Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Konut

  • Okunma : 323
Konut Resim

İnsanların içinde yaşadığı ve barındığı yapılara konut ya da ev adı verilir. İlk konutlar eskiçağlarda kar, yağmur, fırtına ve soğuktan ya da yabanıl hayvanların saldırısından korunmak amacıyla yapılan ilkel barınaklardı. Zamanla değişen yaşama biçimine bağlı olarak konutların biçimi ve kullanım amacı da değişti.

    Konutların büyüklüğünü, biçimini ve mimari özelliklerini belirleyen etkenlerin başında çevrenin doğal özellikleri, teknoloji düzeyi, sosyal, ekonomik ve kültürel koşullar gelir. Yapıların türüne ve teknik özelliklerine ilişkin daha ayrıntılı bilgiyi MİMARLIK maddesinde bulabilirsiniz.

    Tarihöncesi çağlarda insanların konut yapmak için gerekli bilgileri, becerileri, araç ve gereçleri yoktu. Mağaralarda ya da ağaç kovuklarında yaşarlardı. Avcılık ve toplayıcılıkla geçindikleri dönemlerde ilkel araçlarla hayvan postlarından yaptıkları çadırlarda ya da ağaç dalları ve otlarla kurulan geçici yazlık kulübelerde oturmaya başladılar. Ağaç dallarının ve kütüklerin arasını balçık, ot ya da ağaç kabuğu ile doldurarak yaptıkları bu ilkel barınaklar, sert hava koşullarına karşı dayanıklı olmadığından, kışları yeniden mağaralarına dönmek zorunda kalırlardı. Cilalı Taş Devri’nde (İÖ 8000-5500) tarımsal yerleşik düzene geçişle birlikte, kerpiçten ya da pişmiş tuğladan daha korunaklı ve sağlam konutlar yapılmaya başlandı. Ürdün, Irak, İran ve Türkiye gibi binlerce yıl uygarlığın beşiği olmuş ülkelerde yapılan arkeolojik kazılar, İÖ 9000-7000 yıllarından kalma yerleşmeleri ortaya çıkardı. Kazılar, mağaralardaki toplu yaşam biçiminden aile düzenine ve ayrı konutlarda yaşamaya geçiş sürecine ilişkin önemli bilgiler sağladı.

    Avrupa kıtasında yerleşik düzene geçiş yaklaşık İÖ 3000 yıllarına rastlar. Tunç Çağında ve Demir Çağında hayvancılık ve çiftçilikle geçinen bazı kabileler küçük köylerde taştan yapılmış, saz damlı, tek odalı, alçak duvarlı, yuvarlak kulübelerde hayvanlarıyla birlikte yaşarlardı. Odanın ortasında yaktıkları bir ateşle ısınırlardı. Baca olmadığından duman çatının ortasındaki bir delikten dışarı çıkardı. Kulübeleri bir çember biçiminde dizer, yabanıl hayvanların ya da öteki kabilelerin saldırılarına karşı korunmak amacıyla köyün çevresine hendekler kazarlardı.

    Dikdörtgen biçimli ev yapma düşüncesi Avrupa’ya ilk kez Mezopotamya’dan geldi. Bu türün ilk örnekleri önce Eski Yunan’da, daha sonra da Roma İmparatorluğu döneminde İtalya’da uygulandı.

    Eski Roma’da evler genellikle tuğladan yapılır, ortada bir iç avlu bulunurdu. Soyluların ve varlıklı kimselerin evleri oturma odası, yatak odası, yemek odası gibi ayrı bölümlerden oluşur; duvar panoları, freskler ve mozaiklerle süslenirdi. Bazı evler tabandan ısıtmalıydı. Geniş ve kullanışlı mutfakları ve kanalizasyon sistemleri vardı. İS 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra feodalizm döneminde, soylular hendeklerle çevrili şatolarda oturmaya başladılar. Şatolar yemek salonu, oturma odası, yatak odası gibi ayrı bölümlerden oluşan büyük, ama soğuk ve rutubetli yerlerdi. Toprağı işleyen serfler ise şatonun çevresindeki topraklarda, kerpiçten yapılmış, basit ve kaba görünüşlü evlerde otururdu. O dönemde cam pahalı ve az bulunan bir gereç olduğundan, pencerelerde cam yerine kepenk kullanılır, bu nedenle odalar yeterince ışık alamazdı. 12. yüzyılda Avrupa’da kentler yeniden canlandı. Yüksek surlarla çevrelenen ortaçağ kentlerinde evler birbirine bitişik, dar ve yüksekti. Zanaatkârlar evlerinin giriş katını genellikle atölye olarak, üst katları da ev olarak kullanırlardı. Kuzey Avrupa’da evler kalın ve sağlam ahşap kirişlerle, güzel görünüşlü tuğla ya da taşlarla yapılırdı. İtalya’da varlıklı tüccarlar evlerini sağlam taşlardan yaparlardı. Evin alt katlarındaki küçük ve dar pencereler demir parmaklıklarla korunurdu.

