Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

İngiliz edebiyatı

  • Okunma : 2265

İngiliz edebiyatı, Anglosaksonlar döneminden günümüze kadar, on beş yüzyıl boyunca sürekli gelişmiş olan İngiliz edebiyatı, geniş kapsamlı bir edebiyattır. William Caxton'un İngiltere'de ilk basımevini kurmasının (1472), İngilizce üstünde dil kurallarını kalıplaştırıcı etkisi olmuş, Caxton öbür Avrupalı basımcıların tersine, genel okuyucu kitlesi için yerel iletişim dili olan İngilizce kitaplar yayınlayarak, o tarihten bu yana hemen hiç değişmeyen edebiyat İngilizce'sinin temellerini atmış ve İngiliz edebiyatına öbür Batı edebiyatlarına oranla olağanüstü bir iç tutarlılık kazandırmıştır. (İngiliz diliyle yazılan Amerikan, Avustralya, Kanada ve Afrika edebiyatları ayrı maddelerde ele alınacaktır.)

ANGLOSAKSONLAR DÖNEMİ

Eski İngiliz edebiyatı iki ayrı geleneğin kesişme noktasında oluştu: V. ve VI. yy'larda adayı istila eden Anglosaksonların çok tanrılı geleneği; İrlandalı misyoner Aida tarafından Kuzey Umbria'ya, Augustine of Canterbury tarafından da Kent'e (597) sokulan hıristiyan kültürü geleneği. istilacıların Alman şövalyeleri kökenli mirası, savaş sevgisini, feodal beylere bağlılığı, alınyazısının acımasızlığını dile getirirken, hıristiyan etkisi, bu savaş ve kahramanlık temeline dayalı dünya görüşünü yumuşatmaya çalıştı.

İlk İngiliz epik şiiri olan Beowulf'ta, her iki etki de açıkça belirgindir. Kuzey Umbria'da VIII. yy'da yaratıldığı sanılmakla birlikte, şiirin öyküsü VI. yy. İskandinavya'sında geçer. O dönemden günümüze kalan, Eski İngilizce'yle yazılmış başka epik şiir yoktur; ama VII. yy'dan kalma Widsith adlı kısa şiir vardır: Feodal bey ile çevresine verilen şölenlerde saz eşliğinde kahramanlık şiirleri okuyan bir halk şairinin yolculuklarını anlatır: Dönemin halk şairleri şiirlerini kendi çaldıkları arp eşliğinde seslendiriyor, kahramanlık şiirlerinin yanı sıra tümü, Exeter Book'ta toplanmış olan The Wife's Lament (Bir Kadın Eşin Yakarışı), The Wanderer (Göçebe) gibi lirik şiirler de söylüyorlardı.

Anglosaksonların kahramanlık şiirlerinin ve lirik şiirlerinin özellikleri arasında, vezinde düzenlilik, serbest uyak, başka dizeye sarkmayan dize bütünlüğü, ses yinelemeleri, geleneksel mecazlar kullanılması, vb. sayılabilir. VII.yy. şairi Caedmon'un ünlü Hymn (İlahi) adlı şiiri Tanrı sözcüğüne ilişkin çeşitli alegoriler dizisidir. Çoktanrılı dönemin mirası olmasının yanı sıra, kısa süre önce Hıristiyanlığı benimsemiş bir halkın inancının göstergesidir.

Caedmon'un şiiri, İngiliz halk şiirinin ilk yapıtı sayılmaktadır. Caedmon'un elinden çıktığı varsayılan başka birçok yapıt da vardır: Genesis, Exodus, Daniel, vb. IX. yy. şairi Cynewulf |(Mercialı olduğu sanılmaktadır) da, aynı derecede önemli bir şairdir. Yapıtları arasında Andreas (Hıristiyan Beowulf'u da denir), güzel bir lirik şiir olan The Dream of the Rood (Rood'un Düşü) ve aynı adlı azizenin yaşamını anlattığı başyapıtı Etene sayılabilir.

Büyük Alfred'in krallık döneminden (871-99) önce, İngiltere'de Latince yazan düzyazı yazarları, dinle ilgili ya da ahlâk öğütleri veren pek çok yapıt ve "tarih"ler yazmışlardır. Aldhelm (640-709), Latince birçok dinsel oyun yazmış, bunlar daha sonra Eski İngilizce'ye çevrilerek Exeter Book'a alınmıştır. Bir kuşak sonra, büyük Anglosakson bilgini Bede, en ünlüsü Historia Acclesiastica Centis Anglorum (İngiliz Halkının İnanç Tarihi, 731) olan 40 kadar kitap yazmıştır.

Wessex kralı Büyük Alfred, tahta çıkar çıkmaz (871), öğrenmeyi özendirmiş, sarayında bilginlere görev vermiş, birçok kitabı İngilizce'ye çevirtmiştir. Kralın bu etkinliğiyle İngiliz edebiyatının kurucusu olduğu söylenebilir. Gerçekten de, Papa Gregorius l'in Cura Pastoralis'inin, Aziz Augustinus'un Soliloquia'sının (Kendimle Konuşmalar) ve Boetius'un De Consolatione Philosophiae'sinin (Felsefenin Verdiği Avuntu) İngilizce çevirileri, ulusal dilin kullanımını yaygınlaştırmış, aynı dönemde İngiltere'de tarihçiliğin de ilk adımları atılmıştır: Anglosaksonların Tarihi adlı yapıt, Brunanbush Savaşı gibi coşku verici parçaları da içeriyordu.

Alfred döneminin ardından, X. yy'da manastırların gelişmesinin bir sonucu olarak, İngiliz düzyazısı, Dilbilgici takma adıyla anılan rahip Aelfric'in ve Wulfstan'ın (öl. 1023) yapıtlarıyla üslup açısından büyük bir gelişme geçirmiş, özellikle Aelfric'in düzyazısının doğallık ve açıklığına, Dryden dönemine kadar hiçbir yapıt erişememiştir.

ANGLONORMANLAR DÖNEMİ

Hastings Savaşı'nı (1066) Normanların kazanması, İngiltere'de kıta Avrupası etkisinin gelişmesini başlattı. Bu etki, Günah Çıkartan Edward döneminde iyice belirginleştiyse de, Anglosaksonlar ile istilacılar arasındaki kültür kaynaşması, dil açısından henüz tam anlamıyla oturmamıştı: Sarayda, Fransızca, din adamları arasında Latince konuşulurken, halk İngilizce konuşmayı sürdürüyordu.

Latince düzyazıda büyük bir ilerleme gerçekleşirken, Peterborough'da Anglosaksonların Tarihi, İngilizce olarak 11Ş4'e kadar uzatıldı. Ama William of Malmesbury (1090'ad.-1143'e d.), İngiltere kralları tarihini Latince yazmayı yeğlerken, öbür tarih yazarları da temel dil olarak Latince'yi benimsediler. Özellikle Galli din adamı Geoffrey of Monmouth, Latince'yi büyük bir ustalıkla kullandı.

Geoffrey'in Arthur efsanesinin halk arasında yayılmasını sağlayan, bir ölçüde efsanelere dayalı Historia Rerum Britanniae'sı (İngiltere Kralları Tarihi, 1135), Geoffrey Gaimar ve Jerseyli Robert Wace tarafından Fransızca'ya uyarlandı. Sonra Wace'in uyarlaması, rahip Layamon tarafından İngilizce'ye çevrildi. Layamon'un The Brut (1205'e d.) adlı yapıtı, Arthur'un öyküsünün ilk gerçek İngilizce aktarımı oldu. Bu arada, King Horn (Kral Horn, 1250'yed.) ve Havelock the Dane (1310'a d.) gibi yazarları bilinmeyen manzum yapıtlarda ulusçu bir eğilim belirdi: İki yapıt da, Norman, kökenlidir; ama yerel İngiliz kahramanlarının serüvenlerini dile getirirler.

Ne var ki İngilizce yazılan Cursor Mundi'nin (1300'e d.) kimin olduğu bilinmeyen yazarı, din dışı yapıtları suçlayıp, şiirin tekdüze eğlencesine dinsel öğretinin yeğlenmesini önerdi. Sonuç olarak bu dönemde, Orm ve Robert Mannyng'in manzum din ve ahlâk öğütlerinden, yazarı bilinmeyen The Pricke of Conscience’a (Vicdan Azabı, XIV.yy.) kadar uzanan didaktik yapıtlar çoğaldı. Rahibeler için bir elkitabı olarak XIII. yy. başında yazılan The Ancrene Riwle adlı yapıt, dönemin katı çileciliğinin yanı sıra gizemciliğini de artırdı.

