Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Hindistan (din)

  • Okunma : 1013

Hindistan (din), Hindistan'da coğrafyasında, etnik yapısında ve tarihinde olduğu gibi, dinler açısından da büyük bir canlılık gözlenir. Ülkede dönem dönem yaratılış efsaneleriyle ilgili yerel dinler, caynacılık, buddhacılık, hindu dini ve İslâm etkili olmuştur. Günümüzde Hindistan halkının % 83'ü hindu dinine, % 11'i İslâm'a % 2'si hıristiyanlığa, % 2'si sih dinine, yüzde 1 kadarı buddhacılığa, % 1 kadarı da caynacılığa bağlıdır. Bu maddede, söz konusu dinlerden hindu dini ve buddhacılık incelenecektir. İslâm, hıristiyanlık, caynacılık ve sih dini, ayrı maddelerde verilmiştir.

HİNDU DİNİ

Günümüzden 4 000 yıl kadar önce ortaya çıkmış olan hindu dininin kurucusu belirli olmadığı gibi, kesin bir belirli inançlar bütünü de yoktur; tersine, hindu dininde büyük bir inanç ve ayin usulleri çeşitliliği gözlemlenir. Dinsel örgütlenme en alt düzeydedir; din adamları aşama sırası da yoktur. Hindu dini, dinin Batı'daki tanımına uymaz; "dharma" adı verilen ideal bir yaşama biçiminin gereklerini yerine getirmeye dayanır.

İNANÇLAR VE UYGULAMALAR

Kast sistemi. İdeal yaşama biçimi (dharma), klasik metinlerde ve hindu dinine inananlar tarafından, "kişinin sınıfı ve toplumsal konumu kapsamındaki görevleri" (vamasramadharma) diye tanımlanır. Sınıf (varna) sözcüğü, Hindistan'a özgü kast sistemini belirtir. Eski metinlerde, dört büyük sınıf ya da kasttan söz edilir: Brahmacı din adamları (brahmanlar), savaşçılar ve yöneticilerden oluşan soylu sınıf (ksatriyalar), el sanatlarıyla uğraşanlar ve çiftçiler (vairyalar), köylüler ve emekçiler (şudralar). Bu sınıflara, beşinci bir sınıf oluşturan, Ari olmadıkları için aşağı işlerde çalıştırılan "dokunulmazlar"ı (pançamaları) da eklemek gerekir. Söz konusu sınıflar sistemi, günümüzde de yer yer geçerli kast sisteminin karmaşıklığını yansıtır. Klasik dharma yapıtlarında, ideal toplum düzeninde her birinin oynayacağı farklı role göre farklı sınıflara özgü uğraşlar tanımlanmıştır.

Yaşamın evreleri. Klasik metinlerde yaşamda dört ideal evre (asrama) bulunduğu vurgulanmıştır. Yaşamın bu dört evresinin ayrı yükümlülükleri vardır. Yaşamda birinci evre olan öğrencilik (brahmacarya), 5 - 8 yaşlarında başlanan öğrenimden evliliğe kadar uzanır; ikinci evre olan ev sahipliği (grihasthya), kişinin evlenip aile kurduğu, toplumdaki yerini aldığı dönemdir; üçüncü evre olan ormana (inzivaya) çekilme (vanaprasthya), kişinin çocuklarının büyüdüğü, kendisinin yalnız kaldığı dönemdir; dördüncü evre olan feragat (samnyasa), kişinin her türlü dünya nimetinden elini eteğini çekip ruhsal kurtuluşu aradığı dönemdir. Ayrıca, kişinin sınıfından ve toplumsal konumundan kaynaklanan bu görevlerinin yanı sıra, manevi genel görevleri (sanatanadharma) de vardır: Doğruluk, yüreklilik, yardımseverlik, sadıklık, özdenetim, namusluluk, şiddet karşıtlığı.

İdeal sınıflar ve yaşamın evreleri, erkekler içindir. Hindu dininde kadının konumu belirsizliğini hep korumuş, kadın bir yandan tanrısal bir simge olarak yüceltilirken, öte yandan, aşağı bir varlık olarak görülmüştür. Geleneksel olarak kadından beklenen, eşine hizmet etmesi, başka hiçbir şeyle uğraşmaması, ilgilenmemesidir. Bununla birlikte hindu dini içinde yakın dönemde ortaya çıkan Brahmo Samac gibi akımlar bu durumu değiştirmeyi amaç almaktadırlar.