    Zamanla ticaret gelişip sermaye birikimi arttıkça insanların yaşam biçimi de değişti. Kentler surların dışına doğru yayılmaya başladı. 18. yüzyılda taraçalı, bahçeli evler, parklar ve geniş alanlar kentlerin görünümünü önemli ölçüde değiştirdi. Evler daha büyük, rahat ve aydınlıktı. Varlıklı kimselerin evlerinde uşaklar ve hizmetçiler için ayrı bölümler bulunuyordu. Kentlerdeki evlerin gittikçe daha gösterişli olmasına karşılık, kırsal kesimde çok basit ve sade evlerde yaşanıyordu. Bu evlerin duvarları, iri ağaç kütüklerinin arası kuru ot, saz ve alçı karışımından oluşan kaba bir harçla doldurularak yapılıyordu.

    Evlerin biçimi ve kullanılan yapı gereçleri, ülkelere ve iklim özelliklerine göre değişiyordu, İspanya, İtalya, Yunanistan gibi Akdeniz ülkelerinde odalar üstü açık, kemerli bir iç avluya açılıyor, kemerler odaların fazla güneş alarak ısınmasını engelliyordu. Kireçtaşının bol olduğu bu ülkelerde beyaz badanalı taş evler yaygındı. İskandinavya’da ve Kuzey Avrupa’nın bazı ormanlık bölgelerinde ahşap oyma çerçeveli pencereleri olan sivri çatılı yapılar çoğunluktaydı.

    19. yüzyılda Avrupa’da sanayileşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte kırsal kesimden kentlere büyük bir göç başladı. Kent nüfusunun artması ve büyüyen konut gereksinimi, hızlı bir yapılaşma süreci başlattı. Yapı gereçleri makinelerle ve düşük maliyetle üretiliyor, gelişen ulaşım olanaklarının yardımıyla uzak bölgelere kısa sürede taşınabiliyordu. Aynı türden yapı gereçleri her yerde kullanılmaya başlandı. Bunun sonucunda değişik bölgelerin yapılarında görülen mimari farklılıklar büyük ölçüde ortadan kalktı.

    Varlıklı kimseler sıcak, aydınlık ve rahat evlerde otururken, halkın geniş kesimini oluşturan yoksul işçi aileleri fabrikaların çevresindeki birbirine bitişik, derme çatma evlerde sağlıksız ve güç koşullar altında yaşıyordu. Daha sonraki yıllarda hükümetlerin aldığı yasal önlemlere ve yapılan toplu konutlara karşın henüz birçok ülkede yaşam koşullarının iyileştirilmesine yönelik köklü bir çözüme ulaşılamadı.

    I. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Le Corbusier, Frank Lloyd Wright, Walter Gropius ve Ludwig Mies van der Rohe gibi mimarlar konut tasarımlarına yeni boyutlar kazandırdılar. Bu tasarımlar insanların doğayla bütünleşebilecekleri aydınlık ve geniş konutlar yaratma düşüncesine dayanıyordu. Bu amaçla bahçe ve parkların bulunmadığı alanlarda geniş pencereli, balkonlu ya da teraslı, sağlığa uygun konutlar yaptılar. Cam, beton ve çelik gibi fabrikalarda makinelerle üretilen hazır yapı gereçleri kullandılar. İnsanların günlük gereksinimlerine yönelik kreş, lokanta ve çamaşırhane gibi olanakların yer aldığı toplu konut tasarımlarıyla 20. yüzyıl mimarlığını önemli ölçüde etkilediler.

    II. Dünya Savaşının yol açtığı yıkımın ardından evsiz kalan milyonlarca insana konut sağlamak amacıyla yoğun bir yapılaşma süreci başlatıldı. Konut gereksinimini kısa sürede karşılama zorunluluğu yapıların özensizce, ucuz ve kalitesiz gereçlerle inşa edilmesine neden oldu. Sağlıklı bir yaşam için zorunlu olan park, bahçe, kreş türünden gereksinmeler bir yana itildi. Küçük alanlara daha çok insanı sığdırabilmek amacıyla çok katlı binalar, gökdelenler yapıldı. Ne var ki, yüksek yapıların çoğunda ucuz, kalitesiz ve dayanıksız gereçlerin kullanılmış olması, zaman zaman çok sayıda insanın ölümüne yol açan çökmelere ve kazalara yol açtı.

    Hızlı yapılaşma ya da “betonlaşma” olgusu günümüzde de sürmektedir. Beton yığını görünümündeki apartmanlar, kentlerin aşırı kalabalık, gürültülü ve sağlıksız yaşam koşulları, insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.

Konut Resimleri