılması buyruğunu verdi. V-1'lerin hedefi Londra'ydı; Manş denizi üstünde önceden belirlenmiş bir yoldan saatte 645 km hızla Londra'ya ulaşıyorlardı; ama çok geçmeden İngiliz pilotları bunları havada patlatacak beceriye kavuştular. Kuzey Fransa ve Belçika'dan Londra'ya gönderilen V-1'lerin yaklaşık yarısı kente düştü: 6 000 Londralı öldü. 40 000 kişi yaralandı; 75 000'i aşkın bina yerle bir oldu. V-1 'lerden daha etkili ve daha öldürücü olan ses ötesi hızlı V-2 füzeleri, 8 Eylül 1944'te fırlatılmaya başlandı. Benelüks ülkelerindeki üslerden atılan V-2'ler, saatte 5 600 km hızla Londra'ya ulaştılar. Her V-2,1 tonluk savaş başlığıyla kendi kendine toprağa gömülüyor ve toprak altında şiddetli bir patlamaya neden oluyordu. Londra'ya "yağan" 1 000'in üstünde V-2'den yaklaşık 500'ü kente ulaştı ve 10 000 kişinin ölümüne yol açtı. Ama "öç silahları" ne kadar öldürücü olsalar ve ne kadar çok sayıda can ve mal kaybına yol açsalar da, savaşın gidişini değiştirmeleri artık olanaksızdı.

AVRUPA'DA SAVAŞ: ALMANYA'NIN ÇÖKÜŞÜ, 1945: 1945 'in İlk dört ayında, Almanya'ya yöneltilen iki cepheli-saldırı, ülkeyi mayıs başında teslim olmaya zorladı. Müttefik önderleri gerek Uzakdoğu cephesini, gerek özgüriüğe kavuşturulmuş Doğu Avrupa devletleriyle ilgili sorunları görüşmek, ayrıca savaş sonrasında Almanya'nın nasıl işgal edileceğini belirlemek için bir araya geldiler.

Oder'e Sovyet ilerleyişi: Almanların Müttefik cephesinin ortasına karşı saldırıya geçtikleri sırada, Sovyet birlikleri 12 Ocak 1945'te, doğudaki Alman hatlarına korkunç bir saldın başlatarak, 5 gün içinde Varşova'nın ele geçirilememiş kesimini, 2 gün sonra da Krakow'u ele geçirdiler. Kuzeyde Doğu Prusya'yı ezip geçtikten sonra, Gdansk'ı aldılar. Şubatta Sovyet birlikleri yukarı Silezya'daki son derece önemli kömür üretim bölgesini almış ve Breslau (Wroclaw) yakınında Oder ırmağını aşmışlardı.

Sovyetler, Polonya içindeki ilerleyişleri sırasında da 2 milyon Yahudi, Çingene, Polonyalı, Rus ve Nazi önderlerinin aşağı ırk ilan ettikleri öbür topluluklardan insanların gaz odalarında öldürüldüğü, yakıldığı dehşet verici ölüm kampı Auschwitz'e de ulaştılar.

Yalta Konferansı: 4-11 Şubat 1945'te, Roosevelt, Churchill ve Stalin, Kırım'da, Yalta Konferansı'nda bir araya geldiler. Stalin artık Sovyet işgali altında bulunan Doğu Avrupa'da, bütün demokratik öğeleri bir araya getirecek ve elden gelen en kısa sürede serbest seçimleri gerçekleştirecek geçici hükümetler kurulacağını vaat etti. Konferans'ta, SSCB'ye Polonya'nın doğu kesiminin verilmesi, Polonya'nın Alman işgalinden doğan zararının karşılanması kararlaştırıldı. Almanya, her biri üç büyük Müttefik devletinin ve Fransa'nın yönetiminde dört işgal bölgesine ayrılacaktı. Almanya'nın teslim olmasından sonraki 3 ay içinde Japonya'ya savaş açması koşuluyla SSCB, Sahalin adasının güney yarısını, Kuril adalarını alacak, Mançurya'nın Dairen (Da-lien) ve Port Arthur (Lü-Şun) limanları üstünde özel haklara sahip olacaktı. Sonradan Sovyetlere verilen ödünler açısından aşın cömert olmakla eleştirilen konferans kararları, Uzakdoğu Savaşı'nın, Alman yenilgisinden sonra aylarca süreceği varsayılan bir evrede alınmıştı.