Yaşamın amaçları. Dharma, hindu dininin vurguladığı yaşamın dört amacından (purusartha) yalnızca biridir. Hindu dinine göre dharma, öbür iki amaçtan, yani bedensel isteklerin karşılanması ve ortha, yani maddi zenginlik) daha üst bir konumdadır. Bu üç amaç, dünyaya ilişkin amaçları (pravritti) oluştururlar. Dördüncü amaçsa, ruhun özgürlüğüdür (moksa) ve dünyadan el etek çekenlerin amacıdır (nivritti); nivritti insanoğlunun son amacı sayılmaktadır.

Karma ve yeniden doğuş. Hindu dininin en büyük özelliği, ruhların bir bedenden öbürüne geçmesi (samsara) inancıdır; ruhların bedende bedene dolaşması, kişinin edimlerine (karma) bağlıdır. Köktenci karma kuramına göre, kişinin doğuş biçimi, dünyaya geldiği sınıf, ömrünün uzunluğu ya da kısalığı ve bu dünyada görüp geçirdikleri, bir önceki yaşamındaki davranışları, tarafından belirlenir. Bu anlayış halk arasında değişikliğe uğratılmış olmakla birlikte, hindular üstünde tarih boyunca etkili olmuştur. Ruhun özgürlüğe kavuşması, yeniden doğuş çevriminin sonundadır. Ruhun özgürlüğe kavuşması, bir önceki yaşamdan kalma karma artıklarını temizlemek (gelecekteki yeniden doğuşları koşullandıracak karma artıkları kalmamış olması) anlamına gelir. Ruhun özgürlüğünü sağlama yolundaki uygulamalar genellikle "yoga" diye adlandırılır: Kurtuluş kuramı, hindu felsefesinin temelidir.

FELSEFE

Hindu dini altı felsefe sistemi kapsar. Bunlardan, Nyaya, Vaiseşika, Samhya ve Yoga, yogi uygulamaları ile metafizik ve bilgi kuramının temel ilkelerinin kavranmasını içerir. Nyaya, ayrıca mantıksal çözümlemeyi de içerir. "Mimamsa" adı verilen sistemler, dinsel ayin uygulamasını kurtuluş aracıyla özdeşleştirir. Upanişad'lardan esinlenen birçok Vedanta sistemi, kişinin kendi gerçeği (Atman) ile kurtuluşa götüren yolun en duyarlı yanı olarak sonsuz gerçeklik (Brahman) arasındaki ilişkinin kavranılmasını vurgular. Kıta Hindistanı'ndaki, dil ya da kültür bölgeleriyle sınırlı Bhakti kültü gibi ayrılıkçı mezheplerdeyse, tanrıya bağlılık ön plana çıkar. HİNDU TANRILARI

Hindu dini içindeki iki büyük akım, vaisnacılık ya da Vişnu kültü ile şaivicilik ya da Şiva kültüdür. Bununla birlikte Hindu inanışına göre, evren sayılamayacak kadar çok tanrıyla doludur. Söz konusu tanrılar, bir ölçüde "Yüce Tanrı"nın özelliklerini paylaşırlar; ancak insanlara özgü davranışları olduğu, aralarında insanlar gibi aile ilişkileri bulunduğu varsayılır (eski Yunan mitolojisindeki tanrılar gibi). Sözgelimi en büyük tanrılar Brahma, Vişnu ve Şiva ile öbür tanrıların bazıları, tanrıçalarla ilişkileriyle canlandırılır. Tanrıların kadın gözdeleri "Şakti" diye adlandırılır. Bazı tanrılarsa, yüce tanrının aile içindeki yakınları olarak görülürler; sözgelimi fil başlı tanrı Ganeşa, Şiva ile Parveti'nin oğludur. Şiva'nın gözdesi olan Kali ya da Durga, sonbaharda Hindistan'ın her yanında bir tapınma odağı haline gelir. Maymun yüzlü tanrı Hanunam birçok tapınaktaki resimlerde canlandırılmıştır; Hanunam gibi Vişnu'nun karısı Lakşmi de, vaişnacılığın önemli tanrılarındandır. Çeşitli hindu mezheplerindeki tanrı aileleri, mezhepten mezhebe değişir.

