Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

İran Sanatı

  • Okunma : 258
İran Sanatı Resim

İran Yaylası’nda insan varlığına ilişkin bilgiler günümüzden yaklaşık 100 bin yıl öncesine kadar uzanır. Bu yörede bulunan en eski kalıntılar ise İÖ 6000 yıllarına tarihlenmektedir. Azerbaycan’ın güney kesimlerinde ve Kirmanşah çevresinde Yontma Taş ve Cilalı Taş devirlerinden kalma, taştan yapılmış bolluk simgesi çıplak kadın heykelleri ile İsfahan’ın kuzeyinde hayvan ve kuş resimleriyle bezenmiş seramikler bulunmuştur.

    İran’da en eski uygarlığı bugünkü Kuzistan bölgesinde Elamlılar kurdu. Başkenti Sus olan bu uygarlığın yaşadığı yörede İÖ 2300 yıllarından kalma yapıtlara rastlanmıştır. Çoktanrılı bir dine bağlı olan Elamlılar tapınak kurmaya büyük önem vermekteydiler. O dönemden kalan yazıtlardan öğrendiğimize göre her kentte tanrılar adına büyüklü küçüklü birçok tapmak vardı. Ancak Elam’ı istila eden Asurlular’ca yerle bir edilen bu tapmaklardan günümüze yalnızca iki tanesinin plan ve kalıntıları kalmıştır.

    Sus kentindeki bu iki tapmaktan küçüğü iki, büyüğü üç katlıydı. Fildişi ile bezenmiş olan tapmak kuleleri çini ile kaplanmıştı. Büyük tapmak 20 x 40 metre boyutunda bir taraçanın üzerine kurulmuştu. Duvarları pişmiş tuğla ile kapatılan tapınağın ahşap çatısı tuğladan yapılmış sütunlar üzerinde durmaktaydı. Tapınağın kapısının iki yanında doğal büyüklükte iki aslan heykeli bulunuyordu. İç duvarları ise renkli çiniler ve kabartmalarla bezenmişti.

    Kazılarda elde edilen ve üzerinde yazıtlar bulunan altın varaklar (altını döverek oluşturulan ince yaprak), mühürler, altın ve gümüş gerdanlıklar ve altın kaplı gümüş ya da bronzdan yapılmış yılan başları Elam sanatının yüksek bir düzeye ulaştığını göstermektedir. Ayrıca kazılardan son derece ustaca yapılmış heykel ve kabartmalar da elde edilmiştir.

    İran sanatında Elamlılar’ın tarih sahnesinden çekildiği İÖ 6. yüzyıldan sonraki dönem üç ayrı bölümde incelenebilir. Bunlar İÖ 6. yüzyıl ile Büyük İskender’in İran’ı işgaline kadar süren Med ve Pers imparatorlukları dönemi, Partlar’ın ve Sasaniler’in egemen olduğu dönemlerden İslamiyet’e kadar olan dönem ve İslamiyet’le başlayan dönemdir.

Med ve Pers (Ahamenişler) Dönemi

Medler’den günümüze başkent Ekbatan’da (bugünkü Hemedan) kayalara oyulmuş mezarlar dışında bir şey kalmamıştır.

    İran’ın yazılı tarihi bir Pers hanedanı olan Ahamenişler’in kurduğu imparatorlukla başlar. Ahamenişler’den önce İran’da mimarlık, kabartmacılık, heykeltıraşlık ve taş üzerine yazıt kazıcılığı gibi sanatlar gelişmişti. Ahamenişler döneminde kökleri çok eskilere dayanan bu mimarlık ve taş işçiliği geleneğinden yararlanıldı. Bu dönemin sanatı üzerinde Pers egemenliğine giren Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Yunan sanatlarının da oldukça büyük etkileri oldu.

    Ahameniş kralları başkentlerini, güçlerini ve zenginliklerini yansıtan görkemli yapılarla süslemeye özen gösterirlerdi. Ayrıca Pers dininde tapınağın olmaması tüm özenin saraylara ve mezarlara gösterilmesine yol açmıştır. Ahamenişler’de tahta çıkan her kral eski sarayda oturmaz, kendisi için yeni bir saray yaptırırdı. Ama bu sarayları yapan, süsleyen, kabartmaları kazan ustalar Persler’in egemenliğine giren ülkelerin sanatçılarıydı. Bu nedenle Pers mimarlığında Ahamenişler’den önceki dönemlerin gelişmiş uygarlıklarının izleri de açık seçik görülebilir.

