Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Hindistan sanat ve mimarlık

  • Okunma : 824

Hindistan sanat ve mimarlık, Hindistan'da sanat geleneği, dünyanın en eski, en zengin sanat geleneklerinden biridir. İ.Ö. VI. binyıldan kaldıkları sanılan Tarihöncesi mağara resimlerinden başlayıp, günümüzün güçlü çağdaş sanat akımlarına kadar gelen Hindistan sanat geleneği, 8 000 yıllık bir zaman dilimine yayılan çeşitli sanat ürünleriyle temsil edilir. Mimarlık, heykel, resim, metal işçiliği, dokumacılık, seramik, vb. bütün sanat dallarında başyapıtlar ortaya konmuş olmakla birlikte, Hintli sanatçıların gerçek dehasını, özellikle heykelcilik yansıtır. Klasik Gupta dönemi ve Ortaçağ heykelciliğinin en seçkin yapıtları, evrensel sanatın başyapıtlarından sayılmaktadır. Batı sanatının ürünlerinin çoğunun tersine, Hindistan sanat ürünlerinin yapımcıları genellikle belli değildir: Hintli sanatçılar, yapıtlarını üne kavuşmak ya da duygularını yansıtmak için değil, dine hizmet uğruna, hükümdarların ve din adamlarının istekleri doğrultusunda üretmişlerdir. Bütünüyle estetik kaygılardan doğan sanatsal yaratım, ancak çok yakın dönemlerde, Avrupa etkisiyle ortaya çıkmış, geleneksel Hint toplumuna yabancı bir öğedir.

Geleneksel Hindistan sanatını en çok etkileyen öğeler, dinsel düşünce ve kurumlardır. Doğu'daki öbür sanat geleneklerinde de olduğu gibi, Hindistan sanatının gelişmesinde din temel rol oynamıştır (dünyada hiçbir ülkede, Hindistan kadar zengin ve çeşitli bir dinsel mirasa rastlanmaz). Hindistan sanatını etkileyen üç temel öğe buddhacılık, hindu dini ve İslâm'dır; bununla birlikte caynacılık, tantracılık ve ilkel dinler de Hindistan sanatını önemli ölçüde etkilemişlerdir. Tarihöncesi dönemdeki Hindistan'ın ve İndus uygarlığının dinsel inançlarına ilişkin pek az bilgi bulunsa da, bu dönemlerin sanatının da geniş ölçüde dinsel amaçlı olduğu varsayılabilir.

Hindistan sanatının gelişmesini etkileyen temel öğelerden biri de, tarih boyunca Hindistan'a egemen olmuş çeşitli hükümdar ve sülalelerin, sanatı geniş ölçüde korumuş olmalarıdır. Maurya hükümdarı Aşoka ile Kuşana imparatoru Kanişka, buddhacı sanatın ortaya çıkmasında temel rol oynamışlar, hindu dininden hükümdarlar Ortaçağ'da büyük tapınaklar yapılmasını desteklemişler, müslüman Türk-Hint İmparatorluğu hükümdarları da sanatçılara görkemli saraylar, camiler ve türbeler yaptırmışlardır.