İBADET BİÇİMLERİ

Hindu dininde ibadet çeşitli biçimlerdedir. En sık görülen ibadet biçimlerinden biri, toplu ayindir. Veda kurban törenleri, kutsanmış herhangi bir açık mekânda gerçekleştirilebilir. Hinduların gündelik tapınma biçimlerinden (puca) biri, gün içinde çeşitli tapınaklara uğramayı ve ev ibadetini kapsar. Hindular birden çok tanrıya taparlar; genellikle, ailenin, evin koruyucusu sayılan bir tanrının resimleri, evdeki küçük bir ibadet bölümüne yerleştirilir; ev yakınındaki tapınaklardan birinin tanrısı olan ikinci bir tanrı özelliği, kast bireylerinin gurusu (öğretmen) ya da guru vekiliyse, bireylerin bir din öğreticisi olarak saygı gösterdikleri üçüncü bir tanrı özelliği kazanır. Hinduların gözünde her şey kutsanmış olduğundan, bütün canlı, cansız varlıklar birer tapınma öğesi olarak algılanır: Irmaklar, inek ahırları, kutsal kişilerin inzivaya çekilmiş oldukları yerler, Hindular için kutsal yerlerdir.

Evde ibadet. Evdeki ibadet, evin, yangın, su baskını gibi felaketlerden arındırılmasını amaç alır ve ev içine çizilen simgesel şekillere tapınma temeline dayanır. Hindunun yerine getirmesi beklenen dinsel gereklerin sıklığı ve ibadet biçimi, kişinin sınıfına ve toplumsal konumuna bağlı olarak değişir. İbadet biçimleri arasında evdeki tanrıya giyecek ya da çiçek sunma, tütsü yakma gibi uygulamaların yanı sıra, kutsal sözcük ve metinleri okuma yer alır. Özel önem taşıyan bir ibadet biçimi, hindu erkeklerinin, su ve pirinç topakları sunarak babalarına, dedelerine ve atalarına öbür dünyada simgesel bir biçimde destek vermeleri anlamına gelen sraddha'dır (bu uygulama Veda döneminden kalmadır). Hindular, bu ibadet biçiminin yanı sıra, doğum, dine girme, evlenme, ölüm gibi dinsel törenler sırasında da rahibin yardımına gereksinme duyarlar.

Tapınakta ibadet. Tapınakta ibadete katılanlar, ilahiler söyleme, dualara katılma ya da tanrılara çiçek sunmak gibi tapınma öğelerini aracısız biçimde yerine getirseler de, tapınaktaki ibadet rahiplerin yönetiminde yapılır. Tapınaktaki tanrı resimlerine, tanrının kendisiymiş gibi tapınılır; tapınak merkezlerindeki ibadet çevrimi, tanrıyı gündelik dinsel görevlerine hazırlama eylemini (tanrıyı çanlar çalarak uykudan uyandırma, tütsülerle arıtma, yıkama, giydirme, besleme, vb.) içerir. Hindular tapınağa tanrıyı görmeye (darşana) ve tanrının elini sürdüğü yemeği almaya (prasada) giderler. Tıpkı ölümlü bir kişinin yaşam çevriminde olduğu gibi, tapınağın tanrısının yaşam çevriminin de özel günleri vardır; bu günlerde özel törenler düzenlenir. Bunlar genellikle şenlik dönemleridir ve daha zengin, daha geniş çaplı törenlerle kutlanır: Birçok Hindunun hac ziyaretinde bulunması; tanrının resimlerinin kent içinde ya da kırsal bölgedeki geçit törenlerinde taşınması; önemli günlerin özel müzikler, gösteriler ve danslarla kutlanması, vb.

Kutsal kentler ve şenlikler. Hindu dininin yedi kutsal kenti vardır: Varanasi (Benares), Hardvar, Ayuthia, Dvarka, Mathura, Kançipuram ve Ucayn. Öbür önemli haç merkezleriyse Madurai, Gaya, Prayapa (Allahabad),Tirupati ve Puri'dir. Bu kentlerin herbirinde, bir ya da birden çok tapınak vardır ve bu tapınaklarda her yıl, çok sayıda hacıyı çeken şenlikler düzenlenir. Belirli şenlikler hindu ay ve güneş takvimine göre yılın belirli günlerinde kutlanır. Önemli şenliklerden, Dipavali ("Işık Şenliği") ekim ve kasımda düzenlenir ve şenlik sırasında bereket tanrıçası Lakşmi'yi buyur etmek için evlerin çevresine lambalar asılır. Şubat ya da marttaki bahar şenliği Holi, coşkun bir eğlence dönemi, kast ve toplumsal sınıf ayrıcalıklarının geçici olarak kalktığı bir şenliktir; karşılıklı şakalaşmalar, muziplikler yapılır. Sonbaharda (eylül ve ekim) on gün ana tanrıçanın onuruna kutlanır; onuncu gün (Daşora), geçit törenleri ve kutlamalarla geçer. Bengal'de Durga Puca adıyla kutlanan şenlik de büyük önem taşır.