Bu tür metinlere ve bir ölçüde didaktik yapıtlar olan XIII. yy'ın mister ve mirakl'larına (dinsel oyunlar) karşın, XIII. yy'da din dışı yapıtlarda yaygınlaştı. Cuckoo Song (Gugukkuşunun Şarkısı) gibi XIII. yy. ezgilerinde, dönemin yerel dille söylenen lirik ezgilerinin niteleyici özelliği olan mevsim değişiklikleri konu alındı: Alysoun'la (1300'e) dönemin aşk ezgilerinin en güzeli ortaya kondu. XIII. yy. sonunda, kişileri hayvanlardan oluşan fabllerden The Fox and the Wolf (Tilki ile Kurt) ile XIV. yy. başında yazılan The Land of Cockaygne (Cockaygne Ülkesi), toplumsal bozuklukları yermeyi temel alan tavırla, Chaucer'ın yapıtlarının öncüleri oldular. Atışmalı şiirlerin en güzel örneği olan The Owl and the Nightingale'de (Baykuş ile Bülbül, 1200'e d.) Normanlara özgü, yargıç önünde davacı ile davalının tartışma, atışma geleneği yansıtıldı.

Norman egemenliği, İngiliz edebiyatındaki dinsel etkiyi derinleştirirken, buna Anglosaksonlara özgü kahramanlık düşüncesini, Kıta Avrupası edebiyatının beylik kalıplarını ve duygularını da ekledi. Sonuçta XIV. yy'ın ikinci yarısındaki "yeniden canlanma" bile, vurguya dayalı dizenin yerini hece temeline dayalı, düzenli ritimli dizelerin alması sürecini durduramadı. İki büyük edebiyat dehası William Langland'le "Gawain şairi" diye anılan adı bilinmeyen şair, şiirlerinde, hece ölçülü dizeyi yeğlediler. Ama, Londra dışında, kuzeyde ya da batıda yaşıyor olmaları nedeniyle, etkileri sınırlı oldu. Langland, Piers Plowman adlı alegorik şiirinde, XIV. yy. yoksullarının acınacak yaşamından görüntüler sergiledi. Kral Arthur döneminde geçen Sir Gawain and the Green Knight (Sir Gawain ile Yeşil Şövalye) adlı yapıtıyla ün salan ve yapıtının adından "Gawain şairi" diye anılan şairse, Pearl (İnci) Purity (Arılık) ve Patience (Sabır) gibi dinsel şiirler de yazdı.

CHAUCER ÇAĞI

Langland ile "Gawain şairi", çok değerli edebiyatçılar olmakla birlikte, yapıtlarında kullandıkları dilin yanı sıra, yaşatmaya çalıştıkları yinelemeye dayalı şiir anlayışlarıyla, bir sürekliliği değil bir sonu vurguladılar. İngiliz şiirinin geleceğini belirleyen şair, Londra lehçesiyle ve ritimli hece vezniyle yazan Geoffrey Chaucer oldu. Bir saray adamı olan, ayrıca sivil görevlerde de bulunan Chaucer, yaklaşık 1387'de yazmaya başladığı Canterbury Tales'de (Canterbury Öyküleri), yaşadığı dönemin İngiltere'sinden geniş bir insan kesiti sunmasının yanı sıra, canlı ve ayrıntılı betimlemeler yaptı. Uzun anlatısal şiiri Troilus and Criseyde’deyse (Troilus ve Criseyde). çoğunlukla alaycı, kinik olduğu kadar şakacı ve sevimli bir insan kişiliği yansıttı.

Günümüzde pek okunmamasına karşın, John Gower da, çağdaşı Chaucer kadar XV. yy'ı etkiledi. Gower'ın uzun, biçimci, didaktik şiiri Confessio Amantis (1390), Chaucer'ın Londralı öğrencileri Thomas Hoccle ve John Lydgate tarafından olduğu kadar, İskoçyalı chaucercılar WilIiam Dunbar ve Romert Henryson tarafından da taklit edildi.

XV. yy'da Ortaçağ İngiliz tiyatrosu, "mister" çevrimlerinin yanı sıra, Everyman (Herkes) gibi ahlaksal oyunlarla en parlak dönemlerinden birini yaşadı. Kral Arthur efsanesinin Ortaçağ'daki son yazarı Sir Thomas Malory, düzyazı şiiri Morte Darthur'u (Arthur'un Ölümü cezaevinde yazdı (1455-1485 arasındaki İki Gül Savaşlarına katılmış olması nedeniyle cezaevinde öldüğü sanılmaktadır).

XVI. yy. boyunca, İtalya ve Fransa'da artık yerleşmiş olan Rönesans, adım adım İngiltere kıyılarına ulaştı. Kültürlü kral Henry VIII, İngiltere'ye "sone” biçimini getiren Sir Thomas Wyatt, Henry Howard, Surrey kontu ve bir yergici olduğu kadar, kusursuz bir lirizm ustası olan John Skelton gibi şairleri sarayına topladı.

Devlet adamı, hümanist ve bilgin Thomas More, şiirler de yazdıysa da, günümüze özellikle Richard III (1513) adlı tarih yapıtıyla kaldı. Bu arada 1534'te yazılıp 1553'te yayınlanan A Dialogue of Comfort Against Tribulation, vb. yapıtlar da verdi. Ütopya (Utopial adlı başyapıtıysa öylesine yaygınlık ve beğeni kazandı ki Ütopya sözcüğü pek çok dilde (bu arada Türkçe'de de günümüzde bile kullanılmayı sürdürdü.

ELİZABETH DÖNEMİ

Kral Henry'nin kızı Elizabeth I. 1558'de tahta çıktıysa da, adıyla özdeşleşen edebiyattaki canlanma dönemi, ancak orta yaşlılığına doğru tam anlamıyla biçimlendi. Elizabeth I dönemi yazarlarının yeğlediği temel edebiyat türü tiyatroydu; ama uyaksız dizelerle yazılmış ilk Ingiliz tiyatro oyunlarından Gorboduc'un (1561) seyirci üstündeki etkisi pek uzun ömürlü olmadı.

İngiltere'de nazıma dayalı tiyatro, Wits topluluğu denen bir avuç başarılı ve iyi eğitim görmüş genç edebiyatçı tarafından (Robert Green, Thomas Lodge, Thomas Nashe ve George Peele, vb.) başlatıldı. Ama Wits topluluğu üyeleri, iyi öğrenim görmüş olmalarına karşın, İngiliz tiyatrosunun daha önceki ilkel koşullarından tam anlamıyla kopamadılar. Aralarından yalnızca Thomas Kyd'in doğal bir tiyatro yeteneği ve anlayışı vardı; bu yüzden de yapıtlarından The Spanish Tragedy (İspanyol Trajedisi), yazıldığı yıldan (1587) sonra, uzun yıllar boyunca seyircinin beğenisini toplamayı sürdürdü.

Gene 1587'de, Christopher Marlowe, nazımla yazılmış bir tarihsel melodram olan Tamburlaine The Great'i (Büyük Timur) yazdı. Bu yapıtı, başyapıtı Doctor Faustus ile The Jew of Malta (Maltalı Yahudi) ve Edward the Second (İkinci Edward) izledi. Ben Jonson'un deyimiyle "Marlowe'un güçlü çizgisi", Elizabeth dönemi tiyatrosunda bir dönüşüm gerçekleştirdi ve büyük ölçüde etkilediği genç tiyatrocu William Shakespeare'e, esin kaynağı oldu.

Shakespeare. Shakespeare'in tanrısal dehası kısa tanımlamalara sığmayacak kadar engindir. Başlangıçta tiyatro oyuncusu, daha sonra yönetmen ve tiyatro yöneticisi ve yazarı olarak 1592'den 1616'ya kadar süren meslek yaşamında, oyunları dört evreye bölünebilir: Henry VI'dan Richard III'e kadar uzanan tarihsel oyunlar ile Veronalı İki Beyzade) (The Two Gentlemen of Verone) ve The Taming of the Shrew gibi komediler dönemi; Julius Caesar, Romeo and Juliet, Bir Yaz Gecesi Rüyası (A Midsummer Night's Dream), Venedik Taciri (The Merchant of Venice) gibi oyunlarını ve olgunluk dönemi tarihsel romanlarını yazdığı dönem; Hamlet, Othello. Kral Lear, Macbeth gibi bir dizi büyük trajediyi ve birçok başarılı komediyi yazdığı dönem; 1608'den 1616'ya kadar uzanan ve dram yöntemi ile varoluş karşındaki tavrının belli belirsiz bir değişme geçirdiği dönem, Bu dönemin ardından, ünlü yazar Fırtına'daki The Tempest) Prospero gibi, "defterini dürerek" sanata veda etmiştir.