Almanya savaşı: 1945 Şubat'ında Patton'un hızlı tankları, Ren ırmağının batı kıyısını bütünüyle temizlediler. ABD birlikleri, 7 Mart'ta, Köln yakınındaki bir kilit köprüyü sağlam olarak ele geçirdiler. Müttefik birlikleri hemen, bütün güçleriyle bu köprüden akmaya başladı; çok geçmeden Ren, başka noktalardan da aşıldı. Montgomery kuzeyde, Patton da güneyde bulundukları noktayı korurken, Müttefikler artık, Almanya'nın iç kesimlerine yönelecek ve Berlin'e yürüyecek duruma gelmişlerdi.

Ne var ki, düşmanı kovalamayı sürdürmek isteyen ve Berlin'in siyasal açıdan anlamını kestiremeyen Ei-sonhower, kuvvetlerinin yönünü Leipzig'e çevirip, gücünü, güneyde Hitler'in son direnme noktası olacağını varsaydığı "ulusal tabya" da yoğunlaştırdı. ABD birliklerinin, 12 Nisan 1945'te Elbe'ye ulaşmasına ve Berlin'e yalnızca 96 km kalmasına karşın, Stalin'e, kenti Sovyetlere bıraktığını bildirdi. Sovyet topçusunun sistemli ateşi ve İngiltere'den havalanan Müttefik hava kuvveti, Alman başkentini bir yıkıntı alanına çevirdi. Savaştan bezmiş pilotları, yakıp yıkılmış havaalanları ve tükenmiş yakıt stoklarıyla Luftwaffe, kenti savunacak güçten yoksundu.

16 Nisan 1945'te Zukov, Berlin'e son bir saldırı düzenledi ve ay sonunda Sovyet askerleri, kentin merkezine ulaştılar. Sovyetlerin öç alacağından korkan Alman asker ve sivilleri, Batılı Müttefiklerin kendilerine daha iyi davranacağına inancıyla, ABD ve İngiliz birliklerine teslim olmak istediler. 25 Nisan 1945'te Berlin'i kuşatan Sovyet birlikleri, Elbe kıyısındaki Torgau'da ABD birlikleriyle buluştular.

Almanya'nın teslim olması: Sovyetler Berlin'e son saldırılarını gerçekleştirirlerken, Müttefik birlikleri de, toplama kamplarındaki tutsakları kurtarmaktaydılar. Nisan'da, Belsen-Buchenwald kampında ölmek üzere 40 000 tutsak ve 10 000 yakılmış ceset buldular ve en acımasız kıyım merkezlerinden Dachau'ya ulaştılar. Bütün uygarlık tarihinde benzeri görülmemiş olan, Hitler'in "Son Çözüm"ünün ulaşmış olduğu bu nokta karşısında, dünyanın her yanında büyük bir şok yaşandı.

Hitler Berlin'deki bunkerinde (tahkimli yer) 30 Nisan'da intihar etti. 7 Mayıs 1945'te, Alman silahlı kuvvetleri temsilcileri, Eisenhower'in karargâhında Müttefiklere teslim oldular. Resmî ve koşulsuz teslimse, ertesi gün Berlin'de gerçekleşti. Hitler'in Üçüncü Reich'ı ortadan kalkmıştı.

Potsdam Konferansı: Müttefiklerin son savaş konferansı, 17 Temmuz-2 Ağustos 1945'te Almanya'da Potsdam'da toplandı. Konferansta Churchill'in temsilcisi Clement Attlee, ABD başkanı Harry S. Truman (Roosvelt nisanda ölmüştü) ve Stalin bir araya geldiler. Almanya'nın dört işgal bölgesine ayrılmasıyla ilgili Yalta Konferansı tasarısı onaylandı ve Almanya'nın Nazizm'den arındırılması, silahsızlandırılması, demokratikleştirilmesi tasarılarında görüş birliğine varıldı. Ayrıca, Nazilerin ve Nazi destekçilerinin savaş suçları ile cinayetlerinden ötürü yargılanmaları kararlaştırıldı. Japonya'ya koşulsuz teslim olması çağrısında bulunuldu. Bu arada Truman, Stalin'e ABD'nin Japonya'ya karşı kullanılabilecek bir atom bombasının denemelerini yaptığını açıkladı.