    Ahamenişler çok büyük ve geniş merdivenlerle çıkılan saraylarını genellikle doğal ya da yapay tepelerin üzerine kurarlardı. Sarayların temellerinde, sütunlarında ve kapıların yanlarında taş kullanılır; ama duvarlar kerpiçten yapılırdı. Bu nedenle o görkemli saraylardan günümüze yalnızca taşla yapılmış bölümler kalmıştır.

    Bu dönem İran mimarlığında sütunların özel bir yeri vardı. 15 ya da 20 metre yükseklikteki bu sütunların başlıklarının en çarpıcıları ise sırt sırta vermiş ve diz çökmüş iki öküz ya da düşsel bir yaratığı canlandıran bir canavar biçiminde olanlardı.

    Ahamenişler mimarlık yapıtlarında süslemeye de çok önem vermişlerdir. Sarayları duvarları bezenmiş tahtalarla kaplanır, duvarların dış yüzeyleri ise işlemeli renkli çinilerle örtülürdü.

    Bu sarayların en yetkin örnekleri eski başkent Pasargad ile daha sonraki dönemin başkenti Persepolis’te yer alır. Persepolis’teki saray kalıntılarına yerli halk İran’ın efsanevi Hükümdarı Cemşid’i saygıyla anmak amacıyla Taht-ı Cemşid adını vermişti. Taht-ı Cemşid’deki yapıların en görkemlisi Hşayarşa adıyla da anılan I. Kserkses’in sarayı idi. Bu sarayın taht salonunda toplam 72 sütun bulunmaktaydı. Basamaklarında asker heykellerinin bulunduğu merdivenin bittiği yerin solunda saray adamlarını ve araba sürücülerini, sağında ise ülkelerinin armağan ve vergilerini getiren çeşitli kavimlerden insanları betimleyen kabartmalar vardı.

    Ahameniş kral mezarlarından da günümüze görkemli örnekler kalmıştır. Bunlardan Pasargad’daki Kral Kiros’un (Kuruş) mezarına, daha sonra halk Süleyman peygamberin annesinin mezarı sanarak “Süleyman’ın annesinin mezarı” anlamına gelen Kabr-i Mader-i Süleyman adını vermiştir.

    Persepolis’te ise Darius ve öbür üç kralın mezarlarına Firdevsi’nin Şehnamesi'nde betimlediği halk kahramanı Rüstem’den esinlenerek Nakş-ı Rüstem adı verilmiştir.

Part ve Sasani Dönemi

İÖ 331’de İran’ı işgal eden Büyük İskender’le İran sanatında Yunan etkisi görülmeye başlandı. İÖ 4. yüzyılın sonlarıyla İÖ 3. yüzyılın ortalarına kadar süren Helenistik Dönem ’i Part egemenliği izledi. İran dışından gelen göçebe Partlar Yunan etkisindeki İran sanatını yeniden biçimlendirdiler. Bu sanat zamanla batı etkisinden uzaklaştı. Part sarayları dış görünümleriyle Yunan düzenindeyse de iç yapıları doğu mimarlık anlayışına göre düzenlenmişti. Özellikle dışa doğru açılan tonozlu yüksek tavanlı salonlar ve çadırlardan esinlenilerek yapılan kubbeler, İran mimarlığına bu dönemde giren yeni öğelerdir.

    İS 224’te kurulan Sasani İmparatorluğu döneminde İran sanatı parlak çağlarından birini yaşadı. Eski İran’da olduğu gibi bu dönemde de dinsel yapılardan çok sivil yapılara rastlanır. Şiraz ile Bender Abbas arasındaki yolda Servistan Sarayı, buradan Basra Körfezi’ne giden yol üzerinde Firuzabat Sarayı, Kuzistan’daki Dizful ve Şuşter köprülerinin ayakları, Kerha sahilinde Tak-ı Eyvan Sarayı ve Ktesiphon’daki Tak-ı Kisra Sarayı günümüze ulaşan önemli yapıtların bir bölümüdür.

    Sasani sanatında da Part sanatında olduğu gibi batı etkisinden uzaklaşma sürdü. Bu sanatın ayırt edici özelliği yapılardaki boyut büyüklüğüdür. Sasani mimarlığında dıştan çok iç görünüme ve süse önem verilmiş, uyuma özen gösterilmiştir.