İndus uygarlığı sanatı

Eskiçağ'da Hindistan'da sanat geleneği, İndus ırmağı vadisinde, günümüzde Pakistan sınırları içinde kalan Mohenco-Daro ve Harappa gibi merkezlerde gelişmiştir. İ.Ö. 2500 - 1 500 arasında olgunlaşan İndus uygarlığının başlıca sanat yapıtları, küçük boyutlarda olmalarına karşın olağanüstü bir ustalık ve sanat yeteneği sergileyen heykelciklerdir: Büyük bir olasılıkla dinsel özellik taşıyan insan ve hayvan figürleri. Mohenco-Daro'da ortaya çıkarılan çarpıcı sanat kalıntıları arasında, dansçının bütün güzelliğini ve kıvraklığını yansıtan tunçtan bir dans eden kız heykelciği (Ulusal Müze, Yeni Delhi) ile kaymaktaşından, daha üsluplaştırılmış bir rahip heykelciği (Pakistan Ulusal müzesi, Karaçi) sayılabilir. İndus uygarlığının öbür önemli yapıtları hayvan figürleri ve alçak kabartmalarla süslü, günümüze kadar çözülememiş bir yazıyla kazılmış metinlerin yer aldığı steatit levhalardır. Bu küçük boyutlu oymalar ile eski Mezopotamya'da bulunmuş oymalar arasında benzerlikler bulunması, İndus vadisi sanatı ile Sümer sanatı arasında bir ilinti bulunabileceğini düşündürür. Nitekim, bazı bilim adamları bu erken dönem sanatını "Hint-Sümer sanatı" diye tanımlamışlardır. Buna karşılık İndus oymalarının öbür özellikleri, bütünüyle Hindistan'a özgüdür ve sonraki yüzyıllarda Hindistan sanatına egemen olacak temalar içerir: Kutsal hayvanlar, ana tanrıçalar, fallus kültü nesneleri, vb. Harappa'da ortaya çıkarılan buluntuların en ilgi çekicilerinden biri de, çevresinde çeşitli hayvanlarla canlandırılmış boynuzlu tanrıdır (Pakistan Ulusal müzesi, Karaçi): Bu imge, geç dönem hindu sanatında Şiva'yı hayvanlar tanrısı olarak canlandırma geleneğinin başlangıcını oluşturur. Erken dönem buddhacı sanatı. İ.Ö. II. binyılın ortalarında Hindistan göçebe Ariler tarafından istila edilmiş, Mohenco-Daro ve Harappa'yı yakıp yıkan Ariler, İndus uygarlığına son vermişlerdir. Kendilerine özgü bir sanat geleneğinden yoksun bulunan Arilerin, Veda metinlerinde adı geçen resimlerle ve ağaç oymalarla süslü saraylar dışında, Hindistan sanatından bağımsız bir sanatları olmadığı düşünülmektedir.

Sanattaki bu gerileme, Başkenti Pataliputra (günümüzde Patna) olan Maurya sülalesinin (İ.Ö. 321-184) güçlü imparatoru Aşoka dönemine kadar, sürmüş, o dönemde sanatta yeni bir canlanma görülmüştür. Aşoka dönemi sanatına buddhacılık egemendir; teknik ve estetik açıdansa, Ahemeni sülalesi dönemindeki İran sanatının izlerini taşır. Dönemin başlıca sanat yapıtları arasında, nilüfer çiçeği ya da aslan başlıklı büyük sütunlar sayılabilir; bunların en iyi korunmuş örneği (İ.Ö. 242), Kuzey Hindistan'da, Lauriya Nandangarh'tadır. Erken dönem buddhacı sanatının öbür önemli örnekleri arasında doğurganlık, hareket ve bolluk tanrıçası Yakşi'nin ve tanrı Yaksa'nın canlandırıldığı heykeller ile Bharhut, Sançi, vb. merkezlerdeki süslü geçitler ve korkuluklarla çevrelenmiş stupalar (daire planlı, kubbeli tapmaklar) sayılabilir.

Erken dönem sanatında Buddha, bir adalet çarkıyla, nilüfer çiçeğiyle ya da tahtıyla simgeleştirilmiş, Kuşana dönemine (İ.S. 50'ye d.-250) kadar insan biçiminde canlandırılmamıştır. Buddha'nın insan olarak canlandırılması, eski Yunanistan'daki geç dönem klasik sanatının etkisiyle gerçekleşmiştir. "Yunan-buddha sanatı" diye de adlandırılan Kusana dönemi Hint sanatı, iki büyük merkezde gelişmiştir: Batı etkisinin daha belirgin olduğu, Hindistan'ın kuzeybatı kesimindeki Candhara eyaleti; gerçek Hint sanat üslubunun geliştiği, Hindistan'ın orta kesimindeki Mathura. Buddhacı heykelcilikte başka bir önemli okul da, güney kesimdeki Amaravati'de gelişmiştir.