Tiyatro tarihinin en büyük zaferine damgasını vuran Shakespeare, tiyatroda bir devrim gerçekleştirmiş, tiyatro izleyicisinin insan yaşamına bakış açısını genişletmiş, İngiliz dilini zenginleştirmiştir. Oyunları, dönemindeki kadar, hattâ daha kalabalık bir seyirci topluluğunu günümüzde de dünyanın dört bir yanında tiyatroya çekmektedir. Edebiyata tam anlamıyla egemen olmasının yanı sıra, orta sınıf insanının dili ve davranışına derinlemesine bir bakışı yansıtan Shakespeare, zeki, ticari yönü güçlü oyun yazarlığı ile tanrısal bir yeteneği bulunan sanatçı kimliğini, olağanüstü bir başarıyla bağdaştırmıştır.

Shakespeare'in çağdaşları ve izleyicileri. Shakespeare'in dostu ve rakibi Ben Jonson, her şeyden önce bilge bir şairdir ve başarılı yapıtı Volpone ile Every Man in His Humour (Herkesin Keyfi Yerinde) ve The Alchemist (Simyacı) adlı yapıtları, izlenebilirliklerini günümüzde de korumaktadır. Konuları Roma İmparatorluğu'nda geçen trajedileri Sejanus ve Catilina'ysa, Shakespeare'inkilerle karşılaştırılabilecek kadar başarılı değildir.

George Chapman, John Ford, Cyril Tourneur ve John Webster gibi XVII. yy. oyun yazarları, büyük Shakespeare geleneğini sürdürmelerine karşın, seyirci, üstünde daha sarsıcı bir etki yapma arayışına girmişlerdir; Sözgelimi Ford'un Tis Pity She's a Whore adlı yapıtı, yakın akrabayla cinsel ilişki temeline dayalı bir tutkunun trajik sonuçlarını irdeler.

Elizabeth dönemi ve Jacobiteler dönemi, tiyatro yazarlarının yanı sıra, lirik şairleriyle de dikkat çekicidir.

Bu şairlerin başlıcaları arasında Thomas Campion gibi kusursuz şarkı sözü yazarları, Sir Walter Raleigh gibi saray şairleri, Samuel Daniel, Michael Drayton, Philip Sidney ve Edmund Spenser gibi coşku uyandırıcı, zarif "sone"lerin şairleri sayılabilir. Özellikle şair Edmund Spenser, The Faerie Queene (Periler Kraliçesi) adlı Kraliçe Elizabeth'e adanmış karmaşık alegorili başyapıtında, labirentleri andıran alegorilerini, son derece zengin, süslü bir çerçeveye oturtmuştur.

Elizabeth dönemi düzyazısı, ister didaktik, bilgece içerikli olsun, ister birer özdeyiş niteliğinde, ister yergili ve halkın beğenisini yansıtır nitelikte olsun, dönemin bütün düzyazı yapıtları, Elizabeth dönemi insanlarının belagat düşkünlüğünü sergiler. 1597'de avukat, siyasetçi ve filozof Francis Bacon, "bütün bilgilere sanki kendi uzmanlık alanım gibi sarılıyorum " diye nitelendirdiği özlü, nükteli, hicivli Denemeler (Essays) adlı yapıtını yayınlamıştır. Of the Laws of Ecclesiasitical Polity (Kilise Yasaları Üstüne) adlı dev bilimsel incelemenin yazarı Richard Hooker'ın üslubuysa, daha çalışılmış, daha olgunlaştırılmış bir üsluptur; cüretli tutumunu "Tanrı'nın ebedi yasaları" gibi tümcelerle dengelemeye çalışmıştır. Taşlama ve yergi yazarlarının başlıcaları Thomas Dekker ve Stephen Gosson'dır. Başarılı günlüklerinde, dönemlerinin şiddetli yergilerle dolu betimlenmesini yapmışlardır. Bu dönemde tarih yazarlığı da gelişmiş, Raleigh, tamamlayamadan öldüğü History of the World'ün (Dünya Tarihi) bir bölümünü yayınlamıştır. Raphael Holinshed'in yapıtlarıysa, Shakespeare'in tarihsel oyunlarına bir tarihsel gereç kaynağı oluşturmuştur.

XVII. YÜZYIL

Elizabeth dönemi bir gurur ve özgüven çağıysa, XVII. yy. kuşku ve uyumsuzluklar devridir. 1642-1649 arasında şiddetli iç çarpışmalar olmuştur. Oysa edebiyat yapıtları açısından, İngiltere tarihinde böylesine üretken çok az dönem vardır. XVII. yy'da dinsel ya da din dışı temaları işleyen bir avuç şairin yanı sıra, edebiyatın bütün dallarında başyapıtlar ortaya koyan yazarlar yetişmiştir. Jacobiteler dönemi başlangıcında düzyanın en güzel örneği, Eski ve Yeni Ahit'in Onaylı Basımları' dır (1611); 47 bilim adamının ortak ürünü olan yapıt, protestan düşüncesinin temelini oluşturmasının yanı sıra, İngiliz halkının çoğunun anadilini öğrendiği zengin bir kaynak oluşturmuştur.

Metafizikçi şairler. Olağanüstü bir şiir yeteneği bulunan John Donne, hem Elizabeth, hem de Jacobiteler dönemlerinin özelliklerini yansıtan yapıtlar vermiştir. Gençlik döneminde çarpıcı özgünlükte aşk şiirleri yazmış, buna karşılık orta yaşlılığında, dünya nimetlerinden el etek çekip, olağanüstü güzellikte dinsel soneler yazarken, Anglikan kilisesine girerek, güçlü bir vaiz olmuştur. Topluluğun öbür şairleri arasında Abraham Cowley, Richard Crashaw, Andrew Marvell, Henry Vaughan ve Henry King sayılabilir. Birer düşünce şairi olan, ayrıca felsefe ve bilimin başarılarını ilgiyle izleyen metafizikçi şairler, insan duygularının derinlerine inmek istemişler, karmaşık bir çağrışımlar ve imgeler sistemi oluşturmuşlardır. XVIII. yy. eleştirmenleri tarafından anlamsız bir yapmacıklık sayılan bu özellikler, çağdaş şiiri büyük ölçüde etkilemiştir. George Herbert'in dinsel şiirleri, Robert Herrick'in pastoral şiirleri, Richard Lovelace ve Sir John Suckling gibi şövalye şairlerin "saray aşkı'nı konu alan şiirleriyse, daha yalın, içten ve dolaysızdır.

Düzyazı. Çağdaş İngiliz düzyazısı ancak XVII. yy'ın ikinci yarısında gelişmeye başladı. Bu dönem öncesinde, düzyazı, Elizabeth geleneğinden henüz kopmamıştı. Bilimsel derlemelerde belirli bir üslup kaygısı güdülmüyordu. Bu alanda ilk çaprıcı yapıt, Robert Burton'ın bir gerçek ve fantezi ürünü, kapsamlı bir ansiklopedi olan, eski yazarlardan çok sayıda alıntı yaptığı, birçok canlı öyküyle dolu The Anatomy of Melancholy'si (Melankolinin Anatomisi) oldu. İzaak Walton da, "bilimsel yapıt" diye tanımladığı (ama yapıt, temel tema üstünde konu dışı süslü çeşitlemelerle, bilimsel olmaktan çok, edebi niteliktedir) The Compleat Angler ya da Contemplative Man's Recration adlı bir derleme yayınladı. Dönemin en büyük düzyazı yazarı, aynı zamanda kültürlü bir hekim olan Sir Thomas Browne'dır. Religio Medici'de (1642) geliştirdiği düzyazı üslubu, senfoni özellikli bir güzellik taşır; işlediği ana tema olan hümanist hıristiyan inancı konusundaki kişisel görüşleri, bütün evreni kavrayacak genişliktedir. Hem bir düzyazı şairi, hem de doğal bir gizemci olan Browne, son dönem yapıtlarından The Carden of Cyrus'da (Keyhusrev'in Bahçesi), "yaşam arı bir alevdir ve biz içimizde görünmez bir Güneş'le birlikte yaşarız" demiştir.