Potsdam'da, Müttefikle^ arasında bazı görüş farklılıkları bulunduğu da ortaya çıktı. İngiltere ve ABD Polonya'daki Sovyet yanlısı geçici hükümeti onaylamayı reddettiler: Bu hükümetin demokratik temellere dayanmadığı inanandaydılar. Ayrıca, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan'da serbest seçimler yapılmasını istediler. Stalin'se, Batılı Müttefiklerin, söz konusu ülkelerde Sovyetler tarafından kurulan kukla hükümetleri tanımasında ayak diredi. Almanların ödeyeceği savaş tazminatı ile öbür konularda da görüş farklılıkları ortaya çıktı.

BÜYÜK OKYANUS'TA VE DOĞU ASYA'DA SAVAŞ: JAPONYA'NIN YENİLMESİ, 1944-1945: 1944 ve 1945'te Müttefikler, Büyük Okyanus'un orta kesimindeki harekâtı tamamladılar; Filipinler'i aldılar. Japonya'yı bombaladılar ve Japon adalarının birçoğunu ele geçirdiler. 1945 yazında, Müttefiklerin zafere ulaşmaları artık bir gün sorunuydu; ABD'nin atom bombasını iyice geliştirip, Japonya'ya iki bomba atması, bu zaferi çabuklaştıracaktı.

Marshall ve Caroline adaları: Gilbert adalarının kuzeybatısında geniş bir alana yayılmış Marshall adalarındaki öbür adaları göz ardı eden, ABD birlikleri, dünyanın en büyük mercan adası olan Kwajalein'e yöneldi. Yoğun bir bombardımandan sonra 1 Şubat 1944'te Kvvajalein'e ilk 40000 ABD askerinin çıkarılmasını,mercan adasının bir haftada ele geçirilmesi izledi. Harekât sırasında 8 000'i aşkın Japon askeri öldü. Haftalar sonra, başka bir amfibi kuvveti, Eniwetok mercan adasındaki Japon hava üssünü ele geçirdi.

Kwajalein'in batısındaki Caroline adalarında, "Japon Cebelitarıkı" diye adlandırılan Truk deniz üssü yer almaktaydı. Bir süre önce Japonlar, Truk'tan New Britain adası, Yeni Gine ve Solomon adalarına destek güç ve cephane göndermişlerdi. Üs ayrıca, Marshall adalanna yapılacak bir sefer için tehdit oluşturuyordu. 17 Şubat 1944'te, ABD uçak gemilerinden havalanan bir filo, Japon deniz üssüne çökertici bir darbe indirdi: Yaklaşık 250 Japon uçağı ve 200 000 tonluk Japon ticaret gemisi yok edilerek, Truk üssü kullanılmaz duruma getirildi. Marshall ve Caroline adalarında ABD birliklerinin kazandıkları bu zaferler, Japon jmparatorluğu'nun dış çemberinin kırılması anlamına geliyordu.

Birmanya: Ağustos 1943'te Güneydoğu Asya komutanlığına getirilen İngiliz amirali Lord Mounthatten-Birmanya'yı (ya da Burma) yeniden ele geçirmek için bir sefer hazırlığına girişti. Kasım 1943'te Hindistan'dan başlatılan Birmanya'nın güney kesimi yönünde ilerleyiş çok elverişli koşullarda başlamasına karşın, 1944 başında durdu. Mart 1944'te Birmanya'daki Japon kuvvetleri, kendilerine saldırmak için Hindistan'da bekleyen İngiliz birliklerini yok etmek amacıyla bir saldırı düzenlediler. İngiliz hava kuvvetlerinin cephane ulaşımını sağladığı İngilizlerse, uzun bir kuşatmadan sonra, temmuzda imphal'i aldılar. Bu arada Ledo Yolu'nun yapımı da sürmekteydi ve kuzeydeki bitim noktası Myitkyna'nın ele geçirilmesi zorunluydu. Stilwell, 1944 başında Myitkyna'ya doğru harekete geçip, Japonlarınkinden üstün bir hava desteğinin de yardımıyla kuzeyden gelen Japon saldırısını püskürttükten sonra, ağustosta Myitkyna'yı aldı. Yol (yaklaşık uzunluğu 750 km), 7 Ocak 1945'te tamamlandı.

