Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Teknoloji

  • Okunma : 322
Teknoloji Resim

İnsanlar doğaya karşı öbür hayvan türleri kadar dayanıklı değildir. Kendilerini soğuktan koruyacak doğal bir posttan yoksundurlar. Yeterince güçlü değillerdir; dövüşmek ya da avlanmak için kullanabilecekleri keskin dişleri ya da pençeleri yoktur. Tehlikeden kaçabilecek kadar hızlı koşamazlar.

    Gene de, insanlar yeryüzünün egemen türü haline gelmişlerdir. Bunun nedeni başka türlerin yoksun bulunduğu bir özelliğe, gelişkin bir beyne sahip olmalarıdır. İnsanlar beyin yeteneklerinin yardımıyla, doğa karşısındaki zayıflıklarının üstesinden gelebilecek yöntemler, teknikler bulabilmiş ve genel olarak yaşam biçimlerini geliştirebilmişlerdir.

    İnsanların doğada bulunan maddeleri kendi yararlarına dönüştürebilmek ve yeni maddeler bulmak için kullandıkları farklı yöntemleri de içine alan tekniklerin bütününe teknoloji denir. İnsanlar alet yapmaya başladıkları an teknoloji tarihi de başlamıştır. Bu maddede, toprağı sürmek için kullanılan ilk sopadan mikroçipe kadar uzanan, insanlığın gelişim çizgisindeki belli başlı dönüm noktaları üzerinde durulacaktır.

Taş, Tunç ve Demir

Atalarımız topladıkları taşları silah ve alet olarak kullanmaya başladıkları zaman, kendilerini ilk kez hayvanlardan ayırmış oldular. Daha sonraları, keskin kenarlı çakmaktaşı gibi bazı taşları seçerek ve biçimlendirerek, kesme, yontma ve kazma işleri için daha iyi aletler yapabileceklerinin farkına vardılar. Aletlerin genel olarak taştan yapıldığı döneme Taş Devri denir.

    Tarımın keşfiyle ileriye doğru büyük bir adım atıldı. Yabani pirinç türleri ve başka tahıl bitkileri ekildi; yabani koyunlar evcilleştirilerek sürüler halinde toplandı. Ormanları kesip tarla açmak için taş baltalar, toprağı sürmek için sopalar ve tahta tırmıklar yapıldı. Çiftçiler, ürün olgunlaşıncaya kadar aynı yerde kalmak zorunda olduklarından, sürekli oturabilecekleri ilk evleri kurdular.

    Bazı toprak kütlelerinin (cevherlerin) eritilmesi ya da ateşte yakılması yoluyla bakır metalinin elde edilebileceğinin keşfedildiği döneme, yani İÖ 5500 dolaylarına kadar, alet yapımında kullanılan başlıca malzeme taştı. Yaklaşık 2.000 yıl sonra da insanlar belki de bir rastlantı sonucu bakırı kalayla birlikte elde ettikleri zaman, silah ve alet yapımı için daha uygun, sert ve dayanıklı bir metal olan tuncu keşfetmiş oldular. Böylece önce Ortadoğu’da, sonra da dünyanın başka yerlerinde, Tunç Çağı Olarak bilinen tarih dönemi başladı. Tuncun taştan çok daha esnek bir madde olma özelliğinden yararlanan Tunç Çağı insanları, erimiş metali kalıplara dökerek biçimlendirdiler ve bu yöntemle kusursuz aletler yaptılar. Ağaç ve taş işleri için geliştirdikleri balta ve bıçak gibi kesici aletler bunlardan bazılarıdır.

    Tunç Çağı’nın başında, Ortadoğu’da çok önemli iki gelişme gerçekleşti. Bunlardan birincisi, öküzle çekilen sabanın bulunmasıydı. Saban çiftçinin toprağını daha iyi sürebilmesini ve böylece daha iyi ürün elde edebilmesini sağladı. Daha geniş alanlar tarıma açıldı ve ilk kez değiş tokuş edilebilecek kadar çok ürün ortaya çıktı. İkinci önemli buluş ise, çiftçilerin ürünlerini pazara götürebilmelerini kolaylaştıran tekerlekti.