John Bunyan'ın esin kaynağıysa, alabildiğine farklı bir hıristiyan anlayışıdır. Ünlü alegorisi The Pilgrim's Progress'in (Hacının Yolculuğu) yanı sıra 50'yi aşkın yapıtı vardır. XX. yy'dan bakıldığında ruhani nitelikteki özyaşamöyküsü Grace Abounding’in (1666) de ortaya koyduğu gibi, sade, süse kaçmayan üslubuyla, neredeyse "güncel" bir yazardır.

Aynı çağdaşlık izlenimini uyandıran öbür yazarlar arasında, erişilmez bir anekdotlar ve unutulmaz kısa portreler yazarı John Aunbrey ile Thomas Hobbes ve John Locke gibi filozoflar sayılabilir.

Gene çağdaş bir ses getiren günlük yazarları John Evelyn ve Samuel Pepys, yeni kurulan Krallık Derneği'nin üyeliğine seçilmişler ve bu kurumda gerçekleştirilen bilimsel deneylerle yakından ilgilenmişlerdir.

Restorasyon dönemi edebiyatı. XVII. yy'ın ikinci yarısında yaşayan İngiliz yazarları için, iç savaşlar trajik bir ara dönem oluşturdu ve John Dryden'ın deyişiyle, "tufandan önce dev bir akıntıya kapılarak parçalanmalarına" yol açtı. Bununla birlikte, ilk şiirlerini Charles l'in krallık döneminde yazıp, Commonwealth sırasında etkin bir siyasal rol oynayan John Milton, görkemli yapıtı Paradise Lost'u (Yitik Cennet), 1660'ta Charles ll'nin yeniden tahta çıkmasıyla krallık rejiminin yeniden kurulduğu dönemde ("restorasyon") yazdı. İngiliz dilinde yazılmış gelmiş geçmiş en iddialı epik şiir olan bu yapıtında, insanın tarihini, kendisini yaratanla ilişkilerini canlandırarak "Tanrı'ya giden yolu kanıtlamayı" amaç almıştı.

Gerek kusursuz şiirleriyle, gerek sağlam bir iç övgüye dayalı dinsel kalem tartışması yazılarıyla, Milton, döneminin başlıca edebiyatçısıdır. Onu izleyen John Dryden bile, Milton'ın düzeyine erişememiştir. Buna karşılık Dryden, "şaşırtıcı" çeşitlilik ve üretkenliğiyle, kendisine ayrı bir yer oluşturmayı başarmıştır. Bir düzyazı ustası ve son derece etkili bir yergi yazarı olmasının yanı sıra, başarılı bir lirik şair ve oyun yazarıdır. Ayrıca, Thomas Otway'in yanı sıra, uyaksız dizeyi Shakespeare kadar güçlü ve rahatlıkla kullanan son İngiliz oyun yazarıdır.

Bu dönemde trajedi ve dram güçsüzleşirken, yeni bir komedi türü, "durum ve davranışlar komedisi” denilen tiyatro türü doğmuş, William Congreve, Sir George Etherege, Sir John Vanbrugh ve William Wycherley gibi oyun yazarları, restorasyon dönemi tiyatro severlerini neşeye boğarken, puritan yönetimin 1642'de kapatmış olduğu Londra tiyatroları, kralın koruması altında yeniden açılmıştır. Hafif, hattâ yer yer skandal boyutlarında konuları, karmaşık yapıları, canlı diyaloglarıyla bu oyunlar, Charles ll'nin gösteriş meraklısı saray ileri gelenlerinin, hovarda, hercai beğenisini yansıtırlar.

XVIII. YÜZYIL

İngiliz edebiyatında XVIII. yy., "August donemi", "yeni klasik dönem" ya da "akıl çağı" diye adlandırılır. XVIII. yy'ın gerçek kökleri kuşkusuz, XVII. yy'ın son yarısındaki Dryden'ın yapıtlarına dayanır. Dryden 1700'de öldüğünde yerini kimse dolduramamış ve buyer Alexander Pope tam anlamıyla doldurana kadar da boş kalmıştır.

Alexander Pope. Pope'un yaşamı irade gücünün zaferidir. Toplumsal ve kişisel yoksunluklarına karşın Pope, düşgücü dehası ile yoğun ve tutku dolu bir dinamizmi birleştirerek, istikrarlı, hızlı bir yükselme gerçekleştirmeyi başarmıştır. 1711'de Essay on Critisism'i (Eleştiri Üstüne Bir Deneme), 1712'deyse başarılı bir kahramanlık hicvi olan The Rape of the Lock'ı yayınlamış, ardından İliada ve Odysseia'yı İngilizce'ye çevirmiş bu olağanüstü çalışmayı noktaladıktan sonra, acımasız bır edebi yergi olan The Dunciad'ı yazmaya başlamış, daha sonra da Moral Essays (Ahlâksal Denemeler) adlı bir dizi şiirle, döneminin bütün toplumunu yermiştir. Bütün bu girişimleri arasında, kahramanlık şiirin de amansız bir silah olarak kullanmıştır. Bir klasisizm yanlısı olmasına karşın, yapıtlarının tümü, romantizme özgü duygulardan izler taşır.

Pope'un çağdaşları ve izleyicileri. Dryden gibi, Pope da dönemine damgasını vurmuştur ve kendisinden sonra gelenlerin seve seve izleyecekleri bir örnek oluşturmuştur. Pope bir yana bırakılırsa, XVIII. yy. İngiltere'de ikinci derece şairler çağıdır: En başarılı yapıtı yaşam dolu Beggar's Opera (Dilenciler Operası) olan John Gay; İngiltere'nin doğal güzelliklerini betimleyen hoş, ancak sıradan The Seasons'ın (Mevsimler) yazan James Thomson (1834-82); ev içi, aile temalarını işleyen William Cowper; William Collins. Dönemin edebiyatçıları arasında gerçek bir deha belirtisi gösteren yalnızca Thomas Gray'dir. Bu arada çalışma ve yazma yöntemleri öylesine deneysel niteliktedir ki, Elegy Written in a Country Churchyard'ın (Bir Taşra Kilise Mezarlığında Yazılmış Ağıt) yazılması, Gray'in yedi yılını almıştır.

William Blake. Gay, Thomson, vb. şairler büyük bir hayranlık toplar, geniş bir okur kesimi tarafından okunurken, hem bir şair, hem bir gelecek habercisi, hem de bir ressam ve gravürcü olan William Blake lirik şiirlerini yazmaktaydı: Songs of İnnocence (Masumluk Türküleri, 1789), The Marriage of Heaven and Hell (Cennet ve Cehennemin Evliliği, 1770), Songs of Experience (Deneyim Türküleri, 1794). Blake içine kapalı bir edebiyat yaşamı sürmüş, yaşadığı dönemle fazla bir ilişkisi olmamıştır. Yarattığı mitoloji sistemi öylesine bulanık ve karmaşıktır ki anlaşılması güçtür; ama çizgi dışı şair-sanatçı dehası olağanüstüdür.

Blake bir istisnadır. Çağına başkaldırmış, dönemin yerleşmiş ahlâk ve estetik değerlerini yadsımıştır; bu tavır XVIII. yy. yazarlarının sıkı sıkıya sarıldıkları bir kural olacaktır. Dönemin yazarları, yüzyıllarını Roma İmparatorluğumun doruğa eriştiği döneme benzetmiş, şaşmaz bir ilerleme çağı olacağına inanmışlardır.

XVIII. yy'da düzyazı. Pope'un ölümünden sonra şiir bir gerileme dönemine girerken, düzyazı çeşitli biçimler akında gelişmeye başladı. Daniel Defoe, Robinson Crusoe 1719) ve Moll Flanders (1722) adlı yapıtlarıyla çağdaş, gerçekçi romanın öncüsü olurken, Pope'un dostu ve çağdaşı Jonathan Swift, Gulliver'in Seyahatleri Gulliver's Travels, 1726) adlı yapıtında, dünyayı bir düş ülkesine yerleştirdi. Joseph Addison ve Sir Richard Steele, deneme sanatını geliştirip, denemeye aydınlık, özenli bir üslup getirdiler: Addison, amacının "felsefeyi kütüphane dışına çıkarmak ve çay sofrasına taşımak" olduğunu söylemiştir.