Saipan ve Filipinler denizi savaşı: ABD birliklerinin Büyük Okyanus'un orta kesimindeki adaları ele geçirme taktikleri, kuzeyden bir saldırıyla sürdü. Hedefler Guam ve Saipan'dı. Denizden ve karadan bombardımanlardan sonra, Saipan, 15 Haziran 1944'te 20 000 ABD deniz piyadesi tarafından alındı. Adaya toplam 125 000 ABD askeri çıkarıldı; buna karşılık Japon askerleri 32 000 kişiydi ve 18 Temmuz'da yarısı yok olmuştu.

Saipan'daki yenilgiyi haber alan Tokyo'daki askerî strateji uzmanları, Saipan saldırısını gerçekleştirmiş ABD donanmasının yok edilmesi buyruğunu verdiler. 19 Haziran 1944'te bir Japon filosu, ABD savaş gemileriyle Filipinler ile Mariana adaları arasında savaşmak için hareket etti. İkinci Dünya Savaşı'nın, en büyük uçak gemisi çarpışması olan Filipinler deniz savaşında, ABD denizaltıları iki Japon uçak gemisini batırırken, uçaklar da, başka bir uçak gemisini etkisiz duruma getirdi ve 350'den çok Japon uçağını düşürdü.

Filipınler'in geri alınması: Mariana adalarının ele geçirilmesi tamamlandıktan sonra, ABD Deniz Kuvvetleri komutanlığı, Amiral Nimitz'in Büyük Okyanus'un orta kesimindeki kuvvetlerine, kuzeybatıya, Japonya'ya doğru harekete geçme buyruğu verdi. Bu arada, başkan Roosevelt, temmuz ayında Nimitz'in kuvvetlerinin güneybatıya ilerleyerek, MacArthur'un kuvvetleriyle buluşmasını kararlaştırdı; o sırada MacArthur, genel bir saldırı amacıyla Filipinler'e yaklaşmaktaydı MacArthur, Yeni Gine'yi aldıktan sonra, eylülde Molük adalarından Morotai'yi ele geçirdi. Ağustos başında Saipan ve Guam'ın düşmesinin ardından, Nimitz'in donanması da, güney Filipınler'in açıklanndaki Palau adalarını almak için harekete geçti.

Levte körfezi savaşında (23-25 Ekim 1944) Japon donanması, adaya çıkacak ABD askerlerini taşıyan çıkartma gemilerini batırmayı başardıysa da, ekim sonunda, Japon kuvvetleri Leyte'nin güney ve kuzey kesimlerinden püskürtüldüler; ama adanın kalan bölümünde daha 2 ay süreyle çarpışmayı sürdürdüler. Aralık ortalarından sonraysa, örgütlü direniş sona erdi.

Ocak 1945 başında ABD altıncı ordusu, nakliye gemileriyle Surigao boğazı yoluyla Mindanao ve Sulu denizlerine girdi. Deniz ve havadan 3 gün süren bombardımandan sonra ABD birlikleri, 9 Ocak'ta Luzon'da Lingayen kıyısına saldırıya geçtiler. Japon savunması bir kez daha onurlu bir direniş gösterdiyse de, sonunda kuzeydeki ve doğudaki dağlara çekilmek zorunda kaldı. ABD birliklerinin ilerleyişi, Luzon'un batı ve güney kesimleri de ele geçirilinceye kadar sürdü. Bundan sonra bütün ABD birlikleri Manila'ya doğru harekete geçtiler.

4 Mart'ta Manila'nın ABD ordusu tarafından düşmandan temizlenmesiyle, Luzon savaşı da sona ermiş oldu. Bu arada ABD paraşütçüleri Corregidor'a inmiş ve kaleyi almışlardı. 5 Temmuz'da, MacArthur "Filipinler'i kurtarma harekâtının sona erdiğini açıkladı. Japon imparatorluk ordusu harekâti sırasında 400 000 askerini yitirmekle kalmamış, Filipinler'in düşmesiyle Japonya'nın ikmal yolları da kesilmişti.

Birmanya'nın kurtarılması: Aralık 1944'te general William Joseph Slim komutasındaki İngiliz 14. ordusu, Hindistan'dan Birmanya'ya hareket etti. Bir kolordu güneyde, Birmanya'nın batısına ilerlerken, bir kolordu da kuzeyde, Chidwin ırmağı kıyısındaki Kolewa'yi aldı. Daha sonra İngilizler, ABD'li komutanların yönettikleri Çin kuvvetleriyle birleşip, Ocak 1945'te eski Birmanya Yolu'nu açtılar. Martta Mandalay, 3 Mayıs'ta da Rangoon alındı. Japonlar Tayland sınırlarına çekildiler.