    Birçok arkeolog bu çağı uygarlığın başlangıcı olarak kabul eder. Tarımdan ayrılıp zanaatkâr haline gelen insan sayısı arttıkça, tuğla ve taşa dayalı yapı teknikleri gelişti, kentler kuruldu ve her tür sanat ve zanaatın gelişmesine elverişli bir ortam doğdu. Tunç Çağı’nın erken örneklerinden biri, görkemli piramitleriyle tanıdığımız Eski Mısır uygarlığıydı. Ayrıca Mısırlılar tarım alanlarını sulayan ilk insanlar oldular. Nil’in sularını tutmak için bentler, suyu tarlalara taşımak için de kanallar yaptılar.

    Daha sonra, yaklaşık İÖ 2000’de bugünkü Anadolu toprakları üzerinde yerleşmiş olan Hititler demiri cevherinden ayırmayı keşfettiler. Bu keşif oradan Akdeniz’e yayıldı ve Eski Yunanlılar’a geçti.

    Demir cevherindeki istenmeyen katışkıları gidermek için Eski Yunanlı ustalar cevheri akkor sıcaklığa kadar ısıtıp dövme tekniğini buldular. Böylece dövme demir denen demir türü elde edilmiş oldu. Bu demir daha sonra demirci ocağında dövülerek biçimlendiriliyordu. Ustalar dövme demirin tunçtan daha güçlü ve tarım aleti ya da silah yapımına daha elverişli olduğunu gördüler. Daha sonraları tunç yalnızca takı ve dinsel eşya gibi özel maddelerin yapımında kullanılır oldu.

Roma Dönemi

Romalılar teknoloji alanında son derece yaratıcı insanlar, düşünceyi uygulamaya koyabilen çok yetenekli zanaatkârlardı. Kemer Romalılar’dan önce de bilinen bir yapı öğesiydi, ama köprü ve su yolu gibi pek çok yapı türünde kemer kullanımını yaygınlaştırıp kusursuz hale getirenler Romalılar oldu. Romalılar yol yapımında da uzmandılar; yaptıkları düzgün yüzeyli yollar bütün Roma İmparatorluğu’nda hızlı bir ulaşım sağlıyordu. Geliştirdikleri su çarklarıyla su enerjisinden ilk kez başarılı bir biçimde yararlananlar gene onlardı.

Orta Çağ

Roma İmparatorluğu İS 5. yüzyılda çöktükten sonra teknolojik gelişme yavaşladı. Pek çok tarihçi, orta çağın ilk dönemlerinin tek önemli buluşunun pulluk olduğunu ileri sürer. Pulluğun toprağı yarıp döndüren keski ve kulak bölümleriyle. Avrupa'nın kuzeyindeki ağır, killi toprakların sürülmesi olanaklı duruma geldi. Pulluk 9. ve 10. yüzyıllarda Avrupa’nın çoğu kesimlerinde kullanıldı ve tarım için yeni alanlar açıldı. Toprağın pullukla daha derinden sürülebilmesi verimin yükselmesini sağladı.

    Bu gelişmeye paralel olarak kentlerin önemi de arttı dolayısıyla yapı teknikleri, özellikle de kilise ve katedral yapım sanatı önem kazandı. Orta çağ yapı ustaları, binaların taşıyıcı duvarlarının dış yanına eklenen yarım kemer biçimindeki payanda türünü de geliştirdiler, böylece ince ama son derece yüksek duvarlar yapabildiler. Bu mimari üsluba gotik mimari denir.

    Orta çağda enerji üretiminde köklü bir dönüşüm gerçekleşti. Su çarkları Romalılar döneminde bulunmuş olmakla birlikte, ancak 12. yüzyılda yaygınlaştı. Yel değirmenleri de o sıralarda kullanılmaya başlandı. Önceleri hem su çarkları, hem de yel değirmenleri mısır öğütmekte kullanılıyordu, ama daha sonraları ağaç biçme ve keçe kumaş yapımı gibi alanlarda da su enerjisinden yararlanıldı.