Roman. 1740'ta, XVIII. yy. romanı yeni bir gelişme gösterdi. Olgunluk dönemini yaşayan Samuel Richardson, Pamela ve Clarisse Harlowe (1747-48) adlı romanlarıyla büyük ün kazandı. Hep "kadın"ı, kadın baştan çıkarıcılığını, kadının yaşadığı dramlar ve zaferleri işlediği ve mektup biçiminde yazdığı romanlarında, coşkun duygular ile sağlam bir ruhbilim çözümlemesini başarıyla birleştirdi.

Richardson gibi, Laurence Sterne de, yeni ve etkileyici bir üslup getirmekle kalmayıp, devrimci bir duyuşun da öncüsü oldu. Sterne'in etkisiyle duygusal, duygu sözcükleri bir övgü niteliği kazandı. The Life and Opinions of Tristram Shandy, Gentleman (Centilmen Tristram Shandy'nin Yaşamı ve Görüşleri, 1760-67), adlı yapıtında, özyaşamıyla ilgili ayrıntılar ile yaşam üstüne kinik düşünceler ve duygusal, romantizme özgü bir esinin bireşimini yaptı.

Richardson ve Sterne'e oranla, Henry Fielding, Tobias Smollett ve Oliver Goldsmith, çok daha dolaysız bir üslup geliştirdiler. Fielding, bir delikanlının dünyayı tanıyışının ilgi çekici ve gülünç öyküsü olan ünlü romanı Tom Jones'u (1749), okurun ilgisini sürekli diri tutmayı başardığı, konu dışı canlı bölümlerle süsledi: Bu, Sterne'in de kullanmış olduğu, daha sonra Thackerey'in de benimseyeceği bir yöntemdir. Smollett, Humphrey Clinker da (1771) tuhaf, aykırı kişilikli insanlarla acımasızca karşı karşıya kalan bir kahramanı canlandırdı. Goldsmith, Vicar of Wakefield(Wakefield Papazı) adlı, döneminde olağanüstü bir başarı kazanan romanında, kişisel erdemlerin, kötülük karşısındaki zaferini anlattı.

Bu yönüyle çağdaş okura biraz yavan gelebilse de, düzyazı üslubunun rahatlığı, XVIII. yy. okurunun büyük beğenisini kazandı.

XVIII. yy. sonunda düzyazı. Blake'in şiirleri hesaba katılmazsa, İngiliz edebiyatında XVIII. yy. sonunun büyük başarısı düzyazıda gerçekleştirildi. Bir sanat sayılan yaşamöyküsü yazarlığı ile hem bir sanat, hem de bir bilim sayılan tarih yazarlığı, yüzyılın sonundan önce doruğa eriştiler. James Boswell, 1791 'de yazdığı Life of Samuel Johnson'la(Samuel Johnson'ın Yaşamı) büyük başarı kazandı: Yöntemini, "benim yaşamöyküsü yöntemim, algılanabildiğinden daha kusursuzdur" diye açıklayan Boswell'ın kazandığı başarı boşuna değildir: Samuel Johnson'm portresi, çağdaş anlamda ilk yaşamöyküsüdür. Boswell'den önceki yaşamöyküsü yazarları ele aldıkları kişiyi tarihsel ve ahlâksal açıdan işlerlerken, Boswell, Johnson'a bütünüyle kişisel açıdan bakmış ve betimlediği kişiye tutku derecesinde bir ilgiyle bağlanmış, onu yalnızca dehası ve ahlâksal değerleriyle değil, insana özgü kusurlarıyla da gözler önüne sermiştir. Boswell kitabını tamamlayamadan ölmüşse de, şairliğiyle, denemeciliğiyle, London ve The Vanity of Human Wishes (İnsan Dileklerinin Boşluğu) adlı iki şiiriyle ve Lives of the Poets'la (Şairlerin Yaşamları) unutulmazlar arasına girmiştir.

Bu arada, çağdaş tarihçiliğin kurucularından Edward Gibbon, dev yapıtı The Decline and Fall of the Roman Empire'ı (Roma İmparatorluğu'nun Gerilemesi ve Çöküşü) yayınlamış, 1776'da yayınlanan birinci ciltte (son cilt ancak 1788'de yayınlanabilmiştir), yöntemini şöyle açıklamıştır: Okuru, "her sofraya", "en mahrem yerlere" kadar götürmek. Bir tarihçi olarak Gibbon'ın inceleme yöntemi fazlasıyla aşılmış olsa da, sanatını tarihe uygulayan en özgün İngiliz üslupçularından biri sayılmaktadır.

Decline and Fall un hayranlarından İskoçyalı filozof David Hume da, Gibbon gibi, kültürlü, bilinemezcilik yanlısı başarılı bir üslupçudur. Gerçekten de, Hume kadar kendini okutmasını bilen pek az filozof vardır. Felsefenin edebiyatın temel bir dalı olduğuna, felsefecinin sıradan bir eğitim görmüş kadın ya da erkek okura seslenmesi gerektiğine inanan Hume, A Treatise of Human Nature (İnsan Doğası Üstüne İnceleme 1739-40) ve daha sonraki Enquiry Concerning Human Understanding (İnsan Zihni Üstüne Bir Araştırma, 1749) ile altı ciltlik History of England (İngiltere Tarihi, 1754-62) adlı yapıtlarını aynı söyleyiş berraklığıyla ve yer yer alaycı bir üslupla kaleme almıştır.

Ünleri Hume'dan hiç de aşağı kalmayan öbür düzyazı yazarlarından Adam Smith Milletlerin Zenginliği (İnguiry into the Nature and Causes of the Welth of Nations) adlı yapıtıyla yeni iktisat biliminin doğmasına yardımcı olmuştur. Dönemin bir başka düzyazı ustası da "İngiltere'nin Demosthenes'i", devlet adamı, yergici, belagatçi Edmund Burke'dür.

Tiyatro ve yüzyıl sonu romanı. XVIII. yy'ın ikinci yarısında Richard Brinsley Sheridan, Rivals (Rakipler) ve The School for Scandal (Skandal Okulu) adlı yapıtlarıyla durum ve davranış komedisini canlandırırken, Horace Walpole, alıcılarından geri aldığı özel mektupları açıklar gibi görünerek, çağının eşsiz bir tarihçesini yazmış, fantastik romanı The Castle of Otranto'yla (Otranto Şatosu), gotik romanın temellerini atmıştır. William Beckford'un The History of the Caliph Vathek'i (Halife Vathek'in Öyküsü), aşırı süslü üslup düşkünü okurlar için unutulmaz bir Arap peri masalıdır. İlk İngiliz kadın romancılardan Fanny Burney'se, İngiliz romanına kadınca bir renk katmıştır. Olağanüstü başarısını, bir soylu olmasından ya da ünlü müzikbilimci Charles Burney'nin kızı olmasından çok, aşağı tabakaların yaşamını anlatmaya cesaret etmesine borçlu olan F. Burney'nin ilk ye en güzel romanı Evelyna; or Young Lady's Entrance İnto the World(Evelyna ya da Genç Bir Hanımın Sosyeteye Girişi, 1778) adlı yapıtı, döneminin eğlenceli bir tablosu olma özelliğiyle, günümüzde de okunmaktadır. Buna karşılık, George III sarayının kasvetli havasını yansıtan, yaşamöyküsüne dayalı romanı, daha sıradandır.

XIX. YÜZYIL

XVII. yy.jgibi XIX. yy. da bir değişme ve çatışma çağı olmuş, özellikle Avrupa devrimleri yılı 1848'de, Benjamin Disraeli'nin "zenginler" ve "yoksullar" diye nitelendirdiği "iki ulus" arasındaki şiddetli savaşım, silahlı çatışmanın eşiğine gelmiştir. Sanayideki ilerlemenin ülkenin genel görünümünü değiştirmesine ve parlamento reformunun güçler dengesini değiştirmesine karşılık, eskilerinin yerini yeni toplumsal sorunlar almıştır. Edebiyat alanında da, bir dizi üslupçu öncü, özellikle de John Ruskin ve Thomas Cariyle, "paranın tanrılaştığı sanayi çağının kör maddeciliğine" karşı çıkmışlardır.