Çin: 1944'ün ilk altı ayında, Çin'deki Japon birlikleri, güneyde Hankou'dan Kanton'a uzanan demiryolu hattını denetim altına almayı başarıp, gönüllü ABD pilotlarının Japonlara saldırılarda kullandıkları havaalanlarını ele geçirdiler. Yıl sonunda, Çin'i ikiye bölmüş ve Kore'den Malezya'ya giden karayoluna egemen olmuşlardı. Çin'in savunulması, general StilweTl ile başkomutan Çankavşek arasındaki büyük görüş ayrılıkları sonunda çıkmaza girince, Stilwell geri çağrıldı.

ABD'li uzmanlar tarafından eğitilen ve yönetilen Çinliler, 1945 bahan ve yazında bir saldırı başlattılar. Japonlar kıtadaki Japon ordusu gücünü iyice yitirdiğinden, Müttefikler, hızla olmasa da, önemli havaalanlarını tek tek ele geçirdiler. Bu arada, Japonların gücü azaldıkça, Çin'de ulusçular ile komünistler arasında sonu gelmez bir siyasal ve askerî savaşım başladı.

Japonya'nın yenilgiye doğru ilerlemesi: 1945 başında Japonya, çöküşün eşiğine geldi. Japon adalarında yaklaşık 1,5 milyon, Büyük Okyanus, Çin ve Mançurya'daysa 3 milyon Japon askeri kalmıştı; Japon hava filosu da büyük ölçüde zarar görmüş, Japon deniz kuvvetleri 11 savaş gemisi, 19 uçak gemisi, 34 kruvazör, 150 kadar denizaltı ve birçok küçük gemi yitirmişti. Ticaret filosuysa büyük ölçüde azalmıştı.

Birbirini izleyen deniz ve hava yenilgileri sonunda çok uzaklara uzanan ikmal yolları kapanan, hammadde kaynakları kesilen Japonya'nın, daha çok direnmesi aşağı yukarı olanaksızlaşmıştı. Yeni bir gelişmeyle, Manana adalarından havalanarak saldırıya geçen ABD uçakları, Kasım 1944'te Japonya'daki havaalanlarına, sanayi hedeflerine ve limanlara stratejik bombardımanlar gerçekleştirdiler. 1945'te yoğunlaşan bombardıman, Müttefiklerin Japon adalarındaki hava üslerini ele geçirmelerine kadar sürdü.

İvo Cima ve Okinava: Yanardağ kökenli bir ada olan küçük İvo Cima adası, Büyük Okyanus'un batı kesimindeki en önemli stratejik noktalardan biriydi. Tokyo'ya yalnızca 1 200 km uzaklıktaki ada, ABD kuvvetleri için paha biçilmez bir yakıt ikmal üssü ya da Japonya'ya gidip gelecek uçaklar için bir tehlikeden kaçış noktası olabilirdi. Japonlar, İvo Cima'yı 23 000 iyi eğitilmiş askerin koruduğu bir kaleye dönüştürmüşlerdi. Müttefiklerin 74 gün adayı bombalamalarından sonra 30 000 ABD deniz piyadesi 19 Şubat 1945'te adaya çıktı. Çok kanlı çarpışmalardan sonra 23 Şubat'ta Suribachi tepesine ulaştı ve mart ortasında adayı bütünüyle ele geçirdi. Çarpışmalar sonunda 23 000 Japon askerinden 21 000'i ölmüş, yalnızca 200'ü tutsak düşmüştü.

Bundan sonraki hedef, güney Ryukuyu adalarının en büyük adası Okinava'ydı; Müttefik strateji uzmanları, Japonya kentlerine ancak 560 km uzaklıkta bulunan havaalanlarından ötürü adanın mutlaka ele geçirilmesini tasarlamışlardı. Büyük Okyanus savaş alanının en büyük amfibi harekâtında, ABD onuncu ordusunun 172 000 askerinin öncüleri, 1 Nisan'da adaya çıkmaya başladılar. 3 haftada adanın beşte dördü alındıysa da, iyi örgütlenmiş Japon direnişi 17 Temmuz'a kadar sürdü. Japon kayıpları 100 000 düzeyindeydi; çoğu tutsak alınmaktansa intihar etmeyi yeğlemişti. ABD kayıplarıysa ölü ve kayıp 12 000'di. Japonya kapısı artık açılmıştı.