    Orta çağın en önemli keşiflerinden biri demirin eritilebilmesiydi; böylece, erimiş demir kalıplara dökülerek dökme demir elde edilebildi. Daha önceleri Avrupa’da, fırın sıcaklıkları elvermediği için yalnızca dövme demir üretilebiliyordu. Dökme demir üretimi, demir cevherini sıvılaştırmak için gerekli ısının sağlanabildiği yüksek fırının bulunmasıyla gerçekleştirildi. Bu tür fırınlarda, körüklerle basılan hava şiddetli bir yanma sağlayabiliyor ve böylece demirin erime sıcaklığına ulaşılabiliyordu. Aslında yüksek fırını ilk yapanlar Çinliler’di; Çinliler. Avrupalılar’dan yüzyıllarca önce dökme demirden araç gereçler yapabilmekteydiler, ama bu teknik batıya ulaşamamıştı.

    Dökme demir ilk kez top yapımında kullanıldı. Başlangıçta toplar ya dövme demirden şeritlerin birbirine tutturulmasıyla yapılır ya da pirinç ve tunçtan dökülürdü; ama bunlar pahalı metallerdi ve güvenilir değildi. İlk toplar sık sık parçalanırdı. Dökme demir toplar ortaya çıkınca, bunların ateş gücü karşısında ortaçağ şatoları bütün gücünü yitirdi. Ok ve yayın yerini tüfek aldı ve kara savaşları biçim değiştirdi.

    Bunun ardından deniz savaşlarında da önemli değişiklikler oldu. Ortaçağın en büyük gelişmelerinden biri, tümüyle rüzgâr gücüyle hareket eden yelkenli gemilerin geliştirilmesiydi. Dümenin bulunması ise, gemilerin istenmeyen yönden gelen rüzgârla baş edebilmesini olanaklı kıldı. Denizciler, rotada kalmak için magnetik pusuladan yararlanarak açık denizleri geçebildiler. Daha önceleri, kaybolmamak için hep karayı görecek biçimde seyrediyorlardı. İlk pusulalarda, 12. yüzyılda Avrupa’da keşfedilmiş olan ve magnetit (mıknatıstaşı) denen magnetik bir mineral kullanılırdı.

    16. yüzyıla gelindiğinde, hızları artan ve manevra yetenekleri yükselen gemiler yüzlerce demir ve pirinç topla donatılmışlardı. Savaş ve denizcilik teknolojisindeki üstünlüğü Avrupa’ya dünyaya egemen olma olanağını verdi ve bu egemenlik yüzyıllarca sürdü. Avrupalılar Yeni dünya’yı fethettiler, doğu ülkeleriyle ticaret yaptılar ve Arap istilacıları geri püskürttüler.

Rönesans

Rönesans döneminde Avrupa’da sanat, edebiyat ve genel olarak bilim alanlarında büyük gelişmeler gerçekleşti. “Yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans hareketi İtalya’dan bütün Avrupa’ya yayıldı ve 14. yüzyılın sonlarından 1600’e kadar sürdü.

    Bu dönemde insanlar Eski Yunan ve Roma kültürüyle, özellikle de, kısmen Arap ülkeleriyle ilişki sonucu yeniden keşfettikleri klasik Yunan bilimiyle yakından ilgilenmeye başladılar. Eski Yunan uygarlığının bilim ve felsefe alanında ortaya koyduğu ve Avrupa’da yitip gitmiş olan yapıtlar Arap dünyasının büyük üniversitelerinde saklanmıştı. Ayrıca pek çok Bizanslı bilgin Osmanlılar’ın tehdidi altındaki Konstantinopolis’ten (İstanbul) İtalya’ya göç etmeye başlamıştı.

    Bilimsel gelişmeye, çok uzaklardan Avrupa’ya taşınan bilgiler de yardımcı oldu. 13. yüzyılda Çin'i ziyaret eden Marko Polo gibi gezginler, Çinliler’in İS 2. yüzyılda geliştirdikleri kâğıt yapımına, İS 900’den beri kullanageldikleri porselene ve binlerce yıldır ipekböceği kozalarından üretmekte oldukları ipeğe ilişkin bilgileri Avrupa’ya taşıdılar.

    Rönesans bilimsel yaklaşımda da bir yenilik gerçekleştirdi. Bilim adamları her şeyi sorgulamaya koyuldular. Bütün inançlar gözlem ve deney süzgecinden geçirilir oldu. Bilim adamlarına deneylerinde yardımcı olan yeni aygıtlar yapıldı. Galileo, Jüpiter'in uydularına ilişkin gözlemleri sonucunda Dünya'nın Güneş’in çevresinde dolandığını keşfetmişti, ama o bu gözlemleri, yeni bulunmuş olan teleskop olmadan yapamazdı.