Romantizm akımı. Daha yüzyılın başlangıcından önce ilk belirtileri ortaya çıkan romantizm akımı, XIX. yy'da bütün İngiliz edebiyatına yeni bir görünüm kazandırdı. 1798'de, Samuel Taylor Coleridge ve William Wordsworth'un ortaklaşa yazdıkları Lyrical Ballads'dan (Lirik Baladlar) sonra, Coleridge, The Rime of the Ancient Mariner (Eski Bir Denizcinin Şiiri) adlı yapıtıyla yeni akıma katkıda bulunurken, Wordsworth, "gündelik yaşamdan alınmış", sokaktaki adamın "gerçek dili"yle bir dizi şiir yazdı. Her iki şair de, XVIII. yy. başı şiirinin tumturaklı Üslûbuna karşı çıkıyorlardı. Wordsworth, gençliğinde Devrim Fransası'na yaptığı yolculuktan (1791-92) derinlemesine etkilenmiş, Fransa'da insan doğasının yeniden doğduğuna inanmıştı. Gençliğinde "tümüyle cennete yakın"ken, gördüğü papazlık eğitiminden kısa sürede düş kırıklığına uğramıştı.

Romantik şiirin temel sesi, gençlik ve özgürlüğe inancı oldu. XVIII. yy. şairlerinin yalnızca bir dekor olarak gördükleri aşkın mutlak gücüne bağlılık ile doğayla yakın olma duygusu, romantik şairler için insan etkinliğinin temeli haline geldi. Onlara göre, doğanın gizemli mesajını, yalnızca gerçek şair yorumlayarak insanlığa iletebilirdi. Wordsworth ve Coleridge uzun yaşadılarsa da, dâhice düşgüçleri giderek geriledi. Wordsworth'un Ode: İntimations of İmmortality From Recollections of Early Childhoodu 1807'de yayınlanırken. The White Doe of Rylstone'dan sonra, dizeleri ilk gençlik ateşini yitirdi. Başyapıtı olan, şiiri nasıl öğrendiğini yansıttığı The Prelude'se, yaşamı süresince yayınlanmadı. Coleridge'in aralarında Kuble Khan'ın (Kubilay Han) da bulunduğu ünlü şiirlerinin tümü, şair 30 yaşına varmadan yazıldı.

George Gordon, Lord Byron, John Keats ve Percy Bysshe Shelley'nin ortaya çıkışıyla birlikte, romantik İngiliz şiiri gençlik coşkusuna kavuştu. Mart 1812'de Childe Harold'un ilk iki "şarkı"sının yayınlanışıyla kazandığı büyük başarı, 24 yaşındaki Byron'ı döneminin en göz kamaştırıcı şairi haline getirdi ve ölünceye kadar evrensel ününü sürdürdü. Byron'ın şiirinin niteliklerini, kişiliği çevresinde oluşan efsaneden ayırmak güçtür. Uyandırdığı büyüleyici etki belki de, bir ölçüde Byron efsanesine ve okurlarının suçlarından arınmış, melankolik Childe Harold'da sanatçının kendisini görmelerinden kaynaklanır. Byron'ın birden çok görünümü vardır. En sevdiği ustası Pope'tur. İlk şiirlerini niteleyen ve Childe Harold III ile IV te doruğa çıkan coşkun bir duygu selinin yanı sıra, genç çapkının yaşamını ve aşklarını alaycı bir güçle yansıttığı Don Juan'ı baştan sona kaplayan yergi ve kinizm dolu bir mizah duygusu da vardır. Bütün yapıtlarından fırtına gibi bir sözcükler seli ve yaşam dolu bir enerji fışkırır.

Shelley de, Keats de ünlerinin tadını çıkaracak kadar uzun yaşamamışlardır. Shelley esrik bir gelecek habercisidir; insansı şeylere pek az ilgi duyan Keats, ısrarlı bir yaratıcı zekâdır. İlk yapıtı Poems'ın (Şiirler,1817) ve Endymion'un (1818) başarısızlığından yılmayan Keats, sanatını güçlükle de olsa sürdürerek, 1820'de ücüncü kitabını yayınlamıştır; ünlü The Eve of St. Agnes odları ve tamamlayamadığı başyapıtı Hyperion, bu kitapta yer alır.

Shelley'nin en üretken dönemi, ömrünün son üç yılı olmuştur. 1819'da manzum trajedisi The Cenci'yı ve lirik dramı Prometheus Unbound'u (Zincirsiz Prometheus) yazmıştır. Prometheus, boş inançların tutsağı olan insan ruhunu simgeler, Shelley'nin yapıtının büyük bölümü yüce lirik duyguları yansıtsa da, geri kalan bölümü aynı derecede başarılı değildir.

Romantik İngiliz yazarları belirli bir okul oluşturmazlar. Sözgelimi Byron, Shelley'i insan olarak sevmiş, ama yazdıklarına olumlu bakmamıştır. Saygı duyduğu tek şair,"doğanın amansız ressamı, hattâ doğanın ressamlarının en iyisi", George Crobbe'tur. Bir şair olduğu kadar bir öykücü olan Crobbe, gerçekçi olduğu kadar da büyük bir romantik, doğup büyüdüğü, çorak doğu Angl doğasının betimleyicisidir.

XIX. yy. romanı. XVIII. yy'da bir edebiyat türü olarak roman yüksek bir düzeye erişememişken, XIX. yy'da gezgin kitaplıklar ve eğitimdeki gelişmeler sayesinde iyice güçlendi. 1805'te edebiyat yaşamına The Lay of the Last Minstre (Son Halk Şairinin Şiiri) adlı şiir kitabıyla giren Sir Walter Scott, 1814 ile 1823 arasında Waverley'den Quentin Durward'a kadar uzanan tarihsel romanlar dizisinin ilk örneğini ortaya koydu: İvanhoe. Düşgücüyle beslenen bir geçmiş duygusunu içinde taşıyan Scott, çok başarılı bir anlatıcıydı; ayrıca geçmiş, özellikle de Gotik geçmiş, XIX. yy. başı okurunu sanki büyülüyordu.

Jane Austen farklı beğenilere seslendi. Gerçi Fanny Burney'nin Evelina'sı, bir kadın romancının neler yapabileceğini göstermişti; ama Jane Austen'ın gözlemlerindeki keskinlik, edebi anlatımının inceliği, Burney'i çok gerilerde bıraktı. Pride and Prejudice (Onur ve Önyargı), Sense and Sensibility (Duygu ve Duygusuzluk) ve Northanger Abbey (Northanger Manastırı) adlı romanlarının üçü de XVIII. yy. tam anlamıyla sona ermeden yazılmıştır: Sense and Sensibility 1811'de, Pride and Prejudice 1813'te, Mansfield Park 1814'te yayınlandı. Çoğu eleştirmenin en kusursuz yapıtı saydığı Emma, 1816'da okur karşısına çıktı. Bitirilmiş romanlarının sonuncusu olan Persuation (İkna) adlı romanıysa ölümünden sonra 1818'de yayınlandı. Jane Austen, konularının sınırlılığına karşın, bu sınırlılıktan erdem yaratmasını bilmiştir. Bakışlarını toplumun iyi bildiği, incelediği sınıfı üstünde odaklamıştır: Küçük toprak sahibi soylular ve çevreleri, Jane Austen'ın gününün olaylarından ve toplumsal sorunlarından büyük ölçüde uzak kalmasına karşılık, ünlü siyasetçi, başbakan Benjamin Disraeli, tam tersine yapıtlarında toplumsal sorunlarla yakından ilgilendi. İlk romanı Vivian Grey'in (1826) alabildiğine romantik bir öyküyü anlatmasına karşılık, kapsamlı bir reform programı önerdiği, dönemindeki istemlerin açmazlarını, tehlikelerini ortaya döktüğü bir dizi siyasal anlatı da yazdı: Coningsby (1824), Sybil (1845), Tancred( 1847).

Victoria döneminin büyük romancıları topluluğunu oluşturan Charles Dickens, Elizabeth Cleghorn Gaskelle, William Mekepeace Thackeray ve Anthony Trollope'un tümü, kendilerini insanlığın mutluluğundan sorumlu tutan, toplum sorunlarına bağlı yazarlardır. Bir piskoposun karısı olan Mrs. Gaskell, dönemindeki sanayi kentlerinin durumunu, çocuklarının babası tarafından terkedilen kadınların sorunlarını işledi. Thackeray, genel anlamda toplumu eleştirip, para üstüne kurulu toplum bencilliğini yerdi. Dört büyük romanından (Vanity Fair, Pendennis, Henry Esmond ve The Newcomes), özellikle ahlâk dışı bir kadının ustalıklı bir portresini çizdiği Vanity Fair'le günümüze kaldı.