Kamikazeler: Japon savaş anlayışına göre, yenilgi en akla getirilmeyecek, en utanç verici şeydi. Oysa Japonya şimdi kaçınılmaz bir yenilgi karşısındaydı. Savaşın gidişini umutsuzca lehlerine çevirmek isteyen Japonlar, "intihar"ı, resmî bir silah gibi kullanmaya başladılar. Genç pilotlara, Kamikaze birliklerine katılmaları çağrıları yapıldı; Kamikaze pilotlarının görevi, bomba yüklü uçaklarını Müttefik gemilerine çarptırıp patlatarak, gemileri havaya uçurmaktı. Kamikaze birliklerine pek çok gönüllü katıldı.

Kamikaze pilotlarının harekâtı Ekim 1944'te Leyte körfezinde başladı. Okinava'ya 1 500 bireysel saldırı yapıldı. Destroyerden küçük 34 gemi batırıldı; 358 gemi etkisiz duruma getirildi. Ama şiddetli saldırıların, savaşın sonucu üstünde hiçbir etkisi olmadı.

Hiroşima ve Nagasaki: Temmuz 1945 sonunda Tokyo'nun aşağı yukarı yarısı yakılıp, yıkılmış; pek çok Japon kenti stratejik bombardımanlarla yerle bir edilmişti. Bütün bunlar Müttefik istilası için bir ön hazırlıktı. Bununla birlikte 16 Temmuz'da, ABD Manhattan Projesi de, atom bombasının NewMexico'da Alamogonda'da başarıyla denenmesiyle, meyvelerini vermeye başlamıştı. Başkan Truman, Japonya teslim olmazsa, savaşı biran önce bitirmek için atom bombası kullanılmasına karar verdi. 26 Temmuz'da, Truman, Churchill ve Çankayşek, Potdsdam Konferansı sırasında Japonya'ya koşulsuz teslim olmasına ilişkin bir ültimatom verdiler. Ültimatomda bombadan söz edilmiyordu: Japonya da savaşı sürdürmekte kararlıydı.

6 Ağustos 1945'te, 20 000 ton TNT gücünde bir atom bombası, Japonya'nın yaklaşık 300 000 nüfuslu Hiroşima kentine atıldı. En az 78 000 kişi yaşamını yitirdi; 10 000 kişi hiçbir zaman bulunamadı, 70 000'den çok kişi ağır yaralandı; kentin yaklaşık üçte ikisi yıkıldı. SSCB'nin Japonya'ya savaş açmasından bir gün sonra, 9 Ağustos'ta, 250 000 nüfuslu Nagasaki kentine ikinci bir atom bombası atıldı. Yaklaşık 40 000 kişi öldü; bir o kadar da yaralı vardı.

Japonya'nın teslim olması. 10 Ağustos'ta Japonya, imparatorun ülkenin tek hâkimi olarak Japonya'yı yönetmesi koşuluyla barış istedi. Bir gün sonra Müttefikler, imparatorun gelecekteki konumunun kendileri tarafından belirleneceği yanıtını verdiler. İmparatorun isteğiyle, 14 Ağustos'ta toplanan bir imparatorluk kurulu, Müttefiklerin koşullarını kabul etti. Ertesi gün ABD kuvvetlerine ateşkes buyruğu verildi. 2 Eylül 1945'te Japonya'yı temsil eden bir heyet, Tokyo körfezine demir atan ABD savaş gemisi Missouri'nin güvertesinde, Japonya'nın resmî teslim belgesini imzaladı.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NIN SONUÇLARI

İkinci Dünya Savaşı, daha Birinci Dünya Savaşı'nda ağır yaralar almış olan eski Avrupa devletler sistemine büyük bir darbe indirdi. Fransa, Avrupa kıtasındaki önderlik işlevini yitirdi; İngiltere de, geleneksel güç dengeleyici işlevini sürdüremez oldu. ABD ve SSCB en güçlü iki devlet olarak ortaya çıktılar. Savaş boyunca aralarındaki karşılıklı ödünler verilmesine dayalı anlayış, çok geçmeden ortadan kalktı; her iki devlet, ayrı ayrı ve sık sık birbiriyle çelişen amaçlar peşinde koşmaya başladılar. ABD'nin sanayi üretimi, 1945'i izleyen 5 yıl içinde ikiye katlandı, öbür Müttefiklerin toplam kayıplarına oranla çok daha ağır kayıplara uğrayan SSCB, ekonomik kalkınma için 5 yıllık planlar yürürlüğe koydu. Her iki devlette, birbirininkinden farklı ekonomik ve siyasal sistemlerinin amaçları konusunda karşılıklı kuşkular, gün geçtikçe şiddetlendi. Sovyetlerin yayılmacı amaçları ve Doğu Avrupa'nın yeniden yapılanması konusundaki uzlaşmazlıkları, dünyayı bir Soğuk Savaş'a yöneltti ve yeni uluslararası gerginliklere yol açtı.