    Matbaanın bulunması yeni bilgilerin yaygınlaşmasında çok önemli bir rol oynadı. Daha önce bütün kitaplar tek tek, elle kopya edilerek çoğaltılırdı. Yeni baskı makinelerinin sökülüp takılabilen, dökme (metal) harfleri vardı; bu harfler istendiği biçimde dizilebiliyor ve iş bittiğinde dağıtılıp yeniden kullanılabiliyordu. İlk kez binlerce kopyanın kısa bir zaman içinde basılması olanaklı duruma gelmişti. Büyük ölçekli ilk matbaayı Johannes Gutenberg, Almanya'daki Mainz’da kurdu ve matbaa hızla bütün Avrupa ülkelerine yayıldı.

Buhar Gücü

Avrupa ülkelerinin donanmalarında kullanılmak üzere yüksek fırınlarda daha çok sayıda dökme demir top ve tüfek üretildikçe, yeni teknolojide de bazı sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Bilindiği gibi, yüksek fırınlarda demir cevheri karbonla birlikte eritilir. Karbon hem cevheri arıtır, hem de yanarak gerekli ısıyı sağlar. Kömür bu amaçla kullanılamaz, çünkü dökme demirin özelliklerini bozacak kadar çok katışkı içerir. Bu nedenle eski ustalar kömür yerine odun kömürünü kullanırlardı. Ama bunun için de çok sayıda ağaç kesmek gerekiyordu. Gemi yapımında da çok sayıda ağaç kullanılmaktaydı. Kereste kıtlaşmaya başladı ve Avrupa ormanlarının yitip gitmemesi için acil önlemlerin alınması gerekti.

    18. yüzyıl başlarındaki iki keşif bu sorunu çözdü ve Avrupa’da İngiltere’nin öncülüğünde Sanayi Devrimi’nin başlamasına yol açtı. Bunlardan birincisi, İngiltere’de Abraham Darby (1677-1717) adlı bir demirci ustasının, kömürün ısıtılmasıyla elde edilen ve neredeyse tümüyle karbon olan kok kömürü kullanarak dökme demir üretim yöntemini keşfetmesiydi. İkincisi ise, Thomas Newcomen in (1663-1729) buhar gücüyle çalışan ve kömür madenlerinde yeni bir çığır açan güçlü bir pompa geliştirmesiydi.

    Kömür o zamanlar da, cam ve tuğla yapımı gibi başka birçok sanayi dalında kullanılmaktaydı, ama 18. yüzyıl başlarına kadar madenlerdeki su basması sorununa bir çare bulunamadığından üretim çok düşük bir düzeyde kalmıştı. Madenciler derine indikçe, ocaklara dolan su da o ölçüde fazla oluyordu. Newcomen’ın buhar makinelerinin kullanılması, kömür ocaklarında toplanan suyun dışarı atılmasına yönelik ilk etkili yöntem oldu ve bu makineler kısa bir süre içinde İngiltere’nin büyük kömür madenlerinin pek çoğunda kullanıma sokuldu. Bu pompalar, aynı zamanda, daha önce çalışamayan ocakların da yeniden işletmeye açılmasını sağladı.

    Bu iki gelişmenin bir sonucu olarak demir sanayisi bol ve ucuz bir yakıt kaynağı bulmuş oldu. Hem kömür madenciliği, hem de demir eritme işleri hızla gelişti. Dökme demir özellikle tarım için yararlı oldu ve köylerdeki zanaatkârların ağaçtan ya da dövme demirden yaptıkları pek çok tarım aletinin yerini, fabrikalarda üretilen dökme demirden aletler aldı. Biçme, harman dövme ve sürme işlerinde mekanik aygıtlar, hatta buhar gücüyle işleyen bazı makineler kullanılmaya başlandı.

    Buhar gücü zamanla rüzgâr ve su gücünün yerini aldı ve başlıca enerji kaynağı durumuna geldi. Buhar makinesi Avrupa’daki tarım toplumlarının günümüzün sanayi toplumları haline dönüşmesine yol açtı. Avrupa tarihinin bu dönemine Sanayi Devrimi denir.