TARİHÇE VE EDEBİYAT

Tanrıbilimciler çoğunlukla, Veda'ları temel alan eski Hindistan dini vedacılık ile hindu dinini birbirinden ayırırlar; ne var ki, bunların hangisinin daha eski olduğunu söylemek kolay değildir. Vedalar, İ.Ö. II. binyılda Hindistan'ı istila eden Arilerin ilahileridir.

Vedacılık, gelecekte cennette yaşama umudunu dile getirir; Vedacılıkta karma ve yeniden doğuş kavramları yer almaz; hindu diniyse hem karmayı hem de yeniden doğuşu kapsar; Hindu dinindeki en büyük umut, kişinin üstündeki her türlü egemenlikten kurtuluşuna ilişkin büyük umuttur.

Her ne kadar tanrıbilimciler Vişnuve Şiva'nın kökenini, Veda'ya dayandırırlarsa da, Veda tanrıları, hindu tanrılarından biraz farklıdır. Geç dönem vedacılığı çoğunlukla, Veda kurban törenlerini gerçekleştiren brahma rahiplerine dayanılarak brahmacılık diye adlandırılır. Bununla birlikte vedacı olmayan dinlerle (özellikle buddhacılık ve caynacılık) rekabet, katı brahmacı kuralların yerine daha esnek ve çeşitli ibadet biçimleri koymaya götürmüştür.

Vedalar her ne kadar hindu dininde de temel kutsal metin olarak benimsenmişlerse de, hindu dininde aynı derecede önemli başka kutsal metinler de vardır. Sonuç olarak, yaşamın dört amacından her biri için ayrı bir edebiyat gelişmiştir: "Manu Kuralları" adı verilen, her sınıfa ve toplumsal tabakaya düşen görevlerin anlatıldığı Dharmasastra'lar; zevk,eğlence ve erotizm içerikli el-kitapları olan, Vatsyayana'nın yazdığı Kamasutra gibi Kamasastra'lar; Machiavelli'nin Prens'i gibi, hükümdara, iktidarını nasıl koruyacağı konusunda öğütler içeren, Kautilya'ın yazdığı (İ.Ö. 300'e d.) sanılan Arhasastra gibi yapıtlar. Ayrıca, çeşitli felsefe anlayışlarının "kurtuluş"u ve nasıl gerçekleştirileceğini konu alan yapıtları da vardır.

Çeşitli masal dizileri de, gündelik yaşamda yaygın olarak bilinir. Bunlar arasında özellikle iki büyük kahramanlık destanı Mahabarata ve Ramayana sayılabilir. Mababarata, halklarını aldatan, yolsuzluklar yapan beş hükümdarın ormanda geçirdikleri bir cezalandırma dönemi ardından, ülkelerine dönüp haklı bir savaşı kahramanca kazanmalarını anlatır. Bu destanın en beğenilen bölümü Bhagavad Çita, tanrı Vişnu'nun tenleşmesi sayılan araba sürücüsü Krişna'nın, kardeşlerden Arcuna'ya verdiği öğütleri kapsar. Ramayana'ysa, ideal bir hindu olan Rama'nın ve bir ejderha tarafından kaçırılan eşi Sita'yı kurtarmak için Sri Lanka'ya yaptığı yolculuğun öyküsüdür. Her ikisi de didaktik öyküler, şiirler ve fabllerle bezenmiş olan bu destanların ve başka masalların köylerde sürekli anlatılması, hindu dininin de kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlamıştır. Hindu kültür birikiminin bir başka kaynağı da, efsane ve mitos derlemeler olan Purana'lardır.