Gupta dönemi sanatı

Hindistan, sanatında buddhacı dönemin doruk noktası, genellikle "Hint sanatının klasik dönemi" diye nitelendirilen Gupta dönemidir (İ.S. 300'e d.-600). Bu dönemin dev tapınaklarından ve görkemli saraylarından günümüze hemen hiçbir şey kalmamış olmakla birlikte, Acanta'daki aynı dönemden kalma, sarp kayalara oyulmuş tapınaklardaki fresk türünde duvar resimleri ve heykeller çok iyi korunmuştur. Buddha'nın ve Bodhisattva'nın canlandırıldığı bu resim ve heykellerde, bir yandan buddhacı inancın düşünceleri coşkuyla yansıtılırken, bir yandan da o döneme kadar eşi görülmemiş bir ustalık ve işçilik sergilenmiştir.

Gupta sanatının kapsamı buddhacı tanrılarla sınırlıyken, bu arada yavaş yavaş hindu geleneğini yansıtan sanat ürünleri de ortaya çıkmış ve dönemin sonuna doğru, buddhacılık ürünlerinin yerini almışlardır. İlginç kabartmalarıyla, Deogarh'taki Vişnu tapınağı, erken dönem hindu sanatının başyapıtlarındandır. Geç dönem hindu mimarlığının evrimindeki önemli bir aşamayı, Aihole tapınağı ile Badami'deki kayalara oyulmuş tapınaklar temsil eder; bunların tümü Dekkan'ı yöneten Çalukya sülalesinin (İ.S. 550-642) parasal desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Bu parlak yapıtlara karşın, Gupta döneminin en gelişmiş yapıtları, buddhacı sanatın ürünleridir.

Ortaçağ'da hindu sanatı

Buddhacı sanat, Pala sülalesi döneminde (750'ye d.-1100) Bengal'de ve Afganistan'da varlığını sürdürmüş olmakla birlikte, Hindistan'da Ortaçağ'a egemen olan sanat, hindu dini özelliklidir. VII. yy'da başlayıp Hindistan'ın güney kesiminde XVII. yy'a kadar süren hindu sanatı, gerek Hindistan sanatının, gerek dünya sanatının doruklarından birini oluşturur. Bombay körfezindeki Garapuri adasındaki Şiva tapınağında bulunan olağanüstü güzellikte kaya oymaları ile Ellora'daki büyük Kailara tapınağı, hindu dini ideallerinin etkileyici bir biçimde somutlaştırıldığı, Hintli sanatçılar tarafından yaratılmış gelmiş geçmiş en büyük başyapıtlar arasında sayılabilir. Ortaçağ'ın ilk dönemlerinden kalma çarpıcı bir dizi hindu sanatı yapıtıda, Madras yakınındaki Mahabalipuram'dır: VII.- VIII. yy'lar arasında Pallava sülalesinin (y. 325-750) desteğinde yapılmış görkemli kabartmalar ve tapınaklar. Sanattaki bu gelişme, sikora (burma) denilen kulelerle süslü dev tapınak bütünlerinin gerçekleştirildiği ve Hindistan'ın her yanının özenli, gelişmiş heykellerle donatıldığı 1000 yılına doğru, en parlak dönemini yaşamıştır. Bu sanatın en zarif örnekleri, orta-kuzey Hindistan'daki Hacuraho'da, ruh ile tanrının birleşmesini simgeleyen, çoğunlukla coşku dolu bir biçimde birbirlerine sarılmış olarak canlandırılmış kadın ve erkek çiftlerdir. Tapınak bütünlerinin en genişi, Orissa eyaletinin merkezi Bhubaresvar'dadır: Kentte, söz konusu dönem içinde 1 000 kadar tapınak yapılmıştır. Söz konusu tapınakların en büyüğü Orissa eyaletinde Konarak'taki, Surya tapınağıdır: Tapınak ve çevresindeki yapılar bütünü, güneş tanrısı Surya'nın atların çektiği dev arabası biçiminde yapılmıştır. Yaklaşık 1240'ta yapımına başlanan bu dev anıt tamamlanmamış ve bölge XIII. yy'ın sonunda İslâm egemenliğine girince, Kuzey Hindistan'da hindu sanatı sona ermiştir.