Makineli Üretim

Modern bir fabrikada herhangi bir ürün, örneğin bir otomobil, çok sayıda değişik parçanın bir araya getirilmesiyle üretilir. Aynı işlevi gören parçalar birbirinin tıpkısıdır. Otomobilin olabildiğince kolay monte edilebilmesini sağlamak için, yapılacak iş, her işçinin payına basit ve görece olarak az sayıda işlem düşecek biçimde bölüştürülür. Böylece sanayiciler daha çok sayıda niteliksiz işçi çalıştırabilir ve otomobilleri daha ucuza üretebilirler.

    Makine parçalarını aynı boyut ve biçimde üreten takım tezgâhlarının geliştirilmesi de seri üretimi olanaklı kıldı. John Wilkinson’ın (1728-1808) 1775’te geliştirdiği silindirik delik işleme tezgâhı bu tür takım tezgâhlarının ilkiydi.

    19. yüzyılda sanayinin makineleşmesi yaşamsal bir rol oynadı. Yalnızca dokuma tezgâhı, lokomotif, tarım makinesi, yazı makinesi ve dikiş makinesi yapılmadı; bu makineleri yapacak makineler de, yani takım tezgâhları da geliştirildi. Torna, matkap, freze, planya gibi tezgâhlar ile buharlı şahmerdanlar bulundu; bütün bunlar, ürünlerin seri biçimde ve daha ucuza yapılabilmesini sağladı.

    Sanayi genişledikçe, yeni fabrikaların ürettiği malları taşıyacak daha iyi taşıtlara olan gereksinim de arttı. O dönemde karayolları çok kötüydü; ama 1800’lerin başında, tümüyle yeni bir taşıma olanağı geliştirildi. Bu, tekerlekler üzerine oturtulan bir buhar makinesinin, arkasına takılı vagonları rayın üzerinde çekmesine dayanan demiryoluydu. İngiltere’de ve başka yerlerde demiryollarının 1825’ten başlayarak yaygınlaşmasında George Stephenson önemli rol oynadı. Amerika’ da demiryolları kıtanın yerleşime açılmasını sağladı.

    Buhar makinesi, önce yelkenlere yardımcı bir güç kaynağı ve daha sonra da temel güç kaynağı olarak gemilere girdi. Modern anlamdaki ilk buharlı gemi, 1845’te suya indirilen Great Britain idi; bu gemi buhar makinesinin çevirdiği bir uskurla (pervaneyle) yol alıyordu ve geminin gövdesi demirden yapılmıştı. Tasarımcısı Isambard Kingdom Brunel (1806-59), onu sonsuza kadar kalacak biçimde yapmıştı. Bugün bu gemi İngiltere’de Bristol doklarında hâlâ görülebilir.

    Demiryolu, gemi ve bina yapımı için demire olan talep hızla arttı. Dökme demir çok gevrek ve kırılgan olduğu için dövme demir kullanma zorunluluğu vardı. Ama dövme demir kolay üretilemiyordu. 1856’da Henry Bessemer, eritilmiş dökme demirin içinden hava akımı geçirmeye dayanan bir üretim yöntemi bularak bu soruna çare buldu. Bu yöntemle elde edilen yumuşak çelik, dövme demir kadar iyi bir üründü; hem de daha çabuk ve ucuza üretilebiliyordu. Çelik, buhar makineleri ile başka makinelerin yapımında hızla dövme demirin yerini aldı.

    Bessemer’in yöntemini bulduğu yıl, William Perkin (1838-1907) de kimya alanında bir atılım gerçekleştirdi. Perkin, kömür katranından mavimsi bir madde çıkarmanın yolunu buldu. Bu, ilk yapay boyarmaddeydi. Daha önceleri boyarmaddeler bitki ve böceklerin ezilip sularının çıkarılmasıyla yapılırdı. Kömür katranının, ilaç ve plastikler gibi birçok yararlı ürünün hammaddesi olarak kullanılabilecek değerli kimyasal maddeler içeren bir kaynak olduğu kanıtlandı. Bu buluş, yapay (sentetik) kimyasal maddeler üretmeye yönelik kimya sanayisinin başlangıcı oldu. Günümüzde, sanayide üretilen kimyasal maddelerin ana ham maddesi olarak kömür katranının yerini petrol almıştır.