Kayıplar ve savaş harcamaları: İkinci Dünya Savaşı insan kaybı açısından tarihin en pahalıya mal olan savaşı oldu. Bir türlü kesin sayılar elde edilememiş olmakla birlikte, tahminlere göre çarpışmalarda 15-20 milyon asker öldü. Eksen Devletleri'nden Almanya savaşta yaklaşık 3,5 milyon, Japonya 1,65 milyon, İtalya'ysa 200 000 kişi yitirdi. Müttefiklerden Rusların savaş kayıpları 7,5 milyon kişiydi. Çin'in kaybı 1937 Temmuzu'nda 2,2 milyon, İngilizlerin kaybı 300 000, ABD'ninki 292 000 Fransa'nınki de 210 000 kişiyi buldu. Sivillerden ölenlerin sayısıysa yaklaşık 25 milyondu: SSCB'den 10 milyon, Çin'den en az 6 milyon, Fransa'dan 400 000, Büyük Britanya'dan 65 000, ABD'den 6 000 kişi. Eksen Devletleri cephesinde de Almanya 500 000 sivil, Japonya 600 000 sivil, İtalya 145 000 sivil yitirdi. Ayrıca çoğu Doğu Avrupalı yaklaşık 6 milyon Yahudi, Naziler tarafından öldürüldü.

Savaş araç-gereci ve silah harcamaları, en az 1,154 trilyon ABD doları düzeyindeydi. Yalnızca ABD savaşta 300 milyar dolar, Almanya da 231 milyar dolar harcadılar.

Savaş suçlulerının yargılanması: ABD,İngiltere,Fransa ve SSCB'nin Nürnberg'de oluşturdukları Uluslararası Askerî Mahkeme'de, Naziler ve Alman askerî önderleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında "insanlığa ve dünya barışana karşı işledikleri suçlardan ötürü yargılandılar. Kasım 1945'ten Ekim 1946'ya kadar süren duruşmalarda 12 kişinin idamına karar verildi (aralarında Hermann Goering de vardı); üç suçlu ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, dördü, çeşitli hapis cezaları aldılar; üç kişi de aklandı. Bunun yanı sıra dört işgal devleti, kendi işgal bölgelerinde, ikinci derecedeki suçluları da mahkeme önüne çıkardılar.

ABD de, Haziran 1946 - Kasım 1948 arasında, Japon savaş dönemi önderlerini benzer mahkemelerde yargıladı. Aralarında eski başbakan Toco Hideki'nin de bulunduğu yedi askerî öndere idam cezası verildi. On altı kişi ömür boyu hapis, iki kişi de daha hafif hapis cezalarına çarptırıldı. ABD, öbür Japon önderlerini de bölgesel mahkemelerde yargıladı.

Birleşmiş Milletler: Savaş sırasında, Çin'le birlikte beş büyük Müttefik devlet, artık etkisini yitirmiş Milletler Cemiyeti yerine, yeni bir uluslararası barış koruyucu örgüt kurmayı kararlaştırdılar. 1944 Dumbarton Oaks Konferansı'nda, bu konuda bir çerçeve anlaşmasına varıldı; ancak örgütün Güvenlik Konseyi'nde beş ülkeden her birinin veto hakkı olmasına ilişkin SSCB isteği konusunda ortak karara varılamadı. 50 devletten delegelerin bir araya geldikleri Nisan - Haziran 1945'teki San Francisco Konferansı'nda, veto hakkının kapsam alanı konusunda da uzlaşmaya varıldı: Birleşmiş Milletler kurulmuştu.