    Sasaniler kaya içlerine yaptıkları alçak kabartmalarda da oldukça ileri gitmişlerdi. Mühürlere yapılan insan ve hayvan resimleri oymacılık alanında verilen yapıtların başka örneklerini oluşturur. Kuyumculuğa ve gümüş yemek takımı yapımına özel bir önem veren Sasaniler’de dokumacılık da gelişmişti. Sarayların iç süslemesinde kullanılan kumaş ve örtülerin üzerinde çeşitli desenler bulunurdu.

İslamiyet Dönemi

Sasaniler’den sonra İran’da başlayan Arapİslam yönetimi yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu dönemde dinsel yapılar önem kazandı. İran’da ilk camiler Arap camilerinden esinlenerek revaklarla çevrili, ortası açık bir avlu olarak yapılmıştır. Bu camilerin minber ve mihrap bölümlerinin üstü düz bir damla örtülmekteydi. İran’da daha sonra yapılan camilerin üzerleri kubbe ile örtülmeye başlandı.

    İran İslam mimarlığı dört evreye ayrılır. Bunlar Arap, Selçuk, Türk-Moğol ve Safevi dönemleridir. Bu mimarinin başlıca özellikleri sütun kullanmaksızın düz ayaklar üzerine kemer yapımı, ortası şişkin soğan biçimi kubbeler ile uzun ve üstü düz olan önyüzün her iki yanında minare bulunmasıdır. Ayrıca yapıların kubbe düzeyine kadar yükselen taç kapıları bulunur ve buralarda çini kullanılırdı.

    İslamiyet ile birlikte İran’da süsleme sanatında da büyük bir gelişme oldu. Bu dönemde çok ince motifli çiniler yapıldı, maden üstüne altın ve gümüş kakmalı işler, fildişinden eşyalar üretildi. Hah yapımında da önemli bir gelişme oldu.

    İran resim sanatı da kendine özgü bir yol izleyerek gelişti. Kitapları resimlemek için yapılan minyatürler tüm dünyada ün kazandı. Eldeki en eski resim çalışmaları 12. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Hayvan öykülerinin resimlendirilmesi olan bu çalışmalar eski geleneğin izlerini taşımaktadır.

    10. yüzyılda parşömenin yerini kâğıdın almasıyla Kuran ve öbür dinsel metinler kâğıda geçirildi. Dinsel yasaklar nedeniyle insan resimlerinin yerine elyazması kitaplara yapılan süsler geçti. İlhanlılar döneminde Uzakdoğu’nun gelişmiş resim anlayışıyla tanışan İranlı sanatçıların hem görüş açıları genişledi, hem de yeni konular buldular. Timur döneminde İran resim sanatında Uzakdoğu etkisi sürdü. Kitapları süsleyen resimlerle metin arasında uyum sağlandı. Timur döneminin bu kalıplaşmış yapısını İran resim sanatının büyük ustası Herath Bihzad değiştirdi. Kullandığı sıcak ve zengin renklerin yanı sıra Bihzad daha doğal görünümler çiziyor, daha az ayrıntıya yer veriyordu. 15. yüzyılda ise Kuran'm giriş ve iç sayfalarını süsleme bir sanat olarak öne çıktı.

    Timur’un Azerbaycan ve Fars’ı almasıyla İran’da önyüzleri çiçek motifleriyle süslü göz alıcı çinilerle kaplanmış, soğan biçiminde kubbeleri olan bir mimari yaygınlaştı. I. Şah Abbas’ın 1617’de yapımını başlattığı Mescid-i Şah, aynı tarihli Lütfullah Mescidi ve 18. yüzyılda Kerim Han Zend’in yaptırdığı sarayda bu mimarinin derin izleri görülür. 19. yüzyıla doğru çinicilikte bir gerileme dönemine girilmiş ve çini yerine ayna parçaları kullanılmaya başlanmıştır.

    İran resim sanatında ise 18. yüzyıldan sonra batının etkisi görülür. Avrupa resminin estetik ve tekniği, ışık gölge zıtlığıyla derinlik yaratma üslubu İranlı sanatçıları da etkiledi. Kitap ve duvar resimlerinde İran beğenisi Avrupa tekniğiyle çizilmeye başlandı.

İran Sanatı Resimleri