Yeni Enerji Kaynakları

1859’da ABD’de Edwin Drake (1819-80), yeraltından petrol çıkarmaya başladı. Bu petrolün damıtılmasıyla elde edilen gazyağı lambalarda kullanıldı. Petrolün içerdiği benzin oldukça yanıcıydı ve bir süre sonra içten yanmalı motorlarda denenmeye başlandı. 1885’e gelindiğinde Gottlieb Daimler (1834-1900) ve Cari Benz (1844-1929) benzinle işleyen hafif motorlar yapmışlardı. Daimler ve Benz, motorlarını bisikletlere ve arabalara taktılar, böylece de ilk motorlu taşıtlar, yani otomobiller ortaya çıktı.

    Buhar makinesi o dönemde sanayide, demiryollarında ve gemilerde hâlâ başlıca güç kaynağı olarak işlev görüyordu. Ama bu uzun sürmedi. Buhar türbini olarak adlandırılan yeni bir buhar makinesi türü ortaya çıktı. Bu makineyi 1884’te Charles Parsons geliştirdi. Buhar türbini, elektrik üreteçlerini çalıştırmak için son derece elverişli bir makineydi.

    Elektriğin ciddi olarak incelenmesi 16. yüzyılda başlamıştı, ama uygulamaya konması ancak 19. yüzyılın sonlarında gerçekleşti. Elektrikten yararlanmaya yönelik çok sayıda gelişme sağlandı, ama bunların arasında insan yaşamını en çok etkileyenler elektrik ışığı ve elektriğin evlere dağıtılmasına olanak veren enerji santrallarıydı. Bunların her ikisini de 1879’da Thomas Edison geliştirdi. Elektrik üretmek için buhar türbinli üreteçlerle çalışan enerji santralları kurulmaya başlandı. İnsanlar artık, evlerinde, işyerlerinde ve sanayide elektrikten yararlanabilir duruma gelmişlerdi.

    19. yüzyılda Avrupa, özellikle de İngiltere teknolojik gelişmede bütün dünyaya önderlik etti. Ama yüzyılın sonuna doğru, yani yaklaşık olarak içten yanmalı motorlar geliştirildikten sonra bu önderlik ABD’ye geçmeye başladı.

Teknoloji Patlaması

1900 öncesinde teknoloji alanında çok büyük ilerlemeler kaydedilmiş olmakla birlikte, bunlar 20. yüzyılda gerçekleştirilenlerin yanında önemsiz kalır. 20. yüzyılda yalnızca sayısız yeni makine ve teknik bulunmadı, bu yeni makinelerin yapıldığı çok sayıda yeni malzeme de geliştirildi. Teknolojik değişim çok hızlandı; öyle ki, motor gücünden yararlanılarak yapılan ilk uçuş ile insanın Ay’da ilk adımını atması arasında geçen süre yalnızca 66 yıldır.

    19. yüzyılda teknoloji ilerledikçe bilim adamları ve mühendisler giderek daha çok uzmanlaşmaya başladılar. Bu uzmanlık alanlarının pek çoğu zaten daha önceki yüzyılda ortaya çıkmıştı. Örneğin, cevherlerden metal çıkarmayı ve elde edilen metalleri sanayide kullanılabilecek biçimde hazırlamayı içeren metalürji 1704’te gelişmeye başlamıştı. Köprü, liman, yol gibi yapıların tasarım ve yapımını kapsayan inşaat mühendisliğinin başlangıcı ise 18. yüzyıldadır. 20. yüzyılda ise elektronik, malzeme bilimleri, uzay ve havacılık mühendisliği gibi yeni uzmanlık dalları ortaya çıktı.

Elektronik

Elektronik, belki de insan yaşamında en büyük değişime yol açan teknoloji dalıdır. Elektronikten ilk kez telekomünikasyon alanında yararlanıldı. 1830’larda Samuel Morse elektrikli telgrafı buldu. Bir kablo üzerinden elektrik sinyallerinin gönderilmesine ve alınmasına dayalı olarak çalışan telgraf, ABD’nin batısının yerleşime açılmasını sağladı, 1875’te Alexander Graham Bell’in bulduğu telefon, sesin elektrik akımına dönüştürülerek, telgrafta olduğu gibi metal bir telin yardımıyla uzaklara iletebilmesi olanağını doğurdu.