Thackeray daha düz, süssüz ve dolaysız bir üslup kullanan rakibi Dickens kadar beğenilmedi. Bleak House'un giriş bölümleri örneğinde olduğu gibi, Dickens'ın anlatı yönteminin barok bir abartısı, aşırılığı vardır; betimlediği Londra kenti, fantastik roman kişilerinin serserice dolaştıkları korkulu bir labirenttir. Dickens, ahlâksal bir amaç güdüyordu: Dikkatini yönelttiği kötülüklerin çoğu, romanın sonunda yok olup giderler. Betimsel şiirlerindeyse, sözcüklere ve imgelere şaşırtıcı biçimde egemenliği, dehasının bütün gücünü ortaya koydu. Olağanüstü bir sözcük işçisi olan Dickens, Oliver Twist ve Nicholas Nickleby'le başlayan ve temel romanlar dizisi Büyük Umutlar (Great Expectations), Our Mutual Friend (Ortak Dostumuz) ve tamamlayamadığı yapıtı Mystery of Edwin Drood'la (Edwin Drood'un Gizemi) sona eren romanlarını, 27 yıllık bir zaman diliminde yazmıştır.

Anthony Trollope, Victoria dönemi romancılarının en iddiasız olanıdır. Roman yazmayı bir sanat değil bir teknik beceri saymış, Dickens'ın tersine, roman kahramanlarına belirli bir güzellik ya da duygusallık yüklemeye çalışmamıştır. Yaşadığı çağın bir çeşit tarihçisi olmayı amaç almış, bu amacını öncelikle, Barsetshire'ın işinde gücündeki kent halkından kesitler verdiği Barsetshire romanlarında ve okuru soylu sınıf ile yöneticiler sınıfının yaşamının perde arkasına götürdüğü bir dizi siyasal anlatıda gerçekleştirmiştir. Halka ilişkin konulan ele almasına karşın, Trollope'un üslubu sadedir; dogmatik vurgulardan uzaktır; Henry James'in deyimiyle, "temel erdemi, gündelik, alışılmış olanı dikkatli bir gözle görmesidir.

Dickens, Thackeray, Trollope'un Londralı yazarlar olmalarına karşılık, Charlotte, Emily ve Anne Bronte, Yorkshirelı bir papazın kızlarıydılar. Bütün aile üyeleri birbirine derin dinsel bağlarla bağlıydı ve Charlotte ile Emily (Anne onlar kadar yetenekli değildi) kuşkusuz birbirlerinin dehalarının ortaya çıkmasını hızlandırdılar. Charlotte Bronte'nin Jane Eyre'i bir olgunluk ve acemilik karışımıdır. Başından geçen mutsuz bir aşkı konu alan Villette'se, kusursuz bir yapıttır; ama Emily'nin Rüzgârlı Bayır'ının (Wathering Heights) yanında gölgede kalır; Rüzgârlı Bayır, bir İngiliz kadın yazarın elinden çıkma en ilgi çekici romanlardan biri ve yoğun bir aşk öyküsüdür. Charlotte, Emily'nin fantastik öyküsünü "sapkın bir tutku ve tutkulu bir şapkınlık" olarak nitelemiş, sayfaları arasından "büyük bir karanlığın dehşeti"nin döküldüğünü söylemiştir.

Charlotte ve Emily Bronte içlerine kapalı, yalnız kişilerken, George Eliot takma adıyla yazan Mary Ann Evans, Londra'nın aydınlar çevresinde etkili bir rol oynamıştır. Eliot, siyasal ve ahlaksal sorunlar ile betimlediği kişiler üstünde toplumsal sistemin baskıcı etkisini işlemiş, Adam Bede ve The Mill on the Floss'un (Floss Kıyısındaki Değirmen) ardından, en güçlü yapıtını ortaya koymuştur: Hızlı bir değişme dönemi içindeki İngiltere'nin panoramik bir görüntüsünü oluşturan Middle-March. Bu yapıtta, kişilerin son derece başarılı betimlemelerinin yanı sıra, parlamento reformu, demiryolunun gelişmesi, kadın özgürlüğü, evlilik, ekonomik yaşamın ve tıbbın durumu, vb. temalar işlenmiştir.

Bir başka tipik Victoria dönemi romancısı, Charles Kingsley'dir. Kingsley'nin yücelttiği hıristiyan sosyalizmi sorunu, XIX. yy. eleştirmenlerini dehşete düşürmüştür. George Meredith, ilk başarılı yapıtı olan The Ordeal of Richard Feveral'da, düzyazıya, yüce dizelerin lirik niteliğini kazandırmıştır. Kidnapped (Kaçırılmış) ve Doctor Jekyll and Mr. Hyde gibi romanlarında kusursuz bir anlatıcılık ustalığı sergileyen Robert Louis Stevenson, bölünmüş bir kişiliği betimleme gücüyle ilgi çekicidir. Victoria dönemi romancıları arasında, iki de başkaldırıcı vardır: Samuel Butler ve George Robert Gissing. Butler'ın ütopik yapıtı Erowhou, devrimci bir dünya görüşü özelliğiyle 1872'de yayınladığında fazla dikkat çekmemişse de, ölümünden sonra yayınlanan özyaşamöyküsüne dayalı romanı The Way of Ali Flesh, edebi açıdan çok, toplumbilim açısından ilgi çekmiştir. Her romancı kendi yaşam deneyini yazdığından, Butler da zorbacı bir çevre baskısına kişisel başkaldırısını anlatmış, yoksulluğun acımasız sonuçlarınıysa, Gissing, New Grub Street (1891) ve The Private Papers of Henry Ryecroft (Henry Ryecroft'un Özel Evrakı, 1903) adlı kitaplarında yansıtmıştır.

Victoria dönemi denemeciliği. XIX. yy. yazarlarının tümü romana yönelmemiştir. Walter Savage Landor, birkaç unutulmaz lirik yapıtın yanı sıra, geçmişe ve yaşadığı döneme ilişkin görüşlerini, İmeginary Conversations (Düşsel Söyleşiler) adlı bir dizi söyleşide ortaya koymuştur. Dönemin öbür başarılı denemecileri Charles Lamb Addison ve William Hazlitt'dir. Bir uyuşturucu bağımlısı olan Thomas de Quincey'se, yalnız bir gencin düşleri ile korkunç karabasanlarının öyküsünü Confessions of an English Opium-Eater (Bir İngiliz Afyon Düşkününün İtirafları) adlı yapıtıyla, Fransız şairi Baudelaire'i etkilemiştir.

Victoria dönemi tarihçiliğine, başarılı ve başarısız yanlarıyla Thomas Cariyle örnek gösterilebilir. Önyargılı bir kuramcı ve inanmış bir vaiz olan Cariyle, yarı Kutsal Kitap, yarı Germen üslubuyla yazmış, tarihsel olaylardan çıkardığı sonuçlar her ne kadar önyargılı olsa da, French Revolution (Fransız Devrimi, 1837) adlı yapıtında, dram yazarı yeteneklerini sergilemiştir. Son incelemeleri Cromwell ve Friedrich the Greet (Büyük Friedrich) ağır, zor sindirilir yapıtlardır.

Thomas Bobington Macaulay'se, tarihi yalınlaştırmaya, rahat okunur duruma getirmeye çalışmış, çağdaş ilerlemeyi, Whig ideallerinin üstünlüğünü, parlamenter hükümetlerin erdemlerini yüceltmiştir. Büyük bir okur kitlesine ulaşan History of England (İngiltere Tarihi) adlı yapıtı, ılımlı bir iyimserliğin yanı sıra, eğitimli orta sınıflara duyduğu yakınlığı sergiler.

Victoria dönemi öncü yazarlarının en çarpıcılarından biri olan John Ruskin, sanata ilgisinin yanı sıra, toplumda bir reform gerçekleştirme konusunda kararlılığını vurgulamıştır. Çok beğendiği ressam J.M, W. Turner'ın dehasına adadığı ilk kitabı Modern Painters'ı (Modern Ressamlar), gotik üslubunda katedralleri ele aldığı Seven Lamps of Architecture (Mimarlığın Yedi Aydınlatıcısı) ve The Stones of Venice(Venedik Taşları) izlemiştir. Unto This Last (1862) adlı yapıtıysa, Victoria döneminin "laissez faire" (bırakınız yapsınlar) anlayışının güçlü bir eleştirisidir. Bu evreden başlayarak, yazıları giderek daha bir kehanet niteliğine bürünmüştür. Özyaşamöyküsü, Praeterita'daysa (1885-89), eski söz ustalığını sürdürmüştür.