Bununla birlikte hindu sanatı güney kesimde gelişmesini sürdürmüştür: Sözgelimi Çola Sülalesi (970-1229) döneminden kalma Tancavar'daki dev Şiva Brihadişvara (İ.S. y. 1000) tapınağı örneğinde olduğu gibi, güneydeki zarif mimarlık yapıtlarının erken dönemlerden kalmış olmalarına karşın, ülkenin güney ucundaki Madura'daki gibi başlıca tapınak bütünleri, XVII. yy'da yaratılmıştır. Tapınakların giriş yolları (gopuramlar) tanrı ve tanrıçaları canlandıran pek çok kabartmayla donatılmıştır. Söz konusu kabartmalar, XVII. yy. Madura üslubunun niteleyici özelliğidir. Güney Hindistan sanatının bir başka üstünlüğü, Hint heykelciliğinin eşsiz örneklerinden olan, hindu tanrıçalarının çoğunlukla cinsel çekici bir özellik taşıyan tunçtan heykelcikleridir. Bu küçük boyutlu heykel ve nesneler, metal işçiliği sanatının başyapıtlarındandır. X. - XIII. yy'lar arasında, Çola sülalesi döneminde gerçekleştirilen yapıtlar arasında da, Şiva'nın dans tanrısı Nataraca olarak canlandırıldığı heykelcikler en ilgi çekici örneklerdir.

Hindistan'da İslâm sanatı

İslâm dininin XII. yy'da yayıldığı Hindistan'da, büyük ölçüde Türk ve İran sanatlarını örnek alan bir sanat gelişmiştir. İslâm sanatında resim ve heykel geleneğinin bulunmaması, Hindistan'da resim ve heykel sanatlarının gerilemesine, buna karşılık mimarlığın en önemli sanatsal anlatım aracı durumuna gelmesine yol açmıştır. Bu anıtların ilki, Delhi'de, eski bir hindu tapınağının yerinde yapılmış Kuvvetülislâm camisidir (İ.S. 1199). Yapının günümüze kalan en belirgin özelliği Kutb minaredir (yüksek minare): Erken İslâm sanatının öbür ilgi çekici anıtları arasında, Delhi'deki Gıyasettin Tuğluk Şah'ın türbesi gibi büyük İslâm hükümdarlarının türbeleri sayılabilir.

Bununla birlikte Hindistan'da İslâm sanatı XVI. yy'dan ülkenin denetimi İngilizlere geçinceye kadar etkisi süren Türk-Hint İmparatorluğu döneminde doruğa erişmiştir. Agra'daki Taç Mahal (yapımına 1628'de başlandı) ve Delhi'deki büyük Cuma camisi gibi ünlü mimarlık başyapıtlarının yanı sıra, dönemin en kapsamlı mimarlık anıtı, Ekber Şah I tarafından yaptırılıp, 15 yıl kadar sonra boşaltılan Fatihpur Sikri'dir (1573-80). Türk-Hint İmparatorluğu döneminde, minyatür sanatı, ile halıcılık, dokumacılık, metal, ağaç, fildişi ve yeşimtaşı işçiliği gibi el sanatları da önemli ölçüde gelişmiştir.