    1901’de Marconi, radyo dalgalarından yararlanarak Atlas Okyanusu’nun öbür yakasıyla haberleşmeyi başardı. Radyo uzun bir süre, telefondan ayırt edilebilmesi için “telsiz” olarak anıldı. 1920’lere gelindiğinde bütün Avrupa ve Amerika’da, evlerdeki alıcılardan dinlenebilen canlı programlar yayınlanmaya başlamıştı. Bunun hemen ardından televizyon ortaya çıktı, ama bu aygıt ancak II. Dünya Savaşı (1939- 45) sonrasında tam olarak geliştirilebildi. Radar, elektron mikroskopu, elektronik bilgisayar da savaş öncesinin buluşlarıydı.

    Elektronik bilgisayarlar kısa sürede fabrikalarda kullanılmaya başlandı. 1970’lerde, özellikle Japonya ve ABD’de tümüyle bilgisayarlarla denetlenen fabrikalar kuruldu. 19. yüzyılın “makineleşmesi” fabrikaları daha verimli ve kârlı hale getirmişti; 20. yüzyılda ise başarının sırrı “otomasyon” idi. Tam otomatik bir fabrikada işler makineyle yapıldığı gibi, makinelerin kendileri de başka makinelerce, bilgisayarlarca denetlenir. Böylece bir fabrikada insana yalnızca makinelerin bakımının sağlanması ve onlara ne yapacaklarının söylenmesi için gerek vardır.

    Günümüzün elektronik devriminin temelini, “çip” denen küçük silisyum yongalar oluşturur. Üzerine yüzlerce küçük elektrik devresi yerleştirilebilen çipler ve mikroçipler, boyutlarının büyüklüğü nedeniyle kullanışsız hale gelmiş pek çok makinenin küçültülebilmesini sağlamıştır. Örneğin, ilk elektronik bilgisayarlar büyük bir odayı dolduracak büyüklükteydi, ama modern taşınabilir bilgisayarların çoğu eskilerden çok daha yeteneklidir.

    Son zamanların en heyecan verici buluşlarından biri de, tek dalga boylu, dolayısıyla da tek renkli, yoğun bir ışık demeti oluşturmaya yarayan laserdir. Laserin verdiği ışık Güneş’inkinden çok daha parlaktır. Laserler uzaklık ölçümü, iletişim, mikro cerrahi ve süpermarketlerdeki malların üzerindeki çubuk kodların okunması gibi çok çeşitli amaçlar için kullanılabilmektedir. Henüz emekleme döneminde olan laserler için yeni kullanım alanları açılmaktadır.

Gereçler

Sanayi Devrimi sırasında sanayicilerin gereç seçenekleri çok sınırlıydı. Metal eşya genellikle demir ya da çelikten yapılırdı; mutfak eşyası için seramik ya da porselen, kumaş için ise pamuk ya da yün kullanılırdı.

    İlk plastiklerin bulunduğu 19. yüzyılın sonlarında, kullanılan gereçlerde bir devrim başladı. Plastikler insan eliyle yapılmış maddelerdir; ısı ve basınç altında biçimlendirilebilirler. İlk plastikler çoğunlukla kömür katranından yapılırdı, dolayısıyla kömürün “yan ürün"leri olarak kabul edilirdi.

    1930’lardan sonra plastikler petrol sanayisinin yan ürünü olan petrokimya maddelerinden yapıldı. Petrol bol olduğu için plastikler çok ucuza üretildi ve böylece metal ya da ağaç gibi geleneksel gereçler karşısında üstünlük kazandı. Plastiklerin, elektronik hesap makinelerindeki küçük devre elemanlarından, kalça yerine geçen protez parçalarına kadar uzanan çok geniş bir kullanım alanı vardır. Biçim, büyüklük ve yapıları değiştirebilir, hatta örülebilir ve dokunabilir.