Victoria dönemi şiiri. XIX. yy. sonu şairleri, romantik öncülerinin geleneğini sürdürmüşler, 1846'da Elizabeth Barrett ve bulanık, karanlık şair Robert Browning, ünlü bir çift oluşturmuşlardır. Yaşadığı dönemde Elizabeth Barrett'ın gölgesinde kalan, "Elizabeth Barrett'la evlenen adam" diye anılan Robert Browning, günümüzde eşinden daha çok beğenilmektedir. İki ciltlik yapıtı Men and Women (Kadınlar ve Erkekler, 1855) üstün yeteneğinin bir göstergesidir. Bir aydın, tartışmacı ve birşair olan Browning, bir romancı olarak insan kişiliğinin karmaşıklığına eğilirken, zarif lirik şair niteliğini yitirmemiştir. Gerek kısa şiirleri, gerek uzun şiirleri, son derece başarılıdır.

Wordsworth'ün "en iyi şair ünü", 1850'de Alfred Tennyson'a geçmiş, o tarihten başlayarak Tennyson, son derece zarif şiirler yazmıştır.

İlk şiirlerinde bayat bir melankoli, kişisel hüzün sezilen Tennyson'ın dizeleri, müziğini hiçbir zaman yitirmese de, imge içeriği ağır ağır gücünü yitirmiştir.

Matthew Arnold ve raffaelloculuk öncesi şairlerle (Dante Gabriel Rossetti, kızkardeşi Christine Rossetti, William Morris ve Algernon Charles Swinburne) birlikte, İngiliz romantizmi doruğuna erişmiştir. Arnold'un bir şair olarak apayrı bir yeri vardır: Şairlik yaşamı süresince, çağdaş dünyanın yavanlığı ve güvensizliği üstüne acıklı birer yakarış olan Dover Beach (Dover Kumsalı) ve The Scholar Gyps'yi (Bilge Çingene) yazmış, daha sonraysa etkili bir eleştirmen olmuştur. Culture and Anarchy (Kültür ve Anarşi) adlı yapıtı "barbarlığın" istilası karşısında değer verdiği ölçütlerin (güzellik ve akıl, kendi deyimiyle "boşluk ve ışık") bir savunmasıdır.

Bütün raffaelloculuk öncesi sanatçılar (Rossetti'nin kendisi de bir ressamdı), konularını Ortaçağ'a ilişkin, düşgücüne dayalı bir bakıştan almışlardır; coşkulu bir sosyalist reformcu olan Morris, söz konusu dönemi çağdaş sanayi uygarlığıyla karşılaştırmıştır. Topluluk üyelerinden Christine Rossetti ve Swinburne, İngiliz şiir sanatına kalıcı katkıda bulunmuşlardır. Christina Rossetti, XVII. yy'dan sonra İngiltere'de yetişmiş en zarif dinci şairidir. Swinburne'ün Poems and Ballads'ı (Şiirler ve Baladlar, 1866), bir dizi yabanıl, erotik şiir içerir ve görülmemiş bir duyumculuk ve tanrıtanımazlıkla, tutucuları derinlemesine sarsmıştır.

Victoria dönemi sonunun en özgün şairi, cizvit rahibi Gerard Manley Hopkins'tir. Gerçek değeri XX. yy'ın ilk çeyreğine kadar anlaşılmayan Hopkins, gerek sözcük seçimi, gerek ritim yöntemiyle geçmişin gelenekleriyle köprüleri atmış, bir çağdaş şair gibi, şiirin anlamını somutlaştırmak yerine, dağıtmaya, çalışmıştır. Tam birdin adamı olmasına karşın, sürekli kuşkular içindedir ve şiirlerinin çoğunun arka planında, "karanlık gece ve ruh" gizlidir.

Fransız edebiyatının da bu dönemde İngiliz edebiyat çevreleri üstünde önemli bir etkisi olmuş, Ernst Dowson ve Arthur Symons, "Lanetli şair" Paul Verlaine'in yolundan yürürlerken, hem Paris'te, hem Londra'da yaşayan Oscar Wilde, Walter Pater'den etkilenerek estetikçiliği bir çeşit "İncil"e dönüştürmüştür. Wilde'ın komedileri arasında en başarılıları The İmportance of Being Earnes'tir. (1895).

XX. YÜZYIL

İngiliz edebiyatında XIX. yy. ile XX. yy. birbirinden keskin çizgilerle ayrılmaz. Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar, Victoria döneminde kendilerine ayrı bir yer edinmiş bir romancılar topluluğu, edebiyat dünyasına egemen olmayı sürdürmüştür: Thomas Hardy, İngiliz asıllı ABD'li Henry James, George Moore, Joseph Conrad, Rudyard Kipling, H. G. Wells, John Galsworthy ve Arnold Bennet. Eleştirmenlerin Jude the Obscure (Anlaşılamayan Jude) adlı romanını beğenmemeleri üstüne romancılığı bırakan Hardy dışında, bu topluluğun bütün üyeleri, olabildiğince etkin bir edebiyat yaşamı sürdürdürmüşlerdir. James ve Moore, edebiyatta "mükemmeliyetçi" bir tavır izleyip, erişebildikleri en geniş okur kitlelerine erişmeye çabalamışlardır. Romanları hayranlık verici bir üslupla yazılmıştır. Söz konusu topluluğun üyelerinden |hiçbiri roman tekniği konusunda denemelere girişmeye yanaşmamışlardır. E.M. Forster'ın bile, konusuna yaklaşımı yeni olmakla birlikte, romanının yapısı, çerçevesi gelenekseldir. Tiyatro alanında George Bernard Shaw ve James Barrie, İngiltere sahnelerindeki egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Shaw, kimi zaman değerli, kimi zaman delice ve sapkınca bir parlak düşünceler selidir. Barrie, olağanüstü bir sahne egemenliği, zengin bir duygusal beğeni sergilemiştir.

Victoria dönemi romanının çerçevesini, sonunda İrlandalI romancı James Joyce parçalamıştır. Joyce, devrimci romanı Ulysses'te (1922) tek bir günün olaylarını anlatırken, "bilinç akımı" denen bir iç monologu güçlü bir biçimde kullanmıştır. Virginia Woolf da, daha dar bir ölçekte benzer bir teknik benimsemiş, romanda planı ve olay örgüsünü ortadan kaldırmış, bilinçaltlarının derinliklerine inip, gizlerini ortaya dökerek, romana bakışını bireysel kişilikler üstünde yoğunlaştırmıştır.

D. H. Lawrence, Oğullar ve Âşıklar (Sons and Lovers, 1913) adlı romanında kendi gençliğinden gerçekçi bir tablo yansıtırken, insan kişiliğinin bilinçaltı yüzüne yer vermiştir. Lawrence'ın gizemci bir mesajı vardır ve çağdaş dünyanın ilkel inanç ve duygulara geri dönmekle kurtulacağını savunur.

Benzer bir devrim şiirde de gerçekleşmiş, Georgia şairleri ile hemen onların ardından gelen Robert Bridges, A.E. Housman gibi şairler ve ilk yapıtlarıyla William Butler Yeats, Tennyson ve Arnold'un diliyle yazmışlardır. Ama 1930 yıllarından başlayarak Osbert, Edith ve Sacheverell'den oluşan Sitwell ailesinin, yeni bir şairler topluluğu olan W. H. Auden ile yakın dostları Stephen Spender, C.Douglewis ve Louis Mac Neice'ın, son olarak da Dylan Thomas'ın gölgesinde kalmışlardır. Yabanıl bir Galler şairi olan Thomas, pirotekni gösterileri, sözcük oyunlarıyla, Atlas okyanusunun her iki yakasında da ün kazanmıştır.

Daha yakın dönemlerin İngiliz şair ve romancılarından, Evelyn Waugh ve Graham Greene, her ne kadar son 40-50 yılın en önemli romancıları arasında yer alsalar da, teknik yönden romana bir yenilik getirmemişler, tersine edebiyat geleneğine derin bir bağlılık göstermişlerdir. Buna karşılık, William Golding Doris Lessing ve Anthony Burgess, romanlarında bilim-kurgu teknikleri kullanarak, önemli bir değişiklik başlatmışlardır. Son elli yılın öbür İngiliz yazarları arasında Kingsley Amis ve İris Murdoch gibi romancıları, Tom Stoppard gibi oyun yazarlarını, Seamus Heaney, Ted Hughes ve Philip Larkin gibi şairleri saymak gerekir.