Kabaca İ.Ö. 500 ile İ.S. 1000 arasındaki dönem, çoğunlukla "hindu dininin klasik" dönemi diye adlandırılır. Temel hindu edebiyatının ortaya çıktığı, büyük felsefe sistemlerinin geliştiği, Vaişnava ve Şaiva gibi temel mezheplerin örgütlendiği dönemdir. 1000'den sonra, Güney Hindistan'da belki daha önceleri başlayan toplumsal reform hareketleriyle bütünleşen bir dinsel coşku dönemi başlamıştır; bu dönemden günümüze kadar olan sürece "bhakti dönemi" adı verilir. Bu dönem içinde ibadet biçimleri de değişikliğe uğramış ve çeşitlenmiştir. Bunun örneklerinden biri, Sanskritçe'den çok yerel lehçelerle söylenen dinsel ezgiler ve şiirlerdir.

Bhakti döneminde tanrıya dolaysız yaklaşım temel alınmış, rahiplerin aracı işlevi kısıtlanmıştır. Herkes için olduğu gibi sıradan bir köylü için de ortak bir duygu olan aşk, en yüce amaca ulaşmak için bir yol sayılmıştır; bazı (bhakti felsefeleri, kurtulmanın en yüce amaç olduğunu, tanrıya hizmet etmenin de yüce amaçlardan biri olduğunu öne sürerler.

Hindu dinindeki yeni gelişmeler, geleneksel uygulamaların bırakılmasına yöneliktir. Söz konusu uygulamalar arasında, eşi ölen kadının da eşinin cenaze töreninde intihar etmesi gibi uygulamalar sayılabilir. Ayrıca, kastlar arasındaki ayırım da gün geçtikçe hafiflemektedir.

BUDDHACILIK

Buddhacılık, efsaneye göre İ.Ö. 560-480 yılları arasında Hindistan'ın kuzey kesiminde; yaşamış Buddha (Siddharta Gautama) tarafından kurulmuştur. Buddha'nın yaşadığı dönemde Arilerin Ganj ovasına ilerleyişi, ticaretin ve kentlerin gelişmesi, eski halkların toplumsal yapılarının çökmesi ve zamanın gerekleri doğrultusunda yeni dinlerin doğması gibi, değişiklikler yer almıştır. Hindu dininden türeme bu hareketler arasında, buddhacılık çok başarılı olmuş ve zamanla Hindistan'a ve Asya'nın birçok bölümüne yayılmıştır.

Günümüzde buddhacılık genellikle iki ana kola ayrılır. Theravada ya da "Eskilerin Yolu'' bu iki koldan daha tutucu olanıdır; Sri Lanka, Burma ve Tayland'da yaygındır. Mahayana ya da "Büyük Taşıt" daha değişik ve serbesttir; Tayvan, Kore, Japonya ve Tibet'te yaygındır. Yakın dönemde, Batı ülkelerinde her iki kol, Tibet buddhacılığı (ya da lamacılık) gibi, mürit kazanmıştır.

Dünyadaki buddhacı sayısını tam olarak saptamak neredeyse olanaksızdır; kendi dinlerine ya da öbür Doğu dinlerine (şinto dini, taoculuk, hindu) inananlar, aynı zamanda buddhacı inançlar da taşıyabilir, buddhacılığın dinsel törenlerine katılabilirler. Çok kabaca bir hesapla dünyadaki buddhacı sayısının 300 milyonun üstünde olduğu düşünülmektedir.

ÖĞRETİ

Buddha'nın ilk öğretisi belge yokluğundan pek aydınlatılmamıştır. Bununla birlikte temel noktalarda odaklandığı söylenebilir. Budda'nın savunduğu " dört soylu gerçek"ten birincisi, insan varlığının acılı olduğudur; ikinci soylu gerçek, acının nedeninin arzu olduğudur; üçüncü soylu gerçek, acının arzuyu yenmekle durdurulabileceğidir (buddhacılar acı çekmenin son bulduğu bu duruma "nirvana"derler ve bunu samsara'dan yani doğum ve ölüm çevriminden kurtuluş, ruh göçünün sona ermesi olarak görürler); dördüncü soylu gerçek, arzunun ancak "sekiz aşamalı yol"u izlemekle yenilebileceğidir. Söz konusu sekiz yol doğru görüş, doğru karar, doğru ve iyi söz, doğru davranış, doğru çalışma, doğru çaba, doğru dikkat ve içe bakıştır.