Hint minyatür sanatı

Geleneksel Hindistan sanatının en ilgi çekici dallarından biri, yüzyıllardır Hindistan'da varlığını korumuş olan minyatür sanatıdır. Hint minyatür sanatının ilk örnekleri XI. yy'dan kalmıştır: Hurma yaprakları üstüne yazılmış buddhacı metinleri süsleyen sahneler. Daha sonra, Hindistan'ın batı kesimindeki Gucerat bölgesinde, caynacılık etkisinde bir minyatür sanatı geleneği gelişmiştir. Türk-Hint İmparatorluğu hükümdarlarının saraylarında gelişen üçüncü bir minyatür geleneğinin ürünleriyse, daha gerçekçidir ve din dışı temalar işlemiştir.

Bu geleneklerin dışında, başlıca merkezi olan Racputana'dan (orta Hindistan'da) esinlenilerek "Racput okulu" diye adlandırılan yeni bir minyatür okulu gelişmiş ve 1500-1800 arasında en parlak dönemini yaşamıştır. Bu okulun ürünlerinde, konular genellikle hindu dini kaynaklıdır ve sığırtmaç tanrı Krişna ile gözdesi Radha'nın yaşamından sahneleri yansıtır. Ağırlıklı olarak işlenen öbür konularda, kahramanlık destanlarından ya da Hint müziği makamları ragamala'lardan esinlenilmiştir. Küçük boyutlu olmalarına karşın, kâğıt üstüne opak boyalarla yapılan bu resimler, canlandırılan temanın havasını başarılı bir biçimde yansıtırlar. Hint minyatür sanatında Pahari okulu diye adlandırılan bir başka büyük gelenek de, Himalayalar'ın alçak tepelerinde gelişmiştir. Bölgedeki hindu yöneticilerin saraylarında, Racput resmini İslâm sanatı öğeleriyle birleştiren bu yeni üslup, en başarılı dönemini XVIII. yy'da yaşamış, XIX. yy'ın ortalarına kadar gelişmesini sürdürmüştür.

Çağdaş Hint sanatı

XVIII. yy. sonunda, hindu ve İslâm sanatları geriler, 1850 yıllarında Pahari okulu da canlılığını yitirirken, Avrupa sanatı ve sanat kuramlarını İngilizler Hindistan'a sokmaya başlamış, Hint ulusunun sanat beğenisinin geliştirilmesi gerektiğini (!) düşünen İngiliz yetkililer, Batı'dakilere benzer sanat okulları açmışlar, bunun sonucunda Hintli ressamlar suluboya ve yağlıboya tekniklerini benimsemişlerdir ve çağdaş İngiliz resminin etkisiyle, Hint resmine ışık ve gölge, perspektif, vb. kavramlar girmiştir. Geleneksel Hint sanatı günümüzde ancak folklor düzeyinde, kırsal kesimlerde varlığını sürdürmektedir.

Hindistan sanat geleneği ile Batı resim üslubunu bağdaştıran ilk sanatçı, E.B. Havell (1861-1934) adlı İngilizdir. Kalküta Sanat Okulu'nun yöneticiliğini yaptığı sırada Havell, okuldaki sanat eğitiminde geleneksel Hint sanatı biçimlerinin, özellikle de Acanta'daki duvar resimlerinin ve İslâm minyatürlerinin temel alınmasını önermiş, sanat geleneklerini canlandırma girişimlerinin arkası gelmese bile, Havell'ın düşünceleri, XX. yy'da Hint sanatının yeniden doğmasıyla sonuçlanmıştır. Çağdaş Batı sanatı ile Hindistan halk sanatını temel alan Amrita Şer-Gil, Camini Roy ve M.F. Husain gibi ressamların, gerçek Hint geleneksel özellikleri ile çağdaş sanat kavramlarını bağdaştıran yapıtlarının temel özelliği, soyutlamaya daha yakın tekniklerin, geleneksel Hint duyarlılığıyla bütünleştirilmesidir. Bağımsızlıktan sonra, bütün Güney Asya'da olduğu gibi, Hindistan'da da, daha öncü sanat eğilimleri gelişmeye başlamıştır.