Savaş sonrası Almanya'sı: Müttefiklerin savaş suçlan mahkemelerinin kurulmasında ve Birleşmiş Milletler'in temellerinin atılması konularındaki işbirliğine karşın, savaş sonrası yıllarında, SSCB ile öbür büyük Müttefikler arasında, gerek Doğu Avrupa'daki kukla rejimler konusunda, gerek öbür konularda geniş bir çatlak oluştu. Müttefikler arasında, Almanya'yla barış antlaşması ve Almanya ile başkenti Berlin'in dört işgal bölgesine ayrılması için etkili bir merkez kurulması konularında da uzlaşmazlıklar, bölünmeler oldu. 1949'da, Batı devletleri, işgal bölgelerinde Federal Almanya Cumhuriyeti'ni (Batı Almanya), Sovyetler de kendi bölgeleri içinde komünistler tarafından yönetilen Demokratik Alman Cumhuriyeti'ni (Doğu Almanya) kurdular.

Avusturya: Almanya gibi Avusturya ve başkenti Viyana'da, dört işgal bölgesine ayrıldı. Almanya'yla olduğu gibi Avusturya'yla da bir barış antlaşması hazırlanmasını, Soğuk Savaş güçleştirdi. Sonunda, 1955'te bir antlaşma yapıldı; antlaşma ön metninde her ne kadar Avusturya'nın yenik değil de, kurtarılmış bir ulus sayılmasına karşın, SSCB'ye ağır bir tazminat ödemesi kararı verildi. Avusturya bağımsız bir cumhuriyet oldu ve dört işgal bölgesi uygulamasına son verildi.

İtalya ve Avrupa'daki öbür küçük Eksen Devletleri: 1946'da dört Müttefik devlet İtalya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Finlandiya'yla barış antlaşmaları yaptı. Bütün antlaşmalar taraflar arasında imza edilerek, 1947'de yürürlüğe girdi. İtalya, Afrika'daki bütün sömürgelerini ve Çin'deki ayrıcalıklı bölgelerini yitirdi; ayrıca Avrupa'daki bazı topraklarını Fransa, Yunanistan ve Arnavutluk'a bıraktı. Bulgaristan dışındaki öbür Eksen devletleri toprak yitirdiler. Ayrıca beş ülkenin de savaş tazminatı ödemeleri kararlaştırıldı.

Savaş sonrası Japonya'sı: Japonya'nın işgali konusu, tek. işgalcinin ABD olması nedeniyle kolaylaştı. General Douglas MacArthur'un başkanlığındaki bir kurul, 1946 Anayasası temelinde bir demokratik hükümet oluşturdu. Bu Anayasa, imparatorun eski tanrısal konumunu kaldırarak meşruti bir hükümdara dönüştürüyordu. Bir toprak reformu yapılıp, geniş çaplı sanayi ve banka bileşimlerinin dağıtılması aracılığıyla, ekonomik güçte merkezden yönetime son verildi.

Bir barış antlaşması, SSCB'nin istekleri nedeniyle ertelendi; oysa SSCB'nin Japonya'ya son dakikada savaş ilan etmesinin sonuç üstünde hiçbir etkisi olmamıştı. 1951 'de Japonya, başta ABD 50 ülkeyle (Sovyet bloku ülkeleri dışında) bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşmaya göre japonya, Çin üstündeki hak iddialarından ve uluslararası çatışmaların çözümü konusunda güç kullanımından vazgeçecekti. Japonya savaş tazminatı ödemeyecek, Kuril adaları ile Güney Sahalin'deki Sovyet işgalini tanımayacaktı. Antlaşma ertesi yıl yürürlüğe girince, Japonya tam egemen bir devlet oldu.

İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye

Devletin yeni kurulmuş sayılabileceği, ordunun modern savaş araç-gereçlerinden yoksun olduğu bir sırada patlak veren İkinci Dünya Savaşı'nın dışında kalmaya büyük özen gösteren Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, Fransa ve İngiltere'yle birer dostluk anlaşması imzalamış olmasına karşın, yansızlık tutumunda ısrar etmeyi başardı. Alman ordusunun Balkanlar'a girmesi ve Hitler'in vermiş olduğu güvence mektuplarına karşın Meriç ırmağı üstündeki bir köprünün uçurulması, ülkeyi savaşın eşiğine kadar getirdiyse de, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve devlet ileri gelenlerinin kararlılığıyla sonuna kadar savaşın dışında kalan Türkiye, ancak 13 Ocak 1945'te Müttefik devletlere İstanbul ve Çanakkale boğazlarını açarak, Japonya ve Almanya'ya simgesel olmaktan öteye geçmeyen bir savaş ilanında bulundu.