BUDDHACILIĞIN GELİŞMESİ

Buddha'nın ölümünden sonra, müritleri (sangha) bir bunalımla karşılaştılar: Önderlerinin yokluğunda ne yapacaklardı? Müritler, Buddha'nın üstünden çıkanları "Stupa" denilen mezara koyarak bekçilik yapma görevini üstlendiler. Bu,hem Buddha'nın kendine ve stupalara hem de bodhi ağacı ve Buddha heykelleri gibi kutsal sayılan öbür şeylere tapınma (bhakti) dönemini başlattı.

Öte yandan, rahip ve rahibe olan öbür buddhacılar, aralarından ayrılan önderlerin öğretilerini (dharma) toplama ve sürdürme görevini üstlendiler. Töre gereği Buddha'nın ölümünden hemen sonra Racagrha'da toplanan 500 aydın rahipten oluşan büyük konseyde, Buddha'nın bütün vaazları (sutralar) ve disiplin kuralları ezberlendi.

Sonraki yıllarda rahipler bir arada sürdürdükleri yaşamlarını kurumlaştırdılar. Başlangıçta, o dönemlerdeki öbür keşişler gibi dolaşmak eğilimindeydiler. Muson yağmurları sırasında, üç ay sürmek koşuluyla yılda bir kez bir araya geliyorlardı. Sonraları, bu yağmurdan kaçışlar, bütün yıl süren manastır yerleşik düzenine dönüştü. Manastır sayısı arttıkça, Buddha'nın öğretileriyle (dharma) ve düzenin kurallarıyla (vinaya) ilgili görüş farklılıkları belirdi. Buddha'nın ölümünden 100 yıl sonra, Vaisali'de toplanan ikinci bir konseyde, vinaya kurallarının hafifletilmesi gerektiğini savunanlar kınandı. Daha sonra, İ.Ö. 250'de buddhacı imparator Aşoka'nın Pataliputra'da öğretiyle ilgili tartışmalara son vermek amacıyla üçüncü bir konsey topladığı söylenirse de, bu konseyin gerçekten toplanıp, toplanmadığı aydınlatılmamıştır.

Çeşitli konsey kayıtlarından anlaşıldığına göre, buddhacılık, çok hızlı bir biçimde mezheplere ayrılmıştır. Bu ayrımların ilki ve en önemlisi, sthavira (geleneklere bağlı olanlar) ile mahasamghika (Büyük Konsey) okulları arasındadır. Bu ayrılık, hinayana (ya da küçük taşıt), mahasana (ya da büyük taşıt) ve theravada (eskilerin yolu) mezhepleri arasındaki büyük ayrılığın çekirdeği olmuştur.

Bunların yanı sıra, mahayana mezhebine bağlı birkaç büyük düşünür, buddhacılığabazı yeni öğretiler eklemişlerdir. Bunlardan biri, İ.Ö. II. yy'da madhyamika okulunu kuran Magaricuna'dır: Derin ve eksiksiz bir inceleme sonucunda, bağımlı yaratılış (pratityasamutpada) kuramını mantıksal sınırlarına ulaştırarak, her şeyin mutlak göreliliğinin, aslında her şeyin boşluğu (suntaya) anlamına geldiğini ortaya koymuştur.

Mahayana mezhebinin, bir başka önemli okulu da İ.S. IV. yy'da, Asanga ve Vasubandhu kardeşlerin vicnanayada öğretisini kurma çabaları sonucunda ortaya çıkmıştır; öğretiye göre, yalnızca akıl vardır;onun dışında hiçbir şey gerçek değildir. Bu öğreti ve Nagaricuna'nın ortaya koyduğu "boşluk", buddhacılığın Hindistan dışında da yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Hindistan içindeyse, buddhacılığın bütünlüğünün sağlanmasına, tantracı buddhacılığın gelişmesine doğru bir adım daha atılmasını sağlamışlardır.

Tantracı buddhacılık VII. yy. başlarında girdiği Tibet'te hızla yaygınlaşmış, Hindistan'daysa buddhacılığın son evresini oluşturmuş, bir ölçüde dinin hinduluğa kayması, bir ölçüde de İslâm dininin yayılması sonucunda buddhacılık XIII. yy'da Hindistan'da çok büyük ölçüde gerilemiştir.

BUDDHACILIĞIN YAYILMASI

Hindistan'da büyük ölçüde yerleşmesinden çok önce, Asya'da önemli ölçüde yayılan buddhacılık, Tibet, Çin ve Japonya'da hızla gelişmiş, Güneydoğu Asya'da çok büyük alanları etkisine alarak, Endonezya'ya kadar yayılmıştır.