    20. yüzyılda metalürji alanında gerçekleştirilen buluşlar, sanayicilerin daha önceleri yapamadıkları pek çok malzemeyi üretebilmelerini sağladı. 1913’te bulunan paslanmaz çeliğin, özellikle bıçak, tıraş bıçağı ya da ustura gibi kesici aletlerin yapımına son derece elverişli olduğu görüldü. Paslanmaz çelik, çelik ile başka minerallerin, özellikle kromun bir karışımıdır, yani bir alaşımdır. Metalürji uzmanları başka pek çok alaşım geliştirmeyi başardılar; örneğin, jet motorunun geliştirilebilmesini olanaklı kılan bir nikelkrom alaşımı buldular.

Taşımacılık

19. yüzyılda taşımacılıkta demiryolları egemenken, 20. yüzyıl otomobil ve uçak çağı olmuştur. Petrol türevlerine dayalı motorlar, bazı büyük gemilerin dışında, bütün taşıtlarda buhar makinesinin yerini aldı.

    Henry Ford, seri üretim yöntemini ilk kez otomobil yapımında uygulamasıyla ünlüdür. Bu uygulamayla fiyatlar düştü ve orta gelir düzeyindeki insanlar da otomobil satın alabildi. 1923’e gelindiğinde Ford yılda 2 milyon T modeli otomobil satıyordu. Aradan geçen zaman içindeki teknolojik ilerleme sonucunda otomobiller daha hızlı ve güvenlikli duruma geldi. İnşaat mühendisleri otomobiller için milyonlarca kilometre uzunluğunda geniş yollar yaptılar.

    1903’te Wright Kardeşler, yeni geliştirilmiş olan içten yanmalı motorlardan birini bir planöre taktılar ve böylece ilk uçağı yaptılar. Başlangıçta uçakların, ağaç, keten bezi ve tutkaldan yapılmış, oldukça narin bir gövdeleri vardı; ama II. Dünya Savaşı’nın başında gövde, çatkı ve kaplama bölümleri artık alüminyum alaşımından yapılıyordu.

    Frank Whittle jet motorunu 1930’da tasarımlamıştı; ama, jet motorlu ilk yolcu uçağı olan “Comet” ancak 1952'de hizmete girdi. İlk sesüstü yolcu uçağı ise 1969’da havalanan “Concorde" oldu.

    II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar, savaş başlığını yüzlerce kilometre uzağa taşıyabilen bir roket geliştirdiler. Savaştan sonra SSCB’li ve ABD’li bilim adamları birbirine rakip uzay programları geliştirdiler ve yürürlüğe koydular. Dünya çevresine yerleştirilen ilk yapma uydu olan “Sputnik"i 1957"de SSCB yörüngeye soktu. Ay’a ilk insanı gönderen ise 1969’da ABD oldu. Bugün Dünya'nın çevresindeki yörüngelerinde dolanan ve televizyon programlarını aktarma, petrol alanlarını belirleme, hava tahminleri için bulut hareketlerini gözleme gibi önemli işler yapan birçok yapma uydu vardır. Bütün uzay donanımları yörüngeye roketlerin yardımıyla fırlatılır. Kıtalararası balistik füzeler ise, roketlerin barışçı olmayan kullanım biçimlerinden biridir.

Enerji

Otomobil ve uçak gibi hareketli taşıtların motorları dışındaki makineler genellikle elektrikle çalıştırılır. Elektrik enerjisinin çoğu, kömür ya da fueloil (yağyakıt) yakılan kazanlarda elde edilen buharın yardımıyla üretilir; ama günümüzde daha başka elektrik üretim teknikleri de geliştirilmiştir. Güneş enerjisi ve II. Dünya Savaşı’nın sonlarında atom bombasının yapılmasından sonra geliştirilen nükleer enerji bunlardan bazılarıdır.

    Nükleer enerji, elektrik üretimi gibi alanlarda insanlığın yararına kullanılabildiği gibi, nükleer bomba gibi insanlığı yok etmeye yönelik silahların yapımında da kullanılmaktadır.

    Aslında teknoloji genelde böyledir. İnsanlığa sayılamayacak kadar çok yararlar sağlarken, onu yok edecek araçların geliştirilmesine de olanak verir. Çevre kirlenmesine neden olur, yağmur ormanlarını yok eder, sera etkisi yaratır. Bunların üçü de, uzun dönemdeki etkileriyle yeryüzündeki yaşamın varlığını tehdit etmektedir. Yarattığı sorunları çok geç olmadan çözmek gene teknolojinin işidir.

Teknoloji